Uzun yıllar çalışma hayatının içinde olunca ve Bütünleşik Pazarlama İletişiminin bütün alanlarında görev alınca, elbet çalıştığınız şirketlerden veya iş yaptıklarınızdan hiç olmazsa birinin yabancılara satışına tanık oluyorsunuz. Satan ve satın alan taraflar kendileri adına çok sevinseler de, zaman içerisinde gördüğüm örneklerin çoğunda sonuç hüsran oldu. Bana hep belirli yaşa gelmiş çocukların satılıyor olması gibi korkunç gelir şirket satışları.
Başarılı işler yapmışsınız, rakipleri fena halde silkeleyip geçmişsiniz, kazançlarınız tavan yapıyor ve havalı yabancının biri çıkıp geliyor “al sana şu kadar para, sat bana şirketini” diyor.
İlk heyecan ve sıcak para pek güzel, ya sonrası. Şirketler yenilenirken arada telef olan çalışanlar, o günlere dek fütursuzca yaptığınız kampanyalara ikide bir “dur hele o iş öyle yapılamaz, bizim kurallarımız olmalı” uyarıları ve zaman içinde iyice silinip giden ana şirket.
Çok mu acımasız geldi yazdıklarım. Bire bir yaşandı bunlar, 99 yılında o zamanlar çalıştığım şirketi yabancılar almak istediler, patron da sıcak paraya dayanamayıp sattı. Aradaki sancılı dönemde canı yananlar, satın alan firmanın “çıkar çatışması olur” kaynaklı çıkışlarıyla yarım kalan yaratıcı projeler, yabancı merkezin kurallarının “yapılamaz” buyurduğu sosyal sorumluluk projeleri, yaratıcı ekibin katı kurallar nedeniyle bunalması gibi çokça olumsuzluk ve tabii bir süre sonra da yitip giden ana şirket.
Yıllarca didinip yoktan var edip büyüttüğünüz çocuğunuzu satar mısınız?
Bu sabah gözüme ilişen bir kaç paylaşımı görünce yine aynı üzüntüyü yaşadım. 2007 den beri başarılarını takip ettiğim genç ekibin, bir dünya devi tarafından (yok edilmek üzere) satın alınmasının heyecanı beni sarmıyor. Üzülüyorum, ama kendilerini tebrik ediyor ve bu kez kesinlikle haksız çıkmayı diliyorum.
Yazıda kullanılan görsel http://www.holylandmap.net/The_Little_Prince_Lands/efour.htm adesinden alınmıştır.