Dostlarım;
Belki bu akşam, belki yarın çoğunuz bayram tatili nedeniyle bir yerlere doğru yola çıkacaksınız. Sağ ve esen gidiniz, güzelce vakit geçiriniz, eğleniniz.
Sevgili dost Taylan Tuğut, geçtiğimiz günlerde eski bayramlar hakkında yazalım dediğinde, çalakalem giriştim, sonra baktım daha önce yazdığım bir bayram yazısının neredeyse aynısını yazıvermişim. Ben de o yazıyı sizlere buradan linkle paylaşıp, daha güncel bir başlıkla bayramınızı kutlamak istedim.
Hepinize; ağız tadıyla ve sevdiklerinizle geçecek, güzel bir bayram diliyorum.
Mutlaka, ama mutlaka referandumda oyunuzu kullanmak için geri geliniz. “HAYIR” lı bayramlar hepinize…
“HAYIR” hem de gönülden
Uzun süre neler değişecek, hangi anayasa maddelerinde nasıl iyileştirmeler yapılacak diye paylaşılan olumlu, olumsuz çokça yazı okudum. Ekonomik istikrar (sanki var da, cari dış açık ürkütücü rakamlara ulaşmış) bozulacak diye telaşlanan iş çevreleri, yandaşlar, besleme basın organları heyecanla savunuyorlar. Acaba bende mi bir terslik var diye düşünmeye başlarken, geçen gün okuduğum Ali Sirmen yazısıyla gönülden “HAYIR” diyeceğim. Rastladığım herkese okutuyorum, kağıda bastığım bu yazıyı.
Lütfen sizler de okuyun ve RTE’nin kendi ağzından çıkan sözlerle, neden “HAYIR” demeniz gerektiğini görün.
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Sayın Ali Sirmen’in yazısından alıntıdır.
“Son zamanlarda, artık “evet mi hayır mı?” sorularından bıkmaya başlamıştım ki, Mine cumartesi günkü gazetelerden birinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bir açıklamasını okudu ve hemen buyurdu:
– Her şeyi açık açık anlatıyor. Sen de bunu yaz da herkes görsün!
Bir köşe yazarı, karısı yaz deyince, yazmaktan başka ne yapabilir ki? Ben de yazıyorum.
Bakın Tayyip Erdoğan perşembe günü katıldığı iftar yemeğinde ne demiş:
“İnanın ayaklarımızda pranga var. Biz prangaları çözemediğimiz sürece, sizler belki dışarıdan zannediyorsunuz ki, parlamentonun yüzde 65’ine sahipsin çöz de git! Neyi çözüyorsun?
Türkiye’de parlamentonun da, yürütmenin de üzerinde bir yargı gücü var. Seni engelliyor. Ben bugün vali ataması yapamıyorum. Seni engelliyor. Atadığım valiyi geri iade ediyor aynı anda. 23 kere bir müdürü geri iade ediyor (geri iade ediyor denmez ama üslup Başbakan’ındır aynen koruyorum A.S.) Ben bir yürütme ve hükümet olarak, istediğim müdürü istediğim yere atayamazsam, istediğim valiyi istediğim yere atayamazsam, bu ülkede ben nasıl icrai faaliyet yapacağım? Halkın karşısına o mu geliyor, ben mi geliyorum?.. Yarın beni siz yargılayacaksınız, vatandaş yargılayacak. İyi yaptın kötü yaptın diye bana diyecek olan kim. Onlar halkın karşısına çıkmıyor ki, ben çıkıyorum halkın karşısına. Hesabı veren ben, ama gelip bana zulmeden de o. Bu böyle yürümez. Onun için bu anayasa değişikliğine evet istiyoruz.”
***
Tayyip Bey’in 23 Nisan 2010 yılında koltuğunu sembolik olarak küçük bir çocuğa bırakırken söyledikleri de şuydu:
– Artık mühür sende, ister asarsın, ister kesersin!
Tayyip Bey’in bu iki konuşması 12 Eylül’de anayasa referandumunda neden hayır oyu vereceğimi gayet iyi açıklıyor.
Görüyorsunuz Tayyip Bey kendi sözleriyle açıklıyor ki, 12 Eylül oylamasının asıl gerekçesi kendi astığı astık, kestiği kestik yönetiminin önündeki yargı engelini kaldırmak. Tayyip Bey’e bu açık sözlü konuşmasından dolayı çok teşekkür ederiz. Bütün aldatmacaların ardında, gerçek niyetin ne olduğunu şimdiye dek hiç kimse, bu kadar net bir biçimde anlatamamıştı.
Teşekkürler Tayyip Bey! “Hayır”ın en güzel en açık gerekçesini bizzat siz verdiniz. “
Dostlarınız varsa; doğum günlerinizde yaşlanmaz, gençleşirsiniz
Bu yıl Emir’in kısacık da olsa yaptığı İstanbul ziyaretiyle başladı doğum günü kutlamalarım 🙂 Gabriel’le beraber verdiler ilk hediyemi. Harici hardisk alamadığım için pek hayıflandığımı bildiğinden, armağanı bu konuda seçmişler.
3 eylül sabahı, teyzemin erkenden ve sessizce hazırladığı sürpriz kahvaltıyla da devam etti kutlamalar 🙂 Öğle saatinde de sevgili Neva Kip‘le aylardır uğraşıp denk getiremediğimiz öğle yemeğinde buluştuk. Keyifli sohbet yanında Nişantaşı Kantin’in leziz menüsüyle pek güzel vakit geçirdim. Hediyelerim de bonusu oldu.
Sonra Rumeli Caddesi’nden eğlenceli bir yürüyüşle, metro yardımıyla Astoria’ya gittim. Kendime bir kız filmi armağan etmek istedim. Buldum da, “Going The Distance” sabun köpüğü gibi, ama arada kahkahalarla güleceğiniz sahneleri olan bir romantik komedi. Başrollerde Drew Barrymore, Christina Applegate, Ed adlı dizide ilgimi çeken ve He’s Just Not That Into You ile sevdiğim aktörler arasına katılan Justin Long ve Its always sunny in Philadelphia dizisinde keyifle izlediğim Charlie Day var. Rahatça izleyip, bolca kahkaha attım. Eve dönerken bir dönem birlikte çalıştığım reklamcı arkadaşlarım aradı, doğum günümde sevdiğim bir program hazırladıklarını, kimseye söz vermememi söylediler.
4 eylül sabahı doğum günü kızı olarak, sabah erkenden Friendfeed’deki kutlamaları görüp, zırıl zırıl ağladıktan sonra, susmayan telefonları cevaplayarak duş yapıp, giyinip çıktım evden.
Denize olan aşkımı bildikleri için bir tekne ayarlayıp, boğaz turu ve Riva’ya kadar uzanmayı planlamışlar. Gel gör ki allahın umdurmadığını peygamber sopayla kovalarmış. Trafik ışıklarında yavaşlayıp durduklarında, arkalarındaki su damacana servisi yapan minibüs, bütün hızıyla çarpmış bizimkilere. Kızların her ikisi de sarsıntıda boyunlarını zedelemişler. Arkadaşımın arabası volvo olduğu için onda neredeyse hiç hasar yokmuş, ama minibüsün önü haşatmış. Kağıt kürek işlerinden sonra hemen Amerikan Hastanesine gidip boyun röntgeni çektirmişler. Birine hemen boyunluk takılmış, diğerinin bir de mr çektirmesini istemişler. Boyunluk takılanı, bir taksiye atladığı gibi benim beklediğim yere geldi. Görünce şaşırdım, sonra da neden telefon etmediler diye kızdım. Üzülmemi istememişler. Birlikte gideceğimiz arkadaşları telefonla aramışlar bildirmişler, bana ille de kendi gelip haber vermek istemiş. Sarlıp, koklaşıp ayrıldık, başka bir zaman aynı turu yapmak üzere sözleşip.
Bendeniz de ne etsem diye bakınırken, gelen Taksim otobüsüne atıverdim kendimi. Keyifsiz olduğum, enerjimin düştüğü zamanlarda yaptığım gibi Beyoğlu-Tünel turu planladım hemen. Taksim’e çıkılır da Kızılkayalar’a uğranıp arsızlık yapılmaz mı? Tam o sırada “Can Dostum” esprili kutlama telefonuyla arayıp, nerelerdesin demesiyle yanımda bitivermesi arasındaki zaman 2 dakikayı geçmemiştir. Bolca kahkahalı sohbet sonrası kendisini toplantıya götürecek kişileri beklerken, Starbucks’ta sohbete devam etmeye karar verdik. Onu katılacağı toplantıya yolcu ettikten sonra, ben de Tünel’e doğru yürümeye başladım. Yoğun lodos nedeniyle nem oranı iyice yükseldiği için, sık sık klimalı mekanlara girip, sanki alışveriş edecekmiş gibi serinliyordum 🙂 Tünel’deki Starbucks’a attım kendimi, wifi hizmetinden yararlanarak gelen mesajları ve tebrikleri cevaplarken yine zırıldadım, oradakiler de anlam veremediler, ama bulaşmadılar da 🙂 Sonra Cadım aradı, programım olmadığı için “haydi Kadıköy’e gel” teklifini ikiletmedim. Tünel’den Karaköy’e uzadım ve ilk vapurla harika bir deniz gezmesi yaparak planlanan eğlencenin minisini gerçekleştirdim 🙂 Mutad cumartesi ziyaretini gerçekleştiren Wind Spirit’i görünce hemen görüntüledim sevgili Olcayto Cengiz için 🙂 Kadıköy’de evet-hayır yarışmasının son aşamaları oynanıyordu. Meydanda geç saatlerde yapılacak toplantı duyuruları, parti araçlarının devasa kolonlarından yükselen sesler, gürültü kirliliğine tavan yaptırmıştı.
Hemen oradaki Starbuck’sa sığındım ve Cadıyı beklemeye başladım. Bir de sürprizle geldi Cadım, Isparta’dan düğün nedeniyle ziyarete gelen tonton anneannesini de getirmişti yanında. Deniz kenarına gitmenin daha eğlenceli olacağında hepimiz hemfikir olup yola döküldük. Balon’un altındaki sahilde kurulu mekana yerleştik, içeceklerimiz ve gıdalarımızla sohbeti derinleştirdik. O kadar eğlendim ki saatin farkına bile varmadım. Cadı’nın annesi de işlerini bitirip bize katıldı. Harika bir kadın, güçlü, kararlı, bilinçli, iyi eğitimli ve eğlenceli. Üç nesil bir aradayken, hem aile terbiyesi ve görgüsü, hem de genlerin etkisini rahatça görebiliyor insan. Bu keyifli sohbet ve üçü de nev-i şahsına münhasır kadınlardan ayrılmak zor olsa da, son Beşiktaş vapurunu kaçırmamak için hızlıca iskeleye yürüdük.
Akşam saati gökdelenlerin görüntüsüyle çirkinleşmemiş İstanbul panoramasının verdiği hazla, önce Beşiktaş’a, oradan da eve vardım.
Günün yorgunluğunu atmak için hemen bir duş alıp köşeme çekildim. Dostlardan gelen mesajları, yazılan güzel dilekleri okudukça yüzümdeki gülümseme ağzımı ensemde fiyonk olabilecek hale getirdi 🙂
Teşekkürler dostlarım, güzel dilekleriniz, yüreklendiren notlarınız ve sevginizle bir yaş daha yaşlanmak yerine, gençleştim inanın.