:::: MENU ::::
Posts tagged with: Emir Cerman

Kumru, boyoz, çiğdem, gevrek ve Klorak

Yazılarımı okuyanlar çocukluğumda birkaç yıl İzmir’de yaşadığımdan söz ettiğimi hatırlarlar. Hatta kızkardeşim Bilge Mintaş İzmir’de doğmuştu.

Aşina olduğum pek çok isim vardır bana İzmir’i hatırlatan. Kumru, boyoz, çiğdem, gevrek, domat, yemiş ve tabii Klorak.
Yılbaşından bir hafta kadar önce İzmir’de yaşayan bir arkadaşım  arayıp adresimi istedi. Hayırdır dediğimde “buralardan bir armağan” dedi. Bir kaç gün sonra bir koli geldi, oldukça ağırdı, açınca çok şaşırdım. İçinde Klorak markalı temizlik ürünleri ve bir dosya vardı. Kurumu ve ürünü tanıtan bilgiler, broşürler yerliştirilmişti dosyaya. İliştirilmiş kartvizite baktığımda Satış ve Pazarlama Koordinatörü Gözde Atabay adını gördüm ve hemen iletişim bilgilerine bir mesaj yazarak nazik armağanlarına teşekkür ettim. Ürünler hakkında ancak kullanım sonrası fikirlerimi yazabileceğimi belirttim. Gözde Hanım da yolladığı mesajda zaten asla bir talepleri olmadığını, kullanıp hangi ürünlerden memnun kalacağımı öğrenmek istediklerini yazmış. Emir’in sürpriz olarak yılbaşı tatiline gelmesi, koşuşturmalar, hastalıklar, hava muhalefetleri derken bir türlü fırsat olmamıştı ürünleri kullanmaya. Geçen kar yağışı sonrası evi toparlamam gerektiğinde koliye başvurdum hemen.   İlk kullandığım İzmir ve çevresinde efsane olan ve çamaşır suyunun jenerik ismi haline gelen Ultra Klorak‘tı. İlginç bir şekilde genzimi yakmayan jel tipi bir çamaşır suyuydu. Kedimin tasını temizlemekte kullanıyorum genellikle ve sürekli camları açmak zorunda kalıyorum. Ama bu ürünle böyle olmadı. Tuvalet temizleyicisi ve Kireç Çözücü de kokmadan temizlik sağlayan ürünler onlar da geçer not aldı benden. Sonra sıra Yağ Çözücü’ye geldi, işte müthiş bir ürün.  Kızlar kesinlikle el altında bulundurmalısınız. Fırn, ocak ve mutfak tezgahlarında pek işe yarıyor. Lavabolar için de Klorak Likit Krem kullandım, diğer markalardan farkını anlamam için daha uzun süre kullanmam gerek, ama dikkatimi, çeken toz gibi kalmaması ve az suyla da durulanabilmesi. Renkliler için leke sökücüyü teyzeme götürdüm sonuçları ayrıca yazacağım. Ürünlerden tek ısınamadığım Allura Sıvı Sabun oldu. Kapağını bile açmadım uslu, uslu duruyor dolapta. O ürünler benim ellerimi kuruttuğu için önyargılıyım, ama söz ilk fırsatta onu da deneyeceğim 🙂
Şimdi de biraz bilmeyenler için kendi sözleriyle firmayı anlatayım. KLORAK markası ilk kez tüketici ile 1960 yılında buluşmuş.   İlk zamanlar cam şişelerde satılan çamaşır ve temizleme suyu 1980lerde sarı plastik şişeye geçmiş. Klorak Kimya ve Temizlik Ürünleri A.Ş ise 2004 senesinde kurulmuş. Ekim 2009’da Yazıbaşı’ndaki yeni üretim ve idari binasına geçmiş. Teşekkürler Gözde Hanım ve Klorak, hem nazik armağanınız hem de özenli ürünleriniz için.

Ürünleri çeşitlerini görmek, satın almak, firma tarihçesini incelemek için bu linke tıklayınız.


“Yedi Tepe’den Yedi Kıta’ya Ritm Tutturacak Genç Adam”ı Tanıyınız

Okuyacağınız satırları benden önce davranıp yazan canım dostuma teşekkür ediyorum.
Konuk yazar : Didem Özbahçeci Sönmez

Sezen Aksu ve Emir Cerman

Bugün bir Can Dündar yazısı yazmak istedim 🙂

Tarih 3 Aralık 2009, yer İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı. Sahnede dev kadın Sezen Aksu, 4 tane pırıl pırıl genç müzisyene eşlik ediyor. Yıllardır onun gönüllerimize, kulaklarımıza kazınmış parçalarından bazılarını bu 4 genç senfonik olarak yeniden düzenlemiş ve onları çoşkuyla seslendiriyor.

Bu gecenin mimarı, bütün bu sahnedekileri bir araya getiren o dörtlüden biri var ki Emir Çerman. Bu ismi bir yere kaydedin ve günü gediğinde “ben onun ilk konserini dinlemiştim” demenin gururunu yaşayın. Kendi çıktığı müzik yolculuğunda, okuduğu dünyanın en önemli müzik okulunu Berklee College’ı ülkesine seçmelere getirmeye ikna eden, her aşamasında titizlikle çalışan ve yer alan müzisyenliğinin yanı sıra iyi de bir organizatör olan bu genç adamın takipçisi olun. 25 yaşında kendine ektikleriyle yetinmeyip, ülkesine de katkıda bulunmak için çabalayan Berklee College of Music’ın 2. kuşak Arif Mardin’i olmaya aday Emir Çerman, ilerde yapacaklarının ilk sinyalini dün akşam“Yedi Tepe’den Yedi Kıta’ya ıstanbul’un Ritmi” konserinde ilk büyük organizasyonuyla ortaya koydu.

İşte dün akşamı o salonda olmayanlar için özetleyebilecek tarihe düşülmüş bir not.

 

Dün akşam o salonda olup, yüreklerimize düşen notları da eklemek isterim……
Emir’ciğim yıllar önce yapmak istediklerini anlatırken, Sezen Aksu ile çalmak, aynı sahnede olmak paylaştığın hayallerinden biriydi. Dün akşam gösterdin ki; bunun için yıllarca beklemen gerekmedi, hatta hayali gerçeğe dönüştürmenin örneğini yaşattın kendine ve hepimize. Buradaki ilk konserinde Sezen Aksu ile aynı sahnede …”Gülümse” parçasını karşılıklı yorumlayışınıza gözyaşları ile tanıklık ettik. Bestelerini dinlerken coştuk hep birlikte.

Bu yılın başında Sezen Aksu’nun bir açık hava konserine gittmiştik, ön sırada Çağan Irmak oturuyordu. Her parça bitişince yerinden fırlıyor, ellerini parçalarcasına alkışlıyor ve çığlık çığlığa BRAVO diye bağırıyordu. Dün akşam kendimi sürekli Çağan Irmak gibi hissettim. Ben bunlara bir de japon çizgi filimlerindeki gibi gözyaşını ekledim.

Annenin tanımadığımız tüm arkadaş ve dostlarıyla çıkışta tanışırken, hayatımda ilk kez gördüğüm insanlara sarılma ihtiyacı duydum. Hepimizin gözleri yaşlı, birbirimizle paylaştığımız tek duygu; bize yaşattığın inanılmaz gurur ve mutluluktu.
Sana hep “yolun açık, şansın bol olsun” diye temennide bulundum. Yolunu; kendi ellerinle açık hale getirdiğine şahitlik ettik. Geriye yalnızca, onlarca kez ŞANSIN BOL OLSUN, ŞANSIN BOL OLSUN demek istiyorum.

Bize böylesine çoskulu duygular yaşattığın, gururun, mutluluğun ve hazzın ne demek olduğunu hissettirdiğin için yürekten teşekkürler ve sevgiler “SANATÇI”  🙂

Yolun hep çok açık, şansın bol olsun….
Sonsuz sevgilerimle
Didem Özbahçeci Sönmez


Oğlumu çok özledim…

Bugün yeni bir yılın ilk günü, hayalindeki müzik için, müziğindeki hayalin peşine düşen ve Berklee College of Music’ten burs kazanmayı başaran oğlumdan ayrı geçen bir yıla ilave olan bir başka gün. Duyduğum gurur, özlemimi hafifletse de, bazen burnumun direği sızlıyor Emir’imi düşündükçe. Sağlıklı, huzurlu ve başarılı olması avutuyor tabii ama, “canım oğlum” diye sarılıp öpmek, şakalaşıp birlikte gezmek isteği çok zorluyor bazen. Annelik zor iş gerçekten de, özlemimi ona hissetirmemeye çalışmak oldukça yordu beni. Skype programını yazandan allah razı olsun. Yoksa bu koca yılı nasıl geçirirdim bilmem. Saat farkına aldırmadan uzun uzun sohbet ediyoruz ve özlemimizi gideriyoruz. Ara vermeden 3 dönem okuduğu için gelemedi, yılbaşı için gelmeye çalıştığında da askerlik sorunu çıktı karşımıza. Ayrı kaldığımız süre içinde, senfonisini adım adım dinledim, sahne düzenini planlarken önerilerde bulundum. Bu arada; genç bir Türk yönetmenin çekeceği yeni bir filmin müziklerini hazırlıyor, bu da duyduğum gururu bir kaç kat arttırıyor. Şimdilerde bir kız arkadaşı var hem güzel hem yetenekli, yaban ellerde yalnızlığını paylaşacak bir nefesin hayatında olmasına çok seviniyorum. Aynı okulda olmaları ve zorlukları bilmeleri ilişkilerinde anlamsız kıskançlıkları da engelleyecektir. Başarılar canım oğlum ve onu mutlu eden arkadaşı Amberlynn, en kısa sürede okul kağıtlarının askerlik şubene ulaşmasını diliyor ve bahar tatilinde sizleri burada ağırlamayı hayal ediyorum.


Müziğiyle doğan çocuklar…

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımın yolladığı mesajda ekli olan videoyu izlediğimde, bazı çocukların gerçekten müzikleriyle birlikte geldiklerine bir kez daha ikna oldum. Oğlum Emir’e hamileyken bir yerlerde okuduğum “doğmamış bebeğinize müzik dinletin önerisine uyup ona her fırsatta tınılarından rahatsız olmayacağı şekilde klasikleri ve sevdiğim jazz sanatçılarının eserlerini dinlettim. Tabii araya ruh halime uygun rock müzikler de eklemedim değil 🙂 Doğduktan sonra da odasına koyduğum radyodan, rahatça uykuya dalabilmesi için valsler ve yumuşak ritmli blueslar dinletmeye devam ettim. Müzik hep ilgisini çekti, minik elleri ve her an kıpır kıpır olan ayaklarıyla sanki ritm tutar gibiydi. Kendine ait minik teybinde seslerşi kaydeder, oyun oynarken söylediği şarkılara eşlik etmemizi beklerdi. Sonraları legolar ve kendin yap günlerine geçtik, arada üstün yetenekli kahraman figürlerini biriktirdiğimiz günler de oldu. Rahmetli büyük teyzemin gazete kuponları biriktirerek aldığı kalvye evde olay olmuştu. Nota konusunda hiçbir fikri olmayan oğlum kafasındaki müzikleri tıngırdatmaya başlamıştı. Babasının yardımıyla brikaç melodiyi ezbere çalar hale gelmişti. Birlikte oynadığı arkadaşlarından birinin ablasının gitar dersi alacağını duyunca pek heyecanlanıp o da bu işe soyunmuştu. Ne yazık ki 5 Nisan krizi sonrası ve kısıtlı bir bütçeyi idare ettiğim zamanlar olduğundan bu konuda pek hevesli olmamasını söylediğimde pek üzülmüştü. Ama ne ilginç ki, dersi alan kızcağız pek hoşlanmayıp vazgeçince gitarı Emir’e verdiğinde yeni bir yeteneğini fark etmiştim. Kendi kendine melodiler çıkarıyor ve bundan büyük keyif alıyordu. Önceleri her anne gibi oğlumun “aklı başında” bir eğitim alıp “düzgün bir işi” olması doğrultusunda çaba harcadım. Müzik olsa olsa hobisi olurdu. Okul öncesi gittiği yuvalarda arkadaşlarından hemen ayrılan bir hareketliliği ve yaratıcılığı olduğu konusunda öğretmenleri tarafından uyarılmıştım. O günlerde Emir’in, ilgisini çekmeyen konularda da zorlandığını farketmiştim. Bir süre sonra hiperaktivite teşhisi kondu. Önerilen ilaçları asla kullanmayacağımı belirttim. Birlikte vakit geçirirken nelere ilgisi olduğunu anlamaya çalıştım. Yaşıtlarının çoğu gibi o da bilgisayarda oyun oynamaya bayılıyordu. O günlerde sınırlı olan imkanlarımızla ona bilgisayar alındı. Sadece oyun oynamak değil, çizimler resimler de yapabileceği bir formül ararken, en iyi arkadaşlarından birinin programlama dili konusunda kendini geliştirdiğini web sitesi vs tasarladığını anlatmaya başlamıştı. Çalıştığım sektörden kaynaklanan bir şansım vardı teknolojiye yabancı değildim, Onunla bu konularda sohbet ediyordum. Arada bir “aman anne sen ne bilirsin” muhabbettleri de olmuyor değildi tabii. Web sitesi yapan arkadaşına 3 boyutlu çizimler konusunda destek olma kararı aldığında şaşkınlıktan küçük dilimi yutabilirdim. Okulda matematik özürlü olan bu küçük adam, aklımın almayacağı karmaşık grafik programlarını ustalıkla kullanmaya başlamıştı bile. Gitar merakımız da son hız devam ediyordu tabii. Okulda arkadaşlarıyla oluşturdukları grupla hafta sonları Beyoğlu’nda Laylaylom adlı stüdyoya gidip müzik yapıyorlardı. Artık kendine ait bir elektro gitarı vardı. Tam bu sıralarda can arkadaşım Sebla’nın annesi Ayten Hanım, rahmetli eşi Erol Pekcan’ın davulunu Emir’e verdi ve “onun müziğini sen yaşatmaya devam et” dedi. İlk günlerde kafa ütüleyen oğlum, yavaş yavaş rock müzikten jazz müziğe geçiş yaptı. Bilgisayarda müzik programlarıyla da içli dışlı olmaya başlamıştı. Programcı arkadaşı Ahmet’le müzik yazmaya başlamışlardı. Keyif alarak jazz çalarken, bilgisayarda da techno parçalar düzenliyordu. İlginç bir karışımdı oğlum, techno dinleyen, stüdyoda rock çalan, jazz tınılarını geliştiren. Lise son sınıfta olması nedeniyle derslerinden bunaldığı sıralarda müzik en büyük kurtarıcısı olmuştu. Artık hayalinde sadece müzik vardı ve sanırım müziğinde de hayalleri olmaya başlamıştı. Üniversite sınav sonucu tabii hüsrandı. 12 yaşından itibaren çalışmaya alıştırdığım için artık ciddi bir şeklide iş öğrenmesi ve harçlığını çıkarması gerektiğini konuştuğumuzda çok mutlu olmasa da, her gün düzenli olarakbir dostumuzun şirketinde işe gitmeye başlamıştı. O günlerde çok yoğun tempolu bir işim vardı. Uzun süreli yolculuklar nedeniyle evden ayrı kaldığım zamanlarda aklım oğlumda oluyordu. Part time işler, müziği, animasyonları vaktinin çoğunu alıyordu. Yeniden ÖSS deneyeceği için teyzesinin desteğiyle dersaneye yazıldı. Orada tanıştığı bas gitarist arkadaşıyla jazz çalacakları grubu oluşturdular. Haftalarca süren ekip kurma çalışmaları, günlerce provalar sonunda sahne almaya başladılar. Özel toplantılar, küçük jazz klupleri derken Erol Pekcan’ı anma gecesinde “Yılın Ümit Veren Jazz Sanatçısı” olarak AKM sahnesine çıkan Emir ve ekibi yollarına hızla devam ettiler. İstanbul Jazz Festivali Genç Jazz kapanış konseri verecek grup seçildiler. Bu arada müzik programlarını da büyük bir ustalıkla kullanmaya başlayan oğlum içindeki müziği besteleriyle bizlerle paylaşmaya başladı. Atatürk için bestelediği “Yüzyılın Lideri” isimli eseri özel televizyonlarda gösterildi. Emir artık hayalindeki müziğin peşine düşmüştü, Roxy Müzik Günleri’nde ilk ona kalan tek Jazz grubuydular. Bir yandan besteler yaparken, diğer yandan prodüktörlüğe soyunmuştu. Stüdyosu kendi gibi genç müzisyenlerle dolup taşıyordu. Üniversite maceramız açık öğretimle devam ediyordu. Lise Defteri adlı dizide yan rollerden birine seçilmişti Sebla’nın kızı ve “kardeşim” dediği birlikte büyüdükleri Cemre sayesinde. Diziden kazandığı parayı stüdyosunu geliştirmeye harcıyordu. Bir süre sonra ilk büyük işini aldı Axess’in yaz aktivitelerini yapacak grup seçilmişlerdi 2 ay boyunca Çeşme ve Bodrum’un seçkin plajlarında verilecek akşamüstü partilerinde çaldılar. Perküsyon çalmaktan da büyük keyif aldığını farkeden Emir, bu konuya daha çok eğilerek kısa sürede kendini geliştirdi. İşin show tarafının daha fazla olduğu bu yeni enstrüman, oğluma bir yıldır okuduğu Berklee College of Music’in de yolunu açtı. Devamı da başka bir yazı konusu olsun.


Sayfalar:123