Bu gün 2 ağustos Mira ve Lara Bayraktar’ın doğum günleri. Artık onlar 7 yaşında birer genç kız olma yolundalar. Daha dün gibi Niloşumun yolladığı bebeklik fotoğraflarına bakıp da zırıldadığım. Ne kadar hızla büyüdüler bana göre. Tabii Niloşuma ve dünya tatlısı Sevim’ime sormak gerek onlara da bu denli hızlı mı geldi büyümeleri.
Henüz dün gibi Arnavutköy’deki evde, Mira’nın emekleyerek yere yayılan örtünün dışına kaçıp koltuğun altına saklanması, Lara’nın onu göremeyince ağlamaya başlaması. Sanki bir kaç saat önceydi teraslı evde Mira’nın boynuma sarılıp “Dostum Mügeeeee” demesi. Larişko’nun nazlı nazlı göz süzüp kediyle oynayıp oynayamayacağını sorması.
Ve bu yaz, bir kaç gün önce çekilen fotoğraflarına bakınca, artık onların genç kızlığa doğru koşar adım ilerlediklerini görmek biraz hüzün verdi içime.
Niloşum ve Memo bu güzel prenseslerin hep iyi günlerini görün, ve karşılarına da hep iyi insanlar çıksın. İkisi de oldukça cilveli kızlar olacak, işiniz var biraz 🙂
Hepinizi sevgiyle kucaklıyor ve iki şirineye, gönüllerince yaşayacakları mutlu yıllar diliyorum.
Evladıma…
Canım Oğlum;
Eğer sana sahip olmasaydım;Topuksuz ayakkabılarla da şık olunabileceğini bilmeyecektim. Hamileliğim esnasında 90’lı kilolara kadar çıkıp kendi çapımda ilk defa bir alanda rekorumu kıramayacaktım. O küçücük ellerle renkli kartonlardan yapılmış bir kâğıt parçasının bu kadar değerli olabileceğini öğrenemeyecektim. Kan yapsın diye dana dili haşlayıp üzerine yumurta kırıp ağzının tadına da uysun diye çikolatalı pudingle karıştırmak gibi yaratıcılığın sınırlarını zorlayan tarifler keşfedemeyecektim hiç. Su almak için elimde kumanda ile buzdolabını açtığımda kumandayı buzdolabına koyacak kadar ya da evden çıkarken telsiz telefonu çantama atacak kadar kendimden geçmeyecektim. Birinin canı yandığında ötekinin bu acıyı hissedebilmesinin sadece ikiz kardeşlerde olduğunu sanacaktım. Sabahın köründe gözü kapalı mutfağa kadar gidip, süt ısıtıp yine gözü kapalı dönme yeteneğini kazanamayacaktım. Üzümün çekirdeklerini tek tek çıkarmak için insanüstü bir uğraşa asla girmeyecektim. Bir insanın gaz çıkarması beni bu kadar mutlu edemeyecekti. Büyüdüğünde arkadaşlarınla birlikte partilerde Süper Anne olarak eğlenmeyi hayal edemeyecektim. Babanla belki daha az kavga edecek ama sevginin evlat denilen başka bir boyutuna giremeyecektik. Sevginin böylesine karşılıksız olanını hiç tadamayacaktım. Telaşsız sevişmenin hayalini kuramayacaktım. Annemi bu kadar çok sevdiğimi anlamayacaktım. Annesinden zorla ayırdılar diye ‘Uçan Fil Dumbo!’ çizgi filminde böğürerek ağlamayacaktım. Geceleri kesintisiz uyuyacak, hafta sonunda sabahları istediğim saatte kalkacaktım ama, uyandığımda yanağıma konmuş minik ellerin sıcaklığı ve ıslak bir öpücük ısıtmayacaktı yüreğimi. Çantamda sürekli bisküvi, ıslak mendil, bir adet oyuncak, düşer bir yerin kanar diye ayıcıklı yara bandı taşımayacaktım. Acıyı geçiren öpücüğün gücüne inanmayacaktım. 38,5 derece ateş beni de yakıp kavurmayacaktı. Yağmur sonrası çamurlu sularda zıplamanın keyfine varamayacak, sen bir lokma daha fazla yiyesin diye kalabalığın ortasında kafamda peçete dansı yapmayacaktım. Sen olmasaydın eğer yaşamın karmaşıklığını unutup, tekrar basit yaşamayı
öğrenemeyecektim. Sen olmasaydın eğer, ben asla ‘anne’ olmayacaktım. Bir çocuk doğduğu anda, bir anne doğarmış… Bu lafın doğruluğuna inanmayacaktım!
Hamiş: Boston’da Berklee Müzik akademisinde eğitim gören oğlumla 11 aydır sadece internet üstünden görüşmek özlemimi kesmiyor. O artık genç bir adam, ama ben bebekliğinden bu yana geçen her anı net bir şekilde hatırlıyorum. Bu yazıyı görünce her satırını yaşamış bir anne olarak sizlerle paylaşmak istedim. Bana gelen bir e-posta mesajından alıntıdır. Ne yazık ki yazarın ismi yoktu. Bilen varsa lütfen yazsın, bu keyifli yazıyı emek verip yazdığı için kendisine ismen de teşekkür etmek isterim.
Sevgi ile kalın…