21 nisan sabahı Beşiktaş Starbucks önünde bir grup Fikri Mühim ile buluşup, Çorlu’daki Coca-Cola fabrikasını gezmek üzere yola çıktık. Şansımıza, İstanbul muhteşem bir güne uyanmıştı, gökyüzü pırıl pırıldı ve güneş içimizi ısıtıyordu. Hem güneşin verdiği bu olumlu ruh hali, hem de güleryüzlü, zarif kadınlar ve erkeklerden oluşan kalabalık bir Fikri Mühim grubuyla birlikte eğlenceli ve bol ikramlı bir otobüs yolculuğuyla Çorlu’ya vardık. Yerleşim merkezi içinde ve ana caddede yer alan Dörtler Lokantası’nda pek leziz ve bol porsiyonlu Tekirdağ köftelerimizden sonra, fabrika turu boyunca bizlere harika bilgiler aktaran; coşkulu, güleryüzlü ve kesinlikle “her kuruma lazım” biri olan Fethi Bey(Arın) ile tanıştık. Fabrika toplantı salonunda yine güleryüzle bizleri karşılayan, bıkmadan sorularımıza cevap veren Funda Hanım(Küçükosmanoğlu), Coca- Cola hakkında kurumsal bilgiler içeren kısa bir sunum yaptı. Sosyal Sorumluluk ve Sürdürülebilirlik Vizyonu ve çevreye duyarlılık konularında hedefledikleri ve gerçekleştirdikleriyle bizlerden de kocaman bir artı aldılar. Fabrika turuna başlamadan önce, hijyen ve güvenlik konularında dikkat etmemiz gereken konularda da kısaca bilgilendirildik ve gezimize başladık. Devasa makinelerin saniyeler içinde el değmeden ve hızla şişeleri doldurup paketlemeye yollaması çok etkileyiciydi. Mesleğim gereği yıllar boyu hem yurt içi, hem yurt dışında onlarca tesis gezdim, ama bu geziler sırasında bizlere rehberlik edenler içinde Fethi Bey kadar konusuna hakim, çalıştığı kurum kültürünün bilincine varmış, çevre ve geri dönüşüme bu denli değer veren, şirket kimliğine sahip çıkıp geliştiren pek kimseye rastlamadım. Hepimizin her sorusuna bıkmadan aynı ilgi ve dikkat ile güleryüzle cevap verip, aklımıza takılanları örneklerle anlattı. 125 yıl önce Amerika’da önce bir çaydanlıkta, sonra bardakta ve en sonunda şişede tüketicilerine sunulan, içeriği sır olan içeceğin ilk patentli şişesi 1920 de raflara çıkmış. Türkiye’de 1964 de üretilmeye başlanan tadını hepimizin bildiği Coca-Cola’ya, 1985 de Fanta ve 1986 da Diet Cola eklenmiş. Mersin Coca-Cola fabrikası, 1996 yılında ISO9000 belgesi alan Türkiye’deki ilk kuruluş. Coca-Cola Ankara fabrikası da Türkiye’de içecek sektöründe ISO14000 Çevre Yönetim Sistemleri Sertifikası alan ilk fabrika olmuş. Çalışanlarına sürekli eğitimler vererek katma değer sağlayan, uzaktan öğrenme, zaman yönetimi, verimlilik, problem çözme ve kalite yönetimi konularında bütün çalışanlarına eşit şans tanıyan, sürdürülebilirliği gerçek anlamda uygulayarak, çevre bilincini önce kendi ekibi, sonra yakın çevresi ve civar ilkokullardan başlayarak geri dönüşüm konusuna dikkat çekmeye çalışan Çorlu Coca-Cola fabrikası ekibi bizlerden kocaman bir alkış aldı. 3 vardiya, 7 gün, 24 saat çalışan Coca-Cola fabrikalarının tümünde aynı titizlikle kalite yönetimi uygulandığını da öğrenince çok mutlu oldum. İlkokul çocuklarına çevre bilinci aşılama çabaları ve “Hayata Artı” projeleriyle kesinlikle kalbimi kazandılar. 125 yıllık deneyim ve çaba ile her gün daha iyiye ulaşmayı hedefleyen, çalışanlarının iş güvenliğini her şeyin önünde tutan bir marka olarak Coca-Cola artık sadece rakamlardan oluşan bir dev değil benim için. Özellikle “Hayata Artı” projelerinin takipçisi olacağım, gençlerin hem çevre bilinci hem de sürdürülebilirlik konularında hepimizin ufkunu genişleten projelerini desteklemelerinin de sürdürülebilir olması, bizlerin takibi ile mümkün. Bu gibi projelerin çok sayıda marka tarafından sahiplenilmesini umuyorum. Çevre bilinci, geri dönüşüm ve sürdürülebilirlik konularında hepimiz için daha çok yapacak iş var. Teşekkürler Coca-Cola’dan Fethi Arın, Funda Küçükosmanoğlu ve Özlem Özçelik, teşekkürler Fikri Mühim ekibinden Renan, Riella ve Neslihan; güzel çalışmalara tanık olduğum, güzel insanlar tanıdığım pek keyifli bir gündü.
3 boyutlu bir masal: Avatar
Emirim yılbaşı öncesi geldiğinde, Avatar fırtınası yeni başlamıştı. Herkes birbirine giriyor, kan gövdeyi götürüyordu. GS-Fener taraftarlarının ağız dalaşını izler gibi dehşet içinde izliyordum olup biteni. Öngösterime gidenlerin ve vizyonda izleyenlerin büyük bölümü filmi yerden yere vuruyordu. Merak ettiğim, ne bekliyorlardı da neyi bulamadılar. “Senaryo zaten Pocahontas”, “Cameron yapa yapa bunu mu yapmış”, “ben zaten öbür Avatar sanmıştım hayal kırıklığına uğradım” gibi gibi. Sanki haftalarca yer gök inlemedi mavi yaratık fotoğraflarıyla, nasıl karıştırılır ki The Last Airbender ile. Ayrıca bu muhabbet; aylar önce Coca Cola’nın kısa öngösterimi sonrasında da günlerce konuşulmuştu. O kısacık gösterimde gördüklerim bana görsel bir şölen vaad ediyordu. İşte sırf bu nedenle yazılanları okuyup etkilenmemeyi tercih ettim. Hem zaten sinema dediğin, eğlenmek ve keyifle vakit geçirmek için gidilen bir yer değil midir?
Nihayet haftalar sonra, uygun bir seansa ve film izlemeyi sevdiğim en arkadan bir sıra önde yer bulup bilet almıştı Emirim, heyecanla Cevahir’in yolunu tuttuk. Ben sürekli neden İstinye Park’a gitmediğimizi sorgularken bana “darılma ama ben arkadaşlarımla gitmiştim, seninle bir kez daha izleyeceğim” dediğinde üzüldüm, ama teknolojinin içinde dolaştığı için bana rahat izleme şansı veren bir sinemaya götürdüğüne de ikna oldum. Gerçekten de Cevahir Megaplex’in kırmızı, ortası alengirli üç boyutlu gözlükleri sayesinde baş ağrısı vs hissetmeden keyifle izledim filmi. Beklentim yoktu, aşağı yukarı ne göreceğimin ipuçları verilmişti aylar önce. Ama bu kadar keyifle izleyeceğim bir “dijital masal” da beklemiyordum. Renkler, detaylar, yaratıklar, makineler, karakterler hepsini sevdim. Filme veryansın edenler, beğendikleri filmleri 86 kere izleyebilenler neden Pocahontas tadında bir dijital masalı daha izleyememişlerdi acaba.
Filmde tek içime sinmeyen nokta; proje yöneticisi profesör kadının fosur fosur sigara içmesiydi. 2200 lü yıllara yaklaşılır, teknolojinin zirvesine varılır ama bilim adına gözünü budaktan sakınmayan, doğa aşığı kadın ortalığı dumana boğarak dolaşır sahnelerde. İşte tam burada sigara lobileri devreye giriyor ve Cameron’a yıllarca beklediği maddi desteği veriyorlar. Böylece çoluk, çombalak gidilen sinemada, örnek insan olarak alkışlanacak profesör neredeyse kulağından duman çıkartarak dolaşır. İşte her şey içime sindi de bir buna takıldım kaldım ben. Son yıllarda zaten filmlerin en büyük destekçilerinin sigara lobileri olduğu biliniyor. Dikkat edin pek çok dizi filmde de sigara baş rolde. Hatta şimdilerde TV kanallarında anlamsız buğulama tekniğiyle yok edilmeye çalışılıp film keyfimizin de içine ediliyor. Mad Men dizisinde sigara içmeyen kimse yok neredeyse. Çok rica ederim çıkıp da bana “ama o zamanları gerçekçi anlatıyorlar vs” demesin. Sigara içilmeden de çok güzel anlatılabilen dönem filmleri olmuştur.
Sigara lobileri hakkında çok şey biliyorum, çünkü bir zamanlar bu şeytanların içinde görev almıştım. Açık hava organizasyonu, sportif aktivite diye yutturmadık mı yıllarca insanlara Camel Trophy ile markayı. Marlboro boşuna mı sahiplendi yıllarca Formula yarışlarını. Sağlık kurulları gırtlaklarına çöktükçe, daha kolay zarar verebilecekleri film piyasasını keşfettiler. Ürün yerleştirmenin daniskasını yapıyorlar. Sigara sevdalıları pek kızacak okuduklarına ama gerçek bu dostlar, Şimdi bir de bu gözle izleyin bundan sonra filmleri dizileri, bakalım neler fark edeceksiniz.
NOT: Nette biraz arama yaptığımda bu konuya takılanın sadece ben olmadığımı da gördüm. Linkleri aşağıya ekledim. Tartışmalar unutulup gidecek tabii, her zaman olduğu gibi “Para konuşuyor”. Yazık…
http://www.prwatch.org/node/8805
http://virginiahughes.com/2010/01/04/botany-of-avatar/ http://www.worstpreviews.com/headline.php?id=16300
http://www.avatar-movie.org/photo/6470991/thread/3572955/Why+is+Sigourney+Weaver+smoking+in+Avatar%3F
Görsel http://jade7163.wordpress.com/ adresinden alınmıştır. .