Uzakdoğu felsefesine ilgi duyan ve bunu yaşama biçimi haline getiren insanların, daha huzurlu, dingin ve güleryüzlü olduklarına Ayça Ark’ı tanıyınca bir kez daha karar verdim. Gülen gözleri enerjik sesiyle karşısındakine de huzur ve coşku veren biri. Sağlıklı ürünleri yaşamımıza sokan, yararını kendinde deneyip bunu paylaşmayı bilen biri aynı zamanda. Yakın çevremde birçok arkadaşım evlerinde Himalaya Kristal Tuzu kullanıyor. Sağlıklı olmasının yanında birçok farklı amaçla da kullanılabiliyor bu tuz. Örneğin diştaşı oluşumunu ve diş çürüklerini önleyebilirsiniz düzgün kullanımlarla. Dezenfekte edici ve nötrleştirici etkisiyle, istenmeyen kokular oluşturan bakterilerin üremesini engeller ve doğal bir deodoranttır. Sindirim şikayetleri, kadın hastalıkları ve metabolik bozuklukları olanların da destekleyici olarak kullandıklarında, şikayetlerinin azaldığı gözlenmiş.
Ayrıca Himalaya Tuz Kristali‘nden yapılan lambalar da yorgunluğu,stresi,astım nöbetlerini, alerjileri,başağrılarını,cilt rahatsızlıklarını,havadaki nemi ve kokuyu hafifletip ve rahat uyku ortamı yaratıyorlarmış.Bu lambaların birçok çeşidi tansiyonu,ruhsal ve psikolojik sorunları olan hasta lara yardımcı oluyormuş. Vaktiniz olduğunda siteyi inceleyip, kısa yoldan mini bir keşfe çıkın derim.
Nono’cuğum seni ve seninle vakit geçirmeyi çok özledim
Nedret Hazar Esen, benim büyük teyzemdi. 2007 nin 16 şubatında aramızdan ayrıldı. Alzheimer hastasıydı, ihtimam ile bakıldığı için doktorların öngördüğünden daha çok yaşamıştı. Son dakikalarında yanındaydım. Küçük teyzem ve kızkardeşime bu akşamı atlatır dendiği için evlerine dönmüşlerdi. Ancak akşam saatinde gidebildiğim için, kalbi durduğunda yaşam destek ünitesine bağlanmayacağını da doktorlara ben söylemek zorunda kaldım. Kimsenin yaşamasını istemeyeceğim bir deneyim bu, düşmanlarımın bile. Sevdiğiniz, bir zamanlar birlikte gülüp eğlendiğiniz biri hemen yanıbaşınızda sonsuzluğa doğru yola çıkıyor. Beterin beteri sözüne çok inanırım, o nedenle yine de şanslıydık diyorum hep, acı çekmedi hiç. Hatta kendisine ne olduğunu bile anlamadı. Son aylarda hep uyuyordu zaten. O yatakta yatan beden, bir zamanlar benimle Taksim Parkı’nda saklambaç oynayan, bale resitallerimde ön sıradan bana moral veren, haftasonları 3 film birden seansları düzenlediğimiz neşe dolu kadın değildi ki. Kimdi inanın bilemiyorum. Sadece bir beden olarak kalmıştı. Sadece küçük teyzemi tanıyor, bizlere kibarca gülümsüyordu. Öyle acı ki bunlara tanık olmak. Tabii daha da acısı, anneciğimin de aynı hastalıkla tedaviye alınması. Şimdilerde anlık durumları unutması dışında bir sorun yok. Hastalığın seyrini bilmek hem işinizi kolaylaştıran hem de daha çabuk moralsiz kalmanıza neden olan bir durum.Nono’cuğumun değişimini ilk ben fark etmiştim. Nedeni ise eşimin eniştesine konan “Alzheimer” teşhisi idi. Onunla hastalığın bütün evrelerini tanıyınca, bir başkasında belirtileri anlamak daha da kolay oldu. Ama ne anneme ne de küçük teyzeme durumu anlatamadım, hatta bilim kadını olan kız kardeşim bile kabullenemedi durumu. Kabul ettiklerinde ise, hastalığı yavaşlatmak için bile geç kalınmıştı. Uzunca bir süre ufak tefek vukuatlarla idare ettik. Eniştemin ölümünden sonra durumu daha da ağırlaştı. Apartman komşularını rahatsız etmeye başlayınca, yanında biri olmadan yaşamaması gerektiğine ikna edebildim annemleri. Ama işin zoru da bundan sonra başladı. Bulunan her kıza ve kadına “bu çirkin, istemem evimde” diyordu. Nasıl bir menhus hastalık ki kişiliğini tamamen değiştiriyordu insanın. Nono’m kimseleri kıramaz, sesini yükseltmez, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle gezen biriydi. Değil insanları eleştirmek, suratını bile asmazdı. Bir sürü badireden sonra bir gün bakıcı kadını evden atıp, neden yaptığını bilmediğimiz bir şekilde ocağın üstünde gazeteleri yakmaya kalkması son oldu. Alzheimer Derneği’nin Dragos’taki özel bakımevine yatırıldı.
Göğe uzanan onlarca çam ağacının, çiçeklerin, bahçede gezen kaz ve ördeklerin olduğu bir tesisti. Etiler-Dragos arası bir hayli mesafe olduğu ve yoğun tempolu çalıştığım için ancak haftasonu ve tatillerde görebiliyordum Nono’mu. Bakımevinin her köşesinde kameralar olması içimizi rahatlatıyordu. Hem ben, hem de iki kardeşim monitörlerimizi 24 saat nöbetleşe kullanmaya başlamıştık. Oraya her gidişimde bir başka hastanın hikayesini öğrenmeye çalışıyordum. 2006 yılında “Babalar Günü” toplantısında beni çok üzen biriyle karşılaştım orada. Moran yıllarında “Rasin Baba” diye hitap ettiğim, sayesinde birçok kişiyle tanışıp, sektöre ait püf noktalarını öğrendiğim Rasin Yenen’de hastaydı ve bakımı imkansızlaşınca oraya yatırılmıştı. Yanına gidip boynuna sarıldım. Ama o; telaşla bana “biraz sonra beni gelip alacaklar” deyip duruyordu. Teyzemle nişanlı olduğunu zanneden Ali Bey’in hikayesi de bir başka içler acısı durumdu. Ankara’da üst düzey bürokrat olan Ali Bey, bakımevinde sabahları erkenden kalkıp, özel olarak kolalanan gömleklerini ve takım elbisesini giyiyor ve “vazifeye” gitmeye hazırlanıyordu. Lütfen; özellikle aile bireylerinizden aktif görevle çalışan erkeklere mutlaka bir hobi kazandırın. Bütün bu insanların neredeyse hepsinin ortak noktası boşlukta kalmaları. Bu benim fikrim, tıbbi bir dayanağı yok, ama benim 3 hastam, Rasin Baba, Ali Bey hepsinde hikaye aynı şekilde seyretmiş. Artık kendilerine kimsenin ihtiyacının kalmadığını ve bir işe yaramadıklarını sanmışlar. Annemle mümkün olduğunca vakit geçirmeye çalışıyorum. Arada iskambil oynuyoruz, birlikte film izliyoruz. Yıllardır bulmaca çözer annem, geçen ay farkettim ki artık çözemiyor. Bulmacaların çoğu başlanmış ve öylece kalmış. Ama o yapamadığının bile farkında değil. Arada haydi bilmeceni beraber yapalım da sonra kağıt oynarız” diyorum ve durumu kontrol ediyorum. Ertaç Enişte ile başlayan Alzheimer bilgilenme sürecim hala devam ediyor, sağolsun dostlar rastladıkları makaleleri ve haberleri paylaşıyorlar. Yurt içinde ve dışında bir sürü siteyi taramaya çalışıyorum. Kaybolduğunda, hastanızın kolay bulunması için geliştirilen chip dışında bir yenilik yok. Daha bu hastalığı neyin tetiklediğinden bile tam emin değiller. Makus talih diye kabullenmek yerine, savaşmayı tercih ediyorum ve her gün yeni birşeyler öğrenmeye çalışıyorum. Biliyorum ki bu hastalık tembellik eden beyinleri daha çok seviyor. Sağlıklı ve esen kalın…
Deniyorum, Biliyorum…
DenedimBiliyorum ile tanışmam, Friendfeed’de gördüğüm bir bilgiyle oldu. Linke tıkladığımda, görüntüsü ve içeriğiyle temiz pırıl pırıl bir siteyle karşılaştım. Hemen ekledim kendimi. Anketlere katıldım, forum konularını okudum. Katılımcılar için bilgilendirici, paylaşıma açık güzel bir platform. Tabii firmalar için de kullanıcı düşünceleriyle sıcak temas şansı veren bir site. Dün, adıma yollanmış bir paket geldi DenedimBiliyorum’dan. Aralarına katılanlara böyle bir hoşgeldin armağanları varmış. Paketi açınca bir an şaşırdım, dişimin ağrıdığın hissetmişlerdi sanki ve bana İpana’dan çeşit çeşit diş macunları, Oral B’den de gargara yollamışlardı. Hemen armağanlarımla yollanan broşürleri incledim. ipana üç ana başlıkta toplamış diş macunlarını. “Beyazlıkta bir inci” başlığıyla verilen ürün; dişlerinizde üç boyutlu beyazlığa ulaşmanız için üretilmiş. Dişlerinizin ön ve arka yüzeyleri ile diş aralarındaki görünür kısımlarda, beyazlığa kavuşmanızı sağlıyor. “7 günde daha sağlıklı bir ağız” başlığındaki ürün ise, 7 günde komple ağız bakımınızla 7 ana problemle başa çıkmanıza yardımcı oluyor. Son olarak da “Hassasiyetinizi anlıyoruz” başlığıyla, hassas dişlere sahip olanlara 14 günde fark yaratacak bir öneri sunuyorlar. Kutudan çıkan örnekleri ve broşürleri fikirlerini alabileceğim dostlarımla paylaştım. Tabii 7 günde 7 probleme çare olanından bir tane de kendime ayırdım. Sizler de DenedimBliyorum‘a katılın veya ilgileneceğini düşündüğünüz yakınlarınızla paylaşın. Bizlerden alacakları önerilerle markaların daima daha iyiyi hedefleyeceklerine inanıyorum.
Tatilde aile ziyareti mi ? Bir daha düşünün…
Dün akşam yine bir öngösterime davetliydim. Warner Bros’un bu nazik davetlerinin en güzel yanı da dostlarla buluşup söyleşmek. İzlediğimiz filmin adı “Four Christmases-Anywhere but home” (filmlere türkçe isimler bulanlardan bir ikisiyle gerçekten tanışıp, ruh hallerini anlamak istiyorum. Bu filme Zoraki Tatil adını verince, kapılarda kuyruk olacağını mı düşünmüş acaba ismi bulan kişi) Konusunu da noel tatilinde; ailelerine yalan söyleyip, sıcak iklimlerde tatil yapmayı planlayan iki gencin, olumsuz hava koşulları nedeniyle gidemeyip, ailelerine yapmak zorunda kaldıkları ziyeretlerde başlarından geçenler olarak özetleyebilirim Ödüllü bir film değil, ama ünlüler geçidi gibi kadrolu ve oyunculukların usta olduğu bir komedi. Gülümseyerek, hatta çoğu sahnede kahkahalarla gülebileceğiniz keyifli bir film izlemek istiyorsanız bu filmi kaçırmayın. Başrolde; Wedding Crashers ve The Break Up filmlerinden hatırlayacağınız Vince Vaughn ile Legally Blonde serisinin unutulmaz yıldızı ve Walk The Line’daki performansıyla Oscar alan Reese Witherspoon var. Yönetmenliğini Seth Gordon’un yaptığı filmde; Brad’in huysuz, yaşlı babası rolünde Robert Duval var. Anne rolünde oynayan Sissy Spacek‘le tanışmam; Stephen King’in Brian De Palma tarafından beyazperdeye aktarılan ilk romanı Carrie ile olmuştu. Brad’in güreşçi ağabeyini oynayan Jon Favrea‘yu ise birçok TV dizisinden ve son yıllarda çevirdiği Dare Devil, Deep Impact gibi filmlerdeki rollerinden hatırlayacaksınız. Kate’in babası rolünde ise Midnight Cowboy‘un unutulmaz aktörü Jon Voight var. Kate’in annesi rolündeki Mary Steenburgen‘i yaşı küçük olanlarınız Back to the Future serisinde çatlak profesörün aşık olduğu kadın rolünden hatırlarsınız. Kate’in doğurgan kızkardeşi rolünü de Pushing Daisy’nin Olive Snook’u Kristin Chenoweth canlandırmış. Film 27 şubatta gösterime giriyor.
Kendi köşemin Kadı’sıyım, ortamların hastasıyım…
Uzunca bir süredir blogkürede süren bir tartışma var. Blog yazarları tutkularının esiri olup, firmalara yalakalık yapmaya başlamışlar. Ellerimizi yüreğimize koyalım ve düşünelim. Ne yapmış bu insanlar; birkaç markadan gelen ürünleri, armağanları kabul edip, bu markalar ile ilgili yazı yazmışlar. Tez boyunları vurula hepsinin. Üstadlar sakin olun ne oluyor, neyi paylaşıyoruz, kimin Varyemez Amca’sı öldü de biz miras savaşı yapıyoruz. Herkes “etik bekçisi” kesilivermiş, yazılıyor da yazılıyor. Geri gidip kendi yazdıklarıma baktım, haddimi aşan ya da söylendiği üzere yalakalık eden neler yazmışım diye. Herhalde “kuzguna yavrusu anka” oluverdi ki hata bulamadım. Birlikte suçlandığım Üstad’ların yazılarını taradım bütün bir öğleden sonra, yine ters birşey göremedim. Aklı başında insanların, en çok birlik ve beraberlik duyguları aşılaması gereken günlerde, kendi içimizde anlamsız iktidar gerginlikleri, alınganlıklar yaşanıyor. İnanın hala çözemedim; markaların, blog yazarlarını bir lansmana veya toplantıya davet etmesi ne zaman bu kadar probleme dönüştü. Gerekçeler daha da içimi acıtıyor, okur sayıları, Alexa raporları, ölçümler havalarda uçuşuyor. Bu konuda ilk yazılardan birini yazan değerli Üstad “Güneşin Tam İçinde” yüce gönüllülüğünü göstererek dedi ki “gelin bir liste oluşturalım, sevilen okunan blogların listesini yapalım, böylece markaların da işi kolaylaşır, seçenekleri artar”. Amanın, o da ne; sanırsınız ki Amerika Rusya’ya bomba attı. Ortalık toz duman; vay efendim onun daha çok okuru varmış diğeri zaten yeni başlamış, GTİ Üstad ve bir kaç kişi anlatmaya çalıştık bu bizlere ait bir liste paylaşarak çoğaltacağız, “aklınıza geleni ekleyin” dedik, yine de yaranamadık. Geldiğimiz noktada hala bıkmadan usanmadan yazılıyor çiziliyor, markalar ve şirketler bloglara dediğini yaptırır mı, denge bozulur mu. Utandım, inanın utandım bunları okurken, koskoca insanlarız bu kadar mı güveninizi saygınızı kaybedecek durumdayız. Saatlerce üzülüp durdum, sonra aklıma sevimsiz köşe kadısı Özkök’ün yazısı geldi “köşeler babamızın malı mı” başlıklı yazı. İçimdeki cadı uyandı birden, evet dedim kendi kendime; burası benim tapulu malım, dilediğimi yazarım, ister vezir ederim, ister rezil. 33 yıldır bütünleşik pazarlama iletişiminin içindeyim. Masanın birçok tarafında görev aldım. Birçoğunuz dünyada yokken, ben aktif olarak iş hayatının içindeydim. Üstelik de basının en baba adamlarıyla aynı masalarda oturup, onlardan feyz alma onuruna da sahip olmuştum. 1995 yılından bu yana da halkla ilişkiler sektöründe çalıştım. Marka adına ilk 10 sırada sayacağınız her markaya hizmet verdim. Gazetecilerin de iyisi, kötüsü, arsızı, hırsızı, yalakası vardır kabul ederim. Ama hepsini bir kalemde aşağılamayı ve karalamayı gerektirmez herhalde. Kısaca, ben bu köşenin Kadı’sıyım, ortamların da hastasıyım, varsa şikayeti olan bana ambargo koysun, hatta daha da iyisi en yüksek mevkii nezdinde kınanayım. Ata’ma, Cumhuriyet’e, Türkiye’me, bağımsızlığımıza dil uzatmadığı ve dürüst davrandığı sürece de blogum herkese açık. Dinlerim, izlerim; aklım ve yüreğim evet derse de bir güzel yazarım. Haydi hepinize uğurlar ola…
Nokia’dan yeni bir telefon 5800 Xpress Music
Nokia’nın en yeni telefonu 5800 Xpres Music’in lansmanı ve yeni Genel Müdür Conor Pierce‘in basına ve çözüm ortaklarına tanıtıldığı bir toplantıdaydım bu akşam. Beyoğlu Ghetto’da düzenlenen etkinliğin mimarları Marjinal Porter Novelli ekibiydi. Burcu Kaptan ve Umut Ersoy’un herkesi güleryüzle kapıda karşıladığı gecede; basından birçok ismin yanı sıra, blog yazarlarının büyük bölümü de katıldı. Çevre düzenlemesi dinamik ve renkliydi. Görevlilerin taktığı ışıklı yaka kartlarında aklım kaldı 🙂 Gecenin sürpriz konuğu konser verecek olan Emre Aydın’dı. Güzel bir kokteylle başlayan toplantıda konuşan eski Genel Müdür Imfred de Jong Türkiye’ye veda ederek, birlikte çalıştığı ekibin çok değerli olduğıunu ve burada çok güzel bir ortam bulduğunu belirttikten sonra sahneyi yeni Genel Müdür Conor Pierce’a bıraktı.
Conor Pierce, her yabancı yönetici gibi bizleri Türkçe selamlayarak gönlümüzü kazandı. Dinamik ve heyecanlı bir yapıya sahip olduğunu gözlemlediğim Pierce, daha önce Nokia İrlanda’da müşteri direktörlüğü ve genel müdürlük görevlerinde bulunmuş. Daha sonra hepimizi bir üst katta bulunan özel bölüme aldılar. Hem 5800 leri inceleme hem de dostlarla söyleşip içkilerimizi yudumlama fırsatı bulmak hoştu. Annemi daha fazla yalnız bırakmamak için konser başlamadan bu güzel geceden ayrılmak zorunda kaldım. Teknoloji yazarı arkadaşlarım en detaylı bilgileri vereceklerdir sizlere, ben birkaç görsel ve temel bilgileri paylaşmakla yetineceğim. 5800 Xpress Music, Nokia’nın S60 kategorisindeki ilk dokunmatik ekranlı telefonu. 3.2″ dokunmatik geniş ekranıyla göz dolduruyor. 3.2 megapiksel kamerası , 8 band surround sistemi, müzik içeriklerine tek tuşla erişim diğer keyifli özellikleri. Tabii 3.5G erişim Wlan mobil teknolojisinden de bahsetmeden geçmemeliyim.
E-Tohumlar yeşerdi, heyecanla meyveleri bekliyoruz…
Bu sabah erkenden İTÜ İşletme Fakültesi Maçka kampüsünde yapılacak olan e-tohum toplantısına gittim. O heyecanla yolun eğimindeki yosunlanmayı ferketmeyip, çizgi filmlerdekine benzer havada patinaj çekilen bir düşüş gerçekleştirdim. Canımın acısıyla, ters geri anneye dönüp, çamur içinde kalan üstümü değiştirdim. Bacağımı mucize krem Lasonil Gel ile kaplayıp, sardım ve tekrar Maçka’ya gittim. Şule ve Uğur Özmen çifti, iki ateş parçası çocukları Osman ve Tutku, Özgür Alaz, Sunipeyk, Sadık ve Cem Kocabaşa kardeşler, ayrıca telaşla organizasyon hazırlıklarıyla ilgilenen e tohuma en çok emeği geçenlerden biri olan Selçuk Koyuncu ile karşılaştım. Bir süre sonra fuaye alanı çok keyifli bir kalabalıkla dolmaya başladı. Bir çoğu ile e tohumun kafe toplantılarından tanıştığım, Friendfeed’de fikir alışverişinde bulunduğum dostlarla hasret giderdik. Yüzlerini birer fotoğraf karesinden tanıdığım dostlarla yüz yüze sohbet etmek de güzeldi. İşletme Mühendisliği Kulübü üyelerine bu satırlardan özellikle teşekkür etmek isterim. Hepsi canla başla çalıştılar ve bizi kusursuzca ağırlamak için çabaladılar. Toplantı, resmi binalarda yapılması gerektiği şekilde saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başladı. Ne acıdır ki son yıllarda yapılan yozlaştırma çabalarının ne derece başarılı olduğunu, toplantı sonrası yazılan Friendfeed girdilerinde bir kez daha gördüm. “Neden İstiklal Marşı çalınmış” bunu bile sorgulayacak derecede kendinden habersiz genç insanlar olduğunu görmek bana sadece acı veriyor. Toplantı süresince yaşadığım sevinç ve mutluluk bir anda yeise dönüştü. Konudan uzaklaşmadan izlediğim başarılı genç insanları size aktarmak istiyorum.
Toplantının ilk bölümünde e tohum’ a sponsor olan şirketlerden üçünün; kurucu-yöneticilerinin hikayeleri ve konukların sorularına verdiği yanıtlar vardı. Yemeksepeti.com Nevzat Aydın’ın coşkulu anlatımı ve cevap vermekte cömert davranması salondaki girişimcilerin çoğunu memnun etmiştir. Bir ayrıntıyı da eklemeden geçemeyeceğim ODTÜ ne verimli ve ne başarılı bir okuldur ki, hem sponsorlar hem yeni girişimcilerin çoğu ODTÜ’lü idi. İkinci bölümde ise internet girşimcilerinin 3 dakikalık konuşmalarla kendilerini tanıtmalarını izledik. Bunlardan bir kısmını toplantılarda tanıyıp, takibe almıştım zaten. İlk onbeşte olduklarını görmek beni şaşırtmadı. Ama içlerinden biri var ki gerçekten gözlerimi yaşartacak, tüylerimi diken diken edecek kadar projesine değer vermiş ve gereken bütün aşamaları gerçekleştirmek için çalışmıştı. http://userspots.com’u sunan Mustafa Dalcı, benim gönlümde taht kuran girişimci olmuştur. İşe yarar mı, yatırımcı bulur mu, çok meşhur olur mu… bunları zaman gösterecek, ama sahnede izlediğim genç adam, bu azimle soruların cevabını evete çevirecektir.
Girişimlerin hepsini ve isimleri aşağıya ekliyorum. İnceleyin ve size ışık yakanları not alın, önümüzdeki dönem bu genç adamların adını çok duyacağız. Yazdıklarımı; bizlere bu güzel günü yaşama şansı veren, e tohum için gecesini gündüzüne katan sevgili Burak Büyükdemir‘e teşekkür ederek noktalamak istiyorum. Güleryüzüyle herkese olumlu enerji veren, tatlı sert öğretmen, sevecen ağabey, usta yazar… birçok şapkayı aynı anda taşıyabilen ender başarılı adamlardan biri Burak Büyükdemir ve bir o kadar da alçakgönüllü. Teşekkürler Üstad.
http://cepkod.com : Oğuzhan Aygören ve Mustafa Alpay
http://cvyolla.com : Onur Çakır ve Meriç Kul
http://gercekten.com : Erdal Bozkuş
http://ideshot.com : Metin Kahraman ve Harun Pekşen
http://kartguru.com : Özgür Alaz
http://kimgelsin.com : Mohaç Yücel, Ceren Yücel, Selçuk Uzun ve Volkan Çınar
http://kolokyum.com : Ceyhun Baskın, İnanç Eray ve Evren Başbuğ
http://ogrence.net : Doğan Kaya Berktaş ve Yekmer Şimşek
http://pabbuc.com : Serdar Yaman ve Göker Ezberci
http://sunumax.com : Sadık Kocabaşa ve Cem Kocabaşa
http://userspots.com : Mustafa Dalcı
Tanıtımları yapılmayan ama e tohum kampına katılacak üç girişimi de ayrıca yazıyorum
http://maksidurak.com
http://evimizinherseyi.com
http://www.metutech.metu.edu.tr/atom/
Tara’nın hatırlattıkları…
Tara Lutman Agacayak, Kaliforniya doğumlu bir Amerikalı. 2002 yılında bir türkle evlenip buraya yerleşmiş. Twitter’da tanıdım kendisini. Kibar ve zarif üslubuyla dikkatimi çekmişti. Nihayet vakit bulup blogunu uzun uzun inceledim. Yazılarını okurken rastladığım bir tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu yazıda söz edilen kitabı henüz okumadığım için de kendime kızdım. Mary Lee Settle‘ın Türkçeye “Anadolu`da Bir Zaman Çemberi” adıyla çevrilen “Turkish Reflections: A Biography of a Place” adlı kitabı, Türkiye hakkında yazılmış en olumlu kitaplardan biri sayılıyormuş. Tara’nın blogunda okuduklarım, bana bir başka kültürde yetişen birinin gözünden; hem kendimizi, hem de bu günlerde çokça saldırılan, aşağılanmaya çalışılan ve hala “en güvenilir” kurum olma özelliğine sahip askerlerimizi bir kez daha düşündürdü. Tara’nın eşinin söylediği bir cümleye de hayran oldum. Şöyle çevirmeye çalıştım “Üç ordudan korkulur; Amerikalılar teknolojileri nedeniyle, Almanlar konvansiyonel silahları nedeniyle ve Türkler askerleri nedeniyle”. Vakit bulduğunuzda bu zarif ve çalışkan dostumuzun blogunu okuyun, yaptıklarını inceleyin.
ntvmsnbc’ nin yeni yüzü
12 Ocak pazartesi günü çok keyifli bir toplantıya katılmak üzere NTV binasına gittim. Sevgili Eray Endeş’in yolladığı “ntvmsnbc yeni yüzü beta tanıtımı” davetinde pek çok usta teknoloji yazarıyla bir arada olmak hem çok keyifli, hem de çok heyecan vericiydi. Sevgili Murat Kahraman ve Fatih Turan’da hepimizle tek tek ilgilendiler. Bizlere önce stüdyoları ve çalıştıkları alanları gezdirdiler. Tabii bu arada, yol üstünde bir çok eski dosta da rastladım. En güzel sürpriz ise, bir süre önce NTV ekibine katılan sevgili Salim Bugay’ın bizlere gösterilecek yeni sayfaların yaratıcısı olduğunu öğrenmekti. Toplantı odasına geçip, portalin yeni yüzü ekrana yansıdığında ilk hissettiğim “hey harika hava durumu ve para durumu gayet güzel görünüyor, hazine avına çıkmış gibi aramama gerek yok” diye düşündüm. Sunipeyk, Selçuk Hoca ve Burak Bayburtlu gibi Üstad’ların yanında, teknik konuda ahkam kesmem saçma olur, o nedenle ben sadece basit bir kullanıcı olarak ne düşündüğümü yazayım. Genel olarak temiz ve kişiselleştirilebilme özelliği ile birçok kullanıcının vazgeçilmezi olacağına inandığım bu yeni dizayn için uzun süre çalışan ekip; “bebeklerini” bize anlatırken oldukça heyecanlıydı. Yıllarca “haber geldi” ve “gel üstüne bak hepsine” ile kalbimi kazanmış sayfanın yeni haline çabucak alışacağımı hissettim onlar anlattıkça. Şubat başında sizlerin de kullanımına sunulacak bu yeni dizaynın görselini de ekledim. Stüdyolar gezilirken Devletşah Özcan ve Yeliz Öz’ün program sundukları görseli de kullanmak isterdim ama yerim kalmadı.Teşekkürler bütün ekibe, hem güzel ağırlama hem de uzun süren çalışmalar sonucu ortaya çıkan yeni yüz için.
Göçe Sebep Kalmasın! Projesi
Sizlerle; Değerli dost, eğitmen ve yazar Süleyman Sönmez‘in “Güneşin Tam İçinde” adlı blogundan virgülüne dokunmadan, bir alıntıyı paylaşıyorum. Lütfen vakit ayırıp okuyun ve bu projeyi destekleyecek her türlü yardımı yapın.
Göçe Sebep Kalmasın! Projesi
GÖÇSEK Projesi, Türkiye’nin çok önemli bir sorunu olan, köyden kente göçü, her yönüyle inceleyen ve farkındalık yaratarak bizzat bölge halkı ve gönüllülerle çözüm üretmek isteyen bir proje.
Size MİMDER’den birçok kez bahsetmiştim. (Mimder ve Kucaklayan sevgi, Mimder’den Yeni Bir Konser ) Merkezi Kadıköy’de olan ve sosyal yardım, insana hizmet konularında ağırlıklı olarak yardım toplamak yerine yardımsever insanlarla dostluk ve sevgi elini uzatan maddi manevi kaynakları bileğinin hakkıyla ve yine gönüllülerin çabalarıyla toparlayıp güzel işler başaran bir dernek.
Örneğin hiçbirisi şarkıcı olmadıkları halde verdikleri konseri ve bundan elde edilen gelirlerle Kimsesiz İnsanlara, Kayıp İnsanlara nasıl ulaştıklarını açıklamıştım.
MİMDER’in çalışma şeklinde derin bir samimiyet ve işin ciddiyetle yürütülmesi beni hep etkiledi. Gönüllüler kimsesiz yardıma muhtaç ya da geliri çok düşük aileleri ev ev gezerken, sorunun temelinde yerlerinden yurtlarından göçen bu insanların büyükşehrin çarkları arasında ezilmesi olduğunu net bir şekilde saptamışlar.
Peki insanlar neden göçüyor? Neden doğup yaşadıkları yeri bırakıyorlar? Açıkçası ben bu projeyi işittiğimde sıkıcı bir tekrarı bekliyordum. Hani hepimizin bildiği işsizlik sorunu, parasızlık vb. Oysa Diyarbakır Silvan’a gidip senelerdir, insanlarla yüzyüze konuştuklarını tüm yapısıyla Silvan’ı analiz ettiklerini, bu şekliyle Silvan’ı bir pilot proje gibi adım adım çözdüklerini duyduğumda şaşırdım.
Fakat asıl şaşkınlığı yüzlerce sayfasıyla ansiklopediye benzeyen devasa raporu gördüğümde yaşadım. Defalarca bu raporun yetkinliği ve detayına duyduğum şaşkınlığı belirttim. Çünkü rapor bilimsel verilerle, bölgenin altyapı sorunlarını, su yağış, etnik köken, eğitim araçları eksikliği, gençlerin, yaşlıların, çocukların yaşam alanları, kadınların gündelik hayatı, bölgenin tarihsel gelişimi, bölgedeki ekonomik gelir getirebilecek kaynaklar ve bunun gibi onlarca başlıktan oluşmuştu.
Bu çalışmalarında gerek bölgedeki insanlarımız, gerekse çeşitli kademelerdeki kamu yöneticileriyle birlikte çalışmışlar.
Bu çalışmalar bilmediğimiz hatta belki de daha önce farkedilmemiş unsurları da ortaya çıkarmış.
Çalışmayı dinlerken MİMDER yetkilileri ısrarla bunun bir “farkındalık hareketi” olduğunu söylüyorlardı. Bir süre ne demek istediklerini anlamadığımı itiraf edeyim. Açıkçası ben yardım kampanyaları vs. düzenlemekle yetineceklerini düşünüyordum. Değilmiş. Değişim için insanların yaşadıkları yerde yapmaları gereken pek çok rol olduğunu, devletin veya herhangi bir yardım kuruluşunun tek başına çözmesinin imkansızlığını anlattılar. Kısacası bu proje bir yerde “Ey insanlar elinizdeki gücü farkedin. Bir araya gelindiğinde başarılamayacak düzeltilemeyecek sorunumuz eksiğimiz yoktur. Sevgi ve çaba herşeyin temelidir” de demek bana göre.
Bu çalışmalar kapsamında henüz bir kısmı tamamlamlanmış haliyle Proje Web Sitesi de açıldı. Neden tüm başlıklar tamamlanmadan açıldı derseniz proje çok hızlı ilerliyor ve bir çok olayı duyurmak gerekiyor. Şimdiden Facebook grupları da yüzlerce üyeyle projeye destek vermeye başlamış. Elbette gün geçtikçe siteki başlıkların içi bilgiyle fotoğraflarla dolduruluyor ve çok güzel bir bilgi kaynağı olmaya aday bir site olarak aynı zamanda yapılacak kampanyaların merkezi olacağını düşünüyorum.
http://www.gocesebepkalmasin.com/
Şimdiden bir kampanya haberi duyurabilirim. 100 SANATÇI 100 ESER başlığında eserlerini kampanya yararına bağışlayan sanatçılar, elde edilecek gelirle Silvan ilçesi 100. Yıl İlköğretim Okuluna 2 derslik ve 1 anasınıfı inşa edilmesine önayak olacaklar.
Yeditepe Üniversitesi Rektörlük Binası 5. Katında yer alacak olan sergideki eserler, 24 – 30 Ocak 2009 tarihleri arasında sizlerin desteklerine sunulacak.
Bu projenin ülkemiz için önemi çok açık. Üstüne basarak tekrar ediyorum. Alıştığımız bildiğimiz, yardım toplama kampanyalarının yol haritasından çok farklı şekilde, sorunları çözmek için insanlarla özellikle sorunu yaşayanlarla ve bu sorunların dışında olan ama el uzatmak isteyen gönüllülerle yürütülüyor projeler. Şu anda pilot bir proje olarak Silvan halkı – gerek orada olan, gerek göç ederek büyükşehirlere yerleşenlernler – ve sosyal duyarlılık sahibi insanlar projenin sahipleri.
Zaten gönüllü olmadan sevgiden ve insan olmaktan bahsetmek mümkün mü?
Aşağıdaki bilgiler proje resmi açıklamasından alınmıştır.
GÖÇSEK PROJESİ
GÖÇSEK köklü bir ülke sorununa işaret eder nitelikte ve her daim aktif saha çalışmasını gerektiren bir Farkındalık Yaratma projesidir.
Tüm yaşayanları için asgari bir yaşam düzeyinin güvence altına alınmasının bir toplumun ortak sorumluluğu olduğuna inanarak düzenlediğimiz “Kayıp İnsanlar Programı” nın sonucunda elde edilen göç sorununa ilişkin veriler bu projenin doğuş sebebidir.
Ekonomik ve sosyal yoksunluk içinde bulunması nedeni ile üretici kimliğini yitiren vatandaşlarımızın, toplumumuz standartlarında ekonomik olarak aktif hale gelmelerini sağlayacak en uygun model ve organizasyonların araştırılması ve bu sorunun nedenlerini netleştirerek çözüme yönelik, proje bazında uygulamalar oluşturmak birincil sorumluluğumuzdur.
GÖÇSEK, toplumsal birlik içerisinde yaşayıp ta her insanın sahip olduğu haklara sahip olmakla beraber bunları bilmeyen – arayan – alamayan, dağınık yerleşimlerinden dolayı çokta göze batmayan ancak dezavantajlı konumda bulunan, göç etmiş birey ve ailelerin tespit edilmiş sorunları hususunda hazırlanmış bir iyileştirme organizasyonudur.
Bu proje kapsamında oluşturulan “GÖÇSEK EDEV (Eğitime Destek Verelim) 1” alt projesinin oluşturulma gerekçesi de; yukarıda tanımlanan hedef grupların sorunlarının anlık (değişken ve kısa süreli) çözümünden öte, “zorunlu iş gücünün” desteklenmesini sağlayacak girişimler veya ortak çabalar ile başlatılabilecek çalışmaları tamamlayıcı unsurları belirlemektir. İlk adım olarak düzenlenen EDEV, başta Silvan halkı ve Diyarbakır’lılar olmak üzere tüm Türkiye vatandaşlarının eğitimi destekleme konusunda “her şey devletten beklenmemelidir” bakışı ile birleşmeleri ve söz konusu İlköğretim okulunun, yetersiz ve sağlıksız eğitim şartlarının iyileştirilmesine destek sağlamaktır.
Kendisine veya ailesine bakma yükümlülüğünü asgari seviyede dahi olsa yerine getiremeyen yoksul/yoksun erişkin bireyin, muhtaçlığının tespiti ve kontrolünün akabinde oluşturulacak / geliştirilecek uygulama programları aracılığı ile kendi kendisine yetebilecek düzeye taşınması, maddi ya da sosyal kazançlar edindirilmesi suretiyle topluma yeniden ve sağlıklı bir şekilde uyumlanması hedeflenmiştir.
Yoksulluk ve yoksunluk ölçütlerine sahip aile birliklerinin yaşayış tarzının göçe ilişkin nedenleri belirlenerek, çözüme yönelik önleme / koruma programlarının geliştirilmesi ve proje bazında uygulanması amaçlanmaktadır.
İlk adım olarak EDEV alt projesi uygulamaya alınmak üzere projelendirilmiştir.
KİP gereği başlatılacak bu hizmet amaçlı uygulama ile beklediğimiz en önemli sonuç, genel toplum düzeninin iyileştirilmesine yönelik duyarlılığın artırılmasıdır.
* Sosyal güven artışı
* Devlete inancın artışı
* Çocuklar ve gençler açısından memnuniyet
* Sağlık yönünden iyileşmişlik
* İhtiyaçlarının karşılanması
* Çevre görünümünde iyileşmişlik
* Toplumsal kabul düzeyinde artış
* İşe yararlılığın verdiği huzur
* Ümitsizliğin ve kaygının ortadan kalkması gibi konular beklediğimiz olumlu sonuçlardan birkaçıdır.
Göç sorunu çok köklü ve ciddi bir sorun olması nedeni ile özellikle devletimiz tarafından da ele alınmış bir sorun olarak bugünkü bakış ile halledilemez bir çizgiye yerleştirilmiştir. Projemizin hayata geçmesi ile belki bu sorun köklü bir şekilde halledilmeyecek ancak iyileştirilebilirliği şeklinde yeniden umut ve istek doğacaktır kanaatindeyiz.
Bu ülkenin yaşarları olarak kültürel bir alışkanlık olsa gerek sadece soruna bakarak acıyla yaşamaya çalışıyoruz. Oysaki sorundan yola çıkarak çözüme bakışımız ile umut canlı kalacaktır. Bu anlamda Silvan’da çok canlı örnekler ile karşılaştık. İnsan istiyor ve bekliyor. Bu proje beklemenin değil çalışmanın ve üretmenin projesidir.
Önümüzdeki Seçenekler
* En azından standart hayat kalitesine ulaşıldığı, güven veren, ruhsal açıdan besleyici ve huzur veren bir yaşam standardı belirlenmesi,
* Yerleşim ve işletim sistemi konusunda; adil, üretime teşvik edici, toplumsal kabulü kolaylaştırıcı ve benzer sorunların içinde boğulan diğer bölgeler için model olabilecek bir planlama yapılarak bir an önce uygulanmaya alınması,
* Bu ailelerin yaşama alanlarını belirlemek ve düzenlemek adına yerel, ulusal ve uluslar arası seviyede bu amacı doğrulayıcı, destekleyici hizmet ehli ortaklıkların oluşturulması
* Medeniyetin merkezi haline gelmiş şehirlerde ekonomik gelişimi eşit şekilde dengeleyici unsurları belirlemek suretiyle, şehirlerin sosyal – kültürel – ruhsal kimyasının bozulmasını önlemek adına projeler oluşturulması ve ilgili mercilere sunulması,
* Son yıllarda, Sosyal Sorunlara karşı gösterilen Hassasiyet ve İnsan Haklarına verilen önem neticesinde konumuza ilişkin Global farkındalığın artması; MimDer’ in evsiz ve kimsesiz aileler ile ilgilenmesinde cesaret verici bir etken olmuştur. Bu nedenledir ki;
Yerel Yönetim + STK işbirliğinin sonuçlarını, doğru, sağlam, güçlü temeller üzerine kurularak geliştirilmesini, özellikle gelecek kuşakların izleyeceği yolun ana hatlarını belirlemeyi ve onlara kılavuz olabilmeyi bir vatandaşlık görevi olarak adlediyoruz.
* Yaşam standartlarını iyileştirmek için öncelikle büyük şehirlerdeki sosyal çöküntülerle ilgili mücadele programlarının başlatılmasını sağlamak,
* Giderek artan evsiz-kimsesiz kişi sayısının bu anlamda en aza indirgenmesi amacıyla projeler üretmek,
* Endüstriyel ülkelerdeki tüketim ve üretim merkezleri ile değişken nüfusa sahip yerlerdeki değişimler ve özellikle göçün yoğunlaştığı yerlerin evsiz insan sayısı, sosyal erozyon, yetersiz kaynaklar, etkisiz ve yetersiz planlama, güvenin azalması ve şiddetin artması, doğal afetlerin artması konuları sınıflandırılarak sosyal zarar riskini asgariye indirgeyici çalışmaları başlatmak,
* Yerleşimle ilgili olan sorunlar global olsa da her ülkenin ve kültürün karşılaştığı spesifik problem ve bunların da spesifik çözümlerinin oluşturulması,
* Sosyal konularda; şehir, kasaba ve köylerdeki yaşam koşullarını düzeltmeye yönelik çalışmalar yapılmasıdır.
Diyarbakır İline bağlı Silvan İlçemizde sağlayacağımız başarı ile başta İSTANBUL olmak üzere aynı göç sorununu yaşamakta olan tüm il ve ilçelerimizin dinginlik, huzur, sağlık, umut ve mutluluk içinde yaşanabilecek yerler olacağına inanıyoruz. Bu inancımıza tüm Türkiye halkını da katmak, el ele vererek neler yapılabileceğini yaşamak ve yaşatmak ta dileğimizdir.
PROJE YÜRÜTÜCÜSÜ MİMDER HAKKINDA
Mim Evrensel Yaşam Araştırma ve Yardımlaşma Derneği olarak 2004 yılından beri “İnsan” varlığı ve yaşayışı üzerine çeşitli alanlarda faaliyetimizi sürdürmekteyiz. Derneğimizin bir dalı araştırma, diğer bir dalı ise yardımlaşma aktivitelerini içermektedir. Genel anlamda üzerine eğildiğimiz bir konuyu önce detayı ile araştırarak ve gerekli adımları önceliklendirme suretiyle belirleyerek, konuyu oluşturan muhatapların ihtiyacı doğrultusunda yardımlaşma safhasını hayata geçirmekteyiz. 70 kişilik bir ekiple 24 saat açık ve her daim çalışır bir haldeyiz. Bu bağlamda;
2008 yılı faaliyet programımızı, 2007 yılının bir araştırma çalışması olan “Kayıp İnsanlar Programı (K.İ.P.)” nın nihai raporlamasının sonucunda elde edilen veriler üzerine, Diyarbakır ili Silvan ilçesini pilot bölge edindiğimiz “Göçe Sebep Kalmasın (GÖÇSEK)” başlıklı ve 7 eylem aşamalı bir proje üzerine düzenledik.
Bu projenin başarısını belirleyecek en önemli nokta ise bir yardımlaşma aktivasyonu olarak değil bir “FARKINDALIK YARATMA” organizasyonu olarak değerlendirilmesi ve eylem adımlarının bu bilinçle atılması gerekliliğidir.
Projenin özü; Doğu ve Güneydoğu illerinden başta İstanbul olmak üzere bazı büyükşehirlere gerçekleştirilen göç olayının sebeplerini belirlemek ve bu ülke sorunu haline gelmiş meselenin çözümüne yönelik mümkün olduğu ölçüde, emsal teşkil edebilecek nitelikte önleyici programlar üretmektir.
Projemizin temel esasları doğrultusunda önce ilgili bölgenin yetkili mercilerine başvurularak gerekli onaylar alınmış akabinde Dernekler Masasına bildirilerek 02.09.2008 tarihi itibarıyla 1 yıllık Türkiye Kampanyası düzenleme izni alınmıştır. Silvan ilçesinde düzenlenmiş ön keşif çalışmalarımız neticesinde;
1. Eğitim
2. Genç ve Çocuk
3. Tarım
4. Turizm Kaynakları
5. Sosyal Yaşantı
6. Yönetişim
7. Bilinçlendirme
Başlıkları ile ayrıştırabileceğimiz 7 aşamalı bir Farkındalık Harekatı düzenleme gereği ile planlama yapılmıştır. Bu aşamaların her biri kendi içinde birçok plan, programa ihtiyaç duyulan son derece geniş ve derin sorunlar yumağı halindedir. Aynı zamanda birbirleri ile bağlantılı hareket etme gerekliliği duyulan oldukça hassas konulardır. Proje uygulama alanının da hassasiyeti göz önünde bulundurulduğunda, Silvan ilçesinde yapılması gereken çok iş bulunmaktadır ve tüm mesleki katkılara açık bir eylem planı organize edilmiştir.
Her ne kadar başarılması imkansız gibi görünse de işin içine girildiğinde, halkın çoğunluğunun bu konudaki değişim arzusu, gençlerinin umut vaat eder enerjisi, çocuklarının sadece yokluktan kaynaklanan acizliği ve en önemlisi özellikle Kaymakam Bey’in gelişim/kalkınmaya yönelik girişimci çabaları, bizleri söz konusu projenin başarıyla sonlandırılmasına yönelik oldukça cesaretlendirmiştir.
Proje konusu ve hedefi itibarı ile son derece zor bir meseleyi işaret etmektedir. Ancak hiçbir zorluk sadece zor olduğu için terk edilmemeli ve her İNSAN bu zorluğu birlik – beraberlik gücüyle kolay kılabilmelidir kanaatindeyiz. Bu noktada tüm gönüllü vatandaşlarımızın bu hassas konuya sağlayacağı destek ile “olmaz” denilen bir meselenin “olur” kılınabileceğini örnekleyerek aynı sorunlardan muzdarip diğer yerleşim alanlarına olumlu emsal teşkil edebileceği hususuna dikkat çekmek muradındayız.
HEPİMİZE KOLAY GELSİN !..
MİMDER iletişim
0216 418 62 33-34 / destek@mimder.org
www.mimder.org