Gökyüzü gri ve sıkıntılı tıpkı benim gibi. Dün akşamdan beri ruhum paramparça, içim daralıyor. Kendimi hasta gibi hissediyorum. Bildiğim bütün kişisel iyileştirme yöntemlerini denedim, hiç biri beni sakinleştirmeye yetmedi. “Sevin” dedi bir arkadaşım, “bak Kadıköy, Beşiktaş, İzmir kaybedilmedi” daha kötü hissettim kendimi. Atatürk’ün Kurtuluş savaşı’nı başlatmak için gittiği Samsun AKP’nin, başkentim Ankara AKP’nin, canım İstanbul’um AKP’nin, Mevlana’nın memleketi yine AKP’nin. Nasıl sevineyim. Onun alamadığı yerlerde MHP almış oyları, daha da vahimi DTP almış. Devletin bölünmez bütünlüğü umurunda olmayan, iliğini kemiğini sömürdüğü insanlara iş ve aş verebileceğini söylemek yerine “bağımsızlık” naraları atanların zaferiyle sonuçlanmış seçim. Bir çok beldede kafa kafaya tokuşarak selamlaşanlar halay çekip eğleniyor destekledikleri parti seçildiği için. Ben endişeleniyorum. MHP’nin bu kadar güçlenmesi hayra yorulacak bir durum değil. AKP güç kaybetti deniyor; sevinmeyin boş yere, oylarını MHP’ye emanet verdiler. Devlet Bahçeli’ye uzun ömür versin Allah, şimdilik onun liderliğinde ağır başlı davranılmaya çalışılıyor. Hem benim anılarım çok taze; bu MHP değil miydi RTE’nin güvenoyu almasını sağlayan. Yine aynı MHP değil miydi bir çok alınmaması gereken kararda el kaldırıp yolu açan. Nesine sevineyim, daha çok içim karardı. Dün geceden beri anlamsız yorumlar, alıkça konuşmalar dinleyip daha da gerilmemi engelleyen ntvmsnbc. com‘a teşekkür ederim. Seçim 2009 çok başarılı bir çalışmaydı, hazırlayanların ve kabul edip devreye sokanların hepsine teşekkürler. Gazete başlıkları, köşe yazarları, çok bilenler, bok yiyenler, yüzlerce gereksiz insan yerine sayısal bilgilerin aktığı bir ekrana bakmak biraz da olsa ruh sağlığımı korumamı sağlıyor. “Marshall Yardımı” ile ülke yönetiminde Amerika’yı söz sahibi yapan Menderes iktidarı ile başlayan yozlaşma sayesinde geldik bu günlere. Yolsuzluk, çalma, kaçakçılık, vurgunculuk, köşe dönücülük yükselen değerler olduysa hep onlar yüzünden. Köy Enstitüleri’nin kapatılması, Halk Eğitim Merkezleri’nin yok edilmesi ile hızlandırılan eğitimsizlik ve kültürel yozlaşmaya, planlı ekonomik güçlükler, krizler eklenerek Ulus Devlet olma azminden sadaka bekleyen ümmet olmaya dönüşüldü yıllar içerisinde. Başta Demirel olmak üzere bütün demokratlar bu işe hizmet etti. Gelen yakın çevresini zenginleştirip, halkı daha yoksullaştırdı. Halka hizmet “komünist” işi olarak adlandırılarak önü kesildi. Bana inanmayan genç arkadaşlar bir zahmet Beyazıt Kütüphanesi’ne giderek 1950-1995 arası bütün gazete arşivlerini inceleyebilirler. Böylece değişimi kendi gözleriyle görebilirler. Tabii görmek isterlerse, ne yazık ki çoğu at gözlüğü takmış, “apolitik” olmayı fasulye gibi nimetten sayan bir sürü iyi eğitimli genç, umursamaz bir tavırla günlerini geçirip duruyor. Aksine inanmam mümkün değil. Eğer öyle olsaydı bu sabah oy oranları bu durumda olmaz İ.Melih gibi biri hala başkentimde sırıtarak dolaşamazdı. Dileyen dilediğini düşünür saygım var. Saygı duymadığım ise; atasını, dedesini, vatanının ne zorluklarla kurtarıldığını unutup, huzur içinde parçalanmamızı izleyenler. Yıllar önce yaşlı ve nur yüzlü bir amca ateşli ateşli tartışan gençlere bakıp “düzen değişir ama, düzülen değişmeyecek ve o hep siz olacaksınız, bu kafada oldukça” demişti, seçim sonuçlarına bakınca hak verdim ona. Seçimler bitti, ama aslında her şey şimdi başlıyor. Genel seçimlerde daha güçlü olabilmek istiyorsak, daha bilinçli ve daha çok çalışarak hazırlanmalıyız. Şimdi bizlere düşen; daha uyanık, daha çok araştıran, gündemi takip eden, yolsuzluğa geçit vermeyen, yoksullukla mücadeleye destek veren bireyler olmak. Kendi adıma; neler yapacağımı araştırmaya başlıyorum. Üzerime ölü toprağı serpilmesine izin vermek istemiyorum. Bu vatan; bana şehit dedelerimin armağanı, Cumhuriyet’i Ata’m bana emanet etti. Bir kaç baldırı çıplağın yok etmeye çalışmasına da izin vermeye niyetim yok.
Gençliğe Hitabe
Bu sabah keyifle güne başladım. 2 gündür canıma okuyan diş ağrısına bile sempati göstermeye çaışıyordum. Ta ki Friendfeed’de, karışık kafalı bir genç arkadaşın yazdığı cümleyi okuyana kadar. Bu gençleri yetiştirenler nasıl aile büyükleridir. Bu insanların ailelerinde hiç mi şehit ya da gazi yoktur. Atatürk ve silah arkadaşlarının bu vatan için yaptıklarını bir kalemde silip atabilmeyi nasıl yüreklerine sindirirler. Bugün nefes alabiliyor ve bu denli küstahlaşabiliyorlarsa; saygı duymayı zul saydıkları Atatürk ve silah arkadaşları sayesindedir. Bu nedenle; Ata’mın “Gençliğe Hitabe” sini yeniden yayınlamaya karar verdim.
Ey Türk gençliği !
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet’i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK
20 Ekim 1927
Doğum günün kutlu olsun Erraynım …
Bugün Erhan Cerrahoğlu dostumun doğum günü. 2003 yılında; o dönem kısa bir süre hizmet verdiğim şirkette; birlikte çalıştığım ve daha sonra yaşadığım bir sürü zorlukla başa çıkıp, hayatıma yön vermemi sağlayan can dostum Didem Özbahçeci Sönmez sayesinde tanıştım Erhan ve şirketi Demo Productions‘la (Didem’in hikayesi de bir başka yazı konusu olacak). İşle ilgili aklınıza gelen her türlü uçuk kaçık öneriyi aktarıp, çözüm bulmasını isteyebileceğiniz, sizin çılgın zannettiğiniz fikirlerinizden daha çılgın çözümlerle karşınıza gelen, sevimli hiperkatifin biridir Erhan. En az kendi kadar çılgın ve yaratıcı insanlarla işbirlikleri vardır. Dünyanın dört bir yanına eli kolu uzanır. Onun defterinde “bu olmaz” diye bir cümle asla bulamazsınız. Olmayacağı da olur hale getirmenin yollarını arar daima, bulur da sonunda. Siz hiç kendi zevki için belgesel çeken birini tanıdınız mı? Tanımadınızsa Erhan Cerrahoğlu ile tanışın. Erhan, hemen her yıl en az bir belgesel çeker. Destekleyici arar tabii o da, ama bulamazsa da asla dert etmez. Yüreğindekini görüntülere dökmenin bir yolunu bulur mutlaka. Ben hep insanların yaptığı iyiliklerin, hayatının bir yerinde mutlaka yoluna çıktığına inanırım. Erhan dostum; Emir’imin ve benim, bir telefonla yüreklerimizin kelebekler kadar hür kalmasını sağlamıştı. Önceki yazılarımda çok söz ettiiğim evimizi boşaltma ve dağıtma döneminde en zorlandığımız kısım Emir’imin 5 yıl boyunca gece gündüz çalışıp, binbir emekle düzenlediği stüdyosunu ne yapacağımız kısmıydı. İşte burada devreye canım Didem’im giriyor, Erhan’ı durumdan haberdar ediyor ve Erhan’dan bir telefon “Teyze yüreğini ferah tut sen, hallederiz her şeyi, depo da var şirkette yer de var. Emir’e söyle kabloları toplamaya başlasın, arabayı yolluyorum, ses stüdyosunu ayarladık buraya gelecek her şey”. Telefonu nasıl kapattığımı bilemiyorum, tek hatırladığım göz yaşlarına boğulduğum ve sevinçten hıçkıra hıçkıra ağladığım. Bu çılgın adamın, hayatına dokunduğu sadece biz değiliz. Çalıştığım sektörde onunla yolu kesişen herkes, dostluğundan ve yüce gönüllüğünden nasiplenmiştir. İki önemli belgeseli “Haliç Yaşıyor” ve “Barışı taşıyan vapur “Kurtuluş” ile ödüller kazanan Erhan Cerrahoğlu ve şirketi Demo Productions ile bir gün mutlaka tanışın. Doğu’nun ücra köşelerinde yapılacak bir açılış için, dağ başlarında yol açtırırken kepçe üzerinde, Red Bull hava şenlikleri sırasında en iyi görüntü alınabilmesi için kamera ekiplerinin koordinasyonunu sağlama nedeniyle kule tepelerinde de rastlayabileceğiniz dostuma, hepinizin huzurunda; iyi yıllar diliyorum. Erraynım yaptığın iyiliklerin yoluna çıkacağı, sağlıklı, huzurlu, bol kahkahalı ve tabii ki bereketli bir yıl diliyorum.
Teşekkürler; iyi ki varsın ve iyi ki dostumsun.
Likemind İstanbul … Enerji depolama merkezim.
Bu sabah yine erkenden uyanıp, neşeyle hazırlanıp, Kanyon Starbucks’a koştum. Her ayın üçüncü cuma sabahı karga kahvaltısından hemen sonra, enerji depolama toplantım olan Likemind İstanbul başlıyor. Bugün sizlere bana olan etkisini anlatmaya çalışacağım. 2007 yılının temmuzunda keşfettim Likemind İstanbul grubunu. Facebook’ta mesleki gruplar neler vs diye ararken buluverdim. Üye olmamla toplantılara katılmam arasında epey zaman geçti. Eylül 2007 de başlayan bağımlılık o günden beri hız kesmeden devam ediyor. İlk toplantıya gittiğimde, Özgür Alaz güleryüzle karşılayıp isim etiketimi verdi. Aman tanrım, hepsi neredeyse yarı yaşımda bir sürü genç adam ve genç kadınla aynı masada oturuyordum. Hemen hemen hepsi birbirlerini tanıyor gibiydiler. Sevgili Ahmet Bülent Zorlu ve Yunus Tunak ile bugün gibi aklımda kalan keyifli sohbetler etmiştik. Tabii Ahmetim Bülentim’le tanışan birinin onu unutması imkansız, ama Seth Godin’in adını hatırlayamadığım için gözlerini devirerek “aaa mümkün değil” diyerek bir yüz ifadesi vardı ki bugün bile hatırladıkça çok gülüyorum. Katıldığım her yeni toplantı, bana 2006 yılında yaşadıklarımdan sonra kaybettiğim özgüvenimi, neşeli kişiliğimi geri kazanmamı sağlayan insanları ve kaynakları tanıttı. Arada yine babamın sağlık soruları, Emir’in Berklee macerasına hazırlanmamız, annemin alzheimerinin ikinci devreye geçişi gibi detaylar nedeniyle katılamadığım toplantılar olmasına rağmen, 2008 deki her toplantıya katılmaya çaıştım. Bugün katıldığım toplantıda yine bir çok yeni dostla tanıştım. Eskileri ile keyifli sohbetler yaptım. Uzun süredir hayatla olan savaşlarını, cesaretlerini, hayata coşkulu bakışlarını hayranlıkla izlediğim iki kahramanımla da tanıştım. Sevgili Simto Alev ve Davut Topcan. İkisi de bana o kadar güzel ve sevgiyle gülümsediler ki, bu enerji bana bir kaç ay yeter eminim. Sevgili Uğur Özmen ise hoş bir sürprizle, içine de beni çok mutlu eden bir yazı yazdığı güzel bir kitap armağan etti. Kemal Kılıçdaroğlu bile bizlerleydi. Tabii gıyaben 🙂 Arman’ın “Manken İstanbul afişleriyle yarış eden keyifli rozetler ve stickerler getirmişti bizlere. Arada Hillside ve paramarka davetiyeleri de uçuştu. Hatta bir ara Sunipeyk Üstad’ın kartvizilerini almak isteyen coşkulu hayran grubu, Starbucks elemanları tarafından dağıtılmaya çalışıldıysa da başarılı olmadı 🙂 Sevgili Mustafa Burak Su Üstad’ın, Handem’in kurabiye yapmayacağını öğrenmesi nedeniyle getirdiği enfes simitleri atıştırırken, paketin üzerine yazılan “sebil” sözcüğü beni çok güldürdü. Tuğçe ve Olcayto Cengiz çifti, BurcuB, Serdar, Umut, Heni, Chris, İzon, Muhittin, Burak Yetgin, soyadını öğrenemediğim diğer Burak, Deniz ile melekleri, taze babalar ile ilgili önyargımı değiştiren sevgili Özgür Poyrazoğlu ve şu anda ismini hatırlamadığım için bana darılacaklarını bildiğim, ama ilk fırsatta kendimi affettireceğim bir sürü yeni dost edindim. Bu arada toplantıda, gümüş zırhlı şövalyem 2B Burak Bayburtlu ve BlogDestek Burak Dönertaş da dahil gerçekten Burak bolluğu vardı 🙂 Benim sayabildiğim 5 Burak’la sohbet ettim. 3 Burcu, 2 Müge, 2 Tuğçe, 2 tane de Uğur vardı 🙂 Devletşah’ım ve Cadı’mla birlikte, Simto’nun bizleri dehşetle izlediği matrak sohbetler yaptık. Ve tabii efendiliğyle, güler yüzüyle hepimizin kalbini kazanan Ozan “sadece Ozan“ atlanmamalı, Simto’yla tanışabilmemizi ona borçluyuz. Canım Tuğçe Esener geç de olsa yetişerek, yine harika fotoğraflar çekti. Hatta çektiği bazı kareler onu Sosyal Medya Profil Fotoğrafçısı olarak ünlendirecek 🙂 Kısacası çok güzel bir arkadaş grubuyla güne başladım.
Hazır sırası gelmişken; Likemind İstanbul için, teşekkürler Alemşah Öztürk ve Özgür Alaz. Hepimizi bir araya getirip, muhteşem bir gruba dönüştürdünüz. Enerjiye, coşkuya, bilgiyi paylaşmaya, yardımlaşmaya, işbirliklerine, yeni fikirleri geliştirmeye zirve yaptırdığımız bir etkinliğe dönüştü. Bir sonraki toplantıda daha
çok yeni dostla tanışabilmek dileğiyle, sevgi ile kalın…
Önemli not: Yazımı dün yazdım ama akşam yaşadığım bağlantı probemi nedeniyle bugün ekleyebildim. Kavram kargaşası olmasın 🙂
Anne baba olmak isteyenlere …
Bugün sizlerle paylaşacağım bilgi; çevrenizde bu konuda sıkıntı yaşayan çiftlere yardımcı olabilecek önemli bir bilgi. Ankara’da bulunan Maya Tüp Bebek Merkezi, engelleri aşıp bir an önce anne baba olmayı hayal edenler için önemli bir ayrıcalık başlatıyormuş. http://www.mayatupbebek.com.tr adresinden Maya Fırsatlar bölümüne tıklayarak üye olan çiftlere; raporlu hastalara uygulanan bedel üzerinden (Sağlık Uygulama Tebliği tüp bebek tedavisi bedeli ve devlet tarafından belirlenen katkı ve katılım payları dahil) tüp bebek tedavisi uygulanıyormuş. Kampanya ile çiftler, güncel tedavi fiyatları ile kıyaslandığında ortalama % 50 oranında bir avantaj sağlanıyormuş. Bu uygulama 16 Mart – 30 Haziran 2009 tarihleri arasında tedaviye girecekMaya üyeleri için geçerli olacakmış. Bir rastlantıyla basın bültenine ulaştım, yakın bir arkadaşımın da bu uygulama ile bebek sahibi olduğunu bildiğimden, bu mutluluğu paylaşmak isteyenlerin yararlanması için yazdım.
Detaylar için merkezin web adresi http://www.mayatupbebek.com.tr
Telefonla bilgi alabilmek için :
0 800 314 1 314
Fotoğraf http://www.annegeddes.com adresinden alıntıdır.
Hüseyin Başkadem’i tanır mısınız?
Ben tanıdım. 2003 yılında; değerli dostum Can Sağdıç ile bir görüşme için yine oradan oraya koştururken, Beyoğlu’nda ayaküstü tanıştım Hüseyin Başkadem ile. Bana tanıtıldığı an ismini aklıma yazdım. Afyon’a ve müziğe sevdalı bu öğretmeni, her yıl mutlaka bizleri bilgilendirdiği ve davet ettiği festival haberleriyle takip ettim. Elimden geldiğince yakın çevreme duyurmaya çalıştım. Ne zaman arasa “tamam yine güzel bir festival müjdesi var” diyerek heyecanla sarıldım telefona.
1968’de Afyonkarahisar’da doğup, orada büyüyen Hüseyin Başkadem; İTÜ Devlet Konservatuarı’ndaki eğitiminin ardından yüksek lisansını yapmak için İngiltere’ye gitmiş. Türkiye’ye dönünce, gençlere klasik müziği ve caz müziğini sevdirmeye çalışmış. Afyon’a vefa borcunu ödemek için her hafta trenle bu kente gidip ders veren Başkadem, 2001 yılında Afyon’un ilk caz festivalini düzenlemiş. Yetinmeyip, 6 ay sonra bir de klasik müzik festivalini Afyon için kurgulamış.
Ud, tambur, akerdeon ve piyano çalan; öğrencilik yıllarından beri kurduğu gruplarla müzik yapan Hüseyin Başkadem’in, gramofon ve fotoğraf makinesi koleksiyonu da var. Zeki Müren’in, Müzeyyen Senar’ın, Hamiyet Yüceses’in taş plaklarını biriktiriyor.
Hüseyin Başkadem yıllardır binbir zorlukla Afyon’da biri klasik müzik, diğeri caz olmak üzere iki festival düzenliyor. Başkadem bunları yaparken, sanatçılara tek tek ulaşıyor, insancıl ve dürüst yaklaşımıyla onları Afyon’a getiriyor. Ayrıca bu sanatçıların köy okullarında okuyan çocuklarla tanışmalarını ve oralarda konserler vermelerini de sağlıyor.
Hakkında sayfalar dolusu yazı ve methiye olması gereken bu muhteşem öğretmene; Hüseyin Başkadem’e , yolun açık olsun Üstadım diyor ve başarılarını keyifle izlemeye devam ediyorum.
ÖNEMLİ GÜNCELLEME :
Ekonomik zorluklara, salgın kısıtlamalarına rağmen, Afyon Caz Festivali’nin bu yıl yirmibirincisini de gerçekleştirmiş sevgili Hüseyin Başkadem.
Yazıda kullandığım güncel fotografı aldıgım link https://www.hbrma.com/kultur-sanat-haberleri/7351646/21-afyonkarahisar-caz-festivali-basladi
Xing’den zarif bir armağan…
Gün boyunca dışarıdaydım bugün. Önce Cankız Onur Kum, Devrim Altaylı ve bize sonradan katılan Burak Dönertaş‘la keyifli bir toplantı ve leziz bir öğle yemeği. Daha sonra bir başka dostla, Mayıs sonu düzenlenecek toplantının lojistik detayları için mekan gezme ve bilgilenme. Soğuk ve yağıştan kaçıp annemin evine sığındığımda epey yorulmuştum. Bilgisayar başına geçtim ve mesajları incelerken Xing’den gelen mesajın başlığı ilgimi çekti, nedir acaba diye okumaya başladım. Çok zarif bir armağan, aslında daha çok kişiyi Xing kullanıcısı yapma yolunda bir promosyon da denebilir. Xing’e davet ettiğim bir arkadaşım standart kullanıcı yerine premium kullanıcı olmayı seçince, bana da 1 aylık premium kullanım kazandırmış. Zarif bir jestle, daha çok kişiyi davet edip kullanımı arttırma yönünde başarılı bir sistem. Teşekkürler Xing, nazik armağanınızı keyifle kullanıp, yeni üyeler eklemeye çalışacağım. Bakalım sayı artınca neler kazanacağım 🙂
Neyzen’den…
Kör cehalet çirkefleştirir insanları !
Suskunluğum asaletimdendir. ..
Her lafa verecek bir cevabım var…
Lakin bir lafa bakarım laf mı diye,bir de söyleyene bakarım Adam mı diye…
Neyzen Tevfik
7 isim, 7 yabancı ve bir sır… 7 Pounds
9 mart pazartesi akşamı, Warner Bros’un salonunda 7 Pound filminin ön gösterimine gittim. Filmleri herkesten önce izleme keyfi yanında, dostlarla hasret gidermek, söyleşmek de var, pek keyifli oluyor. Uzun zamandır kaçındığım türde bir filmdi 7 Pounds. Ağır bir dram. İlginç kurgusu, benim pek hoşlanmadığım kamera hareketleri olmasına rağmen merakla izledim. Filmi izlerken hep şükretmek gereği duyuyorsunuz. Sağlıklı ve mutlu olmanın ne önemli bir değer olduğunu fark edip. Will Smith dışında Rosario Dawson, Woody Harrelson ve Octavia Spencer vardı perdede, izlemeyi sevdiğim oyuncular hepsi. Will Smith henüz yeni yetmeyken çevirdiği The Fresh Prince of Bel-Air” ile aklıma kaydettiğim bir oyuncuydu. Woody Harrelson‘u da uzun yıllar önce Cheers adlı dizide keşfetmiştim. Ebleh ve sıradan genç rolünde olağanüstüydü. Rosario Dawson ise ilginç bir fiziğe sahip olmasıyla “Josie and the Pussycats” filminde dikkatimi çeken bir oyuncu. Hani güzel mi çirkin mi karar veremezsiniz, ama bir türlü de gözünüzü alamazsınız, işte öyle biri. Ve şirin tombulum Octavia Spencer, ona da “Miss Congeniality 2: Armed & Fabulous” filminde hayran olmuştum. Gözlerini devire devire konuşması çok komikti. Üzerine yapışan hemşire rollerinden biriyle beyazperdeye yansımış yine. Vizyona girdiğinde izleyin, hayatı sevmeyi, dikkatli yaşamayı ve cep telefonunuza kulaklık almayı öğreneceğinize kesin gözüyle bakıyorum.
Four Seasons Bosphorus. Boğaz’ın yeni ve güleryüzlü 5 yıldızlısı…
ÖNEMLİ BİR NOT: Değerli okur, sadece otelden memnun kalmış bir müşteri olarak yazdığım yazıya, zaman zaman otelle ilgili yakınmalar ve sorular gelmesi üzerine bu uyarıyı ekleme ihtiyacı duydum. Otel yetkililerine erişmek için kullanabileceğiniz adres ve telefonlar için buraya tıklayınız
Four Seasons Bosphorus son zamanlarda rastladığım en güler yüzlü ve en kibar personele sahip işletme. Uzun yıllardır işim gereği hem Türkiye’de hem dünyanın bir çok ülkesinde çeşitli otellerde hem çalıştım, hem ağırlandım. Hizmet sektöründe çalışanların genel sorunu bir süre sonra yaptıkları işe yabancılaşmalarıdır. 5 yıldızlı pek çok otelde, bu sorunu aşmak ve “aidiyet duygusu” sağlamak için çeşitli eğitim ve ödül sistemleri vardır. Four Seasons Bosphorus’un avantajı belki de yeni bir otel olması. Dikkatimi çeken bir başka özellik de servis elemanlarının çoğunun güler yüzlü kadınlar olmasıydı. Dış kapıdan başlayarak, kendinizi gerçekten “konuk” hissetmenizi sağlayan bir çaba var herkeste. Üstünüze basmayan dekorasyon, detaylardaki özen ve temizlik hissi harika. Çevreyi görüntülemek istediğimde; eğer iç mekan ise sadece bir kaç kare alabileceğimi kibarca belirttiler. Çok mantıklı bir istek aslında. O kadar masraf edilerek düzenlenmiş bir mekanın, amatör kamera ile görüntülenmesine sınır koyarak, bu konuda en iyi fotoğrafçılardan aldığı hizmetle çekilmiş fotoğraflarla tanıtılmak istemeleri çok haklı bir sebep. Alabildiğine gözünüzün önüne serilmiş muhteşem İstanbul manzarasına sahip bahçede ise görüntü almak serbest. Havanın basık, yağmurlu ve puslu olması nedeniyle, çektiğim kareler pek keyifli değil ne yazık ki. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. Özellikle güneşli bir havada bahçenin keyfini çıkarmayı unutmayın.