:::: MENU ::::

Soul Kitchen, Whatever Works ve Sherlock Holmes. İzleyin, eğlenin

Sinemalarda “halk günü” uygulamasının devam etmesi pek iyi bir durum. Böylece görmek istediğim filmleri indirimli tarifeyle rahatça izliyorum. Geçtiğimiz haftalarda hem Whatever Works’ü hem de Soul Kitchen’i izledim.

Fatih Akın’ın son filmi üzerine pek çok yazı ve eleştri okudum. Fikrine güvendiğim arkadaşlarımın olumlu yazıları, izlediğim fragmanlar ve arka plandaki müzikler de film hakkında güzel ipuçlarıydı. Rahat izlenen bir film Soul Kitchen, hem de almanca olmasına rağmen. Oyuncuların performansları kadar filmin müziklerinin de etkisi büyük.

Fatih Akın filmlerinin vazgeçilmezi Birol Ünel’in canlandırdığı tırlak şef  Shayn Weiss , Soul Kitchen’in sahibi genç Yunanlı oyuncu, kiracı  yaşlı kaptan, ağabey rolünde Im Juli’nin sevimli oyuncusu Moritz Bleibtreu de başarılı portreler çiziyorlar. Sevgili rolündeki kız biraz sırıtsa da, filmin  geneline hakim olan “akıp gidiyor” duygusu sarıveriyor sizi izlerken. Herkes gibi ben de film sonrası, çıkışta filmin müziklerinin cd leri satılsaydı diye düşündüm.

Görsel  http://stanzedicinema.wordpress.com/2009/09/12/venezia-2009-ix-giorno-2/  adresinden alınmıştır.

Gelelim Whatever Works’e; yine sürenin nasıl geçtiğini anlamadığım filmlerden biri de bu. Bir Woody Allen filmi.  

Larry David; Seinfeld izlediğim günlerden takibe aldığım bir isim. Hınzır zekası, kastırmadan oynaması, oyuncu seçimiyle hep saygı duyduğum biri. ComedyMax kanalını izleyebildiğim zamanlarda Curb Your Enthusiasm dizisinden de büyük keyif alırdım. Film ve dizilerindeki kaba esprileri bile sükunetle izleten Larry David, bu filmde de arızalı birini canlandırıyor. Kendinden çok da farklı biri değil sanırım bu tiplemeler, o nedenle de daha yakın buluyor insan izlerken. Rol arkadaşlarından Patricia Clarkson‘ın performansı da pek iyiydi. Yüzünüzde gülümsemeyle vakit geçirmek istiyorsanız, çıktığınızda da dünyayı kurtarmış gibi hissetmeniz gerekmiyorsa kaçırmayın bu filmi derim.

Görsel http://rthktheworks.wordpress.com/2009/10/18/movie-review-whatever-works/  adresinden alınmıştır.

Ve geldik Sherlock Holmes’a. Sevgili Duygu Kutlu’nun öngösterim davetini görüp de sevinmediğim zaman pek yok ama bu film ile ilgili daveti gördüğümde evin içinde dans da ettim 🙂 Emir’in Boston’a dönüş uçağına bindiği günün akşamındaydı öngösterim. Bu kez ben ona nispet yaptım “senden önce izleyeceğim” diye 🙂 Aynı gün TED xReset toplantısına da katıldığım için çıkışta sevgili Doktor ile koştura koştura gittik Cevahir’e. Pek çok tanıdıkla kısa sohbetin ardından, yerlerimize kurulup izlmeye başladık. Burada bir yakınmam olacak, ses sisteminin sınırlarını zorlamak gerekmeyen filmlerden biriydi Sherlock Holmes, hangi akla hizmet ses düğmesi sonuna kadar itiliydi anlamadım açıkçası. Ama Robert Downey JR ve Jude Law gibi adamlar perdeye yansıyorsa, pek çok şey anında siliniveriyor 🙂 Her ikisi de yine çok iyiydi. Ama Robert Downey JR. küllerinden yeniden doğmanın tadını dibine kadar çıkartmıştı bu filmde de. Kötü adam rolünde Stardust’ın Septimus’u Mark Strong döktürüyordu yine. Filme renk katan Holmes’un gözdelerinden Irene Adler rolünde de Red Eye’da bizleri gerim gerim geren Rachel McAdams var. Vizyondan kalkmadan izleyin, eğleneceksiniz.

Görsel  http://lamoviedriver.blogspot.com/2009_12_01_archive.html adresinden alınmıştır.


3 boyutlu bir masal: Avatar

Emirim yılbaşı öncesi geldiğinde, Avatar fırtınası yeni başlamıştı. Herkes birbirine giriyor, kan gövdeyi götürüyordu. GS-Fener taraftarlarının ağız dalaşını izler gibi dehşet içinde izliyordum olup biteni. Öngösterime gidenlerin ve vizyonda izleyenlerin büyük bölümü filmi yerden yere vuruyordu. Merak ettiğim, ne bekliyorlardı da neyi bulamadılar. “Senaryo zaten Pocahontas”, “Cameron yapa yapa bunu mu yapmış”, “ben zaten öbür Avatar sanmıştım hayal kırıklığına uğradım” gibi gibi. Sanki haftalarca yer gök inlemedi mavi yaratık fotoğraflarıyla, nasıl karıştırılır ki The Last Airbender ile. Ayrıca bu muhabbet; aylar önce Coca Cola’nın kısa öngösterimi sonrasında da günlerce konuşulmuştu. O kısacık gösterimde gördüklerim bana görsel bir şölen vaad ediyordu. İşte sırf bu nedenle yazılanları okuyup etkilenmemeyi tercih ettim. Hem zaten sinema dediğin, eğlenmek ve keyifle vakit geçirmek için gidilen bir yer değil midir?  

Nihayet haftalar sonra, uygun bir seansa ve film izlemeyi sevdiğim en arkadan bir sıra önde yer bulup bilet almıştı Emirim, heyecanla Cevahir’in yolunu tuttuk. Ben sürekli neden İstinye Park’a gitmediğimizi sorgularken bana “darılma ama ben arkadaşlarımla gitmiştim, seninle bir kez daha izleyeceğim” dediğinde üzüldüm, ama teknolojinin içinde dolaştığı için bana rahat izleme şansı veren bir sinemaya götürdüğüne de ikna oldum. Gerçekten de Cevahir Megaplex’in kırmızı, ortası alengirli üç boyutlu gözlükleri sayesinde baş ağrısı vs hissetmeden keyifle izledim filmi. Beklentim yoktu, aşağı yukarı ne göreceğimin ipuçları verilmişti aylar önce. Ama bu kadar keyifle izleyeceğim bir “dijital masal” da beklemiyordum. Renkler, detaylar, yaratıklar, makineler, karakterler hepsini sevdim. Filme veryansın edenler, beğendikleri filmleri 86 kere izleyebilenler neden Pocahontas tadında bir dijital masalı daha izleyememişlerdi acaba.

Filmde tek içime sinmeyen nokta; proje yöneticisi profesör kadının fosur fosur sigara içmesiydi. 2200 lü yıllara yaklaşılır, teknolojinin zirvesine varılır ama bilim adına gözünü budaktan sakınmayan, doğa aşığı kadın ortalığı dumana boğarak dolaşır sahnelerde. İşte tam burada sigara lobileri devreye giriyor ve Cameron’a yıllarca beklediği maddi desteği veriyorlar. Böylece çoluk, çombalak gidilen sinemada, örnek insan olarak alkışlanacak profesör neredeyse kulağından duman çıkartarak dolaşır. İşte her şey içime sindi de bir buna takıldım kaldım ben. Son yıllarda zaten filmlerin en büyük destekçilerinin sigara lobileri olduğu biliniyor. Dikkat edin pek çok dizi filmde de sigara baş rolde. Hatta şimdilerde TV kanallarında anlamsız buğulama tekniğiyle yok edilmeye çalışılıp film keyfimizin de içine ediliyor. Mad Men dizisinde sigara içmeyen kimse yok neredeyse. Çok rica ederim çıkıp da bana “ama o zamanları gerçekçi anlatıyorlar vs” demesin. Sigara içilmeden de çok güzel anlatılabilen dönem filmleri olmuştur.

Sigara lobileri hakkında çok şey biliyorum, çünkü bir zamanlar bu şeytanların içinde görev almıştım. Açık hava organizasyonu, sportif aktivite diye yutturmadık mı yıllarca insanlara Camel Trophy ile markayı. Marlboro boşuna mı sahiplendi yıllarca Formula yarışlarını. Sağlık kurulları gırtlaklarına çöktükçe, daha kolay zarar verebilecekleri film piyasasını keşfettiler. Ürün yerleştirmenin daniskasını yapıyorlar. Sigara sevdalıları pek kızacak okuduklarına ama gerçek bu dostlar, Şimdi bir de bu gözle izleyin bundan sonra filmleri dizileri, bakalım neler fark edeceksiniz.

NOT: Nette biraz arama yaptığımda bu konuya takılanın sadece ben olmadığımı da gördüm. Linkleri aşağıya ekledim. Tartışmalar unutulup gidecek tabii, her zaman olduğu gibi “Para konuşuyor”. Yazık…

http://www.prwatch.org/node/8805

http://virginiahughes.com/2010/01/04/botany-of-avatar/ http://www.worstpreviews.com/headline.php?id=16300

http://www.avatar-movie.org/photo/6470991/thread/3572955/Why+is+Sigourney+Weaver+smoking+in+Avatar%3F

Görsel   http://jade7163.wordpress.com/   adresinden alınmıştır. .


40 yaşından sonra kariyer değiştirilir mi?

Kesinlikle evet.  Kenarından köşesinden dolaşırsınız dilerseniz, dilerseniz de hiç ilgisi olmayan başka bir iş yaparsınız. 19 yıl yöneticilik yaptıktan, masanın arkasında oturup ayağıma hizmet getirilmesine alıştıktan sonra bu beyliğime son verip, Milliyet gazetesinde sıradan bir reklam satış elemanı oldum. Çalışmam gerekiyordu, şımarıklık yapma lüksüm yoktu, kaldı ki 5 nisan 1994 krizi ortalığı toz duman etmişti. Zor gelmedi mi, tabii ki çok zor geldi. Elimde çanta kapı kapı dolaşıp reklam yeri satmam bekleniyordu. Kısa sürede birlikte çalıştığım ekibe kendimi sevdirmeyi başardım. O dönem, karşımızda bir dev gibi dikilen Hürriyet IK ekine rakip Milliyet IK sayfaları yapmaya başladık. Gayet de iyi işler başardık. Teknoloji sayfalarını hazırlayan arkadaşımız yurt dışına gidince onun görevini de üstlendim. Bu gün teknolojiyi günü gününe takip etmemi sağlayan, her yeniliğe yüzümde bir sırıtmayla yaklaştıran hep o sayfalar olmuştur. Şimdilerde bir çok büyük şirketin CEO ya da genel müdürü olan genç iş adamlarıyla da o zaman tanışmıştım. İnterneti büyük bir heyecanla takip etmemi sağlayan ve ilk servis sağlayıcım olan Superonline ile de o yıl tanıştım. AKM nin yan duvarına büyük ekran olarak yansıtılan Win 95 sunumunu anlatan Bill Gates’i dinlerken gözlerimden yaşlar geldiğinde bana “aman sen de amma abarttın” diyen iş arkadaşlarımın bir kısmı, bilgisayarla barışmayı bile geçtiğimiz yıllarda yükselen Farmville  sayesinde gerçekleştirdi 🙂 Sektörel fuar sayfaları hazırlama konusundaki isteksizliğimi de bilgiye olan açlığım bastırmıştı. Bu sayede hem İstanbul’un, hem de yurdun diğer yerlerinde neler olduğunu öğrenme şansım oldu. Devasa iş makinalarından, unlu gıda firmalarına, gözlük markalarından, silah sanayiine kadar pek çok  konuda detay öğrendim. Bana zaman zaman ukalalık yapma şansı verdiği için o günleri hep minnetle anarım 🙂 Milliyet maceram reklam müdür yardımcılığı ünvanıma rağmen (o zamanlar böyle ünvanlar söke söke alınıyordu, ulufe gibi dağıtılmıyordu) Doğan Grubunun genel manasızlıklarına katlanmak istemediğim için istifamla son buldu. Kısa bir deneme sonrası, Miliyet’te ajansların bana yaşattığı gerginlikler nedeniyle artık bir başka ajansta Medya Planlama ve Satın Alma işinden haz etmeyeceğimi görüp , yeni bir arayış peşine düştüm. Şansım yaver gitti ve bana göre biçilmiş kaftan olan Halkla İlişkiler/Organizsayon işi yapan bir firmada göreve başladım. 6 yıl süre ile hem yurt içi, hem yurt dışı pek çok organizasyonda aktif olarak görev yaptım. Camel Trophy seçmeleri için orman yollarında dolaşmaktan, 6-7 bin kişilik şirket pikniklerine, yerli malı ilk Woodstock örneği H2000 den, 5 yıldızlı otellerde basın toplantılarına kadar pek çok iş yaptım. Hizmet verdiğimiz çok çeşitli markanın, birbirinden değişik ürünleri için geliştirilen strateji toplantılarında saatler geçirdim. Yaşadığım her andan keyif aldım. Taa ki şirket Amerikalılara satılana kadar. Yine bir dönüm noktası ve yine hayata devam.
Korkmayın; kariyer değiştirmek o denli korkulacak bir şey değil, bir başka yazıda sizlere 50 yaşınızda işsiz, evsiz ve beş parasız kalırsanız neler yaparsınız o konuda da ipuçları vereceğim. Bu günlük bu kadar duygu fırtınası bana bile çok 🙂


Her yaşa, her duruma göre kariyer planınız olmalı

Bir süredir okuduğum yazıların ve yorumların çoğunda, iş hayatında ve kariyerindeki adımları tartışan, bu konuda fikir alışverişinde bulunanları görüyorum. Ülkemizde yaşayan pek çok kişide olduğu gibi, bu paylaşımları yapanlarda da gelecek endişesi sorunların en büyüğü olarak görünüyor. Genç yaşta olanların gelecek endişesi ile yaşı 35 üzeri olanların endişeleri farklı elbet. Geçtiğimiz günlerde 40 yaş üstü insanların kariyerleri konusunda neler yapabilecekleri üzerinde söyleşiliyordu. Çoğu genç arkadaşımız o yaşlarda artık her sorunu halletmiş olacağını umuyor ve emekliliğe hazırlanıyordu. Onca eğitim, öğretim, özel kurslar, seminerler, kişisel gelişim çalışmaları 40 yaşta tükenecek bir enerji için mi olmalı? Yoksa o yaştan sonra farklı alanlarda hem kendini oyalayacak, hem de çevresine yardımı olacak alanlara mı yönelinmeli? Benim oyum ikinciden yana. Takip ettiğim bloglar, kişisel gelişim siteleri, 50 yaş üstü kariyer sahipleri için bile yeni alanlar önerip hayata bağlanılmasını işaret ederken, 40 yaşını geçtiği için öleceğini zannedenlere şaşıp kalıyorum bazen. Sonra 20 li yaşlarda insana 40-50 gibi rakamların ne kadar uzak ve ölümcül olduğunu hatırlıyorum 🙂
Yaşayıp görmek yerine, örneklerden dinlemek ve olası hatalar yüzdesini azaltmak hep akıllıca gelmiştir. Örnekleri dinleyin, okuyun ve araştırın, mutlaka aklınızın yatacağı bir yedekleme programınız olacaktır. Hayat hepimize garip oyunlar oynayabiliyor zaman zaman, ama planlanmış bir hayatta, olası kriz senaryolarını da ihmal etmezseniz sizi yıkabilecek pek az olay çıkacaktır karşınıza. Fiziksel engellerin, coğrafi engellerin, ekonomik ve siyasi engellerin hepsiyle aynı anda karşılaşabileceğiniz senaryolara da hazır olun. Kaygan zeminde patinaj yapılarak günü kurtardığımız bir ülkede yaşıyoruz. Her duruma hazırlıklı olmak sizi “eşitler arasında birinci” yapacaktır. Gençlerin çoğu eğitimli artık, pek çoğu bir değil iki yabancı dil öğreniyor, hepsi bilgisayar kullanıcısı. Bu durumda, eşit imkanlarla yarışanlar arasında öne geçmenizi sağlayacak her olanağı değerlendirmelisiniz.
Önemli bir nokta da, mutsuz  hissettiğiniz işlerden ayrılabilme cesaretinizin olması. Her sabah sürünerek yataktan kalktığınız, her anından bezdiğiniz bir işe gitmenin ne size, ne de çalıştığınız şirkete hayrı olur. Ekonomik krizin sıkıştırmasıyla bulduğunuz ilk işe giriyorsanız, işinizdeki sorunlarla barışmayı, onlara rağmen çalışabilmeyi denemelisiniz. Gerçekten bunalıyorsanız da cesaret gösterip ayrılın . Üst satırda da dediğim gibi, bezgin ruh haliyle yapacağınız işler, sizi mutsuz ve hasta ederken, yöneticilerinizin de sizin hakkınızda ilerideki yöneticilerinize söyleyecek kötü anılar edinmesine neden olur.
Bir diğer konu da aynı şirkette uzun yıllar çalışabilme konusu. Hep yakınılır “yöneticimiz koltuğuna yapışmış gitmiyor” diye. Bunun tersi olan pek çok dünya şirketi çalışanıyla tanıştım, bir kaçı üst düzey yönetici oldular zaman içinde ve çift haneli yıllara varmalarından da rahatsız değiller. Çünkü şirketleri onların yenilenmesini, yeni pozisyonlara terfi etmelerini destekler şekilde yönetiliyorlar. “Salla başını al maaşını” tipi değiller. Yeni bir pozisyona geçmek için hak etmeleri gerektiği, kurumsal kurallarla belirlenmiş. Orada çalışanlar mutsuz değiller. Tempolu çalıştıkları dönemlerde bile, öyle hoş küçük dokunuşlarla moral tazeleniyor ki çalışanın kaçma duygusu hissetmesi engelleniyor. Temelde şahıs şirketi değil de, kurumsallaşmanın başarılmış olması sanırım bu rahatlığı getiren. Türk şirketleri arasında bir elin parmağını geçen çok firma çıkmaz bu tip çalışılan. Önde gelen bir kaç holding dışında tabii.
Bir yorumda, uzun yıllar aynı şirkette çalışmanın yaratıcılığı öldüreceğinden söz etmiş gençler. Katılmıyorum, mesleki körleşmenin bile çaresi, önce kendinizi sürekli yenilemekten geçiyor. “Ver yiyeyim, ört giyeyim, bekle de canım çıkmasın” mantığı ile çalışan pek çok “yaratıcı yönetmen” ve “metin yazarı” tanıdım. Üstelik de çok uzun yıllar geçirmemişlerdi bulundukları şirketlerde. Nasıl olmak ve neler yapmak istediğimize karar verip, amacımıza uyan eğitimleri, seminerleri takip etmek, yazılmış makaleleri mutlaka okumak gerek.
Özetle önce biz tam donanımlı olmaya çabalamalıyız ki, çalışacağımız şirketler de bizlere, yatırım yapmaya değer kişiler olarak bakabilsinler.
Önemli not:
IK uzmanı, kariyer koçu ya da bu konularda uzman biri değilim. Yazdıklarım kendi hayatımdan, yakın çevremden gözlemlerim sonucu değerlendirmelerdir.

Görselin yazının konusuyla bir ilgisi yok tabii 🙂 Geçtiğimiz yıllarda Boğaz sırtlarında Erguvan zamanı çekmiştim.


Starbucks’da Engel Yok…

Sevgili  Simto Alev’in yazısını aynen ekledim. Teşekkürler Simto, teşekkürler Starbucks.

Bundan birkaç ay evvel Özgür Alaz Starbucks‘ın LikeMind‘a sponsor olduğunu ve elde edilen gelirin tamamının yıl sonunda Tohum Otizm Vakfı’na bağışlanacağını duyurmuştu. (Sadece Ekim’de 263 içecek satılmıştı) Starbucks‘un elini böyle bir taşın altına iyi niyetle koyduğunu görünce aklıma gelen ilk şey “engelliler için de bir şey yaparlar mı?” oldu…

Özgür’ün de yardımıyla hemen (aynı tarihlerde) Starbucks ile iletişim kurduk. Onlar da erişim probleminin farkında olduklarını, mimari yapının hali hazırda uyumsuz olmasından da sıkıntı çektiklerini belirttiler. Ve hemen ilk müjdeyi de verdiler. Bir şubelerine engelli müşterilerin erişimi için bir zil takmışlar. Hedeflerinde bu projeyi büyütmek de varmış.

Bu konuda kısa bir iki e-posta trafiği yaşadık. Ben naçizane görüşlerimi ve deneyimleri, onlar ise yaptıklarını paylaştı. Ve ardından derin bir sessizlik çöktü. Ta ki birkaç gün öncesine kadar.

Starbucks bu konudaki çalışmalarını sürdürmüş. Şu an itibariyle 10 adet mazasına bu zillerden yerleştirmiş. İhtiyaç halinde bu zilleri kullanarak yardımcı olacak birilerini çağırmak mümkün. (bu uygulama yokken dahi ne kadar yardımsever olduklarını bizzat deneyimlemiştim.) İlk hedefleri Ocak ayı sonuna kadar İstanbul’da cadde üzerindeki tüm mağazalara bu zillerden takmak.  Projenin bir sonraki aşamasında ise belirli mağazalara erişimi kolaylaştıracak rampaların yerleştirilmesi var..
(Şu an zil takılan mağazalar: Suadiye, Caddebostan, Bahariye, Plajyolu, Çiftehavuzlar, Beyoğlu, Tünel, Galatasaray, Elmadağ ve Bebek.)

Böylece ilk kez zincir mağazalardan biri engelli erişimi konusunda gereken hassasiyeti gösterip çalışmış oldu. Umarım bir gün başkaları da bu yolda küçük de olsa bir adım atacak. Ben de o zamana kadar tek başıma gidebildiğim bir Starbucks mağazasında keyifle mocha’mı içeceğim…

Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.


İnternette hukuk, guguk olmasın

Öğle saatlerinde başlayan bilgilendirici, aydınlatıcı ve zaman zaman eğlenceli konuşmalarla geçen bir panele katıldım. İstanbul Barosu Bilişim Hukuku Merkezi; internetin getirdiği yeni hak ve özgürlüklerin, konunun uzmanları tarafından tartışılacağı tam günlük bir etkinlik düzenlemişti. Ada Kitabevinin alt katında yer alan salonda pek çok tanıdık sima vardı. Hemen yerimi alıp sevgili Gökhan Ahi’nin hoşgeldiniz konuşmasını dinlemeye başladım. Daha sonra açılış konuşmasını yapmak üzere İstanbul Barosu Başkanı Av. Muammer Aydın geldi kürsüye. O da günün anlamına uygun konuşmasını sunduktan sonra panelin ilk bölümü başladı. Bu bölümde moderatörler Webrazzi Arda Kutsal ve Özgür Uçkan hocamdı.  Tartışmacıların biri dışında (Mevlana Gürbulak Digital Age dergisi) hepsi hukukçuydu ve konu başlığı da “Hukuk mu İnterneti değiştirecek, İnternet mi hukuku” idi. Koç Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Bertil Emrah Oder’in akıcı konuşmasına hayran kaldım. İlk bölümün konu başlıkları :

• İletişim Özgürlüğü ve İnternet Erişimi

• Özel Hayatın Dokunulmazlığı, Mahremiyet Hakkı ve İnternet

• İnternet Üzerinde Düşünce ve İfade Özgürlüğü

• Bilgi Edinme Hakkı ve İnternet

• Dijital Aktivizm, Örgütlenme Hakkı ve İnternet

• Yeni Anayasal Hak ve Özgürlük Hareketleri: “Netdaşlık Hakları”

• Anonimlik hakkı

• E-Demokrasi, Yönetişim

Salondaki orta yaş üzeri hukukçu konukların çoğunun hala interneti algılayamamış olduklarını görmek azıcık üzse de, bu panelden sonra konuya daha ılımlı bakacaklarına inanıyorum. Özgür Hocamın coşkulu moderasyonuyla oldukça eğitici ve ilginç geçen ilk bölüm kısa bir mola ile bitti.

İkinci bölümde sahnede pek çok tanıdık vardı tabii 🙂 Sevgili Örtmenim Dr.Ebru Baranseli Sansüre Sansür adına , Korsan Partisi Hareketi adına sevgili İsmail Hakkı Polat ve Emre Sokullu’da Eylem 2.0 adına sahnedeydi, moderatörler ise Media Cat dergisinden Aşkın Baysal ve sevgili Yaman Akdeniz hocamdı. Bu bölümün konu başlıkları ise: 

• İnternet Sansürü ve İfade Özgürlüğü

• İnternet Sansürü ve İletişim Özgürlüğü

• İnternet Sansürü, Telif Hakları ve Bilgi Özgürlüğü

• Copyleft – Copyright

• İnternet Sansürü ve Bilginin Özgür Dolaşımı

• İnternet Sansürüne Karşı Çıkan Yeni Siyasal Oluşumlar

• İnternet sansürü ve Bilgiye Erişim Özgürlüğü

• İnternet Sansüründe Dijital Aktivizm

Bu bölüm hepimizin ilgiyle beklediği bölümdü açıkçası ve beklediğimiz gibi de oldukça hareketli geçti, hatta Müyap adına söz alan konuşmacının bazı sözleri, gerek konuklar, gerek online soru soranlar ve gerekse sevgili Sets’e epey söz hakkı verdi. Videosu kısa sürede link olarak eklenecektir. Konuşmacılardan Avukat Başak Purut, ben de dahil salondaki konuklardan en çok alkış alan konuşmacıydı. Yıllardır konuşulup hala bir şeylerin değişmemiş olmasından birey olarak bizlerin sorumlu olduğunda hepimiz hemfikirdik. Yaman Akdeniz Hocam’ın ustalıkla modere ettiği bu bölüm beklentilerimi karşıladı.

Özetle hukukun değil, internetin hukuku değiştireceğine olan inancım daha da arttı.

Teşekkürler Gökhan Ahi ve İstanbul Barosu Bilişim Hukuk Merkezi.


Yardım çağrısıdır, lütfen destek veriniz.

Bu sabah e postalarımı kontrol ederken Zipkinci.com‘dan gelen bir mesaj dikkatimi çekti. Hemen akabinde Friendfeed’den Okan Yıldırım arkadaşımızın yolladığı direkt iletiyi gördüm. İkisi de, beyin tümörü teşhisi ile tedavi gören ve ameliyat olması gereken güzeller güzel bir kız evlat içindi. Safiye isimli bu hastanın, yeniden sağlığına kavuşabilmesi için bizlerin desteğine ihtiyaç var. Hepimiz günlük kahve ve hızlı tüketilen gıda kotamızdan biraz da olsa artırsak ve aileye destek olsak güzel olmaz mı?
Haydi dostlar lütfen yazımın altında belirtilen ve aileye destek olacak birikimin toplanacağı hesaba, sizler de bütçenizi yormadan katkıda bulunun.
Tanrı, kimseyi evladının sağlığı ile sınamasın.

Detaylı bilgi görebileceğiniz link: http://zipkinci.com/duyuru/40576-cok-onemli.html

Banka bilgileri:
Hesap sahibi : MUHSİN ÇALIŞAL
Banka : YAPI VE KREDİ BANKASI A.Ş.
Şube kodu : 339 MTK ALTINDAĞ / İZMİR
Hesap no : 84998061
Iban : TR180006701000000084998061


Lütfen okuyunuz !

Bu yazının konusu daha erken saatlerde Friendfeed’de yazdığım bir girdiye yapılan manasız yorumlardan çıktı. Pek çoğunuz beni sadece paylaşımlarımla tanıyorsunuz. Kiminiz blog yazılarımı okuyup benim hakkımda fikir ediniyor, kiminiz çeşitli toplantılarda kısa da olsa sohbet edip tanımaya çalışıyor. Ama öyle bir kesim var ki, tam da şu eski sözü hatırlatıyor yaptıklarıyla “kişiyi nasıl  bilirsin diye sormuşlar, kendim gibi demiş”. Üstadlar, gençler;  yaptığım paylaşımlar ilgimi çeken, takdir edilmesi gereken, günlük telaşla atlayıverdiğimiz ama alkışı hak eden konular çoğunlukla. Beni yalakalıkla, çıkarcılıkla, hesapçılıkla suçlamalarının sebebi ise, sanırım son günlerde pek moda olan “Sosyal Medya Görevlisi” pozisyonu ile ilgili. Hayır hiç bir marka için bu görevi yapmıyorum ve yapmayacağım da. Yapanlara saygım sonsuz, benim yeteneğim yok bu konuda. Hem bunca zaman sevdiğim için paylaştığım şeyi, bundan sonra üstüne para alarak yapmak da bana ters.

33 yıllık çalışma hayatımda alnıma hiç leke sürdürmedim, bundan sonra da haddini bilmezlerin bana çamur atmasına izin vermeyeceğim. Devletin verdiği “tabandan” emekli maaşımla yaşamaya çalışıyorum. Zorlandığım zamanlarda ya çocuk bakıyorum, ya ders veriyorum, ya da sağolsun eski iş arkadaşlarımın halen yürüttükleri işlerde danışmanlık yapıyorum. Dışarıdan bakıldığında pek parlak gördüğünüz yaşantının hemen hemen 10 katı gösterişli bir hayat yaşadım aktif çalıştığım yıllarda. Üst düzey yönetici olduğum için kazancım iyiydi ve ben de, hem yaşamayı hem de yaşatmayı seven biriyim. Ailem nedeniyle de çok iyi yaşamaya alışıkım, aynı şekilde, varlığı da yokluğu da bilecek şekilde yetiştirildim. O nedenledir ki 2006 yılında, bir anda hayatım tepetaklak olup beş parasız, işsiz ve hatta evsiz kaldığımda yok olmak yerine, hayata devam etme kararı aldım. Çok zor zamanlar geçirdim. Hala da geçiriyorum. Bazen günlerce evden çıkamıyorum, çünkü paramı ve akbilimi hesaplı harcamam gerekiyor. Altıyüzküsür lira emekli maaşımla ancak bu kadar oluyor. Sevildiğim ve sayıldığım için tanıtımlara, eğitimlere, öngösterimlere davet ediliyorum, gördüklerimi hissettiklerimi yazıp aktarıyorum. Bunları bana silah olarak kullanıp; beni çıkarcılıkla, yalakalıkla suçlayanlara inat yazmaya ve paylaşmaya devam edeceğim.

Bir de önemli not ; iş aramıyorum, sosyal medya görevlsi filan olmayacağım, kendini tehlikede hissedenler sakinleşsin. Histeri  krizine girip saldırmayın boş yere, istediğiniz pür nur mevkiler sizlerin olsun, tepe tepe kullanın.


Sabancı Müzesi’nden bir Devletşah geçti…

Devletsah 215 aralık salı sabahı Sabancı Müzesi’nde yapılan Bizim Usul Makarna web sitesinin görücüye çıktığı toplantıdaydım. Selva Gıda yöneticilerinin, basının, blog yazarlarının ve konukların yoğun ilgisiyle kalabalık bir gruba sunum yaptı sevgili Devletşah. Hem ürünü denemek, hem de yüzlerce konuktan biri olmak onuruna sahip olarak erken haberdar olduğum bu site ve diğer tüm yenilikçi çalışmaları, 360 derece pazarlama anlayışını uygulama konusunda titizlenen Selva ekibini yürekten kutluyorum. Tabii onları bu güzel işleri yapmaya ikna eden ve her adımında emekleri olan Selim Tuncer hocam ve ekibine de teşekkürler.  Devletşah’ın esprili sunumu, çekimlerden hazırlanan kısa bir videonun sunumundan sonra Genel Müdür Mehmet Karakuş geldi mikrofona ve bizlere, yeni kampanyalarından ve ürünleriyle başarılı bir yıl geçiren Selva’nın 2010’da da farklılıklarıyla çok ses getireceğinden söz etti. Şu cümleyi de özellikle not almışım sizlerle paylaşmak üzere; “Biz makarnayı kendi damak tadımıza uygun tariflerle pişirip yemeyi öneriyoruz. Çünkü bizim damak tadımızın, ancak ‘bizim usul makarna’da ortaya çıkacağını biliyoruz”. Devletsah & Ugur Hoca @ Bizimusul Makarna Launch Daha sonra Devletşah sahneye Pazarlama Direktörü Ahmet Nurullah Güler ‘i davet etti. Sayın Güler ise bizlere, video blog yoluyla makarna tariflerini paylaşmanın tüketicilerin ilgisini çektiğinden söz etti. Ve benim için en can alıcı cümleyi kurdu. “Selva, 360 derece pazarlamaya inanıyor, sosyal ağlar, bloglar, sosyal paylaşım siteleri Selva’nın yeni iletişim alanları olacak” dedi ve kesinlikle kalbimi feth etti. Bütün bu olanlar web sitesinden canlı yayınlanıyordu toplantı süresince. Sunumlar ve konukların sahne almalarından sonra, çeşitli tariflere göre yapılan ve Selva ürünlerinden oluşan menüyü tatmak üzere yemek bölümüne geçtik. Kokular muhteşemdi ve çeşitler o kadar çoktu ki, kendimi yaramaz çocuk gibi hissettim. Masamız da çok şenlikliydi. Sevgili Şule ve Uğur Özmen hocalar,  Sunipeyk, Tuğçe Özel, Burak Bayburtlu, Eray Endeş, Harun Pekşen, Metin Kahraman, Gül Fatma Koz hem sohbet edip hem de iştahla yemeklerimizi yedik. BizimUsulMakarnaİlerleyen dakikalarda Genel Müdür Mehmet Karakuş bütün masaları tek tek dolaşarak katıldığımız için teşekkür etti ve afiyet olsun dedi. Uzun zamandır bu kadar alçakgönüllü ve güleryüzlü üst düzey yöneticilerle karşılaşmadığım için çok hoşuma gitti. Eski bir özel olay elemanı olarak da organizasyona emeği geçen herkesi kutluyorum. Girişten başlayarak kabul alanı, salon düzeni, markalama çalışmaları ve daha sonra yemek düzeni ve konuklara verilen armağanlar hepsi, özenli bir bütünün parçalarıydı. Tabii bütün bunlara ek olarak; sevgili Ali Rıza Esin, Cahit Akın ve Sedef Tenim ile karşılaşıp sohbet etmek de günün bonuslarıydı.

Vakit kaybetmeden, http://bizimusulmakarna.com adresine mutlaka uğrayın ve eğlenceli videolar eşliğinde yeni lezzet limanlarına yelken açın.


“Bi bakar mısınız? dedik ama dinletemedik !

Engellerin bedenlerde değil zihinlerde olduğu kanıtlandı bugün yine.

“Bi bakar mısınız ?”
eylemine destek vermek için saat 14.00 de Mecidiyeköy Metrobus durağı girişinde buluştuk. Bi bakar misiniz 1 O ayaza rağmen onlarca tekerlekli sandalyeli dost yerlerini almıştı. Çevreden geçenler nedense sadece kameraya odaklanıyor ünlü birileri olmadığını görünce arkasını dönüp gidiyordu. Elimizden geldiğince çıkartma dağıtıp ne yapmaya çalıştığımızı anlattık. Bi bakar misiniz 2 Basından ilgi gösterenler, engelli  dostlarımız ile söyleşiler yaptılar. Sonra sıra metrobuse binme çabasına geldi. İşte orası, insan olduğumdan utanmama sebep olan olayların başladığı yerdi. Tekerleki sandalyeleri yukarı çıkartmaya çalışırken basının görüntü almasından rahatsız olanlardan, kalabalığa söylenenlere, iteleyerek ayaklara basarak üstümüzden atlayanlara kadar her tip yaratık vardı. Merdivenlerden inerken kalabalığa kızan bir dıngıl ağa ” eylem yapacak yer mi bulamadınız” dedi. İnsanlığını kaybetmiş, kalbi buz tutmuş insanlar gördüm bugün. Tekerlekli sandalyedeki dostlarımızı neredeyse bir kaşık suda boğacaklardı. Bi bakar misiniz 3Utanç ve üzüntü hissimi kelimelerle anlatmam mümkün değil. Gücüm yettiğince destek vereceğim bu harekete, her eylemde 10 kişinin görüşü değişse yine bir adımdır. Bu arada Mecidiyeköy Metrobüs durağı sağlam insanlar için bile çok tehlikeli. Merdivenler o kadar dar ve anlamsız ki, olağandışı bir durumda insanların paniğe kapılıp birbirlerini ezmeleri işten değil. Bu arada görevlilerin ruhsuzluğu, emniyet güçlerinin duyarsızlığı da görülmesi gereken davranış biçimleriydi. Hani etrafta sık sık söyleniyor ya “bu ülkenin yüzde filancası müslüman” diye, haydi canım siz de. Benim bugün gördüğüm insan müsveddelerinin dinden imandan haberleri yoktu inanın. Teşekkürler Yiğit ve Simto bizlerin dikkatini bu konuya çektiğiniz için.


Sayfalar:1...46474849505152...61