:::: MENU ::::

İyi ki doğmuşsun Cadıcığım

2007 yılında googleda arama yaparken rastlantıyla bulduğum bir blog yazısıyla tanıdım Pazarlama Cadısını. İş görüşmelerinde sıklıkla yaşayıp tepemi attıran durumları, hınzır ifadesiyle kaleme alması pek hoşuma gitmiş, yazılarının tutkunu olmuştum. 2008 de bir E Tohum toplantısında, sevgili Metin Kahraman’ın “al işte yazılarını sevdiğin Cadı bu” diyerek tanıştırdığı Burcu Tüzün isimli ufacık tefecik çelimsiz kız çocuğunun, aslında çok güçlü bir karakter olduğunu, babasını çok erken yaşta kaybettiğini, sıklıkla ölümcül kazalar ve hastalıklar atlatan, damarına basıldığında gerçekten aksi ve lanet bir cadıya dönüşen, ama aslında duygusal ve kocaman yürekli biri olduğunu yakından tanıdıkça öğrendim. 

Akdeniz’li olması nedeniyle güneş ve deniz tutkunu, soğuk havalardan hoşlanmayan, her kış Honduras’a göç kararı alan, gerçek bir hayvansever, elini kirletmekten sakınmayan bir barınak gönüllüsü, kimsesiz çocukların ablası, yardım kampanyalarının hamisi, hasta Fenerli, korku filmi tutkunu, dijital pazarlama canavarı, ailesine çok düşkün, sevdiceğine aşık bir 34 beden o.

Çok erken yaşta başladığı çalışma hayatuna sadece, tehlikeli bir boyun omur kırığı döneminde ara veren, durmak bilmeden okuyup araştıran ve yenilikleri takip edip danışmanlık hizmeti verdiği firmalara uyarlayan Burcu’ya; aktif iş hayatının yanında çeşitli seminer, toplantı ve aktivitelerde de sunumlar yaparken rastlayabilirsiniz.

Cüssesinden umulmayacak kadar iştahlı olan, gece 12 den sonra eğer uyanıksa, kendi deyimiyle midesine inen ayıları doyurmak için dolapta ne varsa silip süpürebilen ve moral bozacak şekilde asla kilo almayan, Puma ürünleri tutkunu Cadı’ma; ailesi, kedileri ve sevdiceği ile ağız tadıyla, sağlıkla, bereketle, güneşli günlerle geçecek nice yıllar diliyorum.


Kendiniz Hakkında Gerçeği Söylemenin Beş Yolu

Aşağıda okuyacağınız yazı ve öneriler Dr. Lisabeth Saunders Medlock‘a aittir ve Marjinal Porter Novelli‘nin e bülteninden alıtıdır. Bültene buraya tıklayarak erişebilirsiniz.

Koçluk alanındaki deneyimlerim bana şunu gösterdi; çoğu insan, hemen hedef belirlemek ve plan yapmak ister. Ama, odak noktasını çok çabuk yitirir, planları kolayca aksar ya da belirlediği hedefi ya da hedefin neden önemli olduğunu hatırlayamaz. Kanaatimce, bunun nedeni, başarılı bir hedef belirlemenin olabilmesi için temel düzeyde bazı çalışmaların yapılmasının gerekmesidir. Ve bazı hedefler belirleninceye kadar kişisel sorumluluk olamaz.

Stratejik planlama alanındaki 13 yıllık çalışma deneyimimde, beş temel soruya dayalı bir süreç kullandım. Üzerinde durulan ilk iki soru, “Biz kimiz” ve “Şu anda neredeyiz” idi. Kişisel sorumluluğa giden yolda bu sorulara yanıt vermek gerekir. “Ben kimim” ve “Şu anda neredeyim” sorularına yanıt vermek, kendi kendini keşfe ve gerçeği söylemeye götürür. Ve gerçeği söylemek, kabuk değiştirip kendimizi ve geleceğimizi yeniden yaratmaya ve bunların sorumluluğunu taşımaya hazır olmamızı sağlar.

Kendimiz Hakkındaki Gerçeği Söylemenin Beş Yolu
Kendi gerçeğinizi söylemek korku verir. Çoğu insan, gerçekten kaçınmak için bin takla atar. Böylece, gerçeği söylemenin verdiği acıdan uzak dururuz. İnkar, kısa vadede işlerin yolundaymış gibi görünmesine yol açsa da, uzun vadede bizi değişiklik olasılığından uzak tutar, sorulara saplanıp kalmamıza yol açar, enerjimizi tüketir ve bizi yorgun bırakır. İnkar, bir mücadeledir ve mücadele, direnç demektir. Bir şeye ne kadar çok direnirsek, o şey o kadar çok karşı koyar. Direnç gösterdiğimiz şey inat eder. Daha derine inmek ve kendimize gerçeği ortaya çıkarma izni vermek cesaret ister. Gerçeği söylemek acı verebilmesine rağmen, aynı zamanda acıyı geride bırakmanın da ilk adımıdır. Yaşam kalitemizi artırmak üzere etkili ve kalıcı değişiklikler yapmak için kullanabileceğimiz yöntemlerin yolunu açar.

1) Utanmayı ve suçlamayı bırakın
Çoğu insan, kendi kendini değerlendirmeyi olumsuz bir süreç olarak görür; ama, bir alternatif vardır. Utancı ya da suçlamayı fazla yük olarak görmeyi ve bunları bir kenara bırakıvermeyi öğrenebiliriz. Hatalarımızı ve eksiklerimizi kabullenebilir, hatta bunlardan pişmanlık duyabiliriz; bu arada kendimizi de olduğumuz gibi kabul edebiliriz. Zayıflıklar listemiz üzerinde çalışmaya bunları kutlayarak başlayabiliriz. İnsanlar ne kadar başarılı olurlarsa, eksiklerini görmeye de o kadar açık olurlar. Kendimizi sevebilir ve kabullenebiliriz; ama yine de kendimizi değiştirmek için gerçekten çok çabalayabiliriz.

2) Kendinizi affedin
Utanmaktan kabullenmeye geçmenin etkili yolllarından biri, kendimizi affetmektir. Yeni beceriler ve yeni oluş biçimleri üzerinde çalışmadan önce, ortalığı temizlemek akıllıca olur. Kendimizi yeniden icat etmeden önce hırpalamaya ihtiyacımız yoktur. Kendimize karşı tamamen dürüst ve aynı zamanda kibar olabiliriz. Hatalarımızı kabul ederken kendimize özen gösterebiliriz. Ne de olsa, herkes hata yapar.

3) Geçmişi geride bırakalım, ama ondan ders alalım
Hatalarımızı tekrarlamaksızın geçmişten aldığımız derslere odaklanabiliriz. Geçmiş hakkında kendimizi berbat hissetmeden ileriye doğru hareket etmenin bir yolunu keşfedebiliriz. İşlerin olup bitme şeklinden üzüntü duymak zorunda kalmadan işlerin olup bitme şeklini değiştirebiliriz. Geçmiş bitmiştir. Geçmişi değiştirmek için yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur. Gelecekte olmak istediğimiz bu değilse geçmişte kim olduğumuzu ya da ne yaptığımızı düşünmeyi bırakmak da önemlidir. Bunun anlamı, değişebileceğimize, olmanın ve yapmanın yeni yollarını bulabileceğimize inanmak zorunda olduğumuzdur. Geçmiş, tekrarlamak istemediğimiz şeyleri göstermesi ve gelecekte değişimi yaratmamıza yardımcı olabilecek derslerin keşfedilmesi açısından yararlıdır.

4) Korkularınızla yüzleşin
Bunlardan hepimizde vardır ve bunlar bize geri adım attırmaktan sorumludurlar. Korkularımızı tanımlamak için dikkatli olmamız ve kendimizi izlememiz gerekir. Neye gözlerimizi diktiğimize ve neye aldırış etmediğimize, durumlar hakkında nasıl hüküm verdiğimize ve başkalarının davranışlarını nasıl yorumladığımıza, ayrıca korku kendini gösterdiğinde kendi içimizde yaşadığımız diyaloğa dikkat etmemiz gerekir. Kendi zihniyetimizi, özellikle öğrenilmiş kötümserlik ya da çaresizlik ve kendimizle ilgili diğer sınırlayıcı ya da olumsuz tanımlamaları bilmemiz gerekir. Zihniyet, temel kanaatlerimize dayanır. Korktuğumuzu söylediğimizde, bunun altında kendimiz hakkında sahip olduğumuz bir kanaat -yeterince becerikli değilim, iyi değilim, vb.- ya da dünya hakkında bir kanaat -çok rekabet var, insanlar sunacağım şeyi beğenmeyecekler, vb.- vardır. Korkudan kurtulabilirsek, kendimizi güçlü bir biçimde ortaya koyabiliriz.

5) Güçlü yanlar ile sınırlar arasındaki bağlantıyı görün
Çoğu insan, güçlü yanları ve zayıf yanları ayrı ve alakasız kategorilere yerleştirir. Bunları algılamanın bir başka yolu, yakın ilişki içinde olduklarını görmektir. Kendimiz hakkında zayıflık olarak adlandırdığımız şeylerin çoğu, aslında güçlü yanlarımızı uç noktalara taşımamızdan kaynaklanır. Organizasyon tutkusu olan bir insan, ayrıntılara takılabilir ve toplam hedefi gözden kaçırabilir. Çok iyi dinleyen bir insan, kendi düşünce ve hisleri hakkında konuşmayı unutabilir. Bunlar örneklerden yalnızca birkaçıdır. Hatırlanması gereken nokta şudur; alacaklarımızın ve borçlarımızın tamamı, aynı kişisel hesabın parçası olabilir.

Kendimiz hakkında gerçeği söylemek, kolay bir süreç değildir; ama, gereklidir. O olmadan değişiklik olmaz, hedefler telaffuz edilemez ve onlara erişilemez; her şeyin mümkün olduğuna ve yaşamlarımızın şaşırtıcı olabileceğine inanmak için gerçekten özgür olamayız.


Burcum Karakellem iyi ki doğmuşsun

2004 de tanıdım Burcu Karakelle’yi. Sevgili Didem Özbahçeci Sönmez’in evinde, keyifli bir kahvaltıda uzun saatler sohbet edip gülüp, eğlenmiştik. İlginç meziyetleri olan genç bir meslektaşımla karşılaşmak hoşuma gitmişti. Aradan geçen zamanda kader ikimize de ilginç oyunlar oynadı ve yine yollarımız kesişti. Çalıştığı global şirket, Türkiye ofisini iptal etmeye karar verince, Burcu iş arıyordu ve özgeçmişi Didem tarafından bana yollanmıştı. Kısa sürede yeniden kurumsal hayata dönüp, bir başka büyük şirkette çalışmaya başlamıştı.    

Birlikte toplanıp eğlenceli zamanlar geçiriyor, hayatımızda olanları güncelliyorduk. 2006 da evimi kapattığımda Didem ve Burcu sırayla bana kapılarını açtılar, uzunca bir süre Burcu’nun evinde konuk oldum. Fenerbahçe ile Kalamış’ın kesiştiği noktada, bir apartmanın en üst katında; kocaman pencereli, aydınlık ve en önemlisi Adalar’dan Yenikapı’ya kadar müthiş panoramaya sahip, her tarafı melek figürleriyle dolu bir evdi. Birlikte pek güzel zaman geçirdik. Didem ve Alihan’ın da katıldığı akşam yemekleri, bol kahkahalı pazar kahvaltılarının tadı hala damağımda.

Eğlenceli bir ev arkadaşı, duygusal bir dost ve enerji kaynağı bir öğretmendir Burcu. Yeni yerler görmeye, güzel müzikler dinlemeye, okumaya, film izlemeye bayılır. Birlikte film izlenmesi en keyifli insanlardandır. Film süresince sadece onun tepkilerini izleyerek bile çok eğlenebilir insan 🙂

Formula 1 tutkusu onu tanıyanlarca bilinen en önemli özelliğidir. Yoga, melek çalışmaları, enerji eğitimleri derken, uzun zaman önce annesinin isteğiyle ara verdiği oyunculuk eğitimlerine de yeniden başlayıp, sahnelere geri dönmeye karar verdi. Vahide Gördüm Hocasının tavsiyeleriyle, Ekim ayında bir çocuk oyununda rol almaya başlıyor. Bugünlerde heyecanla yeni oyunun provalarına ve kamera derslerine koşturuyor. Kurumsal dünyada çalışırken asla rastlamadığım kadar keyifli ve neşeli. Gözleri bir başka parlıyor sanki.

İyi ki doğmuşsun Burcum ve iyi ki arkadaşım olmuşsun.


“HAYIR” lı bayramlar hepinize

Dostlarım;
Belki bu akşam, belki yarın çoğunuz bayram tatili nedeniyle bir yerlere doğru yola çıkacaksınız. Sağ ve esen gidiniz, güzelce vakit geçiriniz, eğleniniz.  
Sevgili dost Taylan Tuğut, geçtiğimiz günlerde eski bayramlar hakkında yazalım dediğinde, çalakalem giriştim, sonra baktım daha önce yazdığım bir bayram yazısının neredeyse aynısını yazıvermişim. Ben de o yazıyı sizlere buradan linkle paylaşıp, daha güncel bir başlıkla bayramınızı kutlamak istedim.
Hepinize; ağız tadıyla ve sevdiklerinizle geçecek, güzel bir bayram diliyorum.
Mutlaka, ama mutlaka referandumda oyunuzu kullanmak için geri geliniz.  “HAYIR” lı bayramlar hepinize…


“HAYIR” hem de gönülden

Uzun süre neler değişecek, hangi anayasa maddelerinde nasıl iyileştirmeler yapılacak diye paylaşılan olumlu, olumsuz çokça yazı okudum. Ekonomik istikrar (sanki var da, cari dış açık ürkütücü rakamlara ulaşmış) bozulacak diye telaşlanan iş çevreleri, yandaşlar, besleme basın organları heyecanla savunuyorlar. Acaba bende mi bir terslik var diye düşünmeye başlarken, geçen gün okuduğum Ali Sirmen yazısıyla gönülden “HAYIR” diyeceğim. Rastladığım herkese okutuyorum, kağıda bastığım bu yazıyı.   
Lütfen sizler de okuyun ve RTE’nin kendi ağzından çıkan sözlerle, neden “HAYIR” demeniz gerektiğini görün.
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Sayın Ali Sirmen’in yazısından alıntıdır.
“Son zamanlarda, artık “evet mi hayır mı?” sorularından bıkmaya başlamıştım ki, Mine cumartesi günkü gazetelerden birinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bir açıklamasını okudu ve hemen buyurdu:
– Her şeyi açık açık anlatıyor. Sen de bunu yaz da herkes görsün!
Bir köşe yazarı, karısı yaz deyince, yazmaktan başka ne yapabilir ki? Ben de yazıyorum.
Bakın Tayyip Erdoğan perşembe günü katıldığı iftar yemeğinde ne demiş:
“İnanın ayaklarımızda pranga var. Biz prangaları çözemediğimiz sürece, sizler belki dışarıdan zannediyorsunuz ki, parlamentonun yüzde 65’ine sahipsin çöz de git! Neyi çözüyorsun?
Türkiye’de parlamentonun da, yürütmenin de üzerinde bir yargı gücü var. Seni engelliyor. Ben bugün vali ataması yapamıyorum. Seni engelliyor. Atadığım valiyi geri iade ediyor aynı anda. 23 kere bir müdürü geri iade ediyor (geri iade ediyor denmez ama üslup Başbakan’ındır aynen koruyorum A.S.) Ben bir yürütme ve hükümet olarak, istediğim müdürü istediğim yere atayamazsam, istediğim valiyi istediğim yere atayamazsam, bu ülkede ben nasıl icrai faaliyet yapacağım? Halkın karşısına o mu geliyor, ben mi geliyorum?.. Yarın beni siz yargılayacaksınız, vatandaş yargılayacak. İyi yaptın kötü yaptın diye bana diyecek olan kim. Onlar halkın karşısına çıkmıyor ki, ben çıkıyorum halkın karşısına. Hesabı veren ben, ama gelip bana zulmeden de o. Bu böyle yürümez. Onun için bu anayasa değişikliğine evet istiyoruz.”

***
Tayyip Bey’in 23 Nisan 2010 yılında koltuğunu sembolik olarak küçük bir çocuğa bırakırken söyledikleri de şuydu:
– Artık mühür sende, ister asarsın, ister kesersin!
Tayyip Bey’in bu iki konuşması 12 Eylül’de anayasa referandumunda neden hayır oyu vereceğimi gayet iyi açıklıyor.
Görüyorsunuz Tayyip Bey kendi sözleriyle açıklıyor ki, 12 Eylül oylamasının asıl gerekçesi kendi astığı astık, kestiği kestik yönetiminin önündeki yargı engelini kaldırmak. Tayyip Bey’e bu açık sözlü konuşmasından dolayı çok teşekkür ederiz. Bütün aldatmacaların ardında, gerçek niyetin ne olduğunu şimdiye dek hiç kimse, bu kadar net bir biçimde anlatamamıştı.
Teşekkürler Tayyip Bey! “Hayır”ın en güzel en açık gerekçesini bizzat siz verdiniz. “


Dostlarınız varsa; doğum günlerinizde yaşlanmaz, gençleşirsiniz

Bu yıl Emir’in kısacık da olsa yaptığı İstanbul ziyaretiyle başladı doğum günü kutlamalarım 🙂 Gabriel’le beraber verdiler ilk hediyemi. Harici hardisk alamadığım için pek hayıflandığımı bildiğinden, armağanı bu konuda seçmişler.
3 eylül sabahı, teyzemin erkenden ve sessizce hazırladığı sürpriz kahvaltıyla da devam etti kutlamalar 🙂 Öğle saatinde de sevgili Neva Kip‘le aylardır uğraşıp denk getiremediğimiz öğle yemeğinde buluştuk. Keyifli sohbet yanında Nişantaşı Kantin’in leziz menüsüyle pek güzel vakit geçirdim. Hediyelerim de bonusu oldu.  

Sonra Rumeli Caddesi’nden eğlenceli bir yürüyüşle, metro yardımıyla Astoria’ya gittim. Kendime bir kız filmi armağan etmek istedim. Buldum da, “Going The Distance” sabun köpüğü gibi, ama arada kahkahalarla güleceğiniz sahneleri olan bir romantik komedi. Başrollerde Drew Barrymore, Christina Applegate, Ed adlı dizide ilgimi çeken ve He’s Just Not That Into You ile sevdiğim aktörler arasına katılan Justin Long ve Its always sunny in Philadelphia dizisinde keyifle izlediğim Charlie Day var. Rahatça izleyip, bolca kahkaha attım. Eve dönerken bir dönem birlikte çalıştığım reklamcı arkadaşlarım aradı, doğum günümde sevdiğim bir program hazırladıklarını, kimseye söz vermememi söylediler.

4 eylül sabahı doğum günü kızı olarak, sabah erkenden Friendfeed’deki kutlamaları görüp, zırıl zırıl ağladıktan sonra, susmayan telefonları cevaplayarak duş yapıp, giyinip çıktım evden.
Denize olan aşkımı bildikleri için bir tekne ayarlayıp, boğaz turu ve Riva’ya kadar uzanmayı planlamışlar. Gel gör ki allahın umdurmadığını peygamber sopayla kovalarmış. Trafik ışıklarında yavaşlayıp durduklarında, arkalarındaki su damacana servisi yapan minibüs, bütün hızıyla çarpmış bizimkilere. Kızların her ikisi de sarsıntıda boyunlarını zedelemişler. Arkadaşımın arabası volvo olduğu için onda neredeyse hiç hasar yokmuş, ama minibüsün önü haşatmış. Kağıt  kürek işlerinden sonra hemen Amerikan Hastanesine gidip boyun röntgeni çektirmişler. Birine hemen boyunluk takılmış, diğerinin bir de mr çektirmesini istemişler. Boyunluk takılanı, bir taksiye atladığı gibi benim beklediğim yere geldi. Görünce şaşırdım, sonra da neden telefon etmediler diye kızdım. Üzülmemi istememişler. Birlikte gideceğimiz arkadaşları telefonla aramışlar bildirmişler, bana ille de kendi gelip haber vermek istemiş. Sarlıp, koklaşıp ayrıldık, başka bir zaman aynı turu yapmak üzere sözleşip.    
Bendeniz de ne etsem diye bakınırken, gelen Taksim otobüsüne atıverdim kendimi. Keyifsiz olduğum, enerjimin düştüğü zamanlarda yaptığım gibi Beyoğlu-Tünel turu planladım hemen. Taksim’e çıkılır da Kızılkayalar’a uğranıp arsızlık yapılmaz mı? Tam o sırada “Can Dostum” esprili kutlama telefonuyla arayıp, nerelerdesin demesiyle yanımda bitivermesi arasındaki zaman 2 dakikayı geçmemiştir. Bolca kahkahalı sohbet sonrası kendisini toplantıya götürecek kişileri beklerken, Starbucks’ta sohbete devam etmeye karar verdik. Onu katılacağı toplantıya yolcu ettikten sonra, ben de Tünel’e doğru yürümeye başladım. Yoğun lodos nedeniyle nem oranı iyice yükseldiği için, sık sık klimalı mekanlara girip, sanki alışveriş edecekmiş gibi serinliyordum 🙂 Tünel’deki Starbucks’a attım kendimi, wifi hizmetinden yararlanarak gelen mesajları ve tebrikleri cevaplarken yine zırıldadım, oradakiler de anlam veremediler, ama bulaşmadılar da 🙂 Sonra Cadım aradı, programım olmadığı için “haydi Kadıköy’e gel” teklifini ikiletmedim. Tünel’den Karaköy’e uzadım ve ilk vapurla harika bir deniz gezmesi yaparak planlanan eğlencenin minisini gerçekleştirdim 🙂 Mutad cumartesi ziyaretini gerçekleştiren Wind Spirit’i görünce hemen görüntüledim sevgili Olcayto Cengiz için 🙂 Kadıköy’de evet-hayır yarışmasının son aşamaları oynanıyordu. Meydanda geç saatlerde yapılacak toplantı duyuruları, parti araçlarının devasa kolonlarından yükselen sesler, gürültü kirliliğine tavan yaptırmıştı.

Hemen oradaki Starbuck’sa sığındım ve Cadıyı beklemeye başladım. Bir de sürprizle geldi Cadım, Isparta’dan düğün nedeniyle ziyarete gelen tonton anneannesini de getirmişti yanında. Deniz kenarına gitmenin daha eğlenceli olacağında hepimiz hemfikir olup yola döküldük. Balon’un altındaki sahilde kurulu mekana yerleştik, içeceklerimiz ve gıdalarımızla sohbeti derinleştirdik. O kadar eğlendim ki saatin farkına bile varmadım. Cadı’nın annesi de işlerini bitirip bize katıldı. Harika bir kadın, güçlü, kararlı, bilinçli, iyi eğitimli ve eğlenceli. Üç nesil bir aradayken, hem aile terbiyesi ve görgüsü, hem de genlerin etkisini rahatça görebiliyor insan. Bu keyifli sohbet ve üçü de nev-i şahsına münhasır kadınlardan ayrılmak zor olsa da, son Beşiktaş vapurunu kaçırmamak için hızlıca iskeleye yürüdük.
Akşam saati gökdelenlerin görüntüsüyle çirkinleşmemiş İstanbul panoramasının verdiği hazla, önce Beşiktaş’a, oradan da eve vardım.
Günün yorgunluğunu atmak için hemen bir duş alıp köşeme çekildim. Dostlardan gelen mesajları, yazılan güzel dilekleri okudukça yüzümdeki gülümseme ağzımı ensemde fiyonk olabilecek hale getirdi 🙂
Teşekkürler dostlarım, güzel dilekleriniz, yüreklendiren notlarınız ve sevginizle bir yaş daha yaşlanmak yerine, gençleştim inanın.


Friendfeed kullanıcı profili araştırması

Oğlum Emir ve arkadaşlarının gelişi telaşı, sonraki hayhuy derken Friendfeed Kullanıcı Araştırmasını detaylı inceleyememiştim. Sevgili Uğur Özmen’in yazısı sayesinde kendimi sıralamada görünce, hem sizlerle paylaşmak, hem de başta sevgili Mustafa Duran ve araştırmaya katılanlara teşekkür etmek istedim.
Friendfeed Kullanıcı Profili araştırması; kullanıcıların internette geçirdiği süreden, eş zamanlı kullanılan sosyal medya platform bilgilerine, kullanım nedenlerinden, kişilere kadar pek çok noktaya değiniyor.
Hemen her katılımcının Facebook hesabının olduğu, Twitter’ın Facebook’a oranla daha çok tercih edildiği, sosyal medya kullanıcılarının sıkı birer blog takipçisi olduklarının da belirlendiği araştırmaya göre; video izleme oranlarında erkekler ve kadınların yüzdeleri neredeyse başabaş.
Takip edilen paylaşımlar arasında Pazarlama %44.3 ile başı çekiyor. Onun ardından  %41.5 oranı ile sosyal medya ve 32.4 ile sinema geliyor.
Araştırmaya göre kadınlar ve erkeklerin takip ettikleri konularda ilk hemen hemen aynı ; Pazarlama, Sosyal Medya ve Tasarım.
Araştırmaya katılanların % 56 sı marka/kurumların hesaplarını takip ederken, % 44 etmiyor. Kadınların marka takip etme oranı erkeklere göre daha fazla.
Friendfeed’de öncelikli olarak takip edilenlerin başında sevgili Uğur Hocam var. Bendeniz de erkeklere göre altıncı, kadınlara göre beşinci sırada takip ediliyorum.
Friendfeed’de paylaşımlarından en çok yararlanılan listesinde Mustafa Duran bayrağı kapmış durumda, onu yine Uğur Hocam izliyor. Bendeniz de; erkeklere göre altıncı, kadınlara göre dördüncü sırada yer almışım.
Teşekkürler Pazarlama Dünyası, teşekkürler oy verenler; bu gri havada içimi aydınlatan bir araştırma inceledim sayenizde.


Markalar ve insanlar

Markanıza, ürününüze ne kadar özen gösterirseniz gösterin, ne kadar şık ambalajlar web siteleri ve ilanlar hazırlarsanız hazırlayın, iyi bilgilendirmediğiniz, kurum kültürü aşılayamadığınız bir eleman bile bütün çabanızı yerle bir edecektir.
Uzun yıllardır “Doğa” markasının imza attığı hemen her ürünü gönül rahatlığıyla kullanırım. Özellikle ekinezya çaylarının tutkunuyum. Neredeyse bir yıldan fazla süredir Levent, Etiler civarındaki satın alma noktalarında bu ürün dışında her ürünleri var. Arada başka markaları, aktardan aldığım işlenmemiş ekinezya bitkisini demlememe rağmen aklımın bir köşesinde hep o ürün var.  
İnternet üzerinden kendilerine ulaşıp derdimi anlattım, ürünü nerede bulacağımın bilgisini rica ettim. Genç bir hanım kızımız filanca bölümden falanca beyin beni arayacağını söyleyerek telefon numaramı istedi. Ne arayan var, ne soran diyerek ertesi gün tekrar aradım. Yine aynı minvalde bir konuşma ve yine sizi arayalım cümlesine “ben sadece ürünü bulabileceğim bir mağaza adı istiyorum” demem üzerine beni beklemeye alıp, bir süre sonra da telefonu kapattılar.
Son 15 dakikadır siteyi inceledim. Belli ki markayı yaratanlar, emekleri boşa gitmesin diyerek epey uğraşmışlar, ama en önemli detayı, yani “insan” faktörünü atlayıvermişler. Dr. Feryal Menemenli’nin çabaları, emeği ve girişimlerine çok yazık oluyor.
http://www.doga.com


“Gün Işığında” Berna Sağlam Naipoğlu

Sevgili Berna Sağlam’ı onbeş yıldan uzun süredir tanıyorum. Gerek Vakko’da çalıştığı yıllarda, gerekse kendi şirketi adına yaptığı başarılı işleri hep takip ettim. 90 ların sonlarında “Yılın En Başarılı İş Kadını” ödülünü kazandığını bildirmek ve törene davet etmek üzere bürosuna uğradığımda, sıcacık gülümsemesi ve içtenliğiyle kalbimi kazanmıştı. Zaman içerisinde, özel günlerde mesajlaşarak sürdürdük dostluğumuzu. Geçen yıl ilk kitabını yayınladı Berna Sağlam, kitabın adı “Gün Işığında”. Dünya Gazetesinde yazdığı köşe yazılarından derlemelerin yer aldığı kitabını okuyamamıştım.
Geçtiğimiz hafta oğlum Emir, yabancı arkadaşlarıyla beraber, bir rastlantıyla ofisine toplantıya gittiğinde, zarif bir davranışla beni hem hüzünlendiren, hem de gururlandıran bir yazıyla imzalayıp kitabını yollamıştı. Hiç vakit kaybetmeden okumaya başladım ve bir nefeste okuyuverdim.
Su gibi okunuveren bir kitap, kah gülümsüyorsunuz kah boğazınıza bir yumru oturuyor. Önsözle başladım duygulanmaya, hemen her yazıda hem eğlendim, hem de tanıdık çok şey buldum.
Hayata dört elle bağlanan, hem kendisini, hem de çevresini mutlu etmeye çalışan insanlardan Berna Sağlam.
Minik dokunuşların hepimizin hayatını ne kadar iyi yönde etkileyeceğini tekrar hatırlatan, hayatın kendisinin değil de, birilerinin yaptıkları nedeniyle zorlaştığını anlatan yazılardan büyük keyif aldım okurken.
Kendinizi mutsuz, yalnız, ve huzursuz hissettiğiniz zamanlarda okumak üzere edinmenizi öneririm “Gün Işığında” isimli kitabı.

“İnsan veya hayvan; bir canlının gözündeki ışık, en paha biçilmez değerlerden biridir. Özellikle, bu ışıkta küçücük de olsa bir katkınız olduğunu biliyorsanız.”

Yukarıda yaptığım alıntıyı sevdinizse, yolunuz kitapçıya düştüğünde raflarda arayın “Gün Işığında” yı.


Sayılı gün çabuk geçer derler, doğruymuş

17 ağustosta geldi Emir ve arkadaşları İstanbul’a. Hem yeni projesi için görüşmeler yapmak hem de kısa da olsa İstanbul’u solumak istemişlerdi. Çok gönlüme göre olmasa da epey vakit geçirdik birlikte. Onların heyecanlarına, coşkularına tanık olmak, neşelerini paylaşmak benim de ruhuma çok iyi geldi. O kadar alıştım ki Gabriel denen şirin velete, tamam dese evlat edinebilirim. Emir’le kardeş olsalar bu kadar benzer huyları, alışkanlıkları vs. Dominik Cumhuriyeti’nde bir kardeşi var artık oğlumun 🙂 Çok eğlendirdiler beni şu kısacık sürede.

Bu sabah yolcu ettim ikisini Atatürk Hava Limanı’ndan. Hüzünlü değil, sadece uykusuzduk üçümüz de. Sabaha kadar deliler gibi gülüp eğlenip, araya bir de tavla turnuvası bile sıkıştırıverdik. Güle güle gidin evlatlarım, yolunuz ve bahtınız açık olsun. Güzel günler bekliyor sizleri, kıyısından köşesinden de olsa mutluluğunuza ortak olmak güzeldi.


Sayfalar:1...42434445464748...61