:::: MENU ::::

Girişimci adaylarına, İyi Girişim Zirvesi notları

22 şubat sabahı erkenden yola çıkıp Sabancı Center kulelerinde yapılacak olan İyi Girişim toplantsına gittim. Başvuru formundaki kutucuklara çok fazla söylensem de, onay mesajım gelince pek sevinmiştim.  
Tüsiad ve Endeavor Türkiye önderliğinde, Akbank ana sponsorluğunda düzenlenen
toplantılar, çoğunluğu iş çevresinden, şirketleri tarafından gönderilmiş konuklarla doluydu. Arada eser miktarda öğrenci ve girişimciye de rastlanıyordu. Konuklar kahvaltı büfelerinde çay kahve eşliğinde sohbet ederek toplantının “networking” maddesini yerine getiriyorlardı. Endeavor Türkiye’den Didem Altop‘un hoşgeldiniz konuşması sonrası sırayla sahneye davet ettiği Özcan Tahincioğlu, Ümit Boyner ve Suzan
Sabancı Dinçer‘in ellerindeki kağıtlardan okudukları, heyecan vermesi beklenirken iç bayıltan konuşmaları sonrası, diğer oturumlara katılmak üzere herkes seçtiği toplantının yapıldığı salona yol aldı. Ben konu başlığı “Global Dijital Çağ” olanı seçmiştim. Murat Özyeğin, Mustafa Kılıçaslan ve Cem Topçuoğlu; Artunç Kocabalkan moderatörlüğünde bizlere “Kurumsal kültürü şekillendirmek”, “Inovasyonu teşvik etmek” ve “Her şey yolundayken değişim” ana başlıklarında fikirlerini aktardılar. Murat Özyeğin’in
konuşmasından en can alıcı noktalar “Kurumlar kişilerin düşüncelerine şans tanımalı”,  “Lider mütevazi olmalı “, “Çalışanların sosyal medya kullanımı engellenmemeli”, “Subjektif kriterler bir şirketin ilerlemesi için çok önemli “, Mustafa
Kılıçaslan’dan  “Kurumsal kültür inovasyona açık olmalıdır.”, ” İnternete erişim vatandaşlık hakkı olmalı “, “Şirketlerin facebook, twitter yasaklaması çağdışı bir uygulama”, Cem Topçuoğlu’ndan ise “Şirket lideri iseniz sağlıklı bir paranoyak olarak yaşamanız gerek”, “Zirve sarhoşluğu tehlikelidir.”, “Şirketler mümkün olduğu kadar farklı karakterdeki insanlarla calışmalı. Fikir ayrılıkları yaratıcılık getirir. “, “Değişimi takip eden geride kalir, değişimi yaratan öne geçer” cümleleriydi. Diğer salonlarda ise “Liderliğin Üç Boyutu” ve “X&Y kuşağına ayak uydurmak” konulu söyleşiler ile sırasıyla “Liderlerin gereksinimleri” ve “Marka anahtarı” konulu atölye çalışmaları vardı.
Öğle yemeği sonrası yine üç ayrı söyleşiden seçtiğim “Gençlere ulaşmak:Yeni pazarlam kanalları” toplantısını izledim. Emrah Kaya moderatörlüğünde Fırat İşbecer, Alemşah Öztürk ve Erdem Yurdanur‘un konuşmalarını dinledik. Çarpıcı başlıklar sırasıyla Emrah Kaya’dan  “Nüfüsun %51 inin 28 yaş altı olduğu”, “dijitalin en büyük avantajı geri dönüşümünün ve
ölçülebilirliğinin kolay olması.”, “Gençlerle dijital üzerinden iletişim kurarken birebir iletişimi de ihmal etmemek gerekiyor.”,    
Alemşah Öztür’ten “Türk kullanıcının dikkat eksikliği, sadakat gibi sorunları var “, “Toplumumuz global markaları daha çok tüketiyor. Yerel markalar arttıkça insanımızın marka bağlılığı daha yüksek olacak”, “Bugünün pazarlaması kullanıcıya bir araç yaratıp o aracı kişisellestirmesini sağlamalı”, “Gençlerin içgörüsüne çok güveniyorum, fikirlerini de savunmaları gerek”,  “Gençlerin en büyük problemi çoğu zaman doğruyu düsünmelerine rağmen fikirlerini yeterince iyi savunamamalari”, “Gençler için en önemli keyword “eğlenmek”, “Bugünkü pazarlamanın tanımı gençlere düşüncelerini paylaşabilecekleri dijital oyuncaklar sunabilmektir “, “Varolan platformların üzerinde bir monetization sistemi kurmak bazen yeni platform kurmaktan daha başarılı olabilir”, Fırat İşbecer “Türkiye’de 2 farklı gençlik var ve birbirlerinden çok farklı düşünüyorlar.”,  “gençlik elestiri konusunda artik cok rahat.”, “Otoyollari devlet yapar ama benzincileri, arabalari, restoranlari girisimciler yapar ve para kazanir.”, Erdem Yurdanur “İnternet sadece
gençlere ulaşmak için değil herkese ulaşmak için kullanılmalı.”, “Facebook bize kendi kimliklerimizle yazma yetisini kazandırdı.”.  “Reklam ajansları internet reklamcılığına daha fazla önem vermeli.”, “Bugün mobile yatırım yapanlar 2-3 yıl sonra çok şey kazanacak.” Bu keyifli paylaşımlardan sonra yine kısa bir kahve arası ve networking hamlesi vardı. Sonra ben seçtiğim “Etkin Girişimcilerin Yatırımcı Deneyimleri” başlıklı söyleşiye geçerken diğer konuklar da “Yabilere özel” ve “Sermayenin evrimi” başlıklı diğer söyleşilere dağıldılar. Kayrıl Karabeyoğlu moderatörlüğünde,

Z iya Boyacıgiller, Ahmet Duyar ve Nevzat Aydın’dan deneyimlerini dinedik. Her biri altın değerinde önerileri ve görüşleri ise şöyleydi ;  Ziya Boyacıgiller’den “Türkiye’ye dönmekteki amacım burada yapamazsin dedikleri şeyleri yapmaktı.”, ” Eşek arısının uçabildiğini kanıtlamak için buradayım”,  “Sevdiğiniz işi yapın ama aynı zamanda para da kazanın. Aksi olursa sadece hobi yapmış olursunuz”, “Bilgiye dayanan iş isterim, kirpi etkisi yaratır, uzun dönemde sürdürülebilir küresel ve büyütülebilir olmalıdır “, “Melek yatırımcıyı sadece fazla para verenden değil en fazla yarar sağlayacak olandan seçmek lazım”, “Melek yatırımcı arıyorsanız işinize aşina olanı seçin”, “Yolsuzluğa dayanan kazançlar yerel olmaya mahkumdur. “, “Kayıt dışı iş yapan bir şirketle rekabet ediyorsanız, yeteri kadar kendinizi farklılaştıramamışsınız demektir”, “Bir işi ileride devam ettirmeyecek olsanız bile yapmaya başlayın, en azından tecrübe kazanırsınız.”, “Önemli olan küresel ortamda değer yaratmak “, “Girisimcilik hayat boyu sürecek bir meslektir”, Ahmet Duyar  “Yönetim ekibinizin yetenekli olması gerek.”, “Olmazsa olmazım iş planıdır. İş planı olmadan ilerlemek mümkün değildir.”, “Türkiye’de araştırma konusunda kullanılmayan çok yetenekli bir kitle var”, “1 artı 1 her zaman 2 yapmaz. Daha fazla ya da daha eksik kalabilir.”, “Stratejik işbirlikleri kurun, en etkin olduğunuz alanlarda inovasyona kalkışın”, Nevzat Aydın “İnterneti kullanmaya başladığımın 10.dakikasında hayatımın geri kalanında işimin bu

olacağına karar vermiştim”, “Yemeksepeti özgün bir model, Türklere özel bir model.”,  “Girişimcilikle ilgili elde ettiğim tüm tecrübeyi elimden geldiğince gençlere aktarmaya çalışıyorum.”, “Önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin çok fazla internet yatırımı alacağına inanıyorum.”, “Fikir her yerde var. Önemli olan onu başarılı bir biçimde uygulamaya koyabilmek. ”      
Ve son oturumda sahneye, “Young World Rising” kitabının yazarı Rob Salkowitz geldi. sözlerine “15 yıl önce turist olarak buraya gelmistim. Şimdiyse geleceği konuşmak için buradayım.” diye başlayan Salkowitz’in konuşmasından bazı bölümler “İş dünyasinda ilk kural : Doğruyu yapıyor olmanız yetmez. O doğruyu doğru zamanda yapmanız gerekir”, “Türkiye’nin ortalama yaşı 28. Avrupa Birliği’nde 40.3, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaş ortalamaları  20-25 “, “Genç nüfusa sahip olmak bir firsattır. Amaç ise bu
nüfusu fırsatlara çevirebilmektir. “, “Avrupa’nın Türkiye’ye, Türkiye’nin Avrupa’ya olandan daha çok ihtiyaci var”, “Girişimciyseniz, başarısızlıktan utanılacak bir durum yoktur.”
Emek harcanarak düzenlenmiş, girişimcilerin güzel ipuçları bulabilecekleri bir toplantı dizisiydi. Bu tip
toplantılarda soru sormuş olmak için değil de, gerçekten cevabını istediği soruyu sorabilecek genç insan sayısının artmasını diliyorum. “Konuşmanın tamamını dinledi ise bu soruyu nasıl sordu” diye hayret içinde kaldığım sorular yöneten genç arkadaşlar, girişimci olmaya soyunurken anlatılanları dkkatle dinlemeyi de öğrenmeliler.  Genç girişimciler yatırımcıdan çok finansör bulmak ister gibiler.
Benim için yeni şeyler öğrendiğim, keyifli sunumlar izlediğim, güzel bir toplantı dizisiydi, hem sponsorlara hem de konuşmacılara çok teşekkür ederim.

İpana Pro-Expert ile Galata’da keyifli saatler

19 şubat cumartesi Galata Building’de düzenlenen  İpana Pro Expert Blogger Etkinliğine katıldım. Öğle saati başlayan brunchlı etkinlikte,  dostlarla selamlaşıp, sevgili Maksut Aşkar ve ekibinin el emeği göz nuru hem leziz hem ilginç sunumlu ikramlarıyla ağzımızı  tadlandırıp, sunumun yapılacağı bölüme geçtik. P&G ürün müdürünün yaptığı kısa açılış konuşmasından sonra yine P&G den Profesyonel Akademik İlişkiler Müdürü Diş hekimi Merve Aksoy söz aldı ve ağız-diş sağlığında nelere dikkat etmemiz gerektiği konusunda bizleri bilgilendirdi.  

Sunum süresince öğrendiklerimiz arasında en iç acıtanı, Türk halkının haftada bir diş fırçalama oranı idi. Kişisel temizlik konusunda titiz bir toplum olmadığımız ortada ama haftada bir diş fırçalamak da iyice vahim. İzlediğimiz videolarda tanık olduklarımızdan sonra, sanırım salondakilerden her biri yakın çevresini diş bakımı konusunda taciz edercesine bilgilendirecektir. Açıkçası benim niyetim bu yönde. İlkokul yıllarında çene yapımdaki bozukluk nedeniyle ortodonti tedavisi gördüğüm sırada o zamanlar kullanılan yöntem ve malzemelerin sebep olduğu çürüklerin çok sıkıntısını yaşadım. Dişlerin önemini kaybettikten sonra değil, ağzımızda sağlamken hatırlayıp bakımlarını yapmak en iyisi. Zaten diş hekimleri de bu konuda hemfikirler.

Koruyucu ağız bakım ürünlerini tercih ederek ve düzenli dişhekimi kontrolü ile daha sağlıklı bir ağıza sahip olunabilir. Diş eti bakımına ve hassasiyetine yeni bir bakış getiren İpana Pro-Expert; bakteriyostatik etkisiyle plağı azaltma, diş etlerimizi koruma ve hassasiyet oluşumunu önlemeye yardımcı bir ürün. Ipana Pro-Expert fırçalamayı izleyen 12 saat içinde plak bakterilerini %33 e kadar azaltabiliyor. 6 ay içerisinde diş eti enflamasyonunda %21 e kadar azalma sağlıyor. Diş eti kanamalarında ise %57 ye kadar azalma, hassasiyet oluşumunda da %44 e varan azalma görülüyor. İki güçlü içeriğin yani kalay florür ve sodyumheksametafosfatın aynı anda kullanıldığı ilk diş bakım ürünü olan İpana Pro-Expert;  leke oluşunda 2 haftalık kullanımda %96 ya varan oranda azalma sağlıyor.    

Merve Aksoy’dan sonra söz alan Estetik Dişhekimliği Akademisi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Diş hekimi Ayşegül Demirağ da koruyucu ürünler ve diş hekimleri ile işbirlikleri sonucu artık estetik diş hekimliğinin öne çıkmaya başladığını anlattı. Dişlerimizi günde 2 kez fırçalamanın yeterli olacağını, fazlasının diş minelerine zarar verebileceğini belirtti. Gün içerisinde ağzımızın tazelenmesi için gargara ürünlerinin kullanılmasını önerdi. Tabii bütün bu konuşmalar ve ekrandaki videolar sırasında, sevgili Maksut Aşkar’ın birbirinden leziz, ilginç sunumlu pekmez ve soyalı çıtır somonları, füme etli kişniş kremalı profiterol topları, diş fırçaları üzerine sıkılarak yenilen levrek mousseları ve peanut butter brownieleri de damağımızı şenlendirdi. Sunum bitiminde katılan bütün konuklara Oral-B Triumph kablosuz diş fırçası seti ve İpana Pro-Expert için hazırlanmış özel set armağan edildi.

Bir başka sürpriz de tanıtımın yapıldığı Building ekibinin armağanı olan hediye çekleriydi. Aynı gün bir başka etkinliğe daha katılacağımdan her biri farklı desinger imzalı güzel giysilerle ilgilenmeyi daha sonraki bir tarihe bırakıp çıkarken, diğer hanımlar raflardaki ürünler ve askılardaki giysileri denemeye başlamışlardı bile. Bu keyifli daveti düzenleyen, bizleri ağırlayan, sunumlarıyla bilgilendiren ve birbirinden keyifli armağanlarla evlerimize uğurlayan İpana Pro-Expert yetkililerine, Maksut Aşkar ve ekibine, Buildings çalışanlarına ve tabii e postayla daveti yapan ekip adına, sevgili  Göksel Köse’ye çok teşekkür ederim.


Canlı olma armağanı… Osho’dan

Herkes seni geliştirmek için, *seni daha iyi yapmak için* çalışıyordu.
Herkes insanın başına gelmesi mümkün olan defoları, hataları, yanlışlıkları, zayıflıkları, kırılganlıkları işaret ediyordu.
Hiç kimse senin güzelliğini vurgulamadı, hiç kimse senin zekanı vurgulamadı, hiç kimse senin görkemini vurgulamadı.
Sadece canlı olmak öylesine büyük bir armağandır ki, ancak hiç kimse hiçbir zaman sana varoluşa müteşekkir olmanı söylemedi.
Tam aksine herkes homurdanıyor, şikayet ediyordu.
Doğal olarak hayatının en başından beri seni çevreleyen her şey, olman gereken şey olmadığını sürekli işaret ederse, olman gereken ve izlemen gereken büyük idealler vermeye devam ederse…
Senin oluşun asla onurlandırılmaz.
Senin geleceğin onurlandırılır; şayet güçlü, saygın, zengin, entelektüel; sıradan birisi değil, bir şekilde meşhur birisi olabilirsen.
Sana karşı olan sürekli koşullanma sende,
“Olduğum halimle bir şey eksik. Başka bir yerde olmalıyım, burada değil.
Olmam gereken yer burası değil; daha yüksek, daha güçlü, daha baskın, daha saygın, daha çok tanınan bir yerde olmalıyım,” düşüncesini yarattı.
*Senin başın, senin zihnin;* onların senin nasıl olman hakkındaki düşünceleri doğrultusunda, pek çok şekilde *pek çok insan tarafından dönüştürüldü.
*Kötü bir niyet yoktu. Anne baban seni sevdi, öğretmenlerin seni sevdi, toplumun senin birisi olmanı istedi.
Onların niyetleri iyiydi ancak, onların anlayışları çok sınırlıydı.
Onlar bir gülü, bir marigold yapmayı ve bunun tersini başaramayacaklarını unuttular.
*Yapabileceğin tek şey güllerin daha büyük, daha renkli, daha hoş kokulu olmasına yardım etmektir.*
Rengi ve hoş kokuyu oluşturacak tüm elementleri – ihtiyaç duyulan gübreyi, doğru toprağı, doğru zamanda doğru sulamayı – verebilirsin ama gül goncalarının nilüfer üretmesini sağlayamazsın.
*Ve şayet sen gül goncalarına,* “nilüfer üretmek zorundasın” fikrini vermeye
başlarsan – elbette ki nilüferler güzel ve büyüktürler – yanlış bir koşullanma veriyorsun.
Bu gonca, sadece *hiçbir zaman nilüfer üretememekle kalmayacak*;
onun tüm enerjisi yanlış bir yola yönlendirileceği için gül bile üretemeyecek çünkü *gül üretecek enerjiyi nereden bulacak*?
Ve onun nilüfer, gül üretmeyeceği meydana çıktığında elbette zavallı gonca
kendisini devamlı boş, engellenmiş, çıplak, değersiz hissedecektir.
İnsanların başına gelen şey budur.
Hep iyi niyetlerle insanlar senin zihnini çeliyor.
Daha iyi bir toplumda, daha çok anlayış sahibi insanlarla hiç kimse seni değiştirmeye çalışmayacak.
Herkes senin kendin olmana yardım edecek*; ve kendin olmak dünyadaki en zengin şeydir.*
*Kendin olmak;* hayatını anlamlı, önemli yapacak her şeyi, doymuş hissetmek için ihtiyacın olan her şeyi sana verir.
Sadece kendin olmak ve doğana uygun şekilde gelişmek hayatını doygunluğa eriştirir.
Gerçek zenginlik budur.
Gerçek güç budur.
*Herkes kendisi olarak gelişirse*
*bütün yeryüzünün* muazzam dayanıklılıkta, zekada ve eve dönmüş olmanın verdiği bir tamamlanmışlık halinde, bir coşku sahibi olan güçlü insanlarla dolu olduğunu göreceksin.
OSHO

Ve ben sustum… And I did not speak out…

Önce Geldiler…

Önce Komünistler için geldiler
Ve ben sustum
Çünkü Komünist değildim
Sonra sendikacılar için geldiler
Ve ben sustum
Çünkü ben sendikacı değildim
Sonra Yahudiler için geldiler
Ve ben sustum
Çünkü Yahudi değildim
Sonra benim için geldiler
Ve benim için konuşacak
Kimse kalmamıştı.

Martin Niemöller

First They came…

First they came for the communists.
and I didn’t speak out
because I wasn’t a communist.
Then they came for the trade unionists,
and I didn’t speak out
because I wasn’t a trade unionist.
Then they came for the Jews,
and I didn’t speak out
because I wasn’t a Jew.
Then they came for me
and there was no one left to speak out for me.

Martin Niemöller

Fotograf :  https://encyclopedia.ushmm.org/content/en/article/martin-niemoeller-first-they-came-for-the-socialists


Sevginin endazesi olmaz

Vitrinlerin kırmızı kalpler ve balonlarla donatıldığı günlerdeyize yine. “Sevgililer Günü” alışveriş çılgınlığı dönemindeyiz. Sevginin metalaştırıldığı durumlardan hoşlanmam, çocukken de garip gelirdi. Sorarlar ya çocuklara “ne kadar seviyorsun beni, göster bakalım”, garibancık da kollarını omuzlarının elverdiğince iki yana açarak cevap vermeye çalışır “işte bu kadar” diyerek.
Sevginin endazesi olmaz, yüreğinizin büyüklüğüdür onun ölçüsü. Öyle zamanlar olur ki, sevginizi taşıyamayacak gibi olur yüreğiniz, o kadar yoğundur duygularınız. Bunları kelimelerle ifade etmekte bile zorlanırken, cisimlerle ifade etmeye çabalamak, olsa olsa ticarete yardımcı olur, sizin hislerinizi anlatmanıza değil. Karşınızdakinin beklentilerini karşılayacak bir hediye bulacağım diye çırpınmak yerine, duygularınızı kağıda dökmeyi deneyin, bütün açık yürekliliğinizle ama. Zor mu geldi hislerinizi anlatıvermek, bütün saflığı ve yoğunluğuyla sevginizi dile getirivermek… Tamam o zaman, siz de diğer milyonlarca insan gibi kolaya kaçıp, bir kırmızı gül alıverin. Ya da sarılın sevdiklerinize, sıkıca, gözlerinin tam içine bakın, ona iyi ve kötü günde yanında olacağınızı hissettirin, sevdiğinizin gözbebeklerinde kendinizi gördüğünüzde, bilin ki en güzel hediyeyi veriyorsunuz ve alıyorsunuz.
Birazdan, önce türkçesini sonra orijinal dilinde olanını okuyacağınız bu güzel satırlar, Oriah © Mountain Dreaming’e ait. Bu satırları yürekten söyleyebilecek ve uygulayabilecek insan sayısı arttığında, dünya gerçekten yaşanacak bir yer olacak.
Aşkla kalın, hayata ve onun tüm ifadelerine aşkla…

Davet
Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor
Neyi özlediğini,
Kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın hayalini kurmaya cesaret edip edemediğini bilmek istiyorum
Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor
Aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için
Bir aptal gibi görünme riskini göze alıp almayacağını bilmek istiyorum
Ay’ının etrafında hangi gezegenlerin döndüğü beni ilgilendirmiyor
Kederinin merkezine dokunup dokunmadığını, hayatın ihanetlerince açılıp açılmadığın, daha fazla acı korkusundan kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum
Saklamaya, azaltmaya ya da düzeltmeye çalışmadan benim ya da kendi acınla oturup oturamayacağını bilmek stiyorum
Benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını, insan olmanın sınırlılığını hatırlamadan, bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız için uyarmadan çılgınca dans edip coşkunun seni parmak uçlarına kadar doldurmasına izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum
Bana anlattığın hikayenin doğru olup olmaması beni ilgilendirmiyor
Kendi kendine dürüst olmak için bir başkasını hayal kırıklığına uğratıp uğratamayacağını; ihanetin suçlamasına dayanıp, kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini bilmek istiyorum
Güvenebilir ve güvenilebilir olup olamayacağını bilmek istiyorum
Her gün sevimli olmasa da güzelliği görüp göremeyeceğini bilmek istiyorum
Benim ve kendi hatalarınla yaşayıp yaşayamayacağını;
Bir gölün kenarında durup gümüş Ay’a “Evet!” diye bağırıp bağırmayacağını bilmek istiyorum
Nerede yaşadığın ya da ne kadar paran olduğun beni ilgilendirmiyor
Keder ve umutsuzlukla geçen bir gecenin ardından, yorgun, bitap da olsan, çocuklar için yapılması gerekenleri yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum
Kim olduğun, buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor
Çekinmeden benimle ateşin ortasında durup durmayacağını bilmek istiyorum
Nerede, kiminle, ne okuduğun beni ilgilendirmiyor
Diğer her şey bittiğinde seni ayakta tutan şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum
Kendinle yalnız kalıp kalamadığını, ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum..
Oriah © Mountain Dreaming

The Invitation
It doesn’t interest me
what you do for a living.
I want to know
what you ache for
and if you dare to dream
of meeting your heart’s longing.
It doesn’t interest me
how old you are.
I want to know
if you will risk
looking like a fool
for love
for your dream
for the adventure of being alive.
It doesn’t interest me
what planets are
squaring your moon…
I want to know
if you have touched
the centre of your own sorrow
if you have been opened
by life’s betrayals
or have become shrivelled and closed
from fear of further pain.
I want to know
if you can sit with pain
mine or your own
without moving to hide it
or fade it
or fix it.
I want to know
if you can be with joy
mine or your own
if you can dance with wildness
and let the ecstasy fill you
to the tips of your fingers and toes
without cautioning us
to be careful
to be realistic
to remember the limitations
of being human.
It doesn’t interest me
if the story you are telling me
is true.
I want to know if you can
disappoint another
to be true to yourself.
If you can bear
the accusation of betrayal
and not betray your own soul.
If you can be faithless
and therefore trustworthy.
I want to know if you can see Beauty
even when it is not pretty
every day.
And if you can source your own life
from its presence.
I want to know
if you can live with failure
yours and mine
and still stand at the edge of the lake
and shout to the silver of the full moon,
“Yes.”
It doesn’t interest me
to know where you live
or how much money you have.
I want to know if you can get up
after the night of grief and despair
weary and bruised to the bone
and do what needs to be done
to feed the children.
It doesn’t interest me
who you know
or how you came to be here.
I want to know if you will stand
in the centre of the fire
with me
and not shrink back.
It doesn’t interest me
where or what or with whom
you have studied.
I want to know
what sustains you
from the inside
when all else falls away.
I want to know
if you can be alone
with yourself
and if you truly like
the company you keep
in the empty moments.
By Oriah © Mountain Dreaming,

Yazıda kullandığım fotografı Ekim 2017 de Burhaniye Artur’da çekmiştim.


Yeni denizlere yelken açmak…

Aşağıda okuyacağınız yazım, bu ayki Martı Dergisi’nde yer alıyor. Yazıma ve bu keyifli dijital dergideki birbirinden ilginç konulara Martı Dergisi yazılarına tıklayarak erişebilirsiniz. Yazımda kendi çektiğim fotoğrafların kullanılmasına izin verdikleri için, dergi yetkililerine huzurunuzda teşekkürü borç bilirim.

Yeni denizlere yelken açmak hayalim var. Denizci bir babanın genleri mi, yoksa maceracı ruhum mu bunu isteyen karar veremiyorum bazen. Babamla çıktığım deniz yolculuklarında geminin burnunun köpüklerle suları yararak ilerlemesini izlemek hep hoşuma gitmiştir. Güzel havalarda gemiye eşlik eden yunuslar, her daim yanıbaşımızda uçan martılar, güneşin denize aksi içime huzur ve mutluluk veren görüntülerdir. O yıllarda internet denen muhteşem çözüme sahip olmadığımız için yeni yerler hakkında bilgi alacağım kaynaklar kitaplar ve dergilerdi sadece. Bulabildiğim bütün kaynaklardan yararlanıp gideceğim rotada nereleri gezmem gerektiğini not ederdim. Daha önce oralara gitmiş birilerini tanıyorsam, ilgilerini çeken ve önerecekleri yerleri sorup yazardım unutmamak için. Yedi denizi gezen babam, hiperaktifin biri olduğundan ilgisi çabuk dağılır, sorduklarıma yarım yamalak cevaplar verirdi sanki, ya da belki araştırıp öğrenirsem daha kalıcı bilgim olacağını düşünürdü, kimbilir. Doğan Kardeş dergisi, Resimli Bilgi, henüz o yıllarda Turkiye’de basılmamış orijinal Brittanica ciltleri ve National Geographic dergileri özene bezene sakladığım kaynaklarımdı. İlgi alanımdaki ülkelerin fotoğraflarına uzun uzun bakar, hayallere dalardım.
Şimdilerde uzaklara gitmeyi daha da çok istiyorum. Sadece yeni yerler görmek değil isteğim, bu güzel ülkenin ve yaşadığım şehrin planlı şekilde çirkinleştirilmesine, tarihi eserrlerin yok edilesine tanık olmak canımı acıtıyor, karşı durmaya gücüm yetmediğinden kaçma isteğim artıyor.
Hem babamın işi dolayısıyla, hem de kendi işlerim nedeniyle Türkiye’de, Avrupa ve Amerika’da pekçok yeri gezme şansım oldu. Kıymetini bilmediğimiz, hor kullanıp zarar verdiğimiz bir ülkede yaşıyoruz. Politik amaçlara ve ranta kurban edip yok ettiğimiz doğal güzelliklere, tarihi eserlere sahibiz. Yıllar önce Kavacık sırtlarındaki çirkinliği görüp gözyaşlarına boğulan Japon konuklarımın “siz ne vurdumduymaz bir milletsiniz, bu doğal ve tarihi zenginliğe sahip şehir bizim olsa, onu bir fanusa koyar asla zarar görmesine izin vermezdik” cümlesinin yarattığı utancı hiç unutmuyorum. O zamandan beridir ki İstanbul ile ilgili yıkıcı kararların protesto edileceği her eylemde gücüm yettiğince yer almaya çalışırım. Çarpık kentleşme konusunda bilgilendirebileceğim herkese derdimi anlatmaya çalışırım. Başarım tartışılır, çoğu zaman ellerim böğrümde gözlerimden yaşlar akarak izliyorum olan biteni, gücüm yetmiyor. En ağırıma giden de, bu güzel şehre 70 li 80 li yıllarda doğmuş insanların,  İstanbul’un tarihi dokusunu görmezden gelip, şehrin siluetini değiştiren gökdelenlere methiyeler yazması. Kadıköy’den vapura binip Beşiktaş’a giderken objektifime takılanlar, Avrupa ülkelerinde asla rastlayamayacağınız bir görmemişlik ve rant hırsı sonucu çirkinleştirilen binlerce yıllık güzelliğin yok oluşu. 46 iktidarıyla başlayan yozlaşma, 90 lardan sonra iyice hızlandı. Sanki taşralılar bu güzel şehirden intikam alıyorlar. Yaptıkları her eğreti bina, bu şehri biraz daha çirkinleştirmeye yarıyor. Yeniliğe, şehirlerin gelişmesine karşı değilim. Ama bu çalışmalar, tarihi bir şehrin en değerli varlığı olan silüetini değiştirerek olmamalı. Pek güzel manzarası var diyerek 50 lerin başında Hilton’a imar izni verilerek başlanan çirkinleştirme hamlesi, ilerleyen yıllarda hızlanarak 80 lerde Dolmabahçe Sarayı sırtına dikilen Sivasotel (evet bu ad ona daha çok uyuyor) ve İstanbul’un kalbine çirkin bir hançer gibi saplanan Süzer Plaza ile devam etmiştir. Tabii Taksim meydanı ve civarında altmışların sonları, yetmişlerin başlarında yapılan o zamanki adlarıyla Intercontinetal, Sheraton Otelleri, 80 lerden sonra yükselen Harbiye Orduevi kulesi de unutulmamalı. Yine 60 larda Tarabya’nın en güzel noktasına kondurulan eski Tarabya Oteli (şimdilerde daha da rezil bir görüntüyle İkitelli de camlı plaza şekline girdi ne yazık ki), Yeşilköy sahilindeki Çınar Oteli de yanlış yerlerde dikilen binalar. Yıldız sırtlarına Özal zamanı yapışan Conrad Oteli, ve çirkinliğinden dem vurduğumuz Karayolları binasına inat , son alamet dikiliyor şimdilerde Boğaz sırtına, Tabanlıoğlu projesi olan Zorlu kuleleri. Bunlara, arap zevki çirkinlik abidesi Sapphire’ı da ekleyince görüntü daha da çirkinleşiyor. Şehri yüksek binalarla yenilemek isterseniz, silueti bozmayacak yeni ve uzak alanlar seçersiniz. Beylikdüzü, Kurtköy vs. yerlerde yükselen binalara sözüm yok, çünkü tarihi eserlerin sırtına saplanan hançerlere benzemiyorlar. Amaca uygun şekilde “yeniliği” temsil edebiliyorlar. Paris bu konuda en sevdiğim örnektir. Tarihi şehir özenle korunur, duvara el ilanı bile asamazsınız. Nerede kaldı ki tarihi surlara eğlence yeri yapmak. Hiç mi akıllarına gelmemiştir Trocadéro ve Eiffel manzaralı rezidanslar yapmak. Ya da Roma da Colosseum manzaralı bir alışveriş merkezi inşa etmek isteyen hiç mi olmamıştır. Avrupa’nın pekçok şehrinde fazla çaba harcamadan tarihi filmler çekebilirsiniz. Çünkü doku aynen korunmuştur. İstanbul’da ise dönem filmi çekmek artık pek mümkün değil . Adalar’da çekilen birinci dünya savaşı dönemi dizisinde arka planda  asfalt yollar görmek beni epey rahatsız ediyor. Geçtiğimiz günlerde dostlarla sohbet ederken Ihlamur Kasrı’ndan kayıklara binilerek gezmeye çıkıldığını anlatan arkadaşımızı dinlerken, şimdilerde orada dikilen kuleler geliverdi gözümün önüne ve uzaklara yelken açmak fikri yeniden düştü içime.
Bunca gezi ve uzaklardan söz edince, bu ayki link paylaşımımı da gezginlere yol gösterecek blog adreslerinden seçtim.

Türkçe Gezi Blogları başlığı altında toplanmış 64 adrese bu linkten ulaşabilirsiniz http://ayamerdivenkurduk.biz/?p=2831
Listede olsalar da severek takip ettiklerimi ayrıca  yazdım sizler için.
http://www.cokokuyancokgezen.com/
http://www.binrota.com
http://www.azgezmis.com/
http://kuyruksuzucurtma.com/
http://www.gezijurnal.com/

Vurulduk Ey Halkım, Unutma Bizi

ugurmumcu
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık,
Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı
kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük
Dövüldük, vurulduk, asıldık…
Vurulduk ey halkım, unutma bizi
Yoksullugun bükemedigi bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez,
İsteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarimiz, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Fidan gibi genç kızlardık; hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında iskencecilerin acimasiz ellerine terkedildik.
Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
taptaze inançlarimizi fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi.
Ölümcül hastaydık.
Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmis doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin
ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu.
Hukuk sustu.
İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi.

Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık.
Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attik
önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.

Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük.
Adana’da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bağımsızlık, Mustafa Kemal’den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleri yönetenler gizli emellerle,
başlarımızı ezmek
kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi.
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız
bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız.
Bir kez dinlemediler bizi.
Bir kez anlamak istemediler.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi.

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha
Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmus ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze,
mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi.

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.

Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere
Bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük

Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına.
Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Bir gün mezarlarımızda güller açacak
ey halkım, unutma bizi.
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak
ey halkim unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz
simdi hep birlikteyiz

ey halkım, unutma bizi.

UĞUR MUMCU

Martı dergisi ocak sayısı yazım

Martı Dergisi, herkese yol arkadaşı olma amacıyla yola çıkan online bir dergi. Sevgili Yasemin Sungur önderliğinde keyifli bir ekiple hayata geçirilen, onlarca yazarın daha önce örneğine rastlamadığınız ilginç yazılarına erişebileceğiniz, rahatlıkla okunan bir dergi. Ocak sayısında yayınlanan yazımı aşağıya ekledim. Derginin aslına, Martı Dergisi yazılarına tıklayarak rahatça ulaşabilirsiniz.
“Merhaba  2011
Yeni bir yıla başladık, yeni umutlar, yeni heyecanlarla. Geçen yılın fotoğrafları henüz anılarımızdayken,
bu yıla ait olanları da istiflemeye başlayacağız hızla. Dilekler diledik; daha mutlu, daha sağlıklı, daha başarılı olmak için. Henüz üzeri işaretlenmemiş takvimlerimizle; yeni hatalar yapmadan, kargaşalar, üzüntüler yaşamadan daha başarılı olma şansı yakaladığımızı ve yeni bir başlangıç yapacağımızı düşünüyoruz.
Kocamış dünyamızı hızla kirletmeye devam ederken, bir yandan da nefes alacağımız çözümler üretiyoruz. Bir yandan savaşlarla birbirimizi yok etmeye çalışırken, diğer yandan ölümcül hastalıklara çareler arıyoruz. Karmaşık yaratıklarız vesselam. Bu karmaşıklığımız hayatın her adımını etkiliyor, rengarenk bir dünya oluyor bazen. Her ülkenin kendine özgü yöntemlerle, ama temelde daha güzel geçmesini dileyerek beklenen yeni yıl, ülkemizde de coşkuyla kutlandı yine. Sokaklar, vitrinler, alışveriş merkezlerinin dış cepheleri ışıklarla süslenmişti. Her yerde sevinç ve telaş kolkolaydı sanki.
Çocukların heyecanı görülmeye değerdi.
Her yıl yaptığım gibi kendime notlar hazırladım yine, hatırlamak ve uygulamak bazen zor da olsa, sizlerin de işine yarayacığını düşünüyorum.
İşte sihirli, öneriler:
-Kendinizi sevin, önemseyin.
-Egoist olmayı deneyin, kendinize daha çok vakit ayırın.
-Halinizden şikayet etmeyi aklınızdan bile geçirmeyin.
-Cahiller ve aptallarla tartışmayın, nefesinizi boşa tüketmeyin.
-Çok kızgın ve sinirli olduğunuz zamanlarda bile gülümsemeye çalışın.
Evet haydi şimdi yeni bir yılla beraber, daha güzel günlere doğru yola çıkalım hep birlikte.
Hepinize; önünüzde mutluluklar olan, arkanızda pişmanlıklar olmayan bir yıl dilerim.
Blog önerilerim:
Bu bloga hayran kaldım. http://laturcaenguatemala.blogspot.com/
Yıllar önce, BT dergisinde çalıştığı sıralarda tanıdığım, sevgili Beliz Kudat’ın yazdıklarını merakla okuyorum, sizlere de öneririm. Hayallerinin peşinden giden bu genç yazarı mutlaka takibe alın.
Bu blog çok eğlenceli: http://www.maddebagimlisi.com/
Çok yazarlı bloglardandır, pek severim, konuk da oldum bir ara. Sizler de ilginizi çeken bir konuda maddeleme yapıp konuk yazar olmak için başvurabilirsiniz. Hemen notlarınıza ekleyin.
Bu adreste de her konuda yenilikleri bulabilirsiniz http://trendhunter.com
Her kategoride uzunca vakit geçirmek benim çok hoşuma gidiyor. Yeni yerler, yeni ürünler, olağandışı araçlarla önce siz tanışın. Kesinlikle deneyin derim.

Söyleşi: Didem Altınbaşak Tulgan

Yeni yılda, blog yazılarıma yeni bir kategori ekleyerek devam ediyorum. Kendi alanında başarılı olmuş kadın girişimciler öncelikli olarak, yaptığı işe saygı duyarak başarıya ulaşan her isme sorular sorup, öğrendiklerimi sizlerle paylaşmayı planlıyorum.
İlk konuğum; bir rastlantıyla yolumuzun kesiştiği, Didem Altınbaşak Tulgan. Didem Hanım gülüşü gözlerinde başlayan, dinamik ve kararlı bir iş insanı, duygusal ve sevecen bir anne, iyi eğitimli bir üst düzey yönetici. Emek ve çaba ile, var olmayan bir pazarın yaratılabileceğini ispatlayan, geçen yıl Endeavor Türkiye, bu yıl da Endeavor global girişimcisi seçilen Rafinera markasının yaratıcısı. 2010’un son günlerinde, Rafinera ofisinde işine özen gösteren, geliştiren, bu genç ve başarılı kadın girişimciyle yaptığım keyifli söyleşi sırasında öğrendiklerimi, aşağıda sizlerle paylaşıyorum.
Didem Altınbaşak Tulgan’ı kendi cümlelerinizle anlatır mısınız?
– 1978 yılında İstanbul’da doğdum. Sırası ile St. Benoit Fransız Lisesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Johnson & Wales Universitesi mezunuyum. Evliyim ve 3,5 yaşında Nil adında bir kızım var. MBA’imi tamamladıktan sonra Türkiye’ye döndüm. Yaklaşık 5 sene ilaç sektöründe (Abdi İbrahim A.Ş.) ürün müdürü olarak çalıştım.  Rafinera’nın kurucu ortaklarından biriyim. İyi bir fikir olarak aklıma ilk geldiği andan bugüne kadar Rafinera’nın geçtiği tüm süreçlerde aktif olarak rol aldım. Şimdiki görevim de markayı ve operasyonu yönetmek.
Rafinera’yı nasıl kurdunuz?        
-İlaç sektöründe Ürün müdürü olarak çok yoğun bir tempoda çalışırken kızım Nil’e hamile kaldım. Hamileliğim çok kolay geçmedi, özellikle beslenme düzenimde çeşitli değişiklikler olması gerekti. O iş yoğunluğunda bu yeni beslenme düzenine ayak uydurmam oldukça güç, hatta imkansız gibiydi.
Hamileliğimin son safhasında işi bıraktım, Boston’a taşındım ve daha önce yurt dışında eğitimim sırasında da faydalandığım “meal plan” sistemleri tekrar hayatıma girdi, uymam gereken beslenme düzeni problem
olmaktan çıktı. Kızım doğduktan sonra bu tip bir sistemin Türkiye’de olup olmadığını araştırdım. Olmadığını görünce bu iş fikrini yakın çevreme açtım ve bir iş planı üzerinde çalışır buldum kendimi. Böyle bir sistemi Türkiye’ye en uygun hale getirmek ve aynen benim hamileliğimdeki gibi özel beslenme düzenlerine ihtiyacı olanların en arzu edeceği şekle sokmak için neler yapılabileceğine odaklandım.  Sonunda bu iş planından Rafinera ortaya çıktı. Rafinera’nın sunduğu kişiye özel beslenme planı servisini Türkiye’de sunan başka bir firma yok. Sağlıklı yemek veya ev yemeği tarzında servis veren firmalar olsa da, besin kalitesi, kişiye özel mönüler, beslenme uzmanı desteği gibi bütün bir servis sadece Rafinera ile mümkün. Yirminin üzerinde farklı beslenme planı ile; sadece kilo vermek isteyenleri değil, sağlıklı ve dengeli beslenmek isteyen herkesi hedefliyoruz. Kişiler ister kilo vermeyi, ister formda kalmayı, ister vejetaryen beslenmeyi veya hamileliğe uygun beslenmeyi hedeflesinler, kendilerine yaşam biçimlerine en uygun paketleri sunabiliyoruz.
Menülerde ne gibi yiyecekler var ve kişiye özel menüler nasıl hazırlanıyor?
-Beslenme planlarımızı hazırlarken önceliğimiz sağlıklı ve dengeli beslenme prensibi ile uyumlu olması. Kişilerin hedefleri ne olursa olsun amacımız onların sağlıklı beslenerek hedeflerine ulaşmalarını sağlamak. Bu ilk kriterimizden sonra, kişilerin hedeflerine göre belirledikleri plan dahilinde tamamen kendi tercih ve ihtiyaçlarına göre kendilerine özel mönüler oluşturup, dahil oldukları programdan keyif almalarını öncelikli tutuyoruz. Beslenme planları ile ilgili ilk karar, günlük mönünün tasarlanması
aşamasında veriliyor. Müşterilerimizden fiziki verilerini ve hedeflerini alıyoruz. Buna göre almaları gereken kalori ve bunların hem öğünlere, hem de besin gruplarına dağılımını hesaplıyoruz. Daha sonra servis edilecek öğün ne olursa olsun bu donelere uygun oluyor. Günlük servis aşamasında da yine müşterilerimizden aldığımız özel tercihler devreye giriyor. Sahip olabilecekleri besin alerjileri veya kesinlikle yemedikleri ürünler bizim için çok önemli bilgiler. Bu iki farklı bilgi grubu eşliğinde, müşterilerimizin günlük menüleri ve her öğünlerini teker teker çalışıp hazırlıyoruz.
Rafinera ekibini tanıyabilir miyiz?
-Konusunda uzman ve yeniliklere açık, harika bir ekiple çalışıyoruz. Onları isim isim tanıtayım sizlere:
İdil Şanal – Mutfak Şefi / Koordinatör
İstanbul’da doğdu. İstanbul (Erkek) Lisesi ve Koç Üniversitesi’ni bitirdikten sonra bir Halkla İlişkiler şirketinde çalışmaya başladı. Kısa bir sürede kurumsal hayat düzeninde pek de mutlu olmadığını fark ederek, her zaman tutkusu olan yemekle uğraşmak üzere ilk adımını attı ve Ulus 29’un mutfağında çalışmaya başladı. Yıllardır süregelen fazla kilo sorununa eğilmesi ve yemekle arasındaki aşk-nefret ilişkisini çözümlemeye başlaması, yine bu döneme rastladı. Yaklaşık 35 kg kilo verirken, yemek yemenin sadece lezzet ve hazdan ibaret olmadığını, insanın hayatla olan ilişkisinde çok daha büyük bir yeri olduğunu anlamaya başladı. Bu alanda ilerlemek için yurtiçi ve yurtdışında çeşitli eğitimler alarak farklı mutfaklarda çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönerek Rafinera ekibine katıldı.
Mine Öcalan – Diyetisyen
Konya’da doğdu. Beslenme ve sağlığa olan ilgisiyle Erciyes üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik bölümünden mezun oldu. Eğitimi sırasında farklı kurum ve sektörlerde yaptığı stajlardan edindiği bilgileri harmanlayarak Rafinera’da diyetisyenlik görevine başladı.
Toplumun bilinçlenmesi ve sağlıklı beslenmesi konusundaki hayallerini gerçekleştirmek hedefi ile Rafinera üyelerine kendileri için en uygun olan servisin verilmesi ve ihtiyaç duyduklarında onlara yol göstermek için heyecanla çalışıyor.
Sandra Franko – Müşteri İlişkileri Koordinatörü
İstanbul’da doğdu. Özel Alman Lisesi’ni bitirdikten sonra, bireylerle ilgilenmek ve onlara yardımcı olmak istediği için Koç Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun oldu. Farklı firmaların farklı departmanlarında faaliyet gösterdikten sonra edindiği tecrübe ile eğitimini birleştirerek Rafinera müşteri ilişkileri koordinatörlüğü görevini üstlendi. Rafinera üyelerinin isteklerini daha iyi anlayarak, onlara en iyi ve kaliteli hizmeti sağlayabilmek için sonsuz bir enerji ile çalışıyor.
—–  —– —-
Didem Hanım’la, markası Rafinera üzerine sohbetimiz bu kadar, gerçi çocuklarımız, eğitim vs üzerine de sohbet ettik onunla ama yazı uzamasın diye eklemedim. İleride bir başka başlık altında bu keyifli sohbetten yine alıntılar yaparım.
Rafinera  sistemi, size faydaları, beslenme paketleriyle ilgili detaylara mavi  renkli yazılara tıklayarak ulaşabilirsiniz Rafinera Bireysel Paketler.
Söyleşide kullandığım görseller ve detay dosyası için, iletişim ajansı Communication Sese yetkilisi Doğuş Erdal’a çok teşekkürler.

Merhaba 2011

Yeni bir yıla giriyoruz. Yeni umutlarla dolu günlere koşuyoruz.
Geçtiğimiz yılın fotograf karelerini unutmadan, yenilerine yer açmaya çalışıyoruz.
Manzara pek iç açıcı değil, ama insanız işte, umutlanıyoruz, “belki” diyerek. Hava kirliliği, küresel kriz, petrol fiyatları, dört yanda çalan savaş davullarına rağmen hayaller kuruyoruz, daha güzel daha sevecen bir dünyanın hayalini.

Hepimizin, 2011 de hayal ettiğinden daha güzel bir dünyada yaşaması dileğiyle…
Sevgi ve ışıkla kalın…Bilgelikle Kalın. Evrensel Zekânın Her Oluşta ve Oluşumda Kendisini İfade Eden Bilgeliğinin Farkındalığı ve Hayranlığıyla… Aşkla Kalın. Hayata ve onun tüm ifadelerine aşkla…


Sayfalar:1...39404142434445...61