:::: MENU ::::

Yıllar Sonra 17 Ağustos

17 Ağustos 1999 dan bu yana yıllar geçti. Yaşanan felaketi unutturmak üstünü örtüvermek isteyenler, yeni felaketlere davetiye çıkaran yapılar inşa ettiğini televizyonlarda beyan edenler, yurt dışından yollanan yardımları iç edenler, acil durumda kullanılacak diye her semtte merkezi yerlere konan konteynerleri soyanlar; bütün yüzsüzlükleriyle aramızda dolaşıyorlar.  Hapisteki tek adamı da taltif edip salıverdik, hepimize geçmiş olsun. Yaşadıklarımı 45 Saniye Size Ne İfade Ediyor başlığıyla paylaşmıştım. Bugün sizlerle okuduğumda beni etkileyen ve deprem hakkında fikri olmayanların mutlaka okuyup, sindirmesi gereken bazı yazıları paylaşacağım.

deprem Bu felaketin üstünü örtmeye çalışanlara, aradan geçen onca yılda bir arpa boyu yol alınmamış düzenlemeleri yapanlara, bu konuyu kullanarak rant peşinde koşanlara yüce rabbim şifa versin. Hırs da bir hastalık ne de olsa,  başka söyleyecek birşey bulamıyorum. Lütfen üşenmeyin; aşağıdaki linklere tıklayarak tek tek okuyun, sindirin, paylaşın.

Sets Turan 17 Ağustos 1999 Deprem Güncesi

A. Murat Eren 17 Ağustos 1999

 


İki ürün, bir film, iki toplantı…

Uzunca süredir canım yazmak istemiyor. Altyapısını hazırladığım ve kenarda bekleyen ona yakın yazı var, elbet içimden gelecek yine yazmak. Bu yazıyı da, epeydir anlatmak istediğim iki başarılı ürün nedeniyle yazdım, araya da bir film ve katıldığım iki toplantıyı ekleyiverdim.

Ürünlerden ilki; mayıs ayında ben evde yokken gelen, temizlik günü olduğu için teyzem tarafından özene bezene bir dolabın dibine saklanan ve haziran sonunda tekrar hatırlayana kadar haberim olmayan Dettol El Yıkama ürünü. Çok şık bir ambalajla ulaştırılan ürün kutusu içinde kartvizit vs olmadığı için bu yazıyla yollayanlara da teşekkür etmiş olayım. Annemin alzheimeri nedeniyle ellerini yıkadığından ve temizlediğinden emin olabilmek için özel içerikli sıvı sabun kullanıyorum. Dettol’ü kullanana dek, hemen hepsi elimde kuruluk hissi bırakan ürünlerdi. Paketten çıkanı kullanıp bitirdikten sonra, rengine de hayran kaldığım Dettol Nemlendirici Salatalık Özlü olanı kullanmaya başladım, emin olun el kremi ihtiyacım iyice azaldı. Teşekkürler Dettol, bir de refilin bütün marketlerde olsa tadından yenmeyeceksin.
İkinci ürün Fairy Bulaşık Deterjanı; tanıyanlar bilirler cildim alerjik olduğu için eldivensiz bulaşık deterjanı kullanmam. Alaaddin Adworks ekibi ürün tanıtım toplantısına davet ettiğinde tereddüt etmedim desem yalan olur. Sonra dostları görüp, yeni insanlar da tanıyacağımı düşünerek ürüne bir şans vermek için yollara düştüm. Biri mekan sahibi Serkan Bozkurt diğeri Mehmet Özer iki ünlü şef tarafından karşılanmak, dostlarla sohbet etmek, usta şef Mehmet Özer’in pişirme sırlarını öğrenmek, yeni dostlar edinmek ve bir sürü de kahkaha atmak çok iyi geldi. Fairy testini izlerken yağ kırma özelliğine bayıldım, yemek sonrası sevgili Fundalina ve Hasan Üstadın tabaklarını yıkayıp ürüne onay vermeleri de çok hoştu. Eve dönünce, önce bize armağan olarak verilen Fairy sıvı bulaşık deterjanını denemeye başladım. İki hafta deneme sonunda ellerimde en ufak bir kızarma ve kaşınma olmaması bir yana; yağ sökücü temizlik gücü ve yıkanan nesneden çabucak durulanmasını takdir ettim. Ellerimde kuruluk hissi de yaratmaması beni epey şaşırttı. Bulaşık makinesi için olan tabletler de gayet başarılı. Ben de, teyzem de tabakları makinaya koymadan önce sudan geçirdiğimiz için beklemiş leke temizleme konusunda iddialı bir laf edemem, ama bardaklarda leke bırakmaması önemli detay. Sıvı deterjan olarak diğerlerinden fazla fiyat farkı olmaması da Fairy kullanmaya devam etmemi kolaylaştırdı. Teşekkürler Fairy ve Alaaddin AdWorks ekibi.

D Yapım’dan İyi Günde Kötü Günde filmi için önizleme daveti geldiğinde uzun zamandır sinemaya gitmediğimi fark ettim. Eleştirmenlerle film izlemek beni kasıyor olsa da konusu ve oyuncuları eğlenceli bir film hissi verdiğinden belirtilen gün ve saatte gösterimin yapılacağı sinemadaydım. Tanıdıklarla selamlaşıp, salondaki yerimi aldım. Uzun zaman ara verince yüzümü unutmuş olan değerli eleştirmen bey “telefonunuz kapalıdır değil mi” diye sorunca yüzüme en güzel gülümsememi yerleştirip kibarca cevap verdim. İtiraf edeyim hınzır bir cevap vermek için yanıp tutuştum ama tuttum çenemi 🙂 Film güzel vakit geçirmek için iyi bir seçim, oyuncu kadrosu fena değil, performanslar da öyle. Canım eğlenmek istediği için, eleştirmen beye aldırmayıp birkaç yerde kahkaha bile attım. Canınız sıkıldığı bir günde izleyin, keyfiniz yerine gelsin.
Milliyet gazetesi reklam bölümünde çalıştığım ve Teknoloji sayfalarını hazırladığım dönemde tanıdığım sevgili Elif Duru Gönen’den; PerYön sponsorluğunda SHRM2011 toplantıları yansımalarının paylaşılacağı konulu davet gelince pek mutlu oldum. Uzun zaman sonra Elif Duru Gönen ile yeniden karşılaşmak, sohbet etmek, yeni insanlar tanımak hoştu. Elif Duru Gönen’in anlatımıyla Zappos CEO su Tony Hsiesh’ ın fikirlerini dinlerken, Zappos ekibinde olmak istediğimi de itiraf edeyim.

İkinci toplantı ise 3 yıldır özenle yürütülen Capitol Dilek Ağacı Projesi’nin paylaşıldığı toplantı oldu. Sevgili Yeşer’in daveti üzerine katıldığım toplantıda; Sanal Mutfak Mert ile sohbet etmek ve yeni insanlar tanımak da bonus oldu. Proje yöneticisi Hatice Kulak’ın proje hakkında verdiği bilgiler, Mardin’de yaşananlardan aktardıkları çok güzel anılardı. Devasa bir alanda özel bir bölümde depolanan ve dilekleri gerçekleştirmek üzere hazırlanmış yüzlerce armağan paketi, onlarca  bisiklet sahiplerine ulaştırılmaya başlayacak yakında. Toplantı başlamadan önce konukları beklerken, Dilek Ağacı’nın fotograflarını çektim, o arada 5 ayrı aile gelip ağaçtan dilekleri aldılar. Biz tekrar ağacın başına geldiğimizde onlar da hediyelerini bırakıyorlardı. Bu proje konusunda bilgi almak ve destek vermek için Capitol Dilek Ağacı‘na tıklayınız. Teşekkürler Capitol ekibi, hem nazik ağırlamanız, hem de bu güzel projeyi bıkmadan yürüttüğünüz için.


Bir gün…

Bir gün; bu memleketin yanağına öpücük, başucuna bir not bırakıp gideceğim. “Öyle güzel uyuyordun ki uyandırmaya kıyamadım”.
Aziz Nesin

Tam vaktinde bu cümleyi hatırlatan, sevgili dostum Rengin Serdaroğlu’na teşekkür ederim.

Güncelleme:  Bu harika görseli benimle paylaşan zarif hanımefendi, değerli dost Ayhan Bayırcıklı’ya teşekkür ederim.


18. Avrupa Obezite Kongresi, ECO2011

Mayısın son haftası İstanbul önemli bir kongreye ev sahipliği yaptı. Bir rastlantıyla uçak yolculuğu sırasında tanıştığım, Cincinnati Üniversitesi Kanser ve Hücre Biyolojisi öğretim görevlisi Prof. Nira Ben-Jonathan’dan İstanbul’da yapılacağını öğrendiğim ECO2011 isimli bu kongreyi izlemek istedim. Organizasyonu yapan Figür firmasının; konusuna hakim, başarılı ve nazik yetkilisi Zeyno Tüzkan sayesinde; yazımda sizlerle paylaşacağım önemli bilgiler edindim. 18. Avrupa Obezite Kongresi (ECO 2011); 25-28 Mayıs 2011 tarihleri arasında, İstanbul Lütfü Kırdar Kongre Merkezi’nde, Avrupa Obezite Araştırma ve Türk Obezite Araştırma Deneği’nin iş birliği ve  Prof. Dr. Volkan Yumuk’un başkanlığında gerçekleştirildi.   

Yoğun katılımlı ilk oturumlardan birinde, Uluslararası Obezite Araştırma Derneği’nden Dr. Tim Lobstein, gıda şirketlerinin rekabeti sonucunda çocukları hedef alan çok sayıda reklam yapıldığını, çocukların maruz kaldığı abur cubur reklamlarını kontrol etmek konusunda Avrupa Komisyonu’nun dayandığı “sözde” öz denetimin, istismar edildiğini, çocuklara hangi gıdaların reklamının yapılacağı, reklamların televizyonda ne zaman yayınlanacağı, hangi yaştaki çocukların hedef alınacağı konusunda herhangi bir tutarlılık olmadığını, sonuçta abur cubur yeme konusunda çocukları kandıran bu güçlü yayınları kontrol edilme standartlarının düşük olduğunu söyledi. Dr Lobstein sözlerine, “Durum çok karmaşık. Ancak şaşırmamamız gerekir.  Gıda sektöründe rekabet çok yoğun ve şirketler her zaman kendi çıkarlarına öncelik verecektir. Çocuklara yönelik gıda pazarı milyarlarca Euro değerinde ve bu pazardan pay almak için yürütülen mücadele, iç savaşı andırmaktadır. Bu bağlamda öz denetim, duman perdesi gibidir. Willem Buiter’in finans sektörü için söylediği gibi, öz denetim bir kişinin kendisi için önemli olan şeyleri denetlemesinden ibarettir.” diyerek devam etti. Dr. Tim Lobstein’a göre, “Kolay bir iş olmamakla birlikte, çocukluk çağı obezitesini %50 oranında azaltmayı başarırsanız, yaşam boyu sürdürülmesi halinde, ortamda yaklaşık %10 oranında bir iyileştirmeye karşılık gelmektedir. Çocukluk çağı obezitesinin çarpıcı bir şekilde ortadan kaldırılması (%100’lük bir azalma, başarılması neredeyse imkansız), yaşam boyunca %20 oranında bir iyileşmeye karşılık gelmektedir. Sözlerine ” Çoğu insan, onlarca yıla yayılan süreler içinde kilo alır ve kilo vermenin zor olduğunu düşünürler. Genç bir yetişkin olarak sağlıklı bir başlangıç yapsanız bile, orta yaşa ulaştığınız zaman aşırı kilolu olma yönünde büyük bir risk taşırsınız ve bunun beraberinde getirdiği sağlık sorunları ile yüzleşirsiniz.” diyerek devam eden Dr. Lobstein; salondakilerin çoğunun da desteklediği şu son cümleleriyle konuşmasını bitirdi. “Kilo alma yönünde teşvik eden tüm unsurlarla mücadele etmek için harekete geçmek gerekmektedir. Bir diğer deyişle, meşrubatlar ya da yağlı gıdalara vergi konulması gibi mali teşvikler, reklamların sınırlandırılması ve yerel ortamların, egzersiz yapmak için güvenli ve hoş mekanlar halinde getirilmesi önemlidir.”

Türkiye’de ise durum şöyle; şişmanlık sorununun; son 10 yılda kadınlarda %65 oranında, erkeklerde ise %30 oranında artış gösterdiği saptanmış. Bölgelere göre şişmanlık en fazla İç Anadolu’da (yüzde 25 ), en az ise Doğu Anadolu’da (yüzde 17.2 ) saptanmış. Her 2 ev kadınından 1’inin şişman ve kadınların şişmanlığının tamamına yakınının da hastalık getiren ”elma” tipinde olduğu ortaya konmuş. Türkiye’de her 3 kadın ve her 5 erkekten 1’inin şişman olduğu saptanmış.Şişmanlık; endüstrileşmiş, gelişmiş ülkelerde daha sık, kadınlarda erkeklere göre ve şehirlerde köylere göre daha sık görülüyor. Şişmanlığa neden olan durumları şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Alınan bazı ilaçlar ve hormonlar: Kortizon kullanımı veya psikiyatride kullanılan bazı ilaçlar

2. Beslenme alışkanlıkları:Sık yemek yeme, aşırı yeme, yağlı yemek yeme ve ihtiyaçtan fazla kalori almak

3. Hormon hastalıkları:    a) Cushing sendromu denilen böbrek üstü bezinin fazla çalışması hastalığı   b) Hipotiroidi (Tiroid bezinin az çalışması)   c) Polikistik over sendromu (Obezite,kıllanma ve infertilite ile seyreden endokrin hastalık)   d) Büyüme hormonu yetmezliği   e) Hipogonadizm denilen seks hormon azlığı

4. Sosyoekonomik ve psikolojik faktörler

5. Genetik faktörler

6. Hareketsiz yaşam

Yapılan çalışmalar, şişmanlık oluşumunda kalıtım veya genetik faktörlerin % 25-40 oranında rol oynadığını göstermiş.Şişman kişilerin çocuklarında şişmanlık görülmesi 2-3 kat daha fazlaymış. Anne ve babanın her ikisinin şişman olması durumunda çocuklarının %80’ ninde erişkin yaşta şişmanlık gelişirmiş. Anne veya babadan biri şişman ise çocuklarda %40, her ikisi normal kilolu ise %10 oranında şişmanlık gelişme riski varmış. Çocukluk çağında (3-10 yaş arası) aşırı kilolu olan çocukların %50 ‘sinde erişkin dönemde aşırı kilolu olma riski varmış..Şişmanlığın genetik nedenleri uzun yıllardan beri araştırılmakta. Toplumda sık görülen şişmanlığı ortaya çıkaran birçok genetik bozukluk var. Fransa ve Almanya da şişman ailelerde yapılan çalışmalarda 10 numaralı kromozomdaki belirli bir alanın şişmanlıktan sorumlu olduğu ortaya çıkarılmış. Bu alandaki genlerin incelenmesi ile şişmanlığa neden olan genler daha iyi ortaya çıkarılabilecek.Şişmanlığın neden olduğu hastalıkları da sıralayalım yeri gelmişken:Hipertansiyon-Tansiyon yüksekliği, Diabetes Mellitus-Şeker hastalığı, Kalp hastalıkları, Safra kesesi taşı, Karaciğer yağlanması, Artroz, Reflü özofajit, Gut-Ürik asit artışı, Kanser sıklığında artış (Kadınlarda meme, rahim kanseri, erkeklerde kolon kanseri artar). Adet görme bozuklukları, polikistik over, Psikolojik bozukluklar (Aşağılık duygusu, kendine güven azalması, sosyal yaşamdan uzaklaşma). Felç-inme sıklığı artıyor, Uyku apnesi sıklıkla rastlanıyor. Kadınlarda tüylenme-Hirsütizm, Karaciğer yağlanması oluşuyor.

Bir sonraki gün yapılan oturumda, Uluslararası Obezite Araştırma Derneği (IASO) ve ona bağlı Uluslararası Görev Gücü (IOTF)  yayımladıkları bildiride, Birleşmiş Milletler’den gelişmekte olan ülkelerin sorunlarını ele alırken obezite konusunu da ciddi şekilde değerlendirmelerini talep ettiklerini belirttiler. Uluslararası Obezite Araştırma Derneği Başkanı Profesör Philip James “Bu yıl sonlarında New York’ta gerçekleştirilecek olan BM bulaşıcı olmayan hastalıklar zirvesi kapsamındaki hazırlık çalışmalarında, obeziteye de yan konu olarak yer verilebilir” uyarısını dile getirdi. “Bu tür vurguların daha önce tütün kullanımının kontrol altına alınması, yemeklerde tuz kullanımının ve alkol tüketiminin azaltılması gibi alanlarda yapıldığını gördük. Ancak pek çok ülkede obezitenin yol açtığı sorunlar yakında tütün kullanımının yol açtığı sorunların dahi önüne geçebilecek nitelikte ve eğer hemen harekete geçilmezse, bu savaşı kaybedeceğiz.” dedi.Prof James gıda temini konularına daha fazla önem verilmesi gerektiğine dikkati çekerken, BM’nin dünya çapındaki gıda ve beslenme stratejilerinde lider rol üstlenmesi gerektiğini de vurguladı. “Bu gezegen üzerinde 9 milyar insanı güvenli, emniyetli ve besleyici şekilde beslemeye hazırlıklı olmalıyız. Açlıkla mücadele etmek yetmez; sağlıksız, yağlı ve şekerli yiyecek ve içeceklerin yol açtığı obezitenin gıda eksikliğinden kaynaklanan eski hastalıklardan kaynaklanan sorunların yerine geçmemesini sağlamak zorundayız.” diyerek devam eden Prof James’e göre “Bu BM’nin ortak bir görüş bildirmesi için tek seferlik bir fırsattır. Küresel ısınmayı azaltmak için çevre politikalarımız var, açlık ve yetersiz beslenmeyle mücadele için politikalarımız var ve bulaşıcı olmayan hastalıkları önlemeye yönelik politikalarımız da var. Bu çeşitli politikaların hepsi, devlet iradesi de olursa, insan sağlığına katkıda bulunmak amacıyla küresel seviyede gıda temini politikalarına da yansıtılabilir.”
Oturum aralarında sergi salonunda yer alan çalışmaları görüntüledim, fotograflara da bir süre sonra buradan ulaşabilirsiniz.

ECO2011 bildiri

www.iaso.org

www.iotf.org

 


Meme kanseri ve cerrahi müdaheleler

Bu sabah Taksim Point Otel’de düzenlenen ilginç bir bilgilendirme toplantısına katıldım. Johnson and Johnson-Mentor’dan Ceren Çerezci’nin zarif açılış konuşmasıyla başlayan toplantıda; önce VKV Amerikan Hastanesi Genel Cerrahlarından Dr. Canan Uzel’in Meme Kanseri konusunda yaptığı bilgilendirici sunumu izledik.

Meme kanserini tamamen önleyecek bir yöntemin ne yazık ki henüz olmadığını belirten Uzel sözlerine, hastalık oluşmadan yürütülen stratejiler ile  hastalığın oluşma olasılığının düşürülebileceğini anlatarak devam etti. Dr. Canan Uzel sunumunda, meme kanserinden  korunmak ve riski azaltmak için yapılabileceklerin çok önemli olduğunu, ancak riski azaltsak da bu hastalığa yakalanma olasılığının her zaman bulunduğunu hatırlattı. Erken tanının da en az korunmak kadar önemli olduğunu belirten Dr. Canan Uzel; düzenli egzersiz ve fizik aktivite, sağlıklı beslenme (yağdan fakir,bol lifli ve bol sebze ve meyva), kilo almaktan kaçınma, alkol tüketiminin azaltılması, emzirmenin teşvik edilmesi ile hastalık riskinin azaltılabileceğini sözlerine ekledi. Kadınlarda 20 yaş ve üzerinde her ay kendi kendine meme muayenesi yapılması, 35 yaş ve üzerinde yıllık doktor kontrolleri, ultrasonografi, 40 yaş ve üzerinde her yıl tarama mamografileri yapılmasının da büyük önem taşıdığını anlatan Dr. Canan Uzel; gelişmiş ülkelerde daha sık görülen meme kanserinden her 11 dakikada bir kadının kaybedildiğini ve her 3 dakikada bir kadının bu hastalığa yakalandığını belirtti.       

Daha sonra söz alan yine aynı hastaneden, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Bölümü’nden Prof.Dr. Reha Yavuzer bizlere; meme kanseri nedeniyle meme dokusunun cerrahi olarak alınmasının giderek artan sayıda gerçekleştirilen bir operasyon olduğunu, meme dokusu gibi gerek fiziksel açıdan gerekse psikolojik açıdan bu kadar önemli bir organın kaybında plastik cerrahinin neler sunabileceğini anlattı. Yazıyı uzatmamak için detaylı bilgileri dosya olarak ekliyorum, fırsat buldukça okuyabilir yakınlarınızla paylaşabilirsiniz. Sağlık konusunda toplum olarak özensiz olduğumuzu söyleyen Prof.Dr. Yavuzer, örneğin erkeklerin otomobillerine gösterdikleri hassasiyeti bedenlerine göstermediğini belirtti.
Sunumunun sonunda yeni alınan sağlık kararlarının, doktorların elini kolunu bağladığını, sağlık sigortalarının kar telaşıyla kaliteli malzeme kullanımını engellediklerini de söyledi. Kamuoyunun bu konularda daha çok sorgulaması gerektiğini de sözlerine ekledi.

MEME KANSERİ TEDAVİSİ

MEME KANSERİ İLE NASIL SAVAŞABİLİRİZ

MEME KANSERİ NEDİR VE NEDEN ÖNEMLİDİR

Meme Rekonstrüksyonu


Bunları düşün

“Çoğumuz, yaşamın küçük bir parçasına tutunur ve bu parça üzerinden bütünü keşfedeceğimizi düşünürüz.. Odamızdan ayrılmadan, nehrin tüm uzam ve genişliğini keşfetmeyi ve kıyısındaki yeşil çayırların zenginliğini algılamayı umarız.. Oysa, küçüçük bir odada yaşıyoruz, hayatı el yordamıyla kavradığımızı ya da ölümün önemini anladığımızı düşünerek, küçük bir tuvale resim yapıyoruz; ama anlamıyoruz..

Kavramak için dışarı çıkmak gerek.. Ama, bu küçük pencereli odayı terk etmek; yargılamadan, kınamadan, “bunu severim, şundan hoşlanmam” demeden.Her şeyi olduğu gibi görmek çok zordur; çünkü çoğumuz parça üzerinden bütünü anlayabileceğimizi düşünürüz…

Tek bir jant teli üzerinden tekerleği anlamayı umarız; ama bir jant teli bir tekerlek etmez öyle değil mi? ”

J.Krishnamurti


Gülümsetin ki, siz de gülümseyebilin

Seçim öncesi deliliği yaşadığımız şu günlerde; ülkenin politik gündemi ve olup bitenler ruhumu hallaç pamuğu gibi atarken dengede kalmaya çalışıyorum, çok zorlanıyorum. Dezenformasyondan, görüntü kirliliğinden kaçınmaya çalışsam da etkileniyorum. Hani çocukken korku filmi izlerken gözümüzü kapatırdık ve o sahne geçene kadar da açmazdık ya, aynı ruh halindeyim, gözlerimi yumup; bunca kötülüğü, haksızlığı, ruhsuzluğu, vurdumduymazlığı, arsızlığı, yüzsüzlüğü yok saymak istiyorum.

Bu sabah erken saatlerde sevgili Koray Kocabaş‘ın yolladığı e postayla başladım güne. Paylaştıklarını okurken hıçkıra hıçkıra ağladım ve o gözyaşları ruhumu yıkayıverdi.  Sevgili Esra Öğretmen ve pırıl pırıl öğrencilerinden haber almak ruhumu aydınlatıyor; yıkılan hayallerimi, kaybolan umutlarımı tazeliyorlar. Sizlere sevgili Esra Öğretmenin satırlarından bir alıntı yapacağım ve sonra aşağıya eklediğim linkleri dikkatle okumanızı rica edeceğim. Çevrenizle paylaşın ve elinizden geldiğince destek olmaya çalışın. Uzaklarda bir yerlerde yüzünü güldürebildiğiniz birileri varsa, sizin de yüzünüz gülecek inanın. 

“Çocukluk buralarda pek de farkına varılmayan bir dönem, üzeri kapatılıp, es geçilen bir dönem, büyüklerin verdiği emirlerin yerine getirildiği, isteklerin dile getirilemediği, olmayan çocuk parkında oynanamayan bir dönem. Sizler sayesinde bu çocuklar çocuk olduklarını hissettiler. Bilmem bundan daha harika bir hediye olabilir mi?”

Haydi şimdi harekete geçin, birilerinin hayatına dokunun, onlara hayatın sadece zorlu bir yol değil, paylaşılınca keyifli bir yolculuk da olabileceğini gösterin. Detaylara; aşağıda yer alan koyu renkli yazılara tıklayarak, Facebook sayfasından ve ne zaman isterseniz beni arayıp ya da eposta ile ulaşabilirsiniz.

Facebook sayfası

Başım Gözüm Üstüne!

Haydi Bir Oyun Oynayalım!(1)

Haydi Bir Oyun Oynayalım! (Mardin – I)

Haydi Bir Oyun Oynayalım! (Muş)

Haydi Bir Oyun Oynayalım! (Mardin – II)

Haydi Bir Oyun Oynayalım! (Mardin’den Mektuplar Var)


Aradığını bulmak

Aradığın şey o kitaplarda değil, aradığın şeyi OKUYARAK bulamazsın. Sende eksik olan şeyi GÖZLERİNLE tamamlayamazsın. Aradığın şeyi Dünya’da arayacaksın, AMA aradığın şeyi YÜREĞİNLE bulacaksın. Dünya’daki tüm kitaplar, tüm hesaplar, akıl oyunları, sayfalarca laflar, SEVGİNİN yerini tutmaz. OKUYARAK öğreneceksin ama SEVEREK anlayacaksın.

Şems Tebrizi


“Kadınkırım” hayaldi gerçek oldu, sayelerinde

2002 yılında cinayetlerle katledilen kadınların sayısı 66 iken, 2007 yılında bu sayının katlanarak arttığını ve 1077’ye yükseldiğini görüyoruz. 2009 yılının ilk yedi ayında ise 953 kadın katledilmiş. 2010 yılında ise, 337 kadın en acımasız işkencelerle, kafaları baltayla, testereyle kesilerek, diri diri toprağa gömülerek,yakılarak, kurşunlanarak çok basit nedenlerle erkekler tarafından katledilmiş. Devlet ise dayak yediği, işkence gördüğü, ölümle tehtit edildiği için polise defalarca şikayette bulunan kadınları korumayarak kadın cinayetlerini meşrulaştırıyor.
2010 yılında Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nce 24 bin 48 hane ziyareti ve 12 binden fazla kadınla yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirilen bir araştırma sonucuna göre;
-Türkiye’de kadınların yüzde 41.9’u fiziksel ve cinsel şiddete uğruyor.
-Yüzde 49.9’la en fazla şiddete maruz kalan kadınlar ‘düşük gelir’ grubunda. Orta gelir durumunda bu oran yüzde 41.8, ‘yüksek gelir düzeyin’de de yüzde 28.7.‘-Çalışan’ kadınların yüzde 44.1’i, çalışmayanların yüzde 41.1’i şiddet mağduru.
-Eğitimsiz kadınların yüzde 55.8’i, lise ve üzeri eğitim alan kadınların yüzde 27.2’si şiddet mağduru.-En az bir kez gebe kalmış her 10 kadından biri gebeliği sırasında şiddet yaşıyor.
-Kadınların yüzde 57.6’sı, üç veya daha fazla kez yaralandığını söylüyor.
-Erkeklerin ‘işten çıkmaya neden olma veya çalışmaya engel olma’ oranı düşük gelir seviyesindeki kadınlarda yüzde 21.5 iken, yüksek gelir düzeyindeki kadınlarda neredeyse aynı: Yüzde 21.2.
-Yaşadığı şiddetini kimseye anlatmayan kadın oranı yüzde 48.5. Düşük gelir düzeyinde bu oran yüzde 54.1, yüksek gelir düzeyindeyse yüzde 37.5.
-Şiddet yaşamış kadınların yüzde 33.7’si ‘hayatına son vermeyi düşündüğünü’ söylüyor. Düşük ve yüksek gelir grubunda bu fikri aklından geçiren kadın oranı aynı, yani yüzde 34.6.Şiddet görenlerin yüzde 12.4’ü intiharı denemiş. Düşük gelir düzeyinde bu oran 12.4 iken, yüksek gelir düzeyinde yüzde 11
-Ülkemizde kadınların %25 i fiziksel şiddete uğruyor.
-Cinayet sonucu ölen kadınların %70 inin katili kocası
-Her 4 kız çocuktan biri cinsel şiddete uğruyor
-5-10 yaş arası çocuklar ensest mağduru
-Cinsel saldırganların %75 i akraba ve tanıdık
-Ensest faillerinin %50 si öz baba, amca, enişte, ağabey ve hatta dede
-Acil yardım hattını arayan kadınların %57 si fiziksel şiddet, %46.9’u cinsel şiddet, %14.6’sı ensest ve %6’sı tecavüz mağduru.

Utanç verici rakamlar bunlar, yürek burkan rakamlar. Hayaldi gerçek oldu, tam da dedikleri gibi. 2002 den bu yana “Kadınkırım” hızla devam ediyor, farkında mısınız? Bu yazıyı yazmama sebep bir gazete haberidir. Boşanmak istediği kocasının defalarca saldırısına uğramasına, polisten korunma istemesine rağmen sonunda boşvermişliğin kurbanı oldu. Cibiliyetsiz katillere, hırsızlara koruma tahsis eden polisler, bir kadının canını korumayı zul saydılar. Olan bitene göz yummaya, suç ortağı olmaya devam mı edeceksiniz? 12 hazirana kadar iyice düşünün ve kararınızı verirken, bu kez eliniz yüreğinizde, yüreğinizde de gerçekten Allah korkusu olsun.


Atatürk ve gençlik

“Muhterem Gençler, hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır. Kazanmak, yenilmek. Size, Türk Gençliği’ne terk edip bıraktığımız vicdani emanet, yalnız ve daima kazanmaktır ve eminim daima kazanacaksınız. Milleti yükseltmek için yapılacak şeylerde, atılacak adımlarda kesinlikle tereddüt etmeyin. Milleti yükseltmek için dikilecek engellere hep birlikte engel olacağız. Bunun için beyinlerinize, irfanlarınıza, bilgilerinize, gerekirse bileklerinize, pazularınıza, bacaklarınıza başvuracak, fakat sonuçta mutlaka ve mutlaka o amaca varacağız… Bu millet, sizin gibi evlatlarıyla layık olduğu olgunluk derecesini bulacaktır.” Mustafa Kemal Atatürk

(1923,Tarsus) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 137)

Kaynak


Sayfalar:1...36373839404142...61