:::: MENU ::::

Entrepreneurs Roundtable Istanbul 5

Bu akşamüstü Microsoft Türkiye ofisinde düzenlenen Entrepreneurs Roundtable Istanbul 5  toplantısına katıldım. 2007 den beri E Tohum toplantılarına katılıp pek çok heyecanlı girişimci adayını dinledim. Uzun süredir dikkatimi çeken birkaç detay, bu toplantıda da gözüme ilişti ve yazmaya karar verdim.

Girişimci olmak demek yaka paça bir yerde, özensiz görünümlü olmak değildir. Öğrenci olabilirsiniz, maddi olanaklarınız sınırlı olabilir kabul. Ama hiç olmazsa, yüzlerce kişiye ve en önemlisi melek yatırımcılarınıza sunum yapacağınız zaman kendinize özen gösterin.

Fikriniz ve emekleriniz mutlaka çok değerlidir, unutmayın ki dinleyicilerinizin çoğu dünyayı da takip eden insanlar, benzer iş modelleri olabilir, olumsuz anlamda soru sorduklarında da bunu bir ders olarak not edin. Hatta daha iyisi, çevrenizden birini şeytanın avukatı yapıp, toplantıdan günler önce size acımazca sorular yöneltmesini isteyin.

Katılacağınız toplantıdaki kişileri önceden mutlaka araştırın, paylaşımlarını birikimlerini okuyun. Topluluk önünde konuşma yeteneğinizi geliştirin. Kendinizden emin değilseniz, heyecanlanıyorsanız, göz teması kuramayacaksanız, sizin yerinize konuyu tutkuyla anlatabilecek birini görevlendirin.

Paranoya girişimcilerin hepsinde olur, ama abartmayın, bir işi bir kişi yapıyorsa başkaları da yapabilir, bunu asla aklınızdan çıkartmayın. Sonuçta uzayda yeni bir karadelik keşfetmiyorsunuz.

Heyecanınızın gözünüzü kör etmesine izin vermeyin. İyi bir dinleyici olun, notlar alın, değerlendirin.

Topluluk içinde kendinizi herkese tanıştırın, sizi olumlu hatırlamalarını sağlayacak şekilde kısa bir tanıtım yapın. Tanışacağınız her kişi sizi 4 kişinin daha hatırlamasını sağlayacaktır.Bağlantılarınızı hafife almayın, kiminle yolunuzun nerede kesişeceği belli olmaz.

Bir çift sözüm de dinleyiciler arasından heyecanla soru yöneltenlere; konuşmacının yarım saat içerisinde defalarca altını çizdiği noktaları soru olarak yöneltmeniz sizi akıllı ve girişken göstermez, tam tersine anlatılanlara kulak vermediğinizi veya dinlediklerinizi anlamadığınızı gösterir. Toplantı sırasında oraya buraya checkin yapacağınıza, aklınza gelen parlak soruyu önce google arama çubuğuna yazmayı deneyin.

Herşey bir yana, dakikaları binlerce dolar eden üst düzey bir yöneticiyi dinlerken, kulaklarınızı dört açın, satır aralarında pek leziz notlar, tecrübeler olabilir.


1. Kök Hücre Araştırmaları Kongresi

Sokaktaki insanın günlük hayhuy arasında farkında bile olmadığı tıbbi gelişmelere imza atılıyor ülkemizde. Geçtiğimiz günlerde; 28 Eylül-2 Ekim tarihleri arasında Sapanca’da gerçekleştirilecek kongrenin duyurusunun yapıldığı bir toplantıya katıldım. Prof.Dr. Erdal Karaöz (Kocaeli Üniversitesi Kök Hücre ve Gen Tedavileri Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü Kök Hücre Anabilim Dalı Başkanı) yaptığı açılış konuşmasında kök hücre ve kordon kanı gibi konularda kamuoyunun bilinçlendirilmesi ve doğru bilgilendirilmesinin önemine değindi. Disiplinler arası işbirliği anlayışıyla birçok hasta/hastalık ve uzmanlık derneklerinin katkılarıyla, Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü’nün himayelerinde gerçekleştirilecek kongrenin ana temalarını “Nöromusküler (Miyopatiler, vb.), Nörodejeneratif (Parkinson hastalığı, vb.), Omurilik Yaralanmaları, Kardiyovasküler, Göz ve otoimmun hastalılar, Kısırlık, Plastik ve rekonstruktif cerrahi, Doku mühendisliği, Gen tedavileri, Diş hekimliğinde kök hücre ve kanser kök hücresi olarak belirlediklerini söyleyen Dr. Karaöz, bu konu başlıklarını içeren oturumlarda 35’i yurt dışından 37’si yurt içinden olmak üzere 72 bilim insanının gerçekleştirdikleri çalışmalara ilişkin klinik öncesi ve klinik verilerini anlatacaklarını belirtti.

Kongre süresince her oturumda alanında yetkin bilim insanlarının konuşmacı olarak yer alacağını ve yaptıkları son klinik ve preklinik çalışmalarının sonuçlarını kongrede açıklayacaklarını belirten kongre başkanı Prof. Dr. Erdal Karaöz, ilk gün dünyada ilk kez kadavradan elde edilip hücrelerden arındırıldıktan sonra hastanın kendi kök hücreleriyle donatılarak elde edilen nefes borusunu 30 yaşındaki bir kadın hastaya naklederek yaşamasını sağlayan ekibin başkanı Prof. Dr. Paolo Macchiarini’nin konferansıyla başlayacak süreçte hem
ülkemizden hem de dünyanın farklı kurumlarından çok önemli bilim insanlarının çalışma sonuçlarına tanık olunacağını sözlerine ekledi. “Günümüzde, modern tıbbın güncel yöntemlerle kesin olarak tedavi edemediği bazı hastalıklar vardır. Bu tür hastalıkların kesin tedavilerinin sağlanması hasar gören hücre-doku veya organların biyolojik işlevlerini yerine koymak (rejeneratif tıp) ya da tamir etmek (reparatif tıp) ile mümkün olabileceğini düşünülmektedir.Bu sürecin önemli biyolojik unsuru “Kök Hücreler”dir. Son yıllarda, bu alanda klinik öncesi araştırma ve klinik denemelere ilişkin birçok rapor yayımlanmaktadır. Ülkemizdede kök hücre
alanında Ar-Ge çalışmaları yürüten birçok merkez faaliyete geçti ve birçoğu da kurulma aşamasındadır.” diyerek sözlerine devam eden Prof.Dr. Karaöz, ülkemizde kök hücre, doku/ organ mühendisliği ve gen tedavileri konusunda çalışan ve konuya ilgi duyan bilim insanları/genç araştırmacılar, hasta ve hasta yakınları ile bu alanda şimdiye kadar evrensel bilime önemli katkılar sağlamış temel ve klinik bilimcilerin bir araya gelmesini sağlayarak oldukça geniş kapsamlı paylaşım ve tartışma platformu oluşturacak olan bir kongre düzenlenmesini hedeflediklerini belirtti. Ayrıca, Göz hastalıklarında kök hücre, kardiyo-vasküler hastalıklarda kök hücre, plastik cerrahide kök hücre, plastik cerrahide kök hücre uygulamaları, kök hücreden dişi yumurta- insülin hücresi üretimi, ve kanser tedavisinde kök hücre gibi başlıkları içeren
oturumlarda da yurt dışı ve ülkemizden çok önemli araştırmacılar sunular yapacaklarını sözlerine ekledi.  

Yapılan çalışmalar anlatılırken zaman zaman heyecandan not almayı bile unutmuşum. Kısaca söz etmek istediğim bazı önemli noktalar şunlar;

-Kök hücre ile 3 boyutlu organ inşa edilebiliyor, nefes borusu ve mesane yapmayı başarmışlar

-Kök hücre ile kas yapımında çok önemli adımlar atılmış, karaciğer ve kalp de yakında müjdesi verildi,

-Tip 1 diyabet ve MS gibi hastalıklar için çok umut verici sonuçları kongrede paylaşacaklar

-Omurilik hasarları, Parkinson, ALS gibi nörodejeneratif hastalıkların tedavisine yönelik önemli çalışmaları Prof.Dr.Guido Nikkah ve Prof.Dr.Jan Puszak aktaracaklar

-Orta yaşı geçenlerde eklem ve kıkırdak yenilenmesi çok zor dize kök hücre verilerek kıkırdak yapılması konusunda ilerlemeler kaydedilmiş.

-Kanser hastaları için normalden 4 kat daha güçlü hücre üretilebiliyor,

-Kök hücre çok hızla çoğalıyor, hastalık tedavilerinde yüksek hızda üremesi tabii ki çok önemli,-İnsan kök hücresinde ilaç üretilebiliyor.

-Omurilik hasarı konularında kök hücre çalışmalarında çok umut verici sonuçlar alınmış,

-Glokom denen illet göz hasarı için sinir hücrelerini 3 kat koruyacak çalışmalar yapılıyor,

-Erkek kısırlığında devrim niteliğinde bir çalışma ile embriyon kök hücreleri üretilmeye çalışılıyor.

-Rejenerasyon konusunda kök hücre çalışmaları ile müthiş başarılara ulaşılmış.

Bütün bu konularda ilerleme kaydedilmesi ve hızla kamu kullanımına sunulabilmesi için de ilaca ödenen patent gibi kök hücre ve kordon kanı için de patent ödenebilmesi için bir an önce kordon kanı ve kök hücre bankası oluşturulmalı, bu konuda kamuoyuna mutlaka doğru ve eksiksiz bilgi ulaştırılmalı.

Kanımca şu sıralarda, Sapanca’da gerçekleştirilen, çok istediğim ama katılamadığım oturumlarda daha pek çok mucize diye adlandırılabilecek tıbbi yenilikten söz ediliyor. Kongre sonrası sunulacak açıklamaları da sizlerle paylaşacağım.

Linkler
http://kokhucrekongresi2011.org http://stemcell2011.org

Hepinize sağlıklı günler dilerim


Yaşlanmak…

gun batimiYaşlanmak sadece aynada gördüğünüz yabancıdan hoşlanmamak değildir.

Yaşlanmak; sizi arayıp soranların sayısının hızla azalması demektir. Sizi aradıklarında bilirsiniz ki, soracakları bir konu veya dinlemenizi istedikleri bir sorunları vardır.

Birlikte eğlenilecek yerlere çağrılma miktarınız sıfıra yaklaşmışsa, yaşlandığınıza inanabilirsiniz.

Gündemi takip etmeniz, çokça konuda onlardan daha yeni bilgiye sahip olmanız da hayatınızı kolaylaştırmaz, hatta size düşman bile olabilirler.

Nasihat etmek istediğinizde çoğu zaman ukalalık olarak algılarlar, sizin daha önce bu konuda canınızın yandığını ve onların canı yanmasın diye uyardığınızı akıllarına bile getirmezler.

Gençliğin nasıl olduğunu hatırlamadığınızı düşünürler, ama bilmezler ki aslında yaşlanan sadece bedenlerdir, ruhlar kendini hep genç hisseder.

Yaşlanınca; gittiğiniz bir mekanda sevdiğiniz bir melodi çalarken, içinizde bir yerlerde, çılgınlar gibi dans etmek isteyen genç ruhunuzu hızla engellemezseniz, uzaylı görmüş köylü vatandaş bakışlarına maruz kalırsınız. Boynunuzu büküp yerinizde oturun, ayağınızla tempo tutmakla yetinin.

Öyle canınızın her istediğini giymeniz, fazla aksesuar kullanmanız da uygun değildir. Saçınızı atkuyruğu yapmanız, arkanızdan kikirdeşmelere neden olabilir.

Tatil yörelerinin sakin olanlarında konaklamanız beklenir sizden, eskaza gündemdeki adreslerden birine yolunuz düşmüşse, neredeyse iğrenir bakışlarla karşılaşırsınız “ne işi var bunun burada” der gibidirler.

Yaşlanmak, bir anlamda da görünmez olmaya başlamaktır. Yirmilerinizdeki ışıldayan görünüşünüze, sağlıklı bedeninize sahip olmadığınız için başkaları tarafından farkedilmeniz de zorlaşır.

Gençliğinizde size yol vermek için çekilip gülümseyenler, yaşlıysanız neredeyse bulundukları yerden geçmeye çalıştığınız için sizi tokatlar gibi bakarlar.

Karşıdan karşıya geçerken yaya geçidinde bile kornalarla protesto edilirsiniz. Toplu taşıma araçlarına binerken size yol vermelerini asla beklemeyin, ezmemeleri ve kenara itmemeleri için dua edin.

Sokağa çıkmanızı yasaklamaları mümkün olsa yapacak binlerce genç insan var etrafta. Bunu da huzur içerisinde sağa sola not olarak yazıyorlar. Sanıyorlar ki hep yirmilerinde kalacaklar.

Bizler; 50, 60, 70 li yıllarda doğanlar, farklı dünya görüşleriyle yetiştirildik ve eğitildik diye düşünüp hoşgörmeye çalışıyorum, zorlansam da deniyorum.

38 yaşımı çok sevmiştim, ruhumu oraya sabitledim, bedenime ise çare yok, hızla yaşlanıyor.

Keşke bir yolu olsa da insanlar hep genç kalsalar; gözleri bozulmasa, hastalanmasalar, elden ayaktan düşmeseler, bunamasalar. Süreleri dolunca fişi çekilmiş elektronik alet gibi ölüverseler. Hayal işte hoşgörün, ne de olsa sizlere göre epey yaşlıyım 🙂


Yıllar Sonra 17 Ağustos

17 Ağustos 1999 dan bu yana yıllar geçti. Yaşanan felaketi unutturmak üstünü örtüvermek isteyenler, yeni felaketlere davetiye çıkaran yapılar inşa ettiğini televizyonlarda beyan edenler, yurt dışından yollanan yardımları iç edenler, acil durumda kullanılacak diye her semtte merkezi yerlere konan konteynerleri soyanlar; bütün yüzsüzlükleriyle aramızda dolaşıyorlar.  Hapisteki tek adamı da taltif edip salıverdik, hepimize geçmiş olsun. Yaşadıklarımı 45 Saniye Size Ne İfade Ediyor başlığıyla paylaşmıştım. Bugün sizlerle okuduğumda beni etkileyen ve deprem hakkında fikri olmayanların mutlaka okuyup, sindirmesi gereken bazı yazıları paylaşacağım.

deprem Bu felaketin üstünü örtmeye çalışanlara, aradan geçen onca yılda bir arpa boyu yol alınmamış düzenlemeleri yapanlara, bu konuyu kullanarak rant peşinde koşanlara yüce rabbim şifa versin. Hırs da bir hastalık ne de olsa,  başka söyleyecek birşey bulamıyorum. Lütfen üşenmeyin; aşağıdaki linklere tıklayarak tek tek okuyun, sindirin, paylaşın.

Sets Turan 17 Ağustos 1999 Deprem Güncesi

A. Murat Eren 17 Ağustos 1999

 


İki ürün, bir film, iki toplantı…

Uzunca süredir canım yazmak istemiyor. Altyapısını hazırladığım ve kenarda bekleyen ona yakın yazı var, elbet içimden gelecek yine yazmak. Bu yazıyı da, epeydir anlatmak istediğim iki başarılı ürün nedeniyle yazdım, araya da bir film ve katıldığım iki toplantıyı ekleyiverdim.

Ürünlerden ilki; mayıs ayında ben evde yokken gelen, temizlik günü olduğu için teyzem tarafından özene bezene bir dolabın dibine saklanan ve haziran sonunda tekrar hatırlayana kadar haberim olmayan Dettol El Yıkama ürünü. Çok şık bir ambalajla ulaştırılan ürün kutusu içinde kartvizit vs olmadığı için bu yazıyla yollayanlara da teşekkür etmiş olayım. Annemin alzheimeri nedeniyle ellerini yıkadığından ve temizlediğinden emin olabilmek için özel içerikli sıvı sabun kullanıyorum. Dettol’ü kullanana dek, hemen hepsi elimde kuruluk hissi bırakan ürünlerdi. Paketten çıkanı kullanıp bitirdikten sonra, rengine de hayran kaldığım Dettol Nemlendirici Salatalık Özlü olanı kullanmaya başladım, emin olun el kremi ihtiyacım iyice azaldı. Teşekkürler Dettol, bir de refilin bütün marketlerde olsa tadından yenmeyeceksin.
İkinci ürün Fairy Bulaşık Deterjanı; tanıyanlar bilirler cildim alerjik olduğu için eldivensiz bulaşık deterjanı kullanmam. Alaaddin Adworks ekibi ürün tanıtım toplantısına davet ettiğinde tereddüt etmedim desem yalan olur. Sonra dostları görüp, yeni insanlar da tanıyacağımı düşünerek ürüne bir şans vermek için yollara düştüm. Biri mekan sahibi Serkan Bozkurt diğeri Mehmet Özer iki ünlü şef tarafından karşılanmak, dostlarla sohbet etmek, usta şef Mehmet Özer’in pişirme sırlarını öğrenmek, yeni dostlar edinmek ve bir sürü de kahkaha atmak çok iyi geldi. Fairy testini izlerken yağ kırma özelliğine bayıldım, yemek sonrası sevgili Fundalina ve Hasan Üstadın tabaklarını yıkayıp ürüne onay vermeleri de çok hoştu. Eve dönünce, önce bize armağan olarak verilen Fairy sıvı bulaşık deterjanını denemeye başladım. İki hafta deneme sonunda ellerimde en ufak bir kızarma ve kaşınma olmaması bir yana; yağ sökücü temizlik gücü ve yıkanan nesneden çabucak durulanmasını takdir ettim. Ellerimde kuruluk hissi de yaratmaması beni epey şaşırttı. Bulaşık makinesi için olan tabletler de gayet başarılı. Ben de, teyzem de tabakları makinaya koymadan önce sudan geçirdiğimiz için beklemiş leke temizleme konusunda iddialı bir laf edemem, ama bardaklarda leke bırakmaması önemli detay. Sıvı deterjan olarak diğerlerinden fazla fiyat farkı olmaması da Fairy kullanmaya devam etmemi kolaylaştırdı. Teşekkürler Fairy ve Alaaddin AdWorks ekibi.

D Yapım’dan İyi Günde Kötü Günde filmi için önizleme daveti geldiğinde uzun zamandır sinemaya gitmediğimi fark ettim. Eleştirmenlerle film izlemek beni kasıyor olsa da konusu ve oyuncuları eğlenceli bir film hissi verdiğinden belirtilen gün ve saatte gösterimin yapılacağı sinemadaydım. Tanıdıklarla selamlaşıp, salondaki yerimi aldım. Uzun zaman ara verince yüzümü unutmuş olan değerli eleştirmen bey “telefonunuz kapalıdır değil mi” diye sorunca yüzüme en güzel gülümsememi yerleştirip kibarca cevap verdim. İtiraf edeyim hınzır bir cevap vermek için yanıp tutuştum ama tuttum çenemi 🙂 Film güzel vakit geçirmek için iyi bir seçim, oyuncu kadrosu fena değil, performanslar da öyle. Canım eğlenmek istediği için, eleştirmen beye aldırmayıp birkaç yerde kahkaha bile attım. Canınız sıkıldığı bir günde izleyin, keyfiniz yerine gelsin.
Milliyet gazetesi reklam bölümünde çalıştığım ve Teknoloji sayfalarını hazırladığım dönemde tanıdığım sevgili Elif Duru Gönen’den; PerYön sponsorluğunda SHRM2011 toplantıları yansımalarının paylaşılacağı konulu davet gelince pek mutlu oldum. Uzun zaman sonra Elif Duru Gönen ile yeniden karşılaşmak, sohbet etmek, yeni insanlar tanımak hoştu. Elif Duru Gönen’in anlatımıyla Zappos CEO su Tony Hsiesh’ ın fikirlerini dinlerken, Zappos ekibinde olmak istediğimi de itiraf edeyim.

İkinci toplantı ise 3 yıldır özenle yürütülen Capitol Dilek Ağacı Projesi’nin paylaşıldığı toplantı oldu. Sevgili Yeşer’in daveti üzerine katıldığım toplantıda; Sanal Mutfak Mert ile sohbet etmek ve yeni insanlar tanımak da bonus oldu. Proje yöneticisi Hatice Kulak’ın proje hakkında verdiği bilgiler, Mardin’de yaşananlardan aktardıkları çok güzel anılardı. Devasa bir alanda özel bir bölümde depolanan ve dilekleri gerçekleştirmek üzere hazırlanmış yüzlerce armağan paketi, onlarca  bisiklet sahiplerine ulaştırılmaya başlayacak yakında. Toplantı başlamadan önce konukları beklerken, Dilek Ağacı’nın fotograflarını çektim, o arada 5 ayrı aile gelip ağaçtan dilekleri aldılar. Biz tekrar ağacın başına geldiğimizde onlar da hediyelerini bırakıyorlardı. Bu proje konusunda bilgi almak ve destek vermek için Capitol Dilek Ağacı‘na tıklayınız. Teşekkürler Capitol ekibi, hem nazik ağırlamanız, hem de bu güzel projeyi bıkmadan yürüttüğünüz için.


Bir gün…

Bir gün; bu memleketin yanağına öpücük, başucuna bir not bırakıp gideceğim. “Öyle güzel uyuyordun ki uyandırmaya kıyamadım”.
Aziz Nesin

Tam vaktinde bu cümleyi hatırlatan, sevgili dostum Rengin Serdaroğlu’na teşekkür ederim.

Güncelleme:  Bu harika görseli benimle paylaşan zarif hanımefendi, değerli dost Ayhan Bayırcıklı’ya teşekkür ederim.


18. Avrupa Obezite Kongresi, ECO2011

Mayısın son haftası İstanbul önemli bir kongreye ev sahipliği yaptı. Bir rastlantıyla uçak yolculuğu sırasında tanıştığım, Cincinnati Üniversitesi Kanser ve Hücre Biyolojisi öğretim görevlisi Prof. Nira Ben-Jonathan’dan İstanbul’da yapılacağını öğrendiğim ECO2011 isimli bu kongreyi izlemek istedim. Organizasyonu yapan Figür firmasının; konusuna hakim, başarılı ve nazik yetkilisi Zeyno Tüzkan sayesinde; yazımda sizlerle paylaşacağım önemli bilgiler edindim. 18. Avrupa Obezite Kongresi (ECO 2011); 25-28 Mayıs 2011 tarihleri arasında, İstanbul Lütfü Kırdar Kongre Merkezi’nde, Avrupa Obezite Araştırma ve Türk Obezite Araştırma Deneği’nin iş birliği ve  Prof. Dr. Volkan Yumuk’un başkanlığında gerçekleştirildi.   

Yoğun katılımlı ilk oturumlardan birinde, Uluslararası Obezite Araştırma Derneği’nden Dr. Tim Lobstein, gıda şirketlerinin rekabeti sonucunda çocukları hedef alan çok sayıda reklam yapıldığını, çocukların maruz kaldığı abur cubur reklamlarını kontrol etmek konusunda Avrupa Komisyonu’nun dayandığı “sözde” öz denetimin, istismar edildiğini, çocuklara hangi gıdaların reklamının yapılacağı, reklamların televizyonda ne zaman yayınlanacağı, hangi yaştaki çocukların hedef alınacağı konusunda herhangi bir tutarlılık olmadığını, sonuçta abur cubur yeme konusunda çocukları kandıran bu güçlü yayınları kontrol edilme standartlarının düşük olduğunu söyledi. Dr Lobstein sözlerine, “Durum çok karmaşık. Ancak şaşırmamamız gerekir.  Gıda sektöründe rekabet çok yoğun ve şirketler her zaman kendi çıkarlarına öncelik verecektir. Çocuklara yönelik gıda pazarı milyarlarca Euro değerinde ve bu pazardan pay almak için yürütülen mücadele, iç savaşı andırmaktadır. Bu bağlamda öz denetim, duman perdesi gibidir. Willem Buiter’in finans sektörü için söylediği gibi, öz denetim bir kişinin kendisi için önemli olan şeyleri denetlemesinden ibarettir.” diyerek devam etti. Dr. Tim Lobstein’a göre, “Kolay bir iş olmamakla birlikte, çocukluk çağı obezitesini %50 oranında azaltmayı başarırsanız, yaşam boyu sürdürülmesi halinde, ortamda yaklaşık %10 oranında bir iyileştirmeye karşılık gelmektedir. Çocukluk çağı obezitesinin çarpıcı bir şekilde ortadan kaldırılması (%100’lük bir azalma, başarılması neredeyse imkansız), yaşam boyunca %20 oranında bir iyileşmeye karşılık gelmektedir. Sözlerine ” Çoğu insan, onlarca yıla yayılan süreler içinde kilo alır ve kilo vermenin zor olduğunu düşünürler. Genç bir yetişkin olarak sağlıklı bir başlangıç yapsanız bile, orta yaşa ulaştığınız zaman aşırı kilolu olma yönünde büyük bir risk taşırsınız ve bunun beraberinde getirdiği sağlık sorunları ile yüzleşirsiniz.” diyerek devam eden Dr. Lobstein; salondakilerin çoğunun da desteklediği şu son cümleleriyle konuşmasını bitirdi. “Kilo alma yönünde teşvik eden tüm unsurlarla mücadele etmek için harekete geçmek gerekmektedir. Bir diğer deyişle, meşrubatlar ya da yağlı gıdalara vergi konulması gibi mali teşvikler, reklamların sınırlandırılması ve yerel ortamların, egzersiz yapmak için güvenli ve hoş mekanlar halinde getirilmesi önemlidir.”

Türkiye’de ise durum şöyle; şişmanlık sorununun; son 10 yılda kadınlarda %65 oranında, erkeklerde ise %30 oranında artış gösterdiği saptanmış. Bölgelere göre şişmanlık en fazla İç Anadolu’da (yüzde 25 ), en az ise Doğu Anadolu’da (yüzde 17.2 ) saptanmış. Her 2 ev kadınından 1’inin şişman ve kadınların şişmanlığının tamamına yakınının da hastalık getiren ”elma” tipinde olduğu ortaya konmuş. Türkiye’de her 3 kadın ve her 5 erkekten 1’inin şişman olduğu saptanmış.Şişmanlık; endüstrileşmiş, gelişmiş ülkelerde daha sık, kadınlarda erkeklere göre ve şehirlerde köylere göre daha sık görülüyor. Şişmanlığa neden olan durumları şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Alınan bazı ilaçlar ve hormonlar: Kortizon kullanımı veya psikiyatride kullanılan bazı ilaçlar

2. Beslenme alışkanlıkları:Sık yemek yeme, aşırı yeme, yağlı yemek yeme ve ihtiyaçtan fazla kalori almak

3. Hormon hastalıkları:    a) Cushing sendromu denilen böbrek üstü bezinin fazla çalışması hastalığı   b) Hipotiroidi (Tiroid bezinin az çalışması)   c) Polikistik over sendromu (Obezite,kıllanma ve infertilite ile seyreden endokrin hastalık)   d) Büyüme hormonu yetmezliği   e) Hipogonadizm denilen seks hormon azlığı

4. Sosyoekonomik ve psikolojik faktörler

5. Genetik faktörler

6. Hareketsiz yaşam

Yapılan çalışmalar, şişmanlık oluşumunda kalıtım veya genetik faktörlerin % 25-40 oranında rol oynadığını göstermiş.Şişman kişilerin çocuklarında şişmanlık görülmesi 2-3 kat daha fazlaymış. Anne ve babanın her ikisinin şişman olması durumunda çocuklarının %80’ ninde erişkin yaşta şişmanlık gelişirmiş. Anne veya babadan biri şişman ise çocuklarda %40, her ikisi normal kilolu ise %10 oranında şişmanlık gelişme riski varmış. Çocukluk çağında (3-10 yaş arası) aşırı kilolu olan çocukların %50 ‘sinde erişkin dönemde aşırı kilolu olma riski varmış..Şişmanlığın genetik nedenleri uzun yıllardan beri araştırılmakta. Toplumda sık görülen şişmanlığı ortaya çıkaran birçok genetik bozukluk var. Fransa ve Almanya da şişman ailelerde yapılan çalışmalarda 10 numaralı kromozomdaki belirli bir alanın şişmanlıktan sorumlu olduğu ortaya çıkarılmış. Bu alandaki genlerin incelenmesi ile şişmanlığa neden olan genler daha iyi ortaya çıkarılabilecek.Şişmanlığın neden olduğu hastalıkları da sıralayalım yeri gelmişken:Hipertansiyon-Tansiyon yüksekliği, Diabetes Mellitus-Şeker hastalığı, Kalp hastalıkları, Safra kesesi taşı, Karaciğer yağlanması, Artroz, Reflü özofajit, Gut-Ürik asit artışı, Kanser sıklığında artış (Kadınlarda meme, rahim kanseri, erkeklerde kolon kanseri artar). Adet görme bozuklukları, polikistik over, Psikolojik bozukluklar (Aşağılık duygusu, kendine güven azalması, sosyal yaşamdan uzaklaşma). Felç-inme sıklığı artıyor, Uyku apnesi sıklıkla rastlanıyor. Kadınlarda tüylenme-Hirsütizm, Karaciğer yağlanması oluşuyor.

Bir sonraki gün yapılan oturumda, Uluslararası Obezite Araştırma Derneği (IASO) ve ona bağlı Uluslararası Görev Gücü (IOTF)  yayımladıkları bildiride, Birleşmiş Milletler’den gelişmekte olan ülkelerin sorunlarını ele alırken obezite konusunu da ciddi şekilde değerlendirmelerini talep ettiklerini belirttiler. Uluslararası Obezite Araştırma Derneği Başkanı Profesör Philip James “Bu yıl sonlarında New York’ta gerçekleştirilecek olan BM bulaşıcı olmayan hastalıklar zirvesi kapsamındaki hazırlık çalışmalarında, obeziteye de yan konu olarak yer verilebilir” uyarısını dile getirdi. “Bu tür vurguların daha önce tütün kullanımının kontrol altına alınması, yemeklerde tuz kullanımının ve alkol tüketiminin azaltılması gibi alanlarda yapıldığını gördük. Ancak pek çok ülkede obezitenin yol açtığı sorunlar yakında tütün kullanımının yol açtığı sorunların dahi önüne geçebilecek nitelikte ve eğer hemen harekete geçilmezse, bu savaşı kaybedeceğiz.” dedi.Prof James gıda temini konularına daha fazla önem verilmesi gerektiğine dikkati çekerken, BM’nin dünya çapındaki gıda ve beslenme stratejilerinde lider rol üstlenmesi gerektiğini de vurguladı. “Bu gezegen üzerinde 9 milyar insanı güvenli, emniyetli ve besleyici şekilde beslemeye hazırlıklı olmalıyız. Açlıkla mücadele etmek yetmez; sağlıksız, yağlı ve şekerli yiyecek ve içeceklerin yol açtığı obezitenin gıda eksikliğinden kaynaklanan eski hastalıklardan kaynaklanan sorunların yerine geçmemesini sağlamak zorundayız.” diyerek devam eden Prof James’e göre “Bu BM’nin ortak bir görüş bildirmesi için tek seferlik bir fırsattır. Küresel ısınmayı azaltmak için çevre politikalarımız var, açlık ve yetersiz beslenmeyle mücadele için politikalarımız var ve bulaşıcı olmayan hastalıkları önlemeye yönelik politikalarımız da var. Bu çeşitli politikaların hepsi, devlet iradesi de olursa, insan sağlığına katkıda bulunmak amacıyla küresel seviyede gıda temini politikalarına da yansıtılabilir.”
Oturum aralarında sergi salonunda yer alan çalışmaları görüntüledim, fotograflara da bir süre sonra buradan ulaşabilirsiniz.

ECO2011 bildiri

www.iaso.org

www.iotf.org

 


Meme kanseri ve cerrahi müdaheleler

Bu sabah Taksim Point Otel’de düzenlenen ilginç bir bilgilendirme toplantısına katıldım. Johnson and Johnson-Mentor’dan Ceren Çerezci’nin zarif açılış konuşmasıyla başlayan toplantıda; önce VKV Amerikan Hastanesi Genel Cerrahlarından Dr. Canan Uzel’in Meme Kanseri konusunda yaptığı bilgilendirici sunumu izledik.

Meme kanserini tamamen önleyecek bir yöntemin ne yazık ki henüz olmadığını belirten Uzel sözlerine, hastalık oluşmadan yürütülen stratejiler ile  hastalığın oluşma olasılığının düşürülebileceğini anlatarak devam etti. Dr. Canan Uzel sunumunda, meme kanserinden  korunmak ve riski azaltmak için yapılabileceklerin çok önemli olduğunu, ancak riski azaltsak da bu hastalığa yakalanma olasılığının her zaman bulunduğunu hatırlattı. Erken tanının da en az korunmak kadar önemli olduğunu belirten Dr. Canan Uzel; düzenli egzersiz ve fizik aktivite, sağlıklı beslenme (yağdan fakir,bol lifli ve bol sebze ve meyva), kilo almaktan kaçınma, alkol tüketiminin azaltılması, emzirmenin teşvik edilmesi ile hastalık riskinin azaltılabileceğini sözlerine ekledi. Kadınlarda 20 yaş ve üzerinde her ay kendi kendine meme muayenesi yapılması, 35 yaş ve üzerinde yıllık doktor kontrolleri, ultrasonografi, 40 yaş ve üzerinde her yıl tarama mamografileri yapılmasının da büyük önem taşıdığını anlatan Dr. Canan Uzel; gelişmiş ülkelerde daha sık görülen meme kanserinden her 11 dakikada bir kadının kaybedildiğini ve her 3 dakikada bir kadının bu hastalığa yakalandığını belirtti.       

Daha sonra söz alan yine aynı hastaneden, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Bölümü’nden Prof.Dr. Reha Yavuzer bizlere; meme kanseri nedeniyle meme dokusunun cerrahi olarak alınmasının giderek artan sayıda gerçekleştirilen bir operasyon olduğunu, meme dokusu gibi gerek fiziksel açıdan gerekse psikolojik açıdan bu kadar önemli bir organın kaybında plastik cerrahinin neler sunabileceğini anlattı. Yazıyı uzatmamak için detaylı bilgileri dosya olarak ekliyorum, fırsat buldukça okuyabilir yakınlarınızla paylaşabilirsiniz. Sağlık konusunda toplum olarak özensiz olduğumuzu söyleyen Prof.Dr. Yavuzer, örneğin erkeklerin otomobillerine gösterdikleri hassasiyeti bedenlerine göstermediğini belirtti.
Sunumunun sonunda yeni alınan sağlık kararlarının, doktorların elini kolunu bağladığını, sağlık sigortalarının kar telaşıyla kaliteli malzeme kullanımını engellediklerini de söyledi. Kamuoyunun bu konularda daha çok sorgulaması gerektiğini de sözlerine ekledi.

MEME KANSERİ TEDAVİSİ

MEME KANSERİ İLE NASIL SAVAŞABİLİRİZ

MEME KANSERİ NEDİR VE NEDEN ÖNEMLİDİR

Meme Rekonstrüksyonu


Bunları düşün

“Çoğumuz, yaşamın küçük bir parçasına tutunur ve bu parça üzerinden bütünü keşfedeceğimizi düşünürüz.. Odamızdan ayrılmadan, nehrin tüm uzam ve genişliğini keşfetmeyi ve kıyısındaki yeşil çayırların zenginliğini algılamayı umarız.. Oysa, küçüçük bir odada yaşıyoruz, hayatı el yordamıyla kavradığımızı ya da ölümün önemini anladığımızı düşünerek, küçük bir tuvale resim yapıyoruz; ama anlamıyoruz..

Kavramak için dışarı çıkmak gerek.. Ama, bu küçük pencereli odayı terk etmek; yargılamadan, kınamadan, “bunu severim, şundan hoşlanmam” demeden.Her şeyi olduğu gibi görmek çok zordur; çünkü çoğumuz parça üzerinden bütünü anlayabileceğimizi düşünürüz…

Tek bir jant teli üzerinden tekerleği anlamayı umarız; ama bir jant teli bir tekerlek etmez öyle değil mi? ”

J.Krishnamurti


Gülümsetin ki, siz de gülümseyebilin

Seçim öncesi deliliği yaşadığımız şu günlerde; ülkenin politik gündemi ve olup bitenler ruhumu hallaç pamuğu gibi atarken dengede kalmaya çalışıyorum, çok zorlanıyorum. Dezenformasyondan, görüntü kirliliğinden kaçınmaya çalışsam da etkileniyorum. Hani çocukken korku filmi izlerken gözümüzü kapatırdık ve o sahne geçene kadar da açmazdık ya, aynı ruh halindeyim, gözlerimi yumup; bunca kötülüğü, haksızlığı, ruhsuzluğu, vurdumduymazlığı, arsızlığı, yüzsüzlüğü yok saymak istiyorum.

Bu sabah erken saatlerde sevgili Koray Kocabaş‘ın yolladığı e postayla başladım güne. Paylaştıklarını okurken hıçkıra hıçkıra ağladım ve o gözyaşları ruhumu yıkayıverdi.  Sevgili Esra Öğretmen ve pırıl pırıl öğrencilerinden haber almak ruhumu aydınlatıyor; yıkılan hayallerimi, kaybolan umutlarımı tazeliyorlar. Sizlere sevgili Esra Öğretmenin satırlarından bir alıntı yapacağım ve sonra aşağıya eklediğim linkleri dikkatle okumanızı rica edeceğim. Çevrenizle paylaşın ve elinizden geldiğince destek olmaya çalışın. Uzaklarda bir yerlerde yüzünü güldürebildiğiniz birileri varsa, sizin de yüzünüz gülecek inanın. 

“Çocukluk buralarda pek de farkına varılmayan bir dönem, üzeri kapatılıp, es geçilen bir dönem, büyüklerin verdiği emirlerin yerine getirildiği, isteklerin dile getirilemediği, olmayan çocuk parkında oynanamayan bir dönem. Sizler sayesinde bu çocuklar çocuk olduklarını hissettiler. Bilmem bundan daha harika bir hediye olabilir mi?”

Haydi şimdi harekete geçin, birilerinin hayatına dokunun, onlara hayatın sadece zorlu bir yol değil, paylaşılınca keyifli bir yolculuk da olabileceğini gösterin. Detaylara; aşağıda yer alan koyu renkli yazılara tıklayarak, Facebook sayfasından ve ne zaman isterseniz beni arayıp ya da eposta ile ulaşabilirsiniz.

Facebook sayfası

Başım Gözüm Üstüne!

Haydi Bir Oyun Oynayalım!(1)

Haydi Bir Oyun Oynayalım! (Mardin – I)

Haydi Bir Oyun Oynayalım! (Muş)

Haydi Bir Oyun Oynayalım! (Mardin – II)

Haydi Bir Oyun Oynayalım! (Mardin’den Mektuplar Var)


Sayfalar:1...36373839404142...61