:::: MENU ::::

Social CRM Şubat 2012 toplantısı

Şubat ayı konuklarımız TTNET İnteraktif Medya Yöneticisi Murat Kahraman ve Promoqube Ürün Geliştirme Direktörü İsmail Dağlı’ydı ve bizlerle “Sosyal Ağlarda Müşteri Şikayet Yönetimi” başlıklı sunumlarını paylaştılar.
TTNet’in sosyal medya kullanıcılarını dinleyerek başlattığı çalışmaların aşamalarını, varılmak istenen noktaları, yaşanan durumların örneklerle verildiği bir sunum izledik. Vaktin nasıl geçtiğini anlamadığım bölüm ise sevgili Murat Kahraman ve İsmail Dağlı’nın konukların sorularına tek tek yanıtlar verdikleri bölümdü. Zaman zaman konuklardan sunum yapanlara yöneltilen esprilerin, Murat Kahraman tarafından kıvrak paslarla geri döndürülmesi de akşamın en eğlenceli anlarıydı.
Katılan konuklara çok teşekkürler.
Bersay İletişim Enstitüsü’nün saatlerine uymak zorunda olduğumuzdan, pek çoğunuzun yakınmalarına rağmen toplantılarımız her ayın üçüncü salısı saat 18.00-19.30 arası yapılmaya devam edecek.
Mart ayı toplantımızın konuşmacısı sevgili dost Uğur Özmen olacak. Şimdiden ajandalarınıza not düşmenizi öneririm. CRM konusunda aklınızda ne varsa yeniden gözden geçireceğiniz bir toplantıya hazırlanın derim.

Linkedin sayfamız


Dinle…

 

Duymak, işitmek yetmez; dinle. Öyle dinle ki, ses ve söz önce bilgi’ye sonra hikmet’e dönüşsün. Koyun kaval dinler gibi değil, ağaç topraktan, yaprak yağmurdan suyu çeker gibi dinle. Kulağın kapağı yok, açman gerekmez; aklını aç, kalbini aç, insafını aç ki dinlemiş olasın.
Mesnevi’den

Bu sabah sevgili Okan Sönmez‘in bir paylaşımıyla hatırladım bu güzel satırları ve sizlere de hatırlatmak istedim. Google aramalarında bulduğum değerli yazar M. Said Karaçorlu‘nun güzel bir çalışmsından alıntılayarak yazdım. İsme tıklayarak yazının aslına erişebilirsiniz.


TEDxReset 02.02.2012 Quo Vadis?

2 şubat sabahı; soğuk ve karlı havaya rağmen bütün cesaretimi toplayıp gittim TEDxReset 2012 ye. Sevgili Uğur Özmen ve Osman Özmen’le karşılaşıp sohbet ederken, can dost Çağan Çağlar da katıldı bizlere, hasret giderip gülüştük. Salonda yerimizi aldık ve Ali Üstündağ’ın konuşmasıyla “resetlenme” maratonumuz başladı. Hava muhalefeti nedeniyle seneye bahar aylarında toplanacağımızı duymak sanırım benim gibi çok sayıda kişinin de hoşuna gitmiştir.  

İlk konuk; Dr. Joseph Riggio idi ve bizlerle “Karar Alma Estetiği” başlıklı sunumunu paylaştı. Onun hakkında daha detaylı bilgilere ŞURAYA tıklayarak erişebilirsiniz.

Özcan Bostancı ve İsmail Özger sahneyi aldılar ve salondaki çok sayıda kişinin kafasını karıştırmayı da başardılar. İki mühendisin az bir bütçeyle, bolca azimle hayallerine yaptıkları yolculuğu ve yaşadıklarını paylaştılar. Videoyu ŞURAYA tıklayarak izleyebilirsiniz.

 

Sonraki konuk; Alastair Smith New York Üniversitesi’nde siyaset profesörü. Siyasetçilerin kazanmaya değil değişime odaklanması gerektiğini söyleyen Alastair Smith, “Liderler için iyi olanın halk için olmadığını” ve “sadece savunmasız otokratların reform yapacağını” da sözlerine ekledi.

Gün boyunca salondakileri sarsan konuşmalar yapan 3 TEVİTÖL
öğrencisinden biri olan Enver Utku Batur sahne alıp “Önyargılarımız” dan
söz etti. Kendisinden izlemenizi öneririm ŞURAYA tıklayınız

2 adet TED videosunu farklı sıralarla izledik, ben buraya ikisini peşpeşe ekliyorum mutlaka izleyin. İlk videoda Christopher McDougall
insanoğlunun ilk çağlarda hayatını kurtaran koşma yeteneğinin, uygarlıkla birlikte tutkuya dönüşmesini anlattı. Videoyu ŞURAYA tıklayarak izleyebilirsiniz.

İkinci videoda ise Sebastian Wernicke her TEDTalk’un altı kelimede özetlenebileceğinden söz etti. ŞURAYA tıklayarak izleyin.   

Kahve arasından önce başarılı genç sanatçı Valerie Deniz’in performansını izledik. Videosunu ŞURADAN izleyebilirsiniz.

Salona döndüğümüzde sahnede bir sandalye üzerinde oturan Asimo benzeri robot bekliyordu bizleri. Prof.Dr. Levent Akın’ın “Arkadaşım Bir Robot” başlıklı sunumunu da keyifle izledik. Isaac Asimov’un “Bir robot insana zarar veremez veya etkisiz kalarak bir insanın zarar görmesine izin veremez” kanunu ile başladığı sunumda, günümüzde robot yapımı ve kullanımı konularında bilgiler vardı.

Boğaç Kerem Göksel de bir TEVİTÖL öğrencisi, “Yeni Dünyada Ben Kimim” başlıklı sunumuyla sahne alan ve kendinden emin tavrıyla salondaki çok sayıda kişiyi kendine hayran bırakan bu müthiş genç; İngilizce, İspanyolca, Fransızca Ve Latince konuşuyor. Sunumunu ŞURADAN izleyebilirsiniz.

Sonra Semih Yalman aldı sahneyi ve bizleri içimizde yolculuğa çıkardı. Müzikli sohbet kıvamındaki sunumu hepimizin içine huzur verdi. Videosu ŞURADA

Farklı oturumlarda sahnede sunum yapan 3 TEVİTÖL öğrencisine de bayıldım. Twitter yansımalarında bir iki ayrık otu dışında, çoğunluk da benimle aynı kanıdaydı. Önce anne ve babalarını, sonra da onlara bu olanakları sunanları tebrik ediyorum. Daha çok parlak zihinli genç yetiştirecek bu tip oluşumların da hızla artmasını diliyorum.

Sahneye bir gelecek tasarımcısı Thomas Frey geldi ve herkesin kafasını  
iyice karıştırdı.  “Gelişmekte Olan Eğitim Pazarı: Fildişi Kuleler Yıkılırsa” başlıklı sunumunda yakın gelecekte online eğitim sistemine geçileceği ve 4 yıllık yüksek öğrenim dönemlerinin ve “milyonlarca” evet milyonlarca mesleğin ortadan kalkacağını söyledi. Thomas Frey ABD’nin eğitim sistemini internet üzerinden sunacak bir yapı oluşturduğundan da söz etti. 2004’den bu yana internet üzerinden eğitim veren Khan Academy’nin 2 bin 800 dersi varmış.

“Sanat Bizim Neyimize” başlıklı sıradışı sunumuyla Tunç   Topçuoğlu’da günün en ilginç konuşmacılarındandı. İzleyicilerin neredeyse tamamına “nah” çektirdiği sahne çok konuşulacaktır. Videosu ŞURADA tıklayınız.

Adnan Kurt’un “Anne Bak Siborg Oldum” başlıklı sunumunda yer alan ve araştırmalar sırasında kullanılan hayvanların olduğu bazı görseller beni ve salondakilerin bir kısmını oldukça rahatsız etti. Her ne kadar bilim adına yapılmış olsa da, hayvanlara elektrik verilmesi vs. içimin kaldıracağı şeyler değil. Robotik kolu gördüğümde Skynet fobimin devreye girdiğini de belirteyim. Videoyu ŞURADAN izleyebilirsiniz.

Berkay Üstün’de bir TEVİTÖL öğrencisiydi ve bizlere “Sınırların Ötesinden Tecrübe” anlattı. Sonsuzluk, şimdi ve sonsuzluğun ötesi diye
adlandırdı hayattaki duruşumuzu. “Gerçek mutluluğu etrafımda değil kendimde arıyorum” diyen Berkay; “Sonsuzluğun ötesi içimizdedir” diyerek sözlerini noktalarken salondakilerden en çok alkışı aldı.

Murat Oğuz Arcan bir hayalperest, bizlere hayalimizi gerçekleştirmeye odaklanıp hayal sürecini kaçırdığımızı hatırlattı. Hayallerimizde önemli olanın sonuç değil yolculuktur olduğunu söyledi.Videosu ŞURADA

Ahu Özyurt’un konuşması sırasında nefesini ayarlayamaması benim gibi bir hiperaktifin dikkatini dağıtmaya yetse de, salondakilerin; arada konfor alanlarından çıkıp resetlenmeleri gerektiği sözlerinden epey heyecanlandıklarını gözlemledim.

Vee Boğaziçi Jazz Korosu; sevgili Masis Aram Gözbek’in bu koroda ne kadar emeği ve alın teri olduğunu en yakından bilenlerden biri olarak gözyaşlarıyla izledim sahnedeki gençleri. Kısa süre önce yenilenen kadroyla sahne almışlardı ve harika bir performans sundular. Onlarla ilgili bir videoyu ŞURADAN izleyebilirsiniz.

Sahneye Mehmet Ali Çalışkan geldi ve salondaklilerin aklında kurumsal sosyal sorumluluk projeleri adı altında ne varsa, kelimenin tam anlamıyla döve döve silip süpürdü. Sunumu ŞURAYA tıklayarak izleyiniz.     

Hakan Gürsu bir Endüstri Ürünleri Tasarımcısı, inovasyon odaklı ürün tasarımlarıyla bilinen problemlere farklı çözümler üretiyor. Bizlere çöplerin hızla dünyamızı işgal ettiğini fotograflarla gösteren, “Plastik torbaları yeşile boyamak, geri dönüşüm değildir” diyen Gürsu; gayet hınzır fikirlerle çöplerden nasıl yararlanabileceğimizi anlattı.

Ve “Yeniden Yollara” diyerek Şafak Pavey sahne aldı. “Ne zaman felaketler ile karşılaşsam, gitmek istiyorum” diyen Pavey; “İran’da yalnızca ruj sürerek bir protestocu olabileceğimi öğrendim” diyerek devam etti sözlerine ve bir Afgan kampında tanıdığı Hasan adlı mültecinin doktor olma hikayesiyle göz pınarlarımı zorladı.  

Her yıl olduğu gibi bu yıl da sevgili Fatoş Karahasan günü toparlayan, hızla dinlediklerimizi; sükunetle sindirmemizi sağlayan ve günü özetleyen konuşmasını yaptı. Videoyu ŞURAYA tıklayarak izleyiniz.

Dinlediklerimizin, izlediklerimizin tadı damağımızda ayrıldık, sabah saatleri Quo Vadis / Yolculuk Nereye diyerek girdiğimiz salondan. Emeği geçen herkese teşekkürler. 2013 TEDxReset için geri sayıma başladım bile.


Şirket satışları üzücüdür

Uzun yıllar çalışma hayatının içinde olunca ve Bütünleşik Pazarlama İletişiminin bütün alanlarında görev alınca, elbet çalıştığınız şirketlerden veya iş yaptıklarınızdan hiç olmazsa birinin yabancılara satışına tanık oluyorsunuz. Satan ve satın alan taraflar kendileri adına çok sevinseler de, zaman içerisinde gördüğüm örneklerin çoğunda sonuç hüsran oldu. Bana hep belirli yaşa gelmiş çocukların satılıyor olması gibi korkunç gelir şirket satışları.
Başarılı işler yapmışsınız, rakipleri fena halde silkeleyip geçmişsiniz, kazançlarınız tavan yapıyor ve havalı yabancının biri çıkıp geliyor “al sana şu kadar para, sat bana şirketini” diyor.
İlk heyecan ve sıcak para pek güzel, ya sonrası. Şirketler yenilenirken arada telef olan çalışanlar, o günlere dek fütursuzca yaptığınız kampanyalara ikide bir “dur hele o iş öyle yapılamaz, bizim kurallarımız olmalı” uyarıları ve zaman içinde iyice silinip giden ana şirket.
Çok mu acımasız geldi yazdıklarım. Bire bir yaşandı bunlar, 99 yılında o zamanlar çalıştığım şirketi yabancılar almak istediler, patron da sıcak paraya dayanamayıp sattı. Aradaki sancılı dönemde canı yananlar, satın alan firmanın “çıkar çatışması olur” kaynaklı çıkışlarıyla yarım kalan yaratıcı projeler, yabancı merkezin kurallarının “yapılamaz” buyurduğu sosyal sorumluluk projeleri, yaratıcı ekibin katı kurallar nedeniyle bunalması gibi çokça olumsuzluk ve tabii bir süre sonra da yitip giden ana şirket.
Yıllarca didinip yoktan var edip büyüttüğünüz çocuğunuzu satar mısınız?
Bu sabah gözüme ilişen bir kaç paylaşımı görünce yine aynı üzüntüyü yaşadım. 2007 den beri başarılarını takip ettiğim genç ekibin, bir dünya devi tarafından (yok edilmek üzere) satın alınmasının heyecanı beni sarmıyor. Üzülüyorum, ama kendilerini tebrik ediyor ve bu kez kesinlikle haksız çıkmayı diliyorum.

Yazıda kullanılan görsel http://www.holylandmap.net/The_Little_Prince_Lands/efour.htm adesinden alınmıştır.


Jack & Jill


Bugün gösterime giren Jack&Jill eğlenceli bir film. Geçen salı öngösterimde izlediğim filmde, zaman zaman bazı kaba espriler de olsa kahkaha attığım çok sahne vardı. Adam Sandler tayfasının, neredeyse tam kadro yer aldığı filmde o kadar çok şeyle dalga geçilmiş ki hangini anlatsam bilemedim. Bu havada yapılacak en keyifli işlerden birini yapıp sinemaya gidin ve filmi izleyin.
Al Pacino’nun; diğer filmlerde oynadığı karakterleri karikatürize etmesi oldukça eğlenceli.

Jill karakterinde Sandler iyi iş çıkartmış ama, bana göre bu güne dek izlediğim erkek oyuncuya yapılan kadın makyajlarının en başarılısı Robin Willams/Mrs. Doubtfire olmuştur. İkinci sırada da Dustin Hoffman/Tootsie var.
Katie Holmes “ne işim var burada” tadında bir oyunculuk sergiliyor.
Çok sayıda ünlünün konuk oyuncu olarak boy gösterdiği bir eğlencelik bu film.
Sonlara doğru çıkıp Monica rolüyle ortalıkta salınan David Spade beni yine eğlendirmeyi başardı.
Filmin sonunda aklımdaki tek düşünce, bu kadronun çekim süresince ne kadar eğlenmiş olduklarıydı.
Film hakkında detaylara BURAYA tıklayarak erişebilirsiniz.
Mrs. Doubtfire görseli; http://www.forgottenadvertisements.wordpress.com , David Spade/Monica görseli de http://www.justjared.buzznet.com adresinden alıntıdır


Meme Kanseri Hakkında Son Gelişmeler

Dün sabah sevgili Zeyno Tüzkan’ın davetiyle katıldığım bir bilgilendirme toplantısından söz etmek istiyorum sizlere.   

Point Otel’in Barbaros Bulvarı’nda açtığı yeni otelin en üst katında bir salonda yapılacak olan toplantının ilk konuğu azman bir martı olunca hepimiz fotograf makinalarımıza davranıverdik.

Bu irilikte bir yırtıcı ile açık denizde karşılaşan canlının vay haline.

Toplantının açılış konuşmasını Mentor ekibinden Ceren Çerezi yaptı ve konuşmasını sunmak üzere, Dr. Canan Gürsel‘i davet etti. Amerikan Hastanesi cerrahlarından olan Dr. Canan Gürsel’in paylaştığı bilgilerden bazılarını maddelemeye çalıştım.
-Kadınlarda en sık görülen kaser tipi meme kanseridir.
-Kanser nedeni ile ölümlerde; meme kanseri ikinci sıradadır.
-Dünya üzerinde her 11 dakikada bir kadın meme kanseri nedeni ile can vermekte ve her 3 dakikada bir kadın bu hastalığa yakalanmakta.
-Gelişmiş ülkelerde sıklığı artarak görünmekte.
-Meme Kanserine yakalanma yaşı günümüzde 30 lara kadar düşmüş.
-Bu hastalıkta en büyük risk “Kadın” olmak.
-Genetik risk faktörü taşımayan kadınlar da meme kanserine yakalanabiliyor.
-Alkol kullanımı, yüksek kalorili beslenme, yağ içeriği fazla gıda tüketimi, menopoz sonrası aşırı kilo alma riski artıran nedenler olarak sıralandı.
-Meme büyüklüğü risk faktörü değil. Küçük göğüslü kadınların yanlış inançlarla taramalarını ihmal etmemeleri söylendi.
Meme Kanseri ile ilgili konu başlıkları olan bu bilgilendirmelerden sonra; Dr. Canan Gürsel bizlere Profilaktik Mastektomi konusunda bilgiler verdi.   
-Meme dokusunun hastalık oluşmadan koruma amaçlı alınma operasyonu
-Genellikle meme cildi ve başı korunarak yapılan bir cerrahi müdahele.
-Meme dokusu korunarak, hastanın kendi dokuları veya implantlar korunarak plastik cerrahi ile yeni meme yapılabiliyor.
-Genetik testi pozitif kadınlara uygulanabiliyor.
-Tek memede kanser olan kadınların karşı memesine yapılıyor.
-Psikolojik yardım almalarına rağmen meme kanseri korkusuyla başedemeyen hastalar uygulanıyor.
-Takip imkanı olmayan hastalara uygulanıyor.
Dr. Canan Gürsel; koruyucu mastektomi kararı verilirken, hastanın ayrıntılı olarak bilgilendirilmesi gerektiğini de sözlerine ekledi.
Daha sonra söz alan Dr. Reha Yavuzer; bizlere, Meme Rekonstrüksyonu hakkında bilgiler verdi. Slaytları izleyip, Reha Hocanın anlattıklarını dinlerken; bu ameliyatları yapan doktorlara ve uzmanlara sahip olduğumuz için bir yandan sevinip, bir yandan da ekonomik açıdan bu ameliyatların kısa sürede sağlık sisteminin de karşılayabileceği meblağlara ulaşmasını diledim.
Dr. Reha Yavuzer’in sunumundan başlıkları da şöyle sıralayayım;
-Meme Kanseri nedeniyle meme dokusunun cerrahi olarak alınması giderek artan sayıda gerçekleştirilen bir operasyon.
-Mastektomi nedeniyle meme dokusu alınan bir kadının meme dokusunun yeniden yapılandırılması işlemine meme rekonstruksiyonu deniyor.
-Meme dokusu gibi kadınlar için gerek fiziksel açıdan gerekse psikolojik açıdan bu kadar önemli bir organın kaybında plastik cerrahinin sunabilecekleri çok fazla.
-Meme onarımı, zamanlama açısından iki dönemde yapılabilir. Bunlardan biri eş zamanlı ya da anında onarımdır. Bu durumda, meme kanseri tanısı konulmuş hastalarda, meme kanseri ameliyatının gerçekleştirildiği seansta, mastektomi işlemi yapıldıktan sonra yeniden meme yapılması söz konusu.
-Sağlık konusunda toplum olarak çok özensiziz.
-Erkekler otomobillerine gösterdikleri hassasiyeti bedenlerine göstermiyorlar.
-Sağlık kararları, doktorların elini kolunu bağlıyor.
-Sağlık sigortaları kar telaşıyla kaliteli malzeme kullanımını engelliyorlar.
-Kamuoyu bu konularda daha çok şeyi sorgulamalı.
Reha Hoca’nın slaytlarını izlerken; bedenimizin ne müthiş bir makine olduğunu bir kez daha hayranlıkla gördüm. Kendi kendini onarabilen bir makineyiz bizler. Bilim adamları bunu ancak keşfedebildiler. Sırt kasınızı ters çevirip, göğüs dokusuna dönüşmesini sağlayan doktorların sayısının hızla artmasını dilemek, hastalığın yok olmasını dilemekten daha gerçekçi olabilir mi, ne dersiniz?


Üniversite diploması ve altın bilezik konusu

Sizlerle zaman zaman hoşuma giden yazıları paylaşıyorum. Bu kez de genç dostum Baturay Özden‘in; üniversiteye hazırlanan veya şu sıralarda üniversitede öğrenci olanları yakından ilgilendiren bir yazısını paylaşmak istedim. Okuduğu okula çay sıra gidip, yol sıra dönen onlarca öğrenci tanıyınca bu yazıyı paylaşmayı daha çok önemsedim. Teşekkürler sevgili Baturay; yazdığın ve paylaştığın için.

Hani eskilerin gençlere meşhur nasihatıdır ya, “kolunda bir altın bileziğin olsun”. Buna katılmamak elde değil, ama günümüzde üniversite okuyan gençler bu konuda ne yapabilir. Üniversite diploması altın bilezik olmadığına göre ekstra bir şeyler yapmak lazım ama ne?   

Bu konu; tamamen altın bilezik dediğimiz elinden bir iş gelmesi durumunu nasıl tanımladığımızla ilgili. Atalarımız bu sözü söylerken o dönemde diplomaya ihtiyaç olmadan para kazanılabilecek meslekleri kastetmiştir. Eğer elektrik işlerinden anlıyorsanız, iyi bir marangoz iseniz, berberlik yapabiliyorsanız bunlar altın bileziklerden sayılırdı. Hala daha da öyle. Ancak üniversite öğrencilerinin okurken bu tarz işlerde ustalaşması neredeyse imkansız olduğuna göre; üniversite öğrencileri için, altın bileziği yeniden tanımlamanın vakti gelmiş demektir.

Üniversite döneminde kazanacağınız tüm yetkinlik ve beceriler sizin altın bileziğinizdir. Okurken öğrenci toplulukları ve sivil toplum örgütlerinde çalışarak iletişim, liderlik, proje yönetimi, organizasyon, kriz yönetimi gibi konularda kendinizi bir hayli geliştirebilirsiniz.

Hep söylediğim bir şey var; sivil toplum örgütleri iş hayatının simülasyonu gibidir. Bu simülasyonda ne kadar zaman geçirir, ne kadar hata yaparsanız gerçek oyuna o kadar hazır olursunuz. Üniversite yıllarında topluluğunuzun web sitesini yapmak, organizasyonlarınız için sponsor bulmaya çalışmak, sosyal medyada sesinizi duyurmaya çalışmak mezun olduğunuzda sizin altın bileziğiniz olacaktır.

Üniversiteler sadece akademik olarak bir şeyler öğrendiğiniz yerler değildir, olmamalıdır. Hepimizin söylediği gibi “zaten bunların ne kadarını mezun olunca kullanacağız ki” Madem öyle siz de mezun olunca kullanabileceğiniz şeyleri öğrenmek için üniversiteyi bir kaldıraç olarak görmelisiniz. Kendinizi geliştirmek ve kolunuzda altın bileziklerle mezun olmak istiyorsanız derslikler sizi kurtarmayacaktır. Sahada olmanız, koşturuyor ve terliyor olmanız lazım. Sınav dönemleri en çok yorulduğunuz değil, dinlendiğiniz zamanlar olmalı.

Hangi alanda kendinizi geliştirmeniz gerektiği sorusunun cevabı ise zaten sizde. Tutkunuz her neyse, hayaliniz her neyse üniversitede onunla ilgili bir şeyler yapın. İlk başta ne kadar çılgınca gelen fikirler olsa bile, emin olun o fikirler sizin atın bileziğiniz olacaktır.

Unutmayın; okurken cebinize koyacağınız her bilgi, beceri mezun olduktan sonra başarı ve paraya dönüşecektir.

 

(Yazıda kullandığım görsel sevgili dost Uğur Özmen‘in bir yazısından beğenilerek arşivlenmiştir.)


Alone…

We’re born alone, we live alone, we die alone. Only through our love and friendship can we create the illusion for the moment that we’re not alone. 

Orson Welles 


Underworld Awakening sinemalarda

Bu hafta gösterime giren bir filmden Underworld Awakening‘den söz etmek istiyorum sizlere. İlk filmi; oğlum Emir’in arşivinden DVD olarak izlemiştim. Benim pek de hoşlandığım bir film türü olmamasına rağmen, oyuncuları olan Serendipty filmiyle sevdiğim Kate Beckinsale ve Felicity isimli dizide tanıyıp sevdiğim Scot Speedman sayesinde katlanmıştım.
Underworld Awakening için sevgili Duygu Kutlu’dan öngösterim daveti gelince bir durup düşündüğümü itiraf etmeliyim. Sonra IMAX ve 3D deneyiminin aklımı çeldiğini de eklersem öngösterimi heyecanla beklediğimi anlayabilirsiniz.
Hep yazıyorum ve söylüyorum, sinema benim için bir eğlencedir. İzlediğim filmleri eleştirmek için değil eğlenmek için izlerim. Bu filmi de merakla izledim ve etkilendiğimi belirtmeliyim.
Film RED Epic kameralarla çekilmiş. Bu kameraların olağanüstü 5K (5 bin) çözünürlüğü HD’nin yaklaşık beş katı imiş. Imax sinemada 3D izlemek oldukça ilginç bir deneyimdi benim için. Tamam kabul, çok vahşi sahnelerde gözümü kapadım itiraf ediyorum.  
Oyuncu seçimi bana göre gayet başarılıydı; hatta Denek 2 rolündeki India Eisley ile David rolündeki Theo James’i bir yerlere not edin derim. Bir zamanların muhteşem Juliet’i Olivia Hussey’in kızı olan India; oyunculuğunu geliştirirse, gelecekte aksiyon filmlerinde Kate Beckinsale ve Milla Jovovich’in tahtına oturacaktır. Theo James’in ise oyunculuktan yana gelişimini tahmin etmem zor, fakat görsel açıdan yabana atılmayacak bir yakışıklı.
Filmin başında ilk üç filmin kısaca özetinin yapılması da diğer filmleri izlememiş olanların bile bu filmi izlemesini kolaylaştırıyor.
Bu hafta değişik bir deneyim yaşamak istiyorsanız, Underworld Awakening’i izleyin. Filmin keyfini çıkartmak isterseniz IMAX olarak izlemenizi öneririm.
Ve sevgili Mars/Cinebonus ekibi; sizden rica ediyorum, en az bir sinemanızı IMAX yapın da, bir an önce İstinye Park eziyeti çekmekten kurtarın bizi.
Film hakkında detaylı bilgiye BURAYA tıklayarak ulaşabilirsiniz


Aşk, aşk dedikleri…


Hemen her köşede kırmızı kalplerin, pembe pelüşlerin, vitrinlerde allı morlu hediyeliklerin uçuşmaya başladığı şu günlerde; sağda solda solda gözüme ilişenleri yazıverdim.
Birbirini tanıyalı iki hafta olmuş gençlerin “aşkım, cicişim” gibi hitapları; sevgiyi anlatmaktan çok, vıcık vıcık bir his veriyor bana. Saçını, kaşını gözünü, hatta diğer uzuvlarını beğendiği anda aşkından öleceğine karar verenlerle doldu ortalık. Bu kadar basit mi “aşk”, bu denli maddeleşip kolayca tüketilir olması mı gerekiyor.
Her on dakikada bir telefonla arayıp ulaşamayınca, kıskançlık krizlerine girmeler, neden baktınlarla hayatı hem kendine, hem sevdiğine hem de etraftakilere zehir etmelerle geçiyor günler. Kendilerini yeterince sevmedikleri için, bir başkasını sevmeyi de bilemiyorlar. Anın keyfini çıkarmayı düşünemiyorlar. Birlikteliğin; aslında bütün olmayı gerektirdğini sindiremiyorlar.
Hayallerindeki kadına/erkeğe aşık olup, yanlarındaki kişiyi ona benzetmeye ve kalıplara sokmaya çalışıyorlar. Dişi olan hemen evlilik planlarına girişiyor, erkek olanın aklında böyle bir düşünce tabii yok. Sonuç iki taraf için de hüsran oluyor.
Cinsel çekicilik ile aşkı karıştırmak kabul edilebilir bir hatadır. Hormonların tavan yaptığı genç yaşlarda anlaşılabilir ve hoşgörülebilir. Kabul edemediğim ve kızdığım tarafı, “aşk” denilen düşüncenin ucuzlaştırılıp, yozlaştırılması. Trend olanı kullanalım, eskiyi atalım derken duyguları da işin içine katıverdiler sanırım.
Mevlana Celaleddin-i Rumi’den dizelerle “aşk” ı yeniden hatırlamaya çalışalım. Beklentilerimizle değil, duygularımızla sevmeye çalışalım. An’ın keyfini çıkaralım.

Bir insan bir insana aşık olmuşsa;
Bu aşk, aşık olanda değildir..
Aşık olunandadır..!
Aşık olunan, aşık olunmayı istemediği sürece,
Ve bu ateşi içinde yakmadığı sürece,
Hiç kimse ona aşık olamaz!..
Eğer ki birini sevdiysen,
Fakat o seni, senin onu sevdiğin gibi sevmemişse,
Bil ki ; Asıl olan düşündüğünün tam tersidir..
Sevilmeyi seçen o,
Sevilmeyi seçmeyen sen..
Sürüyü arayan çobandır, Koyun değil..
Aşk ateşi önce sevilene düşer,
Ondan sevene sıçrar!


Mevlana Celaleddin Rumi

 

Görsel için http://piyuninopamrat.files.wordpress.com adresinden yararlandım.


Sayfalar:1...32333435363738...61