:::: MENU ::::

Yakın Geleceğin Adresi: Avea Labs

Mart ayının son günü sabah erkenden yollara düşüp, teknolojik gelişmelerden haberdar olacağım bir toplantıya gittim. Kadıköy’de düzenlenen protesto yürüyüşünden haberi olmayan servis şöförünün yaptırdığı zorunlu sabah egzersizinden sonra, sevgili Burcu Şensoy’un güleryüzlü karşılaması ve diğer dostlarla hoşbeşe eşlik eden zengin kahvaltı büfesi, çekilen eziyeti unutturuverdi.
AveaLabs Müşteri Deneyim Merkezi; finanstan eğlenceye, akıllı evden akıllı şehire, eğitimden yerel yönetimlere uzanan birçok konsept uygulamanın yanısıra, Türkiye’nin ilk sanal asistanı “Rıfkı”nın da yer aldığı ve geleceğin teknoloji trendlerinin belirlendiği bir teknoloji üssü.
AveaLabs Müşteri Deneyim Merkezi’nin kuruluşunda 15 kişilik bir mühendis ekibi görev almış. Avea Teknoloji Merkezi’nde 1.5 milyon TL ekstra yatırımla kurulan Avea Labs içinde yer alan bölümler Mobil Finans, Alıllı Ev, Genç Alanı, Mobil Sağlık, Akıllı Şehir ve Türk Telekom grup şirketlerinin çözüm ve uygulamalarının yer aldığı bölüm. 
Yakında sıklıkla karşılaşacağımız NFC(Near Field Communication/Yakın Alan İletişimi) uygulamalarının yer aldığı Mobil Finans bölümünde hayatımızı kolaylaştıran uygulamaları izledik. NFC teknolojisine sahip kisoklardan elektrik, su ve doğalgaz faturalarımızı ödeyebileceğimizi, trafik borcu sorgulamalarımızın da yapılabileceğini öğrendik. Yeni nesil telefon seçerken NFC uygulaması olmasına dikkat edilmeli. Mobil finansta sergilenen ve restoranlarda yeni bir dönem başlatacak olan “dokunmatik restoran masası”na bayıldım. Garson beklemeden sipariş verebilecek, sipariş hazırlanırken mutfağı görüntüleyebilecek ve en harikası garson beklemeden hesap ödeyebileceğiz.   
Akıllı Ev bölümüne geçtiğimizde dinlediklerim; Minorty Report, Person of Interest ve Orwell’in 1984 nü hızla gözlerimin önüne getiriverdi. Siz eve yaklaşırken sizi tanıyan bir teknoloji hayatınızı müthiş kolaylaştıracaktır tabii, ama dinlerken epey ürkütücüydü 🙂 Buna karşılık, Avea 3G teknolojisi ile evin dışındayken dahi evinizi görüntüleyebilmek ve sabit hattaki görüşmenizi cep telefonunuza aktaran teknoloji ile konuşmanızın kaldığı yerden devam etmesi, televizyonunuzun sizi tanıyıp zevkinize uygun programı izlemenize hazır hale getirmesi epey cazipti.  
Genç alanı ise gerçekten eğlenceliydi. Bu donanım için canını verecek nice genç tanıyorum 🙂 Dokunmatik ekranlı eğlence masasında oyun oynayıp, fotoğraf çekip, çizimler yapıp mail atılabilirken, akıllı tabletler üzerinde kitap okunup, mobil eğitim ile cepten eğitim alınabiliyor, müthiş.  
Mobil Sağlık bölümünde; Mobil Tahlil, Akıllı Tansiyon Ölçer, Akıllı Tartı ile uzaktan mobil sağlık hizmetlerinin örneklerini izledik. Kişiler sağlık cihazlarından yaptıkları ölçümlerini, telefonlarından aile hekimlerinin sağlık sistemlerine gönderiyor, aile hekiminin olumsuz bir durum tesbit etmesi durumunda zaman kaybetmeden hastaya ulaşabiliyor. Dinlerken yine hem hayran olup hem de ürktüğümü itiraf etmeliyim. Big Brother’a el sallayalım 🙂  
Akıllı Şehir uygulaması da heyecan verici; tabii yararımıza uygulandığı sürece 🙂 Mesela toplu taşıma araçlarının turnikelerinde akbilin yerini NFC telefonlarının alması, otobüsünüzün kaç dakikada durağa geleceğini görebilmenizi sağlıyor. Avea hatlı telefon akıllı bilet olarak kullanılabilirken, cep telefonundan SMS atarak TL yüklenebiliyor. Akıllı belediye kapsamında tarihi mekanlara QR kod (karekod) konulması, parkların uzaktan izlenebilmesi gibi pek çok uygulamayı da Avea Labs de izledik.
Kısa dönemde hepsi  günlük hayatımızda yer alır bilemem ama, eve dönerken otobüs duraklarında gördüğüm reklamlarda, akıllı telefon markalarından biri NFC teknolojili olduğunu özellikle belirtmişti.


Yıldırım Çerman’a Veda


Bir yaz akşamı geç kararan bir havada Etiler’de Dünya pastanesi yanındaki duvara dizilmiş otururken dikkatimi çekmişti. Sırım gibi bir delikanlıydı, kat kat kesilmiş aslan yelesi gibi saçları, çelik gibi keskin bakışları, çakır gözlerine yayılan geniş gülümsemesiyle etrafta aklını başından almadığı kız yoktu.
O zamanlar 17 yaşındaydık ikimiz de. Hem aynı semtte oturup, hem de bir sürü ortak arkadaşa sahip olduğumuzdan sık sık aynı gruplarda birlikte vakit geçirirdik. Onun yanında hep bir başka alımlı kız olurdu ben de satranç arkadaşı ya da dert ortağı olurdum. Hydromel’e gittiğimiz zamanlarda da kız kardeşimi ve beni kollar, korurdu ona ne kadar hayran olduğumu bilmeden. Aradan yıllar geçti eğitim için yurt dışına gitti, oradan da mektuplar yazar, kızlarla olan maceralarını anlatırdı. Yurda dönünce gittiği askeri görevinden de beni eğlendiren ama kıskandıran mektuplar yollamaya devam etti.

Uzun zaman sonra bir akşam yine Hydromel’de karşılaştık, askerden dönmüş, kendi işinin başına geçmiş çalışıyordu. Uzun uzun sohbet ettik, eski günleri andık. Ertesi gün beni iş yerimden aradı “çıkışta birşeyler içelim mi” dedi ve sonraki günler de böyle devam etti. Yıllardır birbirimizin dert ortağı ve arkadaşı olmuştuk, sohbet zorluğu çekmiyorduk. Bir süre sonra ikimiz de arkadaşlık dışında duygularımız olduğunu fark ettik ve evlenmeye karar verdik.

Birlikte çok gezdik, eğlendik, sıkıntı çektik, sevdik birbirimizi ve harika bir evladımız oldu. 24 yıl sonra yollarımızı ayırdığımzda, kalbimi çok kırmış olmasına rağmen yine dost kalmıştık.   

Bu sabah; ben en eski ve en yakın arkadaşımı kaybettim, canımdan çok sevdiğim oğlumun babasını kaybettim, en önemlisi de bir zamanlar çok sevdiğim bir adamı kaybettim. Yaşarken bir türlü huzur bulamamıştı, umarım gittiği yerde huzurla ve ışıklar içinde uyur.


Viski Hakkında Bütün Merak Ettikleriniz Burada

Sizlere bu yazımda; okurken eğleneceğiniz, hem de arkadaşlarınız arasında Viski uzmanı olarak saygı görmenizi sağlayacak bir adresten söz etmek istiyorum: Viski Kulübü… Bu adresi sık kullandıklarınıza ekleyin derim.
Viskinin ana vatanı neresi? Viski adı nereden geliyor? Nasıl içilmeli? gibi sorular zaman zaman çoğumuzun aklına takılmıştır. Can arkadaşım Tuğçe Esener ‘in ajansı SuperBeta ekibi, aylarca uğraşıp bizler için harika bir kaynak yarattılar. Viski Kulübü web sayfası için Pernod Ricard’ın ev sahipliğinde geçtiğimiz hafta pek keyifli bir de etkinlik düzenlediler. Cezayir Restaurant’ta sıcak bir ortamda hem viski tadımı, hem bilgilenme, hem de dostlarla hasret giderme şansı yakalamak pek hoştu. 1997 yılında Dublin’e gidene dek, viski benim pek de yanına yanaştığım bir içki değildi. Orada bir tadım etkinliğinde denediğimde, viskinin tadı yıllardır itici bulduğum içkiden epey farklıydı. Chivas Marka Elçisi Selçuk Ramazanoğlu’nun tadım konuşmasını izlerken o günleri yeniden anımsadım.   

Viskiyi sek içmekte zorlanırsanız, gül yaprağında çiy tanesi kadar su eklersek, hem aromalarını en yoğun şekilde hissedeceğimizi, hem de içiminden daha keyif alacağımızı belirtti Ramazanoğlu.
Satın aldığınız viskinin içinde 10, 15, 20 yıl yıllandırılan viskilerden oluşan bir karışım varsa, şişenin üzerinde viskinin 10 yıllık olduğu yazarmış. Şişelendikten sonra ise viskinin yıllanma süreci sona erermiş. Bu yüzden satın aldığınız bir viskiyi bekletmeniz onun daha da yıllanmasını sağlamazmış haberiniz olsun.
Viski Kulübü adresinde okuduklarım arasında en çok ilginmi çekenlerden biri de İngilizce’de yalnızca İskoç viskisine has bir ölçü birimi olması: A dram of Scotch. Bu ölçü kişiden kişiye değişse de,“bir duble”ye eşit olacağını söylemek mümkünmüş. Tıpkı dubledeki gibi, “A dram of Scotch”un ölçüsü de servis eden kişinin cömertliğiyle doğru orantılıymış.

Viskinin ana vatanının İrlanda olduğu çok kişinin malumudur da, şişe üzerinde “whisky” yazıyorsa İskoçya, Kanada veya Japonya’da üretildiğini, eğer “whiskey” yazıyorsa da İrlanda veya Ameika’da üretildiğini bilen azdır. Bundan sonra içtiğiniz şişeye daha dikkatle bakacağınızdan eminim.

Haydi şimdi BURAYA tıklayarak, siz de Viski Kulübü’nun tutkunları arasına katılın.


Da Vinci Learning Kanalı, öğrenmeyi eğlenceye dönüştürüyor

Geçen hafta; başarılarını takip etmekten mutlu olduğum manevi çocuklarımdan Müge Doğrular’ın şirketi 11 Digital‘in davetlisi olarak Da Vinci Learning Türkiye hakkında bilgi almak üzere anne bloggerlar ile birlikte Astoria’daydım.    Güleryüzlü karşılamasıyla sevgili Pınar Yumuşak beni Da Vinci Learning Türkiye Temsilcisi Banu Canözkan ile tanıştırdı. Anne bloggerlar ile selamlaşıp, önceden tanıma şansı elde ettiklerimle hal hatır sorduktan sonra sıra geldi Banu Canözkan’ın konuyla ilgili olarak verdiği bilgileri dinlemeye.

Aileler ve çocuklar için interaktif, güvenli, eğitici ve eğlenceli bir televizyon izleme deneyimi sunan Da Vinci Learning Kanalı, öğrenmeyi zevke dönüştüren eğitim anlayışıyla programlar hazırlıyormuş. Canözkan’ın anlattıkları arasında benim en ilgimi çeken cümle “Türkiye’deki çocukların yepyeni bir görsel tecrübe edinmesi, dünyanın nasıl işlediğini öğrenmesi ve en önemlisi aile içindeki paylaşımı artırarak bunun zevkine ailece varmalarına yönelik programlar sunmaları” oldu.
Tüm aile bireyleri için eğlendiren ve eğlendirirken öğreten bir tv izleme deneyimi sunan Da Vinci Learning Kanalı, bu misyon ile 24 saat yayın yapan tek kanalmış. Da Vinci Learning, çocukların bilgi dağarcığını geliştiren, merak uyandıran ve uzmanlar tarafından tüm dünyadaki içerik sağlayıcılar arasından özenle seçilen programları içeriyormuş. Hikayesel anlatım metodları kullanılarak sunulan programlar, çocukların ihtiyaçlarına, seviyelerine ve günlük ihtiyaçlarına yönelik hazırlanıyormuş. Da Vinci Learning, şiddet içermeyen programlarıyla ebevyn ve çocuklar arasındaki iletişimi ve interaktiviteyi geliştirmesinin yanı sıra, bilgi ve kültür seviyesini artırmaya özen gösteriyormuş.
D-Smart 72. kanaldan izleyebileceğiniz Da Vinci Learning’de çocuk ve belgesel kanalları birleşmiş durumda. Sevimli Fare Marvi Hammer, Arka Bahçe Bilimi, Zaman Yolcuları gibi ilginç programların detaylarına ve daha pek çok bilgiye BURAYA tıklayarak erişebilirsiniz.

 


Buzbağ, Efsane Gurmelerini Arıyor

Geçtiğimiz günlerde gelen bir mesajla hoş bir etkinliğe katılma şansına sahip oldum “Efsane Gurmelerini Arıyor”. Friendfeed ve Facebook üzerinden paylaşımlarını izlediğim Buzbağ Şarapları; yazılarını okuyup sevdiğim, hemen hepsini de tanıma şansı bulduğum blog yazarları moderatörlüğünde bir dizi etkinlik düzenliyordu. Sevgili Ayşem Öztaş’ın moderatörlüğünde yapılacak olana ben de katılma şansı buldum. Levent Köşebaşı Restaurant’ta kalabalık bir grupla birlikte, güleryüzlü evsahiplerimizin sohbetleriyle vaktin nasıl geçtiğini anlamadığımız harika bir gece geçirdik.
Kayra Wine Center Eğitim Müdürü Ayça Budak’ın şarap-yemek uyumu konusunda özenle tek tek verdiği detayların hepsini bir kayıt cihazım olsaydı da kaydedebilseydim keşke.
Buzbağ Şarapları Türkiye’nin en köklü markalarından biri, Elazığ yöresinde yetişen Öküzgözü ve Diyarbakır yöresinde yetişen Boğazkere üzümleriyle Elazığ’da üretiliyor. Buzbağ, adını Harput yöresinde Buzluk Mağaraları’ndan almış. Dünyanın en ünlü şarap yazarı Hugh Johnson; Şarap Ansiklopedisi’nde “Eğer Nuh’un Ağrı Dağında ekilen üzüm bağları ilk bağlar ise ,Türkiye’nin şarabın anavatanı olduğunu ileri sürmesi doğaldır” demiş.
Peynir tabağı ile tatmamız için hazırlanan Buzbağ Beyaz ve Mezeler ile birlikte içmemiz için sunulan Buzbağ Klasikle başladık tatmaya. Beyaz şarabı peynir, çerez ve cipsle tüketmeyi pek severdim eskiden, o akşam yeniden bana güzel günleri hatırlattı damağımda kalan lezzet. Buzbağ Klasik müthiş bir kırmızı şarap, Türkiye’nin en çok tercih edilen Öküzgözü ve Boğazkere kupajı olduğunu öğrendim. Uzun süredir dostlarla yenen yemeklerde veya akşam gidilen yerlerde rakı içerim. Öğle yemeği veya bir kokteylde şarap içmem gerekirse genellikle sonuç hüsran oluyordu. Genzimi yakan, dilimi kabartan şaraplar nedeniyle içemez olmuştum. Mezeler ile pek yakışan Buzbağ Klasik benim favorim oldu. Daha sonra ara sıcaklarla beraber Buzbağ Elazığ Öküzgözü denedik, o da pek lezizdi ve damakta bıraktığı tad çok hoştu. Zannetmeyin ki sadece yedik içtik, konuklar birbirleriyle tanıştı, hatta şakalaştı bile ilerleyen saatlerde. Herkesin farklı alışkanlıkları ve damak tadları Buzbağ sayesinde ortak noktalarda buluşuvermişti sanki. Etlere geçildiğinde, bir başka müthiş lezzetle tanıştım Buzbağ Rezerv mutlaka deneyin derim. Öküzgözü ve Boğazkere üzümlerinin kupajıyla üretilen Buzbağ Rezerv 3 rekolteye sahipmiş. 2004 rekoltesinde böğürtlen ve tarçın aromaları baskınken; 2005 rekoltesinde olgun çilek, nane ve kahve aromaları dikkat çekiyormuş; 2006 rekoltesinde ise karadut, yasemin, sedir ağacı ve ardıç aromaları ön plana çıkıyormuş. Şarapseverlerle buluşmadan önce 24 ay meşe fıçıda dinlendiriliyormuş.

Konukların çoğundan saklama konusunda sorular geldi doğal olarak. Ayça Hanım’ın önemle üzerinde durduğu konu odanın ısısı idi. Yatay olarak saklamayı öğrenmişiz hepimiz ama ısı konusunda pek de dikkatli olmadığımızı öğrendik o akşam 🙂 Özellikle biz Türklerin çok sıcak evlerde yaşadığından bahsedilince, son günlerde satışa sunulan değişik marka şarap dolaplarını hatırlattı konuklardan biri.
Gecenin sonunda moderatörümüz sevgili dost Ayşem Öztaş’ın el emeği biscottilerle uğurlandık evlerimize.
Teşekkürler Kayra ekibi, teşekkürler Zarakol ekibi, Köşebaşı da tam kadro aferini hak etti ve tabii teşekkürler Ayşem Öztaş.


Kaostan Uzak Durun

“Türkiyenin gerçek anlamdaki tek aksiyon filmi”… basın bültenlerinde yer alan bu iddialı cümleyle, sağda solda haber olan Kaos Örümcek Ağı filmine gidecekleri kötü bir sürpriz bekliyor. Yabancı aksiyon filmlerini ve dizilerini sıklıkla izliyorsanız, bilgisayar oyunlarını keyifle oynamışsanız bu filme katlanmanız çok zor.
Sıradan izleyiciler, hatta daha da açık yazayım mafya dizilerine tutkun 9-15 yaş arası ergenler izler ve hatta beğenirler de. Siz siz olun, hislerinize güvenin ve çok değer verdiğiniz biri de davet etse bu filme gitmeyin.
Çok rica ediyorum “Türk sinemasına ve yönetmenlerine haksızlık ediliyor” bık bıkları da etmeyin. “Piyasada mafya dizileri ve vurdulu kırdılı filmler iş yapıyor, bir tane de ben çekeyim” mantığıyla işe girişip, eline yüzüne bulaştıran birilerine destek vermek, sinemaya gerçekten emek verenlere haksızlık olur.
Eh be kardeşim, eline güncel bir konu gelmiş, güzel işlenebilecekken sen ne demeye Matrix çakması, ilkokul çocuğu kompozisyonu tadında aksiyon sahneleriyle işi berbat ediyorsun. Oyuncu kadrosu desen daha da vahim. Her biri tek tek başka işlerde iyi sonuçlar vermiş olabilirler, kabul ediyorum. Ama burada olmamışlar, hele Cemal Hünal nasıl sırıtmış anlatmam mümkün değil. Tiyatrocular, dizi oyuncuları hepsi dökülmüşler.
Film yönetmek bir meziyettir, herkes yönetemez. Kafanız karışıksa sonuç daha da beter oluyor. “Oraya bir ateş topu, bir de yağmurlu sahne koyalım iyi gider, şuradan kanlar fışkırsın, sen iki uçan tekme savur, sen deriiin derin bak” demekle olmuyor bu işler üzgünüm.
Lütfen dersinizi iyi çalışın; sinemaya gönül ve emek vermiş çok sayıda değerli sinema insanına, yaptığınız kötü işlerle haksızlık etmeyin.


Wrath of the Titans, Titanların Öfkesi

Bu sabah Warner Bros’un davetiyle “Wrath of the Titans/Titanların Öfkesi” filmini izledim. İlk filmi izleme fırsatım olmamıştı, gitmeden önce internet üzerinden trailer ve referans videoları izledim, kendimi izleyeceğim filme hazırladım.

 Jonathan Liebesman’ın yönettiği “Wrath of the Titans/Titanların Öfkesi” ünlüler resmi geçidi gibi bir görsel şölen. Fantastik filmlerden hoşlananlar, nefes kesici şekilde geçecek yüz dakikaya hazır olsunlar. Laf olsun diye söylemedim, gerçekten koltuğunuza yapışıp izleyeceksiniz bu filmi. Özellikle 7 yaş üzeri erkek çocuklu aileler için eğlenceli bir haftasonu seçeneği olacaktır.

Mitolojiye tutkun biri olarak Pegasus, Minotor, Chimera ve Cyclopslar gibi yaratıkları; Zeus, Hades, Poseidon gibi tanrıları beyazperdede izlemek pek hoşuma gitti.
Avatar ile tanıdığım, Perseus’u canlandıran Sam Worthington’a; Zeus rolünde Liam Neeson, Hades rolünde Ralph Fiennes ve Andromeda rolünde Rosamund Pike eşlik ediyorlar. Hephaestus’u canlandıran Bill Nighy ise itiraf etmeliyim ki benim için hep Love Actually’deki Billy Mack karakterinde kalacak 🙂 Adamcağız bu filmde de, Harry Potter ve Pirates of Carribean serilerinde de eğlenceli karakterler çiziyor ama o benim için hep geçkince popstar olacak 🙂
Ralph Fiennes ve Liam Neeson da her filmini pek severek izlediğim oyunculardır, bu filmde de rollerinin hakkını zorlanmadan veriyorlar.

Daha önce The Sorcerer’s Apprentice filminde izlediğim ama asla hatırlayamadığım Toby Kebbell ise eğlenceli bir karakter olan Poseidon’un yarı tanrı oğlu Agenor’u başarıyla canlandırıyor.
İnsanlığın sadakat yoksunluğundan ötürü tehlikeli ölçüde zayıf düşmüş olan tanrılar, ölümsüzlüklerini kaybetmek ve babaları Kronos’un güçlenmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalınca  tanrı Zeus oğlu Perseus’tan yardım ister. Perseus ise kendi oğluyla huzurlu bir hayat sürmek üzere ölen karısına söz vermesine rağmen, yine oğlunun geleceğini düşünerek babasına yardım etmek üzere Kraliçe Andromeda, Poseidon’un yarı tanrı oğlu Agenor ve devrik tanrı Hephaistos ile birlikte yeraltı dünyasına yola çıkarlar.
Hikayenin devamını bu cuma gösterime girecek filmde izleyeceksiniz 🙂


						

Uğur Özmen ve Social CRM Mart 2012 Toplantısı

Social CRM toplantımızın bu ayki konuğu değerli dost Uğur Özmen di. Programının yoğunluğuna rağmen kırmayıp geldi ve bizlere CRM den Social CRM e gidiş yolunda keyifli bir yolculuk yaptırdı. Daha önce de derslerini ve sunumlarını izlediğim için durağan bir sunum izlemeyeceğimi tahmin ediyordum ama Uğur Hoca bu kez tahminlerin de ötesine geçip bizlere sağlam bir workshop yaptı.  “Bir Kadın Bir Erkek” dizisini olay olarak ele alıp, diziye internet üzerinde nasıl para kazandıracağımız konusunda antremanlar yaptırdı. Kendisi blogunda yazacaktır detayları ben özet geçeyim. Sonuçta ortaya çıkan, salondakilerin çoğunun altın tavuğu kesmeye meraklı olduğuydu
Bana göre sunumdaki en eğlenceli an; Uğur Hoca’nın iki sorusuna elleri kaldırarak cevap verilmesini istediğinde ortaya çıkan görüntüye yaptığı yorumdu. İlk soru “verilerinizin güvenliğine dikkat ediyor musunuz?” eller havada iken ikinci soru geldi “facebook hesabınız var mı?” diğer eller de havaya kalktığında Uğur Hoca’dan müthiş yorum geldi. “Kendinizi teslim olmuş gibi hissettiniz değil mi?” Çok sayıda kişi gülüştü ama önemli bir noktaya değinmişti Uğur Hoca, gönüllü olarak paylaştığımız verilerle nerelere varılacağını anlatmaya başladığında “Facebook hesabmı silsem mi” diyenler vardı 🙂
İlereleyen dakikalarda “Bilgiyi anlamlandırıken seçtiğiniz hedef kitlede en belirgin 4-5 değişkeni bulduktan sonra, analitiğe dönüp diğer değişkenlere bakarak yol çiziyorsunuz ve veriler daha çok anlam ifade etmeye başlıyor. İnformatik olanla endikatör olan arasındaki farkı öğrenmek CRM’in en önemli özelliği. Harcanan bütün çabaların temelinde ise müşterilerden daha çok para kazanmak var.” diye devam etti Uğru Özmen.
Ükütücü bir öngörüyle, semantiğe doğru gidildikçe temel değerleri olmayan insanların yönetimine doğru yol alınacağından söz etti Uğur Hoca ve “sizin ne aradığınız değil, size ne aradığınızın hissettirildiği önem kazanacak” dedi. Web 2.0’ın bireyin şirketlerden güçlü olduğu, sesini daha çok duyurduğu bir dönem ve Web 3.0 dan önceki son dönem olduğunu düşündüğünü de sözlerine ekledi.
Benim için yine çok zihin açıcı bir workshop ve dostlarla sohbet etme fırsatıydı. Teşekkürler Uğur Özmen ve salonu tıka basa dolduran bütün konuklar.


Take Shelter / Sığınak

Geçen hafta cuma sabahı Warner Bros ve Ares Film davetiyle, kalabalık bir sinema yazarı kadrosuyla birlikte izledik  Take Shelter/Sığınak filmini.

Take Shelter/Sığınak bir psikolojik gerilim, önce bunu sindirin, sonra izleyin. Özel efektelerin ve kamera oyunlarının değil, müthiş oyunculukların, repliksiz uzun sahnelerin ağırlıkta olduğu bir film.
Zaman zaman bazı izleyicilerin tweetlerine veya konuşmalarına rastlıyorum ve gözlerimi devirerek çemkirmek istiyorum “be hey sersem, elindeki telefon kadar da mı aklın yok, o havalı telefonundan anında internete bağlanıp iki üç eleştiri oku da öyle izle”.

Jeff Nichols’ın yönettiği Take Shelter/Sığınak; Cannes’dan ödülle dönen ve İstanbul Film Festivali’nin de en çok ilgi gören filmlerinden.
Başrolde Boardwalk Empire izleyicilerinin, hasta ruhlu federal Ajan Nelson Van Alden performansıyla hemen hatırlayacakları Michael Shannon var. Karısı rolünde ise The Help’teki performansını duyduğum ama henüz izleyemediğim Jessica Chastain var. Amerika’nın kasırgası ve fırtınası eksik olmayan orta bölgelerinden Ohio’da yaşayan Curtis’in; karısı ve işitme engelli kızıyla birlikte orta sınıf Amerikalıların çoğu gibi düzenli günlük yaşamlarının, Curtis’in rüyaları ve bozulan ruh sağlığı nedeniyle kabusa dönüşünü izliyoruz.

Michael Shannon ve Jessica Chastain’in olağanüstü oyunculuklarına, onlardan şirinliğiyle rol çalmaya çalışan işitme engelli kızlarını oynayan Tova Stewart, en yakın arkadaş Dewart rolünde Shea Whigham (onu da Boardwalk Empire’da Nucky’nin şerif kardeşi performansıyla tanıdım), en yakın arkadaşın karısı rolünde Katy Mixon eşlik ediyor(onu da Mike&Molly dizisinde çizdiği absürd karakterle tanımıştım)

Bu haftasonu ödüllü bir film izlemek isterseniz, özellikle güçlü oyunculuklar ve psikolojik gerilim ilginizi çekiyorsa, bu film sizin için biçilmiş kaftan kaçırmayın derim.


Van’daki son kale de düştü

Van’daki son kale de düştü. Van’daki gençlere aydınlık olan son kale Kelepir Kitabevi kapandı. Değerli dost Didem Özbahçeci Sönmez sayesinde, on yıl kadar önce varlığından haberdar olduğum bilgi yuvası geçtiğimiz günlerde kapandı. Kitabevlerinin kapanması hep içimi acıtıyor. Yeni yetişirken içinde dolaşıp, kitapları koklayıp okşadığım Hachette ve Sander kitabevleri kapandıklarında günlerce kendimi hasta hissetmiştim. Beyoğlu’ndaki Denizler Kitabevi kapanacak dediklerinde de çok sarsılmıştım.
Üzüntümüz büyük, Kelepir Kitabevi Van’da bilginin, aydınlığın simgesiydi. Sevgili Didem’in dayısı, kitabevinin sahibi zarif ve müthiş insan Haluk Bekiroğlu’na gönderilen bir mektubu paylaşmak istiyorum sizlerle. Belki o zaman neden bu kadar üzüldüğümüzü daha iyi anlayabilirsiniz. Tabii anlayabilecek durumda olanlar için geçerli söylediklerim, biat edeyim derken akıl tutulması, yürek taşlaşması yaşayanlara vız gelecektir.

Kelepir’in Son Günü
“Kelepir” Van’da bir kitabevidir.

Benim için önceleri, ucuz kitap edinmenin mekânıydı. Samsun’da askerliğimin çarşı izninde tanışmıştım onunla… Adı bilinmez sinema kitaplarını ilk gördüğüm yerdi…

Adı bilinmedik bir adamdım Van’a geldiğimizde… İçimde gurbetlik uğulduyordu.
Bir arkadaşım bahsetmişti ondan “dayım” diyerek… Ben onunla tanıştığımda içim bu yüzden bilenmişti, belki de “dayım “sayacağımı bilemeyerek…

Bilen bilir mutlaka hem de pekiyi… Gözlüğü bazen ışıltılı gülüşlerin aksiyle parlar bazen kıyıcı öfkelerin buzuyla kaplıdır. Gene de kim ne derse desin iyi adamdır. Ki “adam” olmak hakkında iyi bir kaynaktır.

Uzun mu uzun bir sohbetin ardından karakolluk olmanın eşiğinden dönerek ayrılmıştım yanından…
Bana “Kelepir” zincirlerinin nasıl oluşturulduğunu ve beceriksizce batırıldığını anlatmıştı. Ne yalan söyleyeyim… Ya burcumun getirdiği hesapsızlıktan ya da sadece sohbetinin hesapsız zevkinden, dedikleri bir kulağımdan girip öbür kulağımdan çıkmıştı.

Bana onları anlatan adamın Kelepir gibi bir yeri niye çalıştırdığını hiç anlayamıyordum. Yeni kitapları elinden geldiğince izleyen… Ama belki daha önemlisi ayaküstü de olsa kitapseverlerin sohbet edebildikleri, sözcükleri ve yazıyı ciddiye alan bir yerdi.

O gün, insanları birbirinden ayıran o büyük depremden epey sonra uğradığımda öğrendim olanı biteni. Raflar seyrekleşmişti. İçeride bir göç bungunluğu vardı. Maraş Caddesi’nden çıkarken Kız Meslek Lisesi’nin artık yerinde olmadığını, Ticaret Lisesi’nin de yıkılmakta olduğunu gördüğümde duyduğum o artçı dehşet dükkânın bütün köşelerine sinmişti. İçi çekiliyordu, sanki insanın.

Kelepir’in ayrılmaz parçası, şivesinden tebessümüne apaydın Vanlı, Çetin Ağabey vaziyeti açıkladı. Maraş Caddesi yok olmak üzereydi, okullar harap olmuş, ahali göçmüştü. İşin daha acı tarafı kimsede kitap okuma merakı kalmamıştı. Ve ilk defa Kelepir’de çay içilmiyordu… Çetin Ağabey, taziyelerde metin, sohbetlerde şen yüzünde, gene de bilgeliğin zırhındaki çatlaktan sızan bir hüzünle söyledi bütün bunları. Vahdet ki o da her girdiğimde koltuğumun altına nasıl girdiğini almadığım kitaplarımın müsebbibiydi, zorlama gülüşlerle buyur etmişti beni rafların önüne.

Kelepir, hazır tavuk’tan yufkaya, akla gelmedik pek çok şeyi Van’a ilk kez getirmiş bir ailenin, kitapsızlığa, cehalete ve bağnazlığa karşı savunduğu son kaleydi.

Yarı fiyatlı kitaplarına adeta saldırdığımda kendimi bir yağmacı veya akbaba gibi hissettim. O yüzden önce kitapları azalmış raflarıyla içini ve sonra belki de Türkiye’de artık hiç örneği kalmamış o orijinal “Kelepir” zinciri tabelâsıyla kepenkleri inik cephesini…

Gene de devam eder Kelepir rüyası Halûk Bekiroğlu’nun hayatında… Halûk Bekiroğlu, sattığı şeyi tanıyan, eli sigaralı, memlekete sevdalı, candan mı candan bir Türk evlâdıdır.

Ben “abi” derim ama sorsanız hani yalan da olmaz, desem ki “dayımdır”.

Kelepir kitabın Van’daki adıdır…

Kelepir kepenklerini, belki de cemre suya indiğinde, tabelasıyla beraber indirdi. Satılanlar satıldı, satılmayan kitaplar kolilenip iade edildi. Raflar belki söküldü, belki sökülmedi. Birileri gelip enfes tabelâsını yerinden etti. Camlarında eski çıkartmalar, kiracının gelişine kadar şaşkınca kaldı. Vahdet, Çetin Ağabey’den sonra ışıkları son kez söndürerek çıktı, asma kilitler de son kez takırdadı. Dükkân ilk kez kitapsız bir boşlukta, bağrı soğuk, sağır geceye “merhaba” dedi. Onunla beraber Van’da bir devir bitti.

Kelepir, Van’da bir kitabeviydi. Hem de ne kitabevi…

Afşar ÇELİK 28.02.2012


Sayfalar:1...30313233343536...61