:::: MENU ::::

Bir Uzakdoğu Güzellemesi: Skyfall

Öngösterim başlamadan önce bizlerden filmle ilgili yazıları 30 ekimden önce paylaşmamamız istendi. Filmden sonra yazımı hazırladım ve günlerdir “Midas’ın kulakları , Midas’ın kulakları” diyerek dolaştım 🙂  

Filmi hakkında yazmaya başlamadan hemen şunu belirtmeliyim; yıllardır Cüneyt Arkın ve Chuck Norris’e haksızlık etmiş olduğumuzu düşünüyorum. Gariplerim filmlerinde bu tip absürd atraksiyonlar yaptıkları için alay konusu olup durdular.

Sean Connery’den bu yana bütün Bond’ları izleme şansım oldu. Hepsinde Ian Fleming’in maçoluğa övgü karakterleri ön plandaydı. Daniel Craig’in Bond serisinde; M karakterini Dame Judi Dench’in canlandırmasıyla kadın oyuncular eskisi gibi kullan at tiplemelerden çıkıp daha güçlü ve hayatın içinden olmaya başlamışlardı. “Yok daha neler” dedirten atlamalı zıplamalı sahnelere katlanmayı biraz daha kolaylaştırmştı benim için. Skyfall’dan sonra artık öyle olmayacağını biliyorum. Spoiler vermemek adına çenemi tutacağım, izleyip kendiniz karar verin.

Hep yazarım ve söylerim sinema benim için eğlencedir. Keyifli vakit geçirmek isterim, bu nedenle de beklentimi en aza indirip öyle izlerim filmleri. Buna rağmen Skyfall’da yer alan Istanbul görüntüleri beni çok rahatsız etti. Tamam kabul; biz bu adamlar için Araplardan farklı değiliz, hala bizi develerle geziyoruz zannedenler var, Istanbul denildiğinde Kapalı Çarşı ve Eminönü’nden başka şeyi akıllarına yerleştirememişiz, ama bu kadarı da haksızlık olmuş. Fethiye sahnelerinden ise hiç söz etmeyelim.

Türkiye’de film çekecek yabancı ekiplere, burada destek sağlayan firmalar keşke önceliklerini alacakları paralara vermeseler de ülke tanıtımı için de azıcık çaba harcasalar. Yönlendirmek ve montajda da kesilip kırpılmasını önlemek bu kadar da zor değil, yıllarca bu işleri yaptım boş laf değil yazdıklarım. Param olsa Woody Allen’a sağlam bir senaryoyla Istanbul’a övgü filmi çektirmek isterdim. Skyfall’u izlediğinizde ilerleyen sahnelerde Uzakdoğu güzellemesi dememi daha iyi anlayacaksınız.

Bütün söylenmelerime rağmen gayet rahat izlenen bir Bond filmi olmuş Skyfall, müzikler ve özellikle Adele’in seslendirdiği jenerik melodisi her zamanki gibi başarılı. Teknolojiden kararında yararlanılmış ve oyuncu kadrosu ise Javier Bardem, Ralph Fiennes, ve Albert Finney’in de katılımıyla tam bir centilmenler kulübü olmuş. Q karakteriyle de geekleri onurlandırmışlar. 50 yıl baskısıyla oldukça uzun bir film çıkarmışlar ortaya, arka planda yüzlerce kişinin emeği var bu nedenle; 2 kasımda gösterime girecek Skyfall’u mutlaka izleyin, mutlaka Imax’te izleyin, ama lütfen beklentinizi en aza düşürerek izleyin, iyi seyirler.


Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun

Bağımsız olmanın kıymetini anlayabildiğimiz tartışılır, anlayabilenlerin sayısı her geçen gün azalıyor. Bizleri dışa bağımlı, üç kuşak ileriye borçla doğan bir toplum haline getirenleri, bıkmadan usanmadan yönetici olarak seçmeye ve alkışlamaya devam edenler oldukça kolumuz kanadımız kırık, ruh halimiz çapraşık, aldığımız terbiyeye isyan ederek yaşar olduk.

Fikri ve vicdanı hür  olarak yaşamamı sağlayan Atatürk ve silah arkadaşlarına; kimsenin kölesi olmadan yaşayabilmem için kendilerini siper eden gazilere ve şehitlerimize teşekkür ederim.

Kutlama yapmak için kimsenin iznine ve icazetine ihtiyacım yok. Emperyalist devletlerin kuyruk acıları nedeniyle silip yok etmeye çalıştıkları bu zaferi; millet olmayı ümmet olmaya tercih edenlere inat, her zamankinden daha coşkuyla kutlayacağım.

Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun.


Mâdem ki insansın…

“Mâdem ki insansın, mâdem ki duyuyor, düşünüyor ve seziyorsun, büyük hakikati bulmak için gönlünü ve idrakini yoracaksın. Duyduklarını ve bulduklarını söyleyeceksin. Sen söyleyemezsen, ruhunun vâsıl olduğu sırları şiirlere, sazlara ve sema’lara söyleteceksin. Bütün bunlarla dahi söyle…”

Mevlana 

Dünden beri internet üzerinde Fazıl Say hakkında çok sayıda yazıyı, eleştiriyi, protesto mesajlarını okuyordum. Bu sabah sevgili dost Ahmet Fazıl Ayan ‘ın paylaştığı Mevlana dizeleri gözüme ilişti. Orada kalmasınlar sizler de okuyun istedim. Bu da benim “söyleme” yolum sanırım.

Sevgi ve ışıkla kalın…

 

Kullandığım görsel de sevgili dost Hülya Özbudun’un çektiği bir kare.


Blog Action Day 2012 #BAD12

Blog Action Day; brings together bloggers from different countries, interests and languages to blog about one important global topic on the same day since 2007.
This year’s theme is “The Power of We“, a celebration of people working together to make a positive difference in the world, their countries or for people they will never meet all around the world. Thousands of bloggers, from hundreds countries have registered for this day.

I would like to use this opportunity to tell you about the project  “Semra Is Calling”

After last October’s earthquake destroyed the southeastern Turkish city of Van and a majority of the buildings at Yuzuncu Yil University, Turkish Philantrophy Funds and donors reacted.

Funds were raised and ground was broken to rebuild the heart of the university. As classes resume, only students with the means to commute to school can attend. It has been brought to attention, that the students need dorms. Without a safe place to sleep and study, students cannot attend school. Semra is a student at the university, and she is calling you for help.

Answering Semra’s Call: Rebuilding dorms at Van’s Yuzuncu Yil University. Turkish Philantrophy Funds’s Young Professionals are hosting an event to answer her call.
Please join them HERE  and show the world “The Power of We”

“Semra Is Calling”
http://www.tpfund.org/en/semraiscalling.aspx


Annesiz geçen bir yıl


4 eylül 2011 sabahın erken saatlerinde vefat etmişti annem. Uzun süredir kendinin farkında olmadığı menhus hastalık Alzheimer ile yaşamıştı. Onun için “an” lar fark etmiyordu ama sevenleri için olanları sindirmek çok zordu. Gözleri çakmak çakmak yanan cin gibi kadının, bir köşede sakince bulmaca “çözmeye çalışması”, bazen boş gözlerle uzaklara dalıp gitmesi, aynı cümleleri defalarca kurması ne kadar üzücüydü tahmin bile edemezsiniz.
İlk öğretmenimdi o benim. Şu anda olduğum kişi olabilmem için sabırla eğiten, toplum içindeki davranışlarımı şekillendiren rehberimdi annem. Kendime güvenmeyi ve saygı duymayı, değer yargılarımı geliştirmeyi ondan öğrendim. Hayattaki duruşumu, kişiliğimi, kariyerimi ve daha bir çok konudaki yeteneğimi ona borçluyum.
Kelimeleri toparlamak, bir araya koymak hiç bu kadar zor gelmemişti.
Huzur ve ışıklar içinde yat anneciğim.


Akide tadında bayramlara…

Bu yıl bayram kutlaması yazmaya elim varmıyor, içim buruk, ülkemde yaşananları düşününce “kutlanacak ne var?” diye soruyorum kendime. Yine de gelecek günler için umut beslemek ve iyilikler dilemek gerek diyerek yazmaya karar verdim. Bu bayramla beraber hem güzel ülkeme, hem de dünyanın diğer ülkelerinde yaşayanlara; barışla, sevgiyle, kardeşlikle, bereketle ve akide şekerinin damağımızda bıraktığı keyifli tadla geçecek bayram kadar neşeli günler diliyorum.

Sevgi ve ışıkla kalın…


Buluşmak Üzere… Can Yücel’i Anıyoruz

Buluşmak Üzere…

Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni

Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım
CAN YÜCEL


Sorumlu Olmak

Aşağıda okuyacağınız satırlar Osho’nun Farkındalık adlı kitabından alıntıdır.

İyi hissediyorsun, kötü hissediyorsun ve bu hisler kendi bilinçaltından, kendi geçmişinden kabarıp yükseliyor.Senden başka kimse sorumlu değil. Kimse seni kızdıramaz ve kimse seni mutlu edemez.Kendi kendini mutlu ediyorsun, kendi kendini kızdırıyorsun ve kendi kendini üzüyorsun. Bunu fark etmediğin sürece bir köle olarak kalacaksın.
“Başıma gelen ne olursa olsun kesinkes ben sorumluyum. Koşulsuz olarak her ne olursa olsun kesinlikle ben sorumluyum.” Kişi bunu fark edince kendi kendisinin efendisi haline gelir.
Başlangıçta bu senin canını sıkıp üzecek çünkü sorumluluğu başkasına atabilirsen yanlış yapmadığın için kendini iyi hissedebilirsin. Hayat arkadaşın saldırgan davranışlarda bulunuyorsa ne yapabilirsin ? Kızmak zorundasın. Ama unutma o kendi ruhsal mekanizmaları nedeniyle saldırgan davranıyor. O sana karşı saldırgan değil. Sen orada olmasaydın çocuklara saldıracaktı. Çocuklar orada olmasaydı bulaşıklara saldıracaktı; onları yere çarpmış olacaktı. Radyoyu kırmış olacaktı. Bir şey yapmış olması gerekiyordu; saldırganlık geliyordu. Gazete okurken bulunman ve sana karşı saldırması sadece bir rastlantıydı. Yanlış bir zamanda elinin altında bulunman sadece bir rastlantıydı.
Kızgınsın, o sana saldırganlaştığı için değil; o sadece uygun durumu sana sağladı hepsi bu. O sana kızman için bir olasılık, kızman için bir bahane vermiş olabilir ama kızgınlık kabarmaktaydı. O orada olmasaydı aynı şekilde kızmış olacaktın; başka bir şeye, bir fikre ama kızgınlık orada olmak zorundaydı. O senin kendi bilinçaltından gelmekte olan bir şeydi.
Herkes kendi varlığından ve davranışlarından sorumludur, tamamıyla sorumlu. Sorumlu olmaktan başlangıçta çok canın sıkılacak çünkü sen her zaman mutlu olmak istiyor olduğunu düşünmüştün; o halde nasıl olur da kendi mutsuzluğundan sorumlu olabilirsin? Her zaman mutluluktan uçmayı arzuluyorsun, nasıl olur da kendi kendine kızabiliyorsun? Ve bu yüzden sorumluluğu başkalarının üzerine atıyorsun.
Eğer sorumluluğu başkalarının üzerine atmaya devam edecek olursan şunu unutma ki bir köle olarak kalacaksın çünkü hiç kimse başka birisini değiştiremez. Başka birini nasıl değiştirebilirsin? Hiç birisi başka birini değiştirmiş midir? Dünyadaki en az yerine gelmiş dileklerden birisi başka birisinin değişmesini istemektir. Bunu hiç kimse bugüne kadar yapamadı, bu imkansızdır çünkü başka bir insan da kendinden menkul bir varoluş sürer; onu değiştirmezsin. Sorumluluğu başkalarının üzerine atmaya devam edersin ama diğerini değiştiremezsin. Ve sorumluluğu başkalarına attığın için de temel sorumluluğun sana ait olduğunu hiç göremezsin. Temel değişiklik kendi içinde gereklidir.
Tuzağa şu şekilde düşersin: Şayet tüm eylemlerinden, tüm ruh hallerinden sorumlu olduğunu düşünmeye başlarsan başlangıçta depresyona gireceksin. Ama bu depresyonun içinden geçebilirsen hemen sonra ışığı hissedeceksin çünkü artık başkalarından özgürleştin. Artık kendi kendine çalışabilirsin. Özgür olabilirsin, mutlu olabilirsin. Bütün dünya özgür ve mutlu olmasa bile farketmez. Ve ilk özgürlük başkalarına sorumluluğu atmayı bırakmaktır ve ilk özgürlük sorumlu olduğunu bilmektir. O zaman pek çok şey birden mümkün hale gelir.


Hava kurşun gibi ağır

Hava kurşun gibi ağır!!
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum…

O diyor ki bana:
– Sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem
gibi
yana
yana…
“Deeeert
çok,
hem dert
yok”
Yürek-
-lerin
kulak-
-ları
sağır…
Hava kurşun gibi ağır…

Ben diyorum ki ona:
– Kül olayım
Kerem
gibi
yana
yana.
Ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak,
nasıl
çıkar
karan-
-lıklar
aydın-
-lığa..

Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum…..

Nazım Hikmet Ran Mayıs 1930


The Great Masters Sergisi Istanbul

2 Temmuz öğleden sonra; Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi, Beş Kubbe Salonu’nda yer alan The Great Masters Sergisini gezdim. Vestel ana sponsorluğunda, Arter Tasarım ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi işbirliği ile bizlere ulaşan bu sergide; her yaştan konuk kendi ilgi alanlarına hitap eden çok ilginç detaylar bulabilir.

Sizlere önerim, önce sergiyi hızlı adımlarla bir gezip gözden geçirin. Sonra her bölümde yer alan interaktif ekranlardaki bilgiler ve sergi alanı girişinde mutlaka almanız gereken kulaklıklı elektronik rehberler yardımıyla sindirerek gezin.

Elektronik rehber çubuğunu eserlerin üzerlerinde veya yanlarında yer alan metal daireye tuttuğunuzda başarılı bir çeviri ve seslendirmeyle, hatta bazılarında dramatik anlatımlarla bilgi alabiliyorsunuz. Bir grupla gezdiğim için benim turum hızlı oldu, bu nedenle en kısa sürede bir kez de sindirerek gezeceğim.
The Great Masters Sergisi; 2010 yılında İsveç’in Göteborg kentinde açılan, binlerce ziyaretçi tarafından gezilen “And There Was Light” sergisinin geliştirilmiş bir versiyonuymuş. Bu şekliyle dünyada ilk kez İstanbul’da sergileniyormuş. Sergi İstanbul’da yerelleştirilmiş, 3 büyük ustanın çağdaşları olan Osmanlı sanatçıları ve mimarlarından örneklere de yer verilmiş. 
Sistine Şapeli’nin orantılı olarak küçültülmüş bir örneği içinde dolaşmak, Vitrivius İnsanı’nı incelemek, Davut heykelinin ne muhteşem bir eser olduğunu bir kez daha hayretle izlemek, “Son Akşam Yemeği” tablosunu bir kez de interaktif ortamda detaylıca görmek, San Pietro Bazilika’sının kesiti içinde inceleme yapmak, Leonardo’nun müthiş kanat taslaklarını hayran hayran izlemek, yıllarca sütun başlığı sanılan Michelangelo çizimlerinin aslında bir çanta taslağı olduğunu öğrenmek harikaydı.

En ilgimi çeken bölümlerden biri de Leonardo’nun mektubu oldu. Büyük usta; 3 Temmuz 1503’da Sultan II. Bayezid’e bir mektup yazarak; Haliç’e tek kemerli bir köprü ile İstanbul – Pera arası için bir köprü tasarladığını, rüzgâr değirmenleri, yenilikçi hidrolik cihazlar imal etmeyi önermiş. Bu mektup ve mektupta söz edilen Galata Köprüsü’nün modelini görmek içimi acıttı. Daha da acısı mektubun çeviriminde yer alan “Leonardo nam kafir” cümlesiydi. Bu bağnazlık yaşadığımız yüzyılda bile gözleri kör etmiyor mu?
Kendinize ve yakınlarınıza, özellikle çocuklarınıza hoş bir gün armağan edin ve bu sergiyi mutlaka gezin. Sergi süresince çeşitli etkinlikler de var. Bunlar arasında çocuklar için olanlar kadar büyükler için olanlar da çok ilgi çekici. Ayrıca her perşembe akşamı açık hava sinemasında National Geographic sponsorluğunda harika belgeseller izleme şansına da sahipsiniz. Sergiden görüntülediğim daha farklı kareleri incelemek için BURAYA tıklayınız.
Sergi hakkındaki en güzel yazılardan biri olan sevgili dost Süleyman Sönmez’e ait olan yazıyı BURAYA tıklayarak mutlaka okumanızı öneririm. Yazımda göreceğiniz bütün yabancı isimlerle ilgili bilgi linklerine onun yazısından kolaylıkla ulaşabilirsiniz. 
Bu harika sergiyi inceleme fırsatı için öncelikle bizlere güleryüzlü ev sahipliğiyle ve dostluğuyla harika bir rehber olan Arter Tasarım’dan Sebla Şahin’e,  sonra bloglarımızı inceleyip bizleri bulan MedyaSOS ekibinden Gamze Hal’e ve tabii en önemlisi Vestel başta olmak üzere bütün sergi sponsorlarına tek tek teşekkürü borç bilirim.

 


Sayfalar:1...27282930313233...61