4 eylül 2011 sabahın erken saatlerinde vefat etmişti annem. Uzun süredir kendinin farkında olmadığı menhus hastalık Alzheimer ile yaşamıştı. Onun için “an” lar fark etmiyordu ama sevenleri için olanları sindirmek çok zordu. Gözleri çakmak çakmak yanan cin gibi kadının, bir köşede sakince bulmaca “çözmeye çalışması”, bazen boş gözlerle uzaklara dalıp gitmesi, aynı cümleleri defalarca kurması ne kadar üzücüydü tahmin bile edemezsiniz.
İlk öğretmenimdi o benim. Şu anda olduğum kişi olabilmem için sabırla eğiten, toplum içindeki davranışlarımı şekillendiren rehberimdi annem. Kendime güvenmeyi ve saygı duymayı, değer yargılarımı geliştirmeyi ondan öğrendim. Hayattaki duruşumu, kişiliğimi, kariyerimi ve daha bir çok konudaki yeteneğimi ona borçluyum.
Kelimeleri toparlamak, bir araya koymak hiç bu kadar zor gelmemişti.
Huzur ve ışıklar içinde yat anneciğim.
Akide tadında bayramlara…
Bu yıl bayram kutlaması yazmaya elim varmıyor, içim buruk, ülkemde yaşananları düşününce “kutlanacak ne var?” diye soruyorum kendime. Yine de gelecek günler için umut beslemek ve iyilikler dilemek gerek diyerek yazmaya karar verdim. Bu bayramla beraber hem güzel ülkeme, hem de dünyanın diğer ülkelerinde yaşayanlara; barışla, sevgiyle, kardeşlikle, bereketle ve akide şekerinin damağımızda bıraktığı keyifli tadla geçecek bayram kadar neşeli günler diliyorum.
Sevgi ve ışıkla kalın…
Buluşmak Üzere… Can Yücel’i Anıyoruz
Buluşmak Üzere…
Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım
CAN YÜCEL
Sorumlu Olmak
Aşağıda okuyacağınız satırlar Osho’nun Farkındalık adlı kitabından alıntıdır.
İyi hissediyorsun, kötü hissediyorsun ve bu hisler kendi bilinçaltından, kendi geçmişinden kabarıp yükseliyor.Senden başka kimse sorumlu değil. Kimse seni kızdıramaz ve kimse seni mutlu edemez.Kendi kendini mutlu ediyorsun, kendi kendini kızdırıyorsun ve kendi kendini üzüyorsun. Bunu fark etmediğin sürece bir köle olarak kalacaksın.
“Başıma gelen ne olursa olsun kesinkes ben sorumluyum. Koşulsuz olarak her ne olursa olsun kesinlikle ben sorumluyum.” Kişi bunu fark edince kendi kendisinin efendisi haline gelir.
Başlangıçta bu senin canını sıkıp üzecek çünkü sorumluluğu başkasına atabilirsen yanlış yapmadığın için kendini iyi hissedebilirsin. Hayat arkadaşın saldırgan davranışlarda bulunuyorsa ne yapabilirsin ? Kızmak zorundasın. Ama unutma o kendi ruhsal mekanizmaları nedeniyle saldırgan davranıyor. O sana karşı saldırgan değil. Sen orada olmasaydın çocuklara saldıracaktı. Çocuklar orada olmasaydı bulaşıklara saldıracaktı; onları yere çarpmış olacaktı. Radyoyu kırmış olacaktı. Bir şey yapmış olması gerekiyordu; saldırganlık geliyordu. Gazete okurken bulunman ve sana karşı saldırması sadece bir rastlantıydı. Yanlış bir zamanda elinin altında bulunman sadece bir rastlantıydı.
Kızgınsın, o sana saldırganlaştığı için değil; o sadece uygun durumu sana sağladı hepsi bu. O sana kızman için bir olasılık, kızman için bir bahane vermiş olabilir ama kızgınlık kabarmaktaydı. O orada olmasaydı aynı şekilde kızmış olacaktın; başka bir şeye, bir fikre ama kızgınlık orada olmak zorundaydı. O senin kendi bilinçaltından gelmekte olan bir şeydi.
Herkes kendi varlığından ve davranışlarından sorumludur, tamamıyla sorumlu. Sorumlu olmaktan başlangıçta çok canın sıkılacak çünkü sen her zaman mutlu olmak istiyor olduğunu düşünmüştün; o halde nasıl olur da kendi mutsuzluğundan sorumlu olabilirsin? Her zaman mutluluktan uçmayı arzuluyorsun, nasıl olur da kendi kendine kızabiliyorsun? Ve bu yüzden sorumluluğu başkalarının üzerine atıyorsun.
Eğer sorumluluğu başkalarının üzerine atmaya devam edecek olursan şunu unutma ki bir köle olarak kalacaksın çünkü hiç kimse başka birisini değiştiremez. Başka birini nasıl değiştirebilirsin? Hiç birisi başka birini değiştirmiş midir? Dünyadaki en az yerine gelmiş dileklerden birisi başka birisinin değişmesini istemektir. Bunu hiç kimse bugüne kadar yapamadı, bu imkansızdır çünkü başka bir insan da kendinden menkul bir varoluş sürer; onu değiştirmezsin. Sorumluluğu başkalarının üzerine atmaya devam edersin ama diğerini değiştiremezsin. Ve sorumluluğu başkalarına attığın için de temel sorumluluğun sana ait olduğunu hiç göremezsin. Temel değişiklik kendi içinde gereklidir.
Tuzağa şu şekilde düşersin: Şayet tüm eylemlerinden, tüm ruh hallerinden sorumlu olduğunu düşünmeye başlarsan başlangıçta depresyona gireceksin. Ama bu depresyonun içinden geçebilirsen hemen sonra ışığı hissedeceksin çünkü artık başkalarından özgürleştin. Artık kendi kendine çalışabilirsin. Özgür olabilirsin, mutlu olabilirsin. Bütün dünya özgür ve mutlu olmasa bile farketmez. Ve ilk özgürlük başkalarına sorumluluğu atmayı bırakmaktır ve ilk özgürlük sorumlu olduğunu bilmektir. O zaman pek çok şey birden mümkün hale gelir.
Hava kurşun gibi ağır
Hava kurşun gibi ağır!!
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum…
O diyor ki bana:
– Sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem
gibi
yana
yana…
“Deeeert
çok,
hem dert
yok”
Yürek-
-lerin
kulak-
-ları
sağır…
Hava kurşun gibi ağır…
Ben diyorum ki ona:
– Kül olayım
Kerem
gibi
yana
yana.
Ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak,
nasıl
çıkar
karan-
-lıklar
aydın-
-lığa..
Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum…..
Nazım Hikmet Ran Mayıs 1930
The Great Masters Sergisi Istanbul
2 Temmuz öğleden sonra; Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi, Beş Kubbe Salonu’nda yer alan The Great Masters Sergisini gezdim. Vestel ana sponsorluğunda, Arter Tasarım ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi işbirliği ile bizlere ulaşan bu sergide; her yaştan konuk kendi ilgi alanlarına hitap eden çok ilginç detaylar bulabilir.
Sizlere önerim, önce sergiyi hızlı adımlarla bir gezip gözden geçirin. Sonra her bölümde yer alan interaktif ekranlardaki bilgiler ve sergi alanı girişinde mutlaka almanız gereken kulaklıklı elektronik rehberler yardımıyla sindirerek gezin.
Elektronik rehber çubuğunu eserlerin üzerlerinde veya yanlarında yer alan metal daireye tuttuğunuzda başarılı bir çeviri ve seslendirmeyle, hatta bazılarında dramatik anlatımlarla bilgi alabiliyorsunuz. Bir grupla gezdiğim için benim turum hızlı oldu, bu nedenle en kısa sürede bir kez de sindirerek gezeceğim.
The Great Masters Sergisi; 2010 yılında İsveç’in Göteborg kentinde açılan, binlerce ziyaretçi tarafından gezilen “And There Was Light” sergisinin geliştirilmiş bir versiyonuymuş. Bu şekliyle dünyada ilk kez İstanbul’da sergileniyormuş. Sergi İstanbul’da yerelleştirilmiş, 3 büyük ustanın çağdaşları olan Osmanlı sanatçıları ve mimarlarından örneklere de yer verilmiş.
Sistine Şapeli’nin orantılı olarak küçültülmüş bir örneği içinde dolaşmak, Vitrivius İnsanı’nı incelemek, Davut heykelinin ne muhteşem bir eser olduğunu bir kez daha hayretle izlemek, “Son Akşam Yemeği” tablosunu bir kez de interaktif ortamda detaylıca görmek, San Pietro Bazilika’sının kesiti içinde inceleme yapmak, Leonardo’nun müthiş kanat taslaklarını hayran hayran izlemek, yıllarca sütun başlığı sanılan Michelangelo çizimlerinin aslında bir çanta taslağı olduğunu öğrenmek harikaydı.
En ilgimi çeken bölümlerden biri de Leonardo’nun mektubu oldu. Büyük usta; 3 Temmuz 1503’da Sultan II. Bayezid’e bir mektup yazarak; Haliç’e tek kemerli bir köprü ile İstanbul – Pera arası için bir köprü tasarladığını, rüzgâr değirmenleri, yenilikçi hidrolik cihazlar imal etmeyi önermiş. Bu mektup ve mektupta söz edilen Galata Köprüsü’nün modelini görmek içimi acıttı. Daha da acısı mektubun çeviriminde yer alan “Leonardo nam kafir” cümlesiydi. Bu bağnazlık yaşadığımız yüzyılda bile gözleri kör etmiyor mu?
Kendinize ve yakınlarınıza, özellikle çocuklarınıza hoş bir gün armağan edin ve bu sergiyi mutlaka gezin. Sergi süresince çeşitli etkinlikler de var. Bunlar arasında çocuklar için olanlar kadar büyükler için olanlar da çok ilgi çekici. Ayrıca her perşembe akşamı açık hava sinemasında National Geographic sponsorluğunda harika belgeseller izleme şansına da sahipsiniz. Sergiden görüntülediğim daha farklı kareleri incelemek için BURAYA tıklayınız.
Sergi hakkındaki en güzel yazılardan biri olan sevgili dost Süleyman Sönmez’e ait olan yazıyı BURAYA tıklayarak mutlaka okumanızı öneririm. Yazımda göreceğiniz bütün yabancı isimlerle ilgili bilgi linklerine onun yazısından kolaylıkla ulaşabilirsiniz.
Bu harika sergiyi inceleme fırsatı için öncelikle bizlere güleryüzlü ev sahipliğiyle ve dostluğuyla harika bir rehber olan Arter Tasarım’dan Sebla Şahin’e, sonra bloglarımızı inceleyip bizleri bulan MedyaSOS ekibinden Gamze Hal’e ve tabii en önemlisi Vestel başta olmak üzere bütün sergi sponsorlarına tek tek teşekkürü borç bilirim.
The Amazing Spider Man
Bu sabah Warner Bros davetiyle yeni Örümcek Adam filmini The Amazin Spider Man‘i izledim.
Aylardır hakkında konuşulanları ne kadar dinlemesem de ucundan bucağından fikir sahibi olmuştum. İtiraf etmeliyim ki izleyene kadar “ne gerek vardı yeni bir Örümcek Adam filmine” bile dedim.
Andrew Garfield tam bir Spidey olmuş, örümcek dediğiniz ince bacaklı zayıf bir yaratık, bu genç adam da hem oyunculuğuyla hem de fiziğiyle göz dolduruyor. Social Network filminde o kadar dikkatimi çekmemişti ama gerçekten iyi bir aktör ve sevgili Duygu Kutlu’ya da dediğim gibi 30 lu yaşlarında Hollywood’da rakiplerini epey terletecek bir oyuncu olacak.
Hemen her sinema yazımda belirtirim, film izlemek benim için bir eğlencedir. Beklentimi minimuma indiririm, olabildiğince eleştiri okumadan izlerim. Bu filmi de öyle izledim ve gerçekten beğendim. Hem aksiyon sahneleri, hem duygusal sahneler gayet başarılıydı. Aralara serpiştirilmiş hınzır espriler ve göndermeler de tam kararındaydı.
Başroldeki her iki genç oyuncu da rollerinin hakkını veriyorlardı. Yan rollerde Martin Sheen ve özellikle Sally Fields her zamanki gibi gayet başarılılardı. Örümcek Adam’ı toplum düşmanı ilan eden polis şefi rolünde Denis Leary de güzel bir oyun çıkartmış. Kötü adam Dr. Curt Connors rolündeki Rhys Ifans başarılı oyununa rağmen, benim için hep Notting Hill’deki Spike olarak kalacak. BURAYA tıklayıp videoyu izlerseniz ne demek istediğimi anlarsınız 🙂
Filmi mutlaka IMAX izleyin, eğer gözlüğünüz de iyiyse Spidey’in NY gökdelenleri arasındaki yolculuğunda koltuğunuza yapışmanız mümkün. Bu haftasonu kendinize bir film armağan edin ve The Amazing Spider Man‘i izleyin. Bir de hatırlatma; filmin sonunda yazılar başladı diye kendinizi dışarı atmayın, ilginç bir sürprizi kaçırmış olursunuz.
Sürdürülebilir Kalkınma İçin Kadının Güçlenmesi Forumu
Zarakol ekibinden sevgili Aslı Pınar Tüfekçi beni ilginç bir foruma katılmaya davet ettiğinde, programı detaylı inceleme fırsatım olmamıştı. Four Seasons Bosphorus’da düzenlenen forumun yapıldığı salondaki konuk ve katılımcıları görünce verimli bir öğleden sonra geçireceğim belli olmuştu.
“Kadın Liderlerin Öncülüğü – Sürdürülebilir Ekonomi için Kadının Güçlenmesi” konulu forumun katılımcıları; PepsiCo dünya CEO’su Indra Nooyi, Türkiye Kadın Girişimciler Derneği Başkanı Dr. Gülden Türktan, Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Nakiye Boyacıgiller, PepsiCo Asya Pasifik Bölge Başkanı Ümran Beba, değerli sanatçı Serrra Yılmaz, CHP Milletvekili Şafak Pavey, PepsiCo Batı Avrupa Bölgesi Başkanı Debra Crew, PepsiCo Türkiye Yiyecek Genel Müdürü Ece Aksel, Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ve PepsiCo Güneydoğu Avrupa Başkanı Eugene Willemsen idi.
Salonu dolduran, çoğunluğu kadın yüzlerce konuk da ülkemizin önde gelen kurumlarının üst düzey yöneticileri veya şirket sahipleriydi.
Kagider Başkanı Dr. Gülden Türktan’ın açılış konuşmasının ardından, PepsiCo Yiyecek Türkiye Genel Müdürü Ece Aksel’in konuşmasıyla Prof. Nakiye Boyacıgiller ve PepsiCo Başkanı Indra Nooyi sahneye geldiler. Prof. Boyacıgiller ve Nooyi; “İş dünyasında kadının güçlenmesinde kadın liderlerin rollerini” konuştular. Indra Nooyi’nin liderlik anlayışı konularından, çalışan annelerin sorunlarından da söz edilen pek keyifli bir sohbet oldu. Nooyi “Çeşitli araştırmalar; yönetim kurullarında ve lider konumunda daha fazla kadın barındıran şirketlerin, hem finansal anlamda hem de diğer boyutlarıyla daha üstün performans gösterdiğini ortaya koyuyor.” dedi. “PepsiCo’da kadının rolünü bir sosyal sorumluluk değil iş sorumluluğu olarak görüyoruz” diye konuşan Nooyi sözlerini “Dünyadaki tüm kilit pozisyonlarda erkekler yerine kadınlar olsaydı ne ekonomik kriz ne de savaşlar olurdu. Daha çok kadın eğim imkanı bulur, çocuklar daha mutlu olurdu ve daha iyi bir toplumda yaşardık” diye bitirdi.
Sohbetin ardından Prof. Boyacıgiller yönetimindeki panel başladı. Prof. Boyacıgiller’in verdiği rakamsal verilerden sonra sözü PepsiCo Asya Pasifik Bölge Başkanı Ümran Beba aldı ve iş dünyasında daha fazla kadının yer almasını için çaba harcanması gerektiğinin altını çizerken, kadının ekonomik güçlenmesi için eğitimin de şart olduğunu belirtti. Panel süresince beni en çok etkileyen iki konuşmacı Şafak Pavey ve Serra Yılmaz oldu. Ben onları her dinleyişimde daha çok hayran oluyorum, güçlü kadın modellerimin en ön sırasındalar her ikisi de. Daha önce TedXReset toplatısında dinleme şansı bulduğum Şafak Pavey‘in “Kültürü değiştirmeden değişimi gerçekleştiremeyiz” teşhisine gönülden katılıyorum. Engelliler, yaşlılar ve çocuklar için çalışmalar yapılırken bu tanıma kadınların da dahil edilmesini istediğinde verilen cevabın “ayıp olur ama kadınları, engellilerle bir tutmayalım” olması çok içimi acıttı. Şafak Pavey’in TedXReset konuşmasnı izlemek için BURAYA tıklayınız.
Sanatçı kimliğiyle tanıtılmak istediğini belirterek sözlerine başlayan değerli sanatçı Serra Yılmaz da sanatın toplumu dönüştürücü etkisinden, kadın sanatçıların farklı disiplinleri birleştirici ve kamuoyunu etkileyici güçlerinden yararlanılarak toplumsal cinsiyet eşitliğinin hayata geçirilmesi konusunda neler yapılabileceğinden söz etti. Kazanılmış haklarımıza tecavüz edilirken sessiz kalmamamızı, hatta haklarımızı korumak için seferber olmamız gerektiğini de sözlerine ekledi değerli sanatçı.
Amerika ve Avrupa’daki hemcinslerinden yıllarca önce Türk kadınları birey olarak tanınmayı Atatürk’e borçlular. Onların seçme ve seçilme hakkı için uğraştıklarının onda biri kadar çaba harcamış olsaydık, şu günlerde bedenlerimiz üzerinden yapılan siyasetlere de daha farklı tepkiler verirdik.Türkiye’de kadınlar hakları için hiç zorlanmadıklarından, kaybedince neler olabileceğinin de ayırdına varamayan çokça hemcinsim var ne yazık ki. O öğleden sonra bütün sorunlara çözüm bulamadık ama iş çevresinden çok sayıda kadının olan bitene karşı daha farklı bakacağına inanıyorum.
Zihin açıcı, heyecan verici insanlarla tanışıp sohbet etme şansı yakaladığım, dostlarla hasret giderdiğim ve pek leziz ağırlandığım bu davet için; PepsiCo ve Kagider yetkililerine, Zarakol ekibine ve harika evsahipliği için sevgili Aslı Pınar Tüfekçi’ye tekrar teşekkür ederim.
Değerli dost Uğur Özmen’in bu toplantı ile ilgili 2 güzel yazısının linkini de aşağıya ekliyorum, yazıların üzerine tıklayarak mutlaka okuyun.
Yaşlandıkça Gençleşebilmek
“Gençlik bir hayat devresi değil, bir akıl halidir.
Yıllar cildi buruşturabilir, ancak heyecanların bitişiyle ruh buruşur.
İnsan kendine olan güveni kadar genç,
Kuşkusu kadar yaşlı,
Cesareti kadar genç,
Korkuları kadar yaşlı,
Umudu kadar genç,
Bezginliği kadar yaşlıdır.
Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz.
İnsanları yaşlandıran, ideallerinin bitmesidir.
Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe, beyni yeni şeyler keşfettikçe, herkes gençtir.
İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,
Halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.
İnsan, yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır.”
Değerli gazeteci-yazar Meral Tamer’in eski bir yazısından alıntıyı (ŞURADAN yazıya ulaşabilirsiniz) bana yollayan dostum Rengin Serdaroğlu’na teşekkür ederim. Hem harika bir sabaha başladım, hem de ruhumu 38 yaşına sabitlemekle ne güzel bir karar verdiğimi hatırladım. Bedenimin yaşlanmasına çare yok, ama ruhumun yaşlanmasına izin vermemek benim elimde. Hepinize harika bir hafta dilerim.
Sevgi ve ışıkla kalın…
Kabahatin Çoğu Senin Kardeşim
Bir değil, yüz milyonlarlasın maalesef
Koyun gibisin kardeşim
Gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen
Ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani
Hani şu derya içre derya olup deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf
Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
Ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
Kabahat senin, -demeğe de dilim varmıyor ama- kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!
Nazım Hikmet Ran