:::: MENU ::::

Istanbul Modern’de Yeni Sergi: Modernlik?

Dün sabah saatlerinde, İstanbul Modern ‘de; “Modernlik? Fransa ve Türkiye’den Manzaralar” başlıklı yeni serginin açılış öncesi bilgilendirme toplantısındaydım. 16 Ocak- 16 Mayıs tarihleri arasında sanatseverlerin gezebileceği sergi; Comité Colbert sponsorluğunda gerçekleşmiş.

Modernleşmenin günümüz sanatına olan etkilerini araştıran sergide, sanatçıların modernleşmeyle hesaplaşmaları ve modernlik olgusu işlenmiş.  

Modern hayatın dinamiklerine odaklanan sergide; Nevin Aladağ, Fikret Atay, Kader Attia, Ayşe Erkmen, Cyprien Gaillard, Thomas Hirschhorn, Pierre Huyghe, Chris Marker, Sarkis, Hale Tenger ve Nasan Tur’un eserlerini inceleyebilirsiniz.
Modernliğin geride bıraktığı tortuların hayatımıza nasıl sızdığının ortaya çıkarmaya çalışıldığı sergi; Türkiye’nin modernleşme sürecindeki ilk rol modeli Fransa’dan ve Türkiye’den sanatçıların eserleriyle, modernliğin farklı biçimlerde sürekli karşımıza çıkan kalıntılarının bugünü ve geleceği nasıl dönüştürebileceği de tartışmaya açılmış.
Fikret Atay’ın beni çok rahatsız eden ve 5 saniyeden kısa sürede sergilendiği alanı terk ettiğim videosu dışında bütün eserleri keyifle inceledim.

Cezayir göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Lyon’un banliyölerinde doğan Kader Attia; siyaha boyanmış ve mozaik aynalarla kaplanmış eski buzdolaplarından oluşan enstalasyonuna Skyline adını vermiş.

Hemen karşısında Nasan Tur’un Once Upon A Time adını verdiği ve sekiz ülkenin saten bayraklarından oluşan eseri var. Yugolavya, SSCB ve Doğu Almanya gibi siyasi dünya haritasından silinmiş ülkelerin bayrakları bunlar.

Hale Tenger’in enstalasyonuna, tepeden yere tüylerle kaplı bir kapıdan giriyorsunuz. Karanlıkta sessizce dönen fiziki bir yerküreyle karşılaşıyorsunuz. Diğer tarafta ise perdenin açılmasıyla ortaya çıkan ters bir siyasi küre yer alıyor. Bu bölümde arka planda çalan müzikle birlikte, dünyada olan bitenleri izler gibi tuhaf bir ruh haliyle izliyorsunuz.

Chris Marker’ın Zaplama Bölgesi “Hayali Bir Televizyon İçin Öneriler adını verdiği multimedya yapıtı en çok vakit geçirdiğim bölüm oldu. Marker’a göre modernlik kesintili ve sürekli hareket halindeymiş. Yaz sonu Boston ve New York’da hemen her Uzakdoğu’lu ortamda rastladığım figür olan Maneki Neko’yla karşılaşmak da hoştu.

Ayşe Erkmen’in altı farklı boyda doksan tane yeşil mayın heykelinden oluşan enstalasyonu, modern çağın en sinsi savaş aracı olan kara mayınları. Yine Ayşe Erkmen’in bir diğer çalışması olan Fış Fış isimli, yaklaşık üç metre boyundaki zarif metal kayık; modern dünyada ütopik arzuların imkansızlığını vurguluyor.
Pierre Huyghe’nin Streamside Day adını verdiği video enstalasyonunu mutlaka izleyin, çok etkileyici.

Usta sanatçı Sarkis’e ait bölümde, sanatçıyla NTV röportaj yapacağı için fazla vakit geçiremedim. Renkler ve duvara yansıyan videoda gördüğüm melek figüründe aklım kaldı, bir ara tekrar uğrayıp rahatça inceleyeceğim.

Etkilendiğim bir başka bölüm de, genç sanatçı Nevin Aladağ’ın Freeze serisi oldu. Break dans figürleri yaparken donuvermiş insanların olduğu fotograflarla modern kent yaşamının dinamikleri ve bireyin kentteki hareket alanı sorgulanmış.

Cyprien Gaillard ise kentlerin yeniden yapılandırması sırasında yıkılan binaların molozları üzerine gerçekleştirdiği Höyük isimli bir fotoğraf projesi ile katılmış sergiye.

Thomas Hirschorn’un One World adını verdiği çalışması kartondan bir sunak üzerinde manken kollarıyla desteklenen bir dünya küresinden oluşuyor. Sanatçı bu uygulamasıyla; hem tarihi hem de şimdiki zamanı sorgulayarak, farklı bir gelecek kurgulamayı öneriyormuş.
Sergi süresince İstanbul Modern ‘de çok sayıda da etkinlik düzenlenmiş. Garanti Bankası’nın katkılarıyla gerçekleşecek “Modern Zaman Atölyeleri” programında 4-5 ve 6-7 yaş grubu için “Sihirli Ayna”, 8-10 yaş grubu için “Sandık İçi Atölyesi”, 11-13 yaş grubu için “Bayrak Tasarım Atölyesi” adlı etkinlikler var. Ayrıca aileleriyle birlikte 3-5 yaş grubu “Benim Tombik Kürem”, 6-10 yaş grubu ise “Gündüz Başka Gece Başka” adlı etkinliklere katılabilecekler.
Ayrıca 7-17 şubat arasında; sergide Zapping Zone eserini goreceğiniz Fransız sinemacı Chris Marker 13 filmiyle anılacak.
Etkinlik detaylarını;  Modernlik sergi etkinlikleri- 15 Ocak 2013  yazısına tıklayarak word formatında bilgisayarınıza indirebilir, sergiye ait eserleri görebileceğiniz daha fazla fotografıma da ŞURAYA tıklayarak ulaşabilirsiniz.


Hayat Dolu Sofralar

Yılbaşından bir gün önce pek şık bir paket ulaştırıldı bana. Ambalajını açmaya kıyamayacağınız kadar güzel bir paketti. İçinde Tülin Doğruer‘den “Hayat Dolu Sofralar” adlı kitap ve D’lara markalı bir kutu çikolata vardı. İnkilap Kitabevi’nde tanıdığım biri yoktu, D’lara çikolatada da tanıdığım yoktu, paketten de sadece Tülin Hanım ile ilgili bilgiler çıktı. Uzun süre kimin gönderdiğini düşünüp, sonra çikolataları teyzem ve yeğenime bırakıp, hemen kitabı incelemeye koyuldum.
6 ayrı bölümden oluşan, her bölümde birbirinden güzel görsellerle sunulan 17 şer yemek tarifi ve 6 zarif kadının dokunuşuyla hazırlanmış şık sofralar vardı. Romantik başlıklı bölümde Siren Ertan Çarmıklı’nın sofrasına konuk olunuyor.
Klasik başlıklı bölümde kestaneli un helvası tarifine vuruluverdim, ilk fırsatta deneyeceğim. Bu bölümün sofra tasarımı ise Demet Sabancı Çetindoğan’a ait.
Osmanlı bölümündeki tariflerden Sultan Aziz Böreği ve Aref Köftesi de hemen listeye alındılar. Bu bölümün sofra tasarımı da Zeynep Fadıllıoğlu’nun eseri.
Minimalist bölümünün sofra tasarımı ise Çiğdem Simavi’nin eseri. Bu bölümde bulduğum patates dolması ve etli mücver tariflerine de bayıldım.
Beni yakından tanıyanlar bilirler; yüzgeçliler ve kanatlılarla aram yoktur. O nedenle sanmayın ki kitapta deniz ürünleri ve tavuklu tarifler yok. Meraklısı için müthiş öneriler var da benim ilgi alanımda değiller 🙂
Bir diğer bölüm olan Bohem’in sofra tasarımı da Didem Çapa’ya ait.
Bu bölümdeki tariflerden köfte çanağında makarna aklımı başımdan alıverdi. Hamur işleriyle aram iyi olsa üşenmeden pişmaniyeli pasta tarifini de denerdim.
Pratik isimli son bölümdeki sucuklu yufka üşenmeden hemen denediğim bir tarif oldu ve pek leziz bir atıştırmalıktı. Bir sonraki deneme ise kestane şekerli mini milföy pastacıklar olacak 🙂 Bu bölümün sofra tasarımının ev sahibesi ise Begüm Şen.
Kitabın etiket fiyatı 70 liraymış. Idefix’ten epeyce indirimli de alabilirsiniz, ŞURAYA tıklamanız yeterli.
Yılın son gününde bana bu harika sürprizi yapanı hala bilmiyorum, ama Tülin Hanım‘dan haberdar olmamı sağladığı, leziz tarifleri keşfettirdiği ve bu harika paketle yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirdiği için meçhul armağancıya kucak dolusu teşekkürlerimi yolluyorum.


Dunhuang’ın Renkleri: İpek Yolu’na Açılan Büyülü Kapı

Bu sergiden çok geç haberim oldu. Yılbaşı telaşı da geçsin derken ancak dün sabah fırsat yaratıp gezebildim. Duyurusuna fazla rastlamadığım gibi, Tophane-i Amire’de yapılan garip tadilatlar nedeniyle girişi bulmak bile başlı başına maceraydı. Müze kartın geçmiyor olmasını, yönlendirmelerin başarısızlığını da bir yana bırakırsak bu müthiş kültüre ait eserleri görmek pek lezizdi. Aynı mekanda Leonardo, Rafael Ve Mikelanj’ın eserlerini bizlere sunan interaktif serginin başarısından sonra, bu sergi sanki biraz “eh yaptık işte oldu” kıvamında geldi bana.

Dunhuang; İpek yolu üzerinde, Çin ve Batı kültürlerinin kesiştiği stratejik bir noktada, İmparator Han Wudi tarafından MÖ. 111 yılında kurulmuş. Dunhuang mağaraları yalnızca Çin kültürünü yansıtan bir sanat eseri değil; Yunan, Roma, Budizm, Hinduizm, Gandhara sanatları, Orta Asya üsluplarının Doğu ve Batı kültürlerinin birleştiği bir yer. Rivayetlere göre, 366 yılında Lezun adında bir Budist rahip Dunhuang’a geliyor.

Mingsha Dağı’na bakarken altın ışıklar arasında binlerce Buda gördüğü sanrısına kapılınca, bu görüntüden ilham alarak ilk mağara kazısına başlıyor. Zamanla mağaraların sayısı artıyor, Tang Hanedanı dönemine gelindiğinde, bölgedeki mağara sayısı bini aşıyor.

Sade bir yaşamı ilke edinen Budist rahipler, aydınlanma arayışlarının bir parçası olarak bu mağaralarda inzivaya çekilmişler. 4. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar rahipler batıdan topladıkları heykelleri Dunhuang’a getirmiş, yolu buradan geçen gezginler de arkalarında çeşitli duvar resimleri bırakmışlar. Zamanın etkileri ve insanların tahribatından sonra, Mogao’da şu anda 50 bin metrekare alanda yaklaşık 500 mağara ve 2 binden fazla heykel korunuyormuş. Duvar resimleri birbirlerine bağlanırsa, 30 kilometre uzunluğunda resim koridoru oluşturulabilirmiş.

Mogao mağaraları 1987’de UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesine alınmış. Sergi bitti diye gitmeye hazırlanırken görevlinin “diğer bölümü gezdiniz mi” sorusuyla farkına vardığım ve ilginç müzik aletlerinin sergilendiği ve hemen yanlarına yerleştirilen kulaklıklarla örnekler dinleyebildiğiniz bölümde, sergi süresince müzik ve dans gösterileri de yapılmış. Bu pazar vakti olanlara, son günü de olsa sergiyi gezmelerini öneririm.

Dunhuang hakkında daha detaylı bilgilere BURAYA ve ŞURAYA tıklayarak erişebilirsiniz.


Migros Sanal Market Macerası

Hizmete başladığı günden beri Migros Sanal Market hizmetini memnuniyetle kullanıyordum. Aylar önce mağaza ve bölge seçilmesini zorunlu hale getiren sisteme geçene kadar da hiç sorun yaşamamıştım. Oturduğumuz bölgeye yakın olduğu için Ortaköy mağazasından gönderim başladı, ne yazık ki o mağazanın işletme mantığında Sanal Market müşterisini Şok mağazası müşterisi sanmak gibi bir anlayış hakimdi. Gönderilen meyve ve sebzede atılmaya yakın olanların seçilmiş olmasını, süt ürünlerinin kullanım tarihlerinin son kullanma tarihlerine çok yakın olmasını defalarca eleştirmeme ve uyarmama rağmen, bu gün verdiğim siparişte alay eder gibi günü geçmeye yakın ürünler teslim edilince tepem attı. Müşteri hizmetlerini aradım, çıkan genç hanıma derdimi anlattım. Tabii sadece anlatmaya çalışmışım, o dinlediklerinden kendi çıkardığı sonucu not alıp iletmiş. Aradan saatler geçtikten sonra Ortaköy Mağazası yetkilisi olduğunu söyleyen, üzgün müşteriyi tatlı dille ve anlayışla sakinleştirip sorunu çözmeye çalışacağına vurdumduymaz tavırla iyice delirtmeyi başaran Bülent Bey sayesinde bu işin çözülmeyeceğini anladım. “Nedir yani şikayetiniz anlamadım, son kullanma tarihine daha iki gün varmış”, (kendi mağazasını savunmak amaçlı bir başka şubeyi karalayarak) “siz MetroCity mağazasındaki sebzeleri gördünüz mü?”, “altı üstü 50 liralık alışveriş etmişsiniz” diyebilen bir yetkilinin acilen eğitime alınması gerek. Müşteri ile temastaki kişilerin plastik olması gerekir. Gün içerisinde yüzlerce kişinin derdini dinliyor olmak yıpratıcıdır tabii. Bu göreve de bunları bilerek gelirsiniz. Bundan rahatsızsanız ve yakınacaksanız iş değiştirirsiniz. Çalıştığınız sektör “hizmet” sektörüdür ve siz de düzgün hizmet etmek üzere taahhütte bulunur ve bunun için maaş alırsınız. İnternet üzerinden alışverişi üşendiğim için değil; dirseklerimde ve omuzlarımda ağır yükler taşımak nedeniyle sorunlar başladığı için tercih ediyordum son zamanlarda. Buraya kadarmış, Migros Sanal Market ile ilişkim yarım saat öncesi itibarıyla bitmiştir. Mağaza yetkilisine az görünen meblağlar benim için önemlidir ve sokağa atılacak da bir kuruşum yok. Bu saatten sonra ayaklarıma kırmızı halı serseler nafile.
Müşteri İlişkileri Yönetimini başaramayan, çağrı merkezi elemanını ve mağaza çalışanlarını bilinçlendiremeyen markalar, hantallıklarının soruna dönüştüğünü günün birinde anlarlar ama geç olur. Müşterinin daima bir başka seçeneği vardır. İşletmelerin ise müşteriye davranışları olumlu yönde değişmedikçe, yüzecekleri denizleri kalmayacaktır.


Yeni Bir Yıla Merhaba

Yine, yeni bir yıla doğru koşaradım ilerliyoruz. Bilinmezliklerden mi, umutlardan mı olduğunu çözemediğimiz ürpermeler var ruhlarımızda. Yüreklerimiz hayallerimizin gerçek olabileceği heyecanıyla çarpıyor. Gençler arkadaşlarıyla katılacakları eğlencelerin, çocuklar açacakları hediye paketlerinin heyecanında, yaşlılar ise sağlıkla geçirecekleri yeni bir yılın umudundalar.

2012 yorucu bir yıl oldu çoğumuz için; kayıplar yaşadık, sağlık sorunlarıyla cebelleştik, belki işsiz kalanlar da oldu aranızda. Şimdi yeni bir yılın getireceklerine odaklanma zamanı; geçmişe takılıp kalmanın yararı yok, gelecek günlerin belirsizliğini coşkuya çevirmek elimizde. Her sabah sağlıkla uyanıyorsanız umudunuzu kaybetmek anlamsız. Sağlıkla nefes aldığınız her an, zorluklarla başa çıkabileceğiniz anlamına geliyor, yeter ki isteyin ve çaba harcayın. Hayatınıza dışarıdan bakmaya çalışın, tabii objektif olarak bakın; varlığına şükredeceğiniz her şeyi not edin, aklınıza her geldiğinde sahip olduklarınız için teşekkür edin ve daha iyilerini istemeye, onlara ulaşmak için çalışmaya devam edin. Kendinizde değiştirmek istedikleriniz için de ayrı bir liste yapın ve yıl boyunca bunlar üzerinde çalışın.
Kızdıklarınız, hırslandıklarınız, sinirlendikleriniz olabilir; şimdi onları affetme zamanı, ruhunuzda ve bedeninizde yarattıkları yıkıcı etkilerden kurtulma zamanı. Kolay olacak mı, tabii ki olmayacak, ama deneyeceksiniz adım adım ilerleyeceksiniz. Affetmeyi başardıkça üzerinizdeki yükler hafifleyecek, ruhunuz özgürleşecek, huzuru hissedeceksiniz.
Güne aynada size gülümseyerek başlamaya çalışın, kendinizi sevin, siz tek ve biriciksiniz, sizden bir tane daha yok, bana inanmazsanız parmak izinize sorun, retinanıza sorun 🙂
An’da kalmaya çalışın, geçmiş yaşandı bitti geri getiremeyiz, gelecek bir gizem; nelerle karşılaşacağımızı bilemeyiz, ama “an” tamamen bize ait, onunla ne yapacağımıza karar vermek de bize ait.
Yeni yılda mutsuzlukları görev edinmek yerine, yaşadığınız her an’a şükredin ve “Sonsuz Şimdide Olmaya” gayret edin.
Hepinize; sevdiklerinizle birlikte ağız tadıyla ve bereketle geçecek harika bir yıl diliyorum.
Sevgi ve Işıkla Kalın…


Holiday Season Message From A Musician

Emir Cerman is a musican and he is my son. I’m proud of him and want to share his message to whole world. Please read and spread this message to your friends and loved ones. Happy Holidays to all.


I LOVE MY LIFE AND I LOVE YOU MUSICIANS SO MUCH.
I HAVE TO SHARE WITH YOU GUYS.

Please take a moment and Read this !, Im sure it will change your day too, if you do what I did this morning.

I had a most amazing experience of my life this morning at Boston metro.

10:00am Green Line,

I was going to prudential E line and I got out of from the metro. I went to upstairs and I saw this huge crowd of high school kids, and I didn’t pay attention and start to walking,
then I start to hear a huge choir sound. And i stopped!
The moment when I looked back and 60 kids singing and their teacher was start to conducting!!

They were singing this beautiful Christmas choir piece ! And I was the only one listening to them….
people was too SCARED to stay and STOP in the morning and listen to them I guess????? How ??

It was so magical at 10:00 am in the morning with huge energy with amazing smile!

By the time they finish the piece, we were 2 people clapping them…. and I saw there was a hat on the floor with bunch of dollars..

I start to walking to them to give money and THAT WAS THE MOMENT !! One of the performer said .

OMG HE IS COMING HE IS THE FIRST ONE ! Everybody starts to clapping cheering up screamiiing and I put there 10$. And they screamed at me MERRY CHRISTMAS we love you so muuuch. THAT WAS A MESSAGE FOR ME FOR 2013 :))

The appreciation was unbelievable!!

Please support the musicians. Because you don’t know how hard this journey is.
If you are a musician and if any people playing on the street professional or amateur, Doesn’t really matter give them something please!!

Don’t you forget how hard this journey is ?? Don’t you remember how much you were excited when you started first time ??

If you are not musician, oh that’s another story of course ! that means you are missing the most amazing elements of your life !! Don’t walk away, im sure you have couple minutes in your life to stop and breathe with the music!!

if you don’t have money at least stay and smile and watch them. Because they will see on you face that you are appreciating their art! And they will appreciate you too.

Musicians!!! don’t ever forget we are the one’s giving rest of the world for a living reason! and Healing to the world!

Some people just forget how to listen!!! And lets show them how to listen!!

I believe this will innovate the world.

I love you all, I love my life and appreciating every single moment because of I’m HUMAN and MUSICIAN!!

HAPPY HOLIDAYS
Emir Cerman


The Hobbit: An Unexpected Journey

Akademi ödüllü yönetmen Peter Jackson’la Yüzüklerin Efendisi üçlemesinden sonra yine nefes almadan izleyeceğimiz yeni bir üçlemeye başladık; “The Hobbit: An Unexpected Journey” filmi izlerken üç saate yakın sürenin nasıl geçtiğini anlamadım desem abartmış olmam. Yeni Zelanda’nın olağanüstü doğasına, üç boyutlu animasyonun gücü de eklenince tam bir görsel şölene dönüşmüş. Kitabı okumamış olan ve film hakkında fikri olmayanların el kadar bebeleri kapıp sinema salonlarını doldurmamalarını öneririm. Afişte yer alan Bilbo Baggins’in masum görüntüsü sizleri yanıltmasın, filmde Elf’lerin huzur verici görüntüsü ve cücelerin komiklikleri dışındaki her karakter, çocuklarınızın uykusunu kaçırabilir.
Hikaye bizleri, Yüzüklerin Efendisi’nden 60 yıl öncesine götürüyor. Lonely Mountain’da Cüceler Ülkesi olarak nam salmış Erebor’u yerle bir eden ejderha Smaug’la başlayan yolculuk; dev örümcekler, güneşi görünce taşa dönüşen ama o arada buldukları her canlıyı mideye indiren Troll’ler, yerin yedi kat altında yaşayan Goblin’ler, çirkinlik timsali yaratıklar Ork’larla devam ediyor. Cücelerin ülkelerine özlemle söyledikleri “Lonely Mountain” uzun süre beynimde yankılanacak sanırım. Howard Shore’u bir kere daha saygıyla selamlıyorum bu filmin müzikleri de müthiş.   

Yüzüklerin Efendisi serisinde tanıdığımız Gollum’la Bilbo Baggins’in karşılaşması ve Bilbo’nun hayatının tümüyle değişmesine da tanık oluyoruz serinin bu ilk bölümünde.    

Bu filmle beraber Cüceler kralı Thorin Oakenshield rolündeki Richard Armitage ‘ı yakın takibe almaya karar verdim 🙂 Daha önce nasıl dikkatimi çekmemiş derken imdb bilgilerine bakınca oynadığı dizileri ve filmleri izlemediğimi fark ettim.
Sürüyle garip yaratığa karşın görebileceğiniz en güzel gözlü aktörleri de bir araya toplamışlar bu filmde. Bu yazdığımın Gollum’un mavi gözleriyle ilgisi yok ama inanın Andy Serkis’in muhteşem performansıyla onun gözleri bile güzel görünecek izlerken. Film hakkında fazla ipucu vermek istemiyorum; bu haftasonu kendinize vakit ayırın ve mutlaka IMAX olarak izlemeye çalışın. Filmin süresine de takılmayın, koltuğunuza gömülüp kalacaksınız.


Hilton HHonors ile Anı Yakalayanlar

Kasım ayının son haftası ilginç bir sergiye davetliydim. Hilton HHonors üyelerinin; 18 Eylül-1 Kasım tarihleri arasında fotograflayıp, Instagram hesapları üzerinden #anıyakala ipucuyla paylaştıkları görüntüler arasından seçilenlerin sergilendiği toplantı Conrad İstanbul’daydı.  

55.000 fotograf arasından özenle seçilen 24 tanesinin sergilendiği alanda en büyük rakipleri Conrad Istanbul’un muhteşem manzarasıydı.  

Hepsi birbirinden alımlı genç kadınlar ve erkeklerle dolu terasa sigara içildiği için pek itibar etmesem de arka plandaki İstanbul manzarası o kadar çekiciydi ki dayanamayıp çıktım ve bir kaç kare aldım.  

Gecenin müzikleri DJ Doğuş Çabakçor ve Four In The Pocket grubundandı. Bu grubun adını duyup kendilerini canlı dinleme fırsatım olmamıştı keyifle eşlik ettim şarkılarına.  
Benim kalbimi kazanan fotograflar @umitko ve @ahmeterdemm isimli kullanıcıların kareleriydi.  

Bu ilginç sergiyi; 10 Aralık 2012 ye kadar Doubletree by Hilton Istanbul Old Town, 17 Aralık 2012 ye kadar Hilton Garden Inn Istanbul Golden Horn ve 24 Aralık 2012 ye kadar Doubletree by Hilton Istanbul Moda da gezebilirsiniz.  
Hilton Worldwide’ın 10 seçkin otel markasına yönelik sunduğu sadakat programı Hilton HHonors’ın 34 milyondan fazla üyesi varmış.Tarih kısıtlaması olmadan aynı konaklamada Points & Miles kazandıran tek müşteri sadakati programıymış, size nasıl ve hangi havayolu ortağı ile kazanmak istediğinize karar verme esnekliği de sağlıyormuş. Detaylı bilgi almak ve ücretsiz üye olmak için BURAYA tıklayabilirsiniz.


Argo F?!# Yourself

Operasyon Argo; 1979 yılında İran’daki Amerikan Konsolosluğunda yaşanan rehine krizini konu alan bir film. CIA’in yabancı ülkeden insan çıkarma konusunda uzman çalışanı Antonio “Tony” Joseph Mendez‘ in “The Master of Disguise” adlı kitabından ve Joshuah Bearman’ın Wired Magazine’de yayımlanan makalesi “The Great Escape”ten yola çıkılarak senaryolaştırılmış. Ben Affleck’in yönetmen, yapımcı ve başrolünde yer aldığı filmin bir diğer yapımcısı da George Clooney. 4 Kasım 1979’da Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’ne hücum eden militanların 52 Amerikalıyı rehin almasıyla başlayan süreçte, Kanada Büyükelçisi Ken Taylor’ın evine sığınan 6 elçilik çalışanının hikayesini heyecanla izledim. İtiraf etmeliyim ki minibüsle öfkeli kalabalığın arasından geçtikleri sahnede nefesimi bile tuttum.


Oyuncu kadrosu oldukça kalabalık, bazı oyuncuları yetmişlerin sonu makyajıyla tanımakta zorlansanız da dönem filmi olarak çok başarılı. Ben Affleck’in oyunculuğundan pek haz etmem ama yönettiği hikaye o kadar müthişti ki oyunculuğuna da katlanılıyor. Bryan Cranston, Alan Arkin ve tabii John Goodman zorlanmadan oynamışlar. Özellikle böylesine heyecan verici bir konuya mizahı tam kıvamında eklemeyi başarmalarına hayran oldum. Tahran Pazarı yerine İstanbul’da çekilen sahneler azıcık içimi acıtsa da filmin geneli çok hoşuma gitti.


Dönem filmi yapmanın getirdiği zorlukları nasıl aştıklarını aşağıya eklediğim yapım notları dosyasından okuyabilirsiniz. Hoşuma giden detaylardan biri de o dönemde adı Burbank Studios olan şimdinin Warner Bros stüdyolarının çekimlerindeki meşhur su deposu görüntüsüydü.
Senaryo yazarı Chris Terrio’nun dediği gibi “Hikayenin akışına kapılmak için Ortadoğu ya da dönemin politikası hakkında bir şey bilmenize gerek yok. Filmin özünü altı kişinin tehlikeli bir yerden cüretkarca kurtarılışı oluşturuyor. Filmin gerçeğe dayanıyor olması ise onu daha da zorlayıcı kılıyor”.
Kamera kullanımı, müzikleri, çevre düzenlemeleri ve kostümleriyle 79 ve 80 leri başarıyla yansıtan bu filmi 30 kasım cumadan itibaren sinemalarda izleyebilirsiniz. Dönem filmlerinden ve komplo teorilerinden hoşlanıyorsanız kaçırmayın derim.

ARGO -Yapim Bilgileri


Monet’nin Bahçesi

Geçtiğimiz pazar sabahı; 8 kasımda hasta olduğu için çıkamadığımız doğum günü kahvaltısına götürdüm teyzemi. İkimiz de erken uyananlardan olduğumuz için, gittiğimiz saatte Bebek Cookshop’ta bizden başka sadece bir masa daha vardı 🙂
Gri havaya rağmen manzaraya nazır doyurucu kahvaltımızı, güzel demlenmiş çaylarımız eşliğinde tamamladıktan sonra, günün ikinci durağı olan Sakıp Sabancı Müzesi‘ne doğru yola çıktık.
Müze karta sahip olma keyfini SSM’de de kullanıp güvenlikten geçtiğimizde yağmur çiselemeye başlamıştı. Hiç istifimizi bozmadan köşke doğru kıvrılarak ilerleyen yoldan yukarı yürüdük. Toprağın kokusu, yeşilin binbir rengiyle sarhoş olmamak mümkün değil.

Bu duygu serginin girişinde de devam etti. Giverny Bahçesi’nin çekimleri ve kuş sesleri karşıladı bizleri. Bir bölümde Monet’nin piposu gözlüğü ve paleti de sergileniyor. Yine aynı bölümde ailenin portrelerine ek olarak bir başka usta Renoir’ın fırçasından Monet ve ilk eşi Camille’in portresi de var.

İlerledikçe sanatçının ünlü tabloları “Dalların Arasından İlkbahar” ve “Argenteuil Yakınlarında Yürüyüş”ü göreceksiniz. Yıllardır beni en çok büyüleyenler “Nilüferler” olmuştur.  

Girişte elimde fotograf makinası olmadığı için olsa gerek çekim yapılamayacağı uyarısını atlamışlar. Sergiyi gezerken bir iki kare görüntü aldıktan sonra bir görevli yanıma yaklaşıp nazikçe bu sergi için fotograf yasağı olduğunu söyledi. Ben de boynumu büküp Monet’nin muhteşem nilüferlerini izlemeye devam ettim. Pek çok kitapta, filmde eserlerini görmüştüm daha önce, ama tablolarında eflatunun ve turkuazın bu denli yer aldığının ayırdına ancak sergiyi gezince vardım. Empresyonizmin yaratıcısı bu ilginç ressamın Giverny Bahçesi’yle ilgili eserlerine bayıldım.
Sanat dünyasının en önemli isimlerinden birinin eserlerine bu kadar yakından bakabilmek güzel bir duyguydu. Sergide ressamın olgunluk dönemine ait ve daha önce sergilenmemiş eserlerini görebiliyorsunuz. Sonlara doğru onun katarakt nedeniyle izlenimcilikten soyuta dönen tabloları var. “Salkımsöğüt” ve “Güllü Yol” modern sanata öncülük eden tablolar olmuş zaman içinde. Bu dönemdeki resimlerinde kırmızı tonların hakim olduğunu görüyoruz ve ne ilginç ki katarakt hastalarının görüş biçimiymiş bu.
Çıkıştan hemen önce oluşturulmuş bir salonda Monet’nin Giverny’deki evinde yapılan çekimlerden bölümler izledim. Hüzün verici ama bir o kadar da harika görüntüler bunlar. Mutlaka vakit ayırıp izleyin. Hatta gitmeden önce ŞURAYA tıklayarak önbilgiler edinin derim.   

SSM’de yer alan her sergiyi gezdikten sonra, kitap ayracı gibi hesaplı ve cüzdanıma yük olmayacak anılar alırım kendime. Bu kez biraz daha hovarda davrandım ve hediyelik eşya galerisini dolaşırken rastladığım 15 TL tutarındaki gözlük kutusunu sahipleniverdim hemen, en sevdiğim tablolardan biri olduğu için de büyük bir mutlulukla kullanıyorum 🙂
Sergiyi 6 Ocak 2013 tarihine kadar, pazartesi hariç her gün gezebilirsiniz. Müzekart+ sahiplerine giriş ücreti sadece 4 TL ve tabii 65 yaş üzeri konuklar ücretsiz gezebiliyorlar.
BURAYA tıklayarak Google Art Project üzerinde, Monet eserlerinden oluşturduğum galerimi de görebilirsiniz.


Sayfalar:1...25262728293031...61