:::: MENU ::::

Senede bir gün değil, hep kadınız 2013

Bu yılın 8 martında da yazacak olumlu bir gelişme yok. Kadına şiddet ve kimliksizleştirme hamleleri, şiddeti ve kadın ölümlerini meşrulaştırma çabaları tam gaz devam ediyor. “Kadınkırım” konusunda arpa boyu yol alınmadı. 550 kişilik meclisin sadece 76 tanesi kadın olduğu sürece de değişeceği yok. Yazacak çok şey var ama elim varmıyor. Geçen yıl da elim varmadı bir önceki yıl yazdığımı paylaştım. Yazıda geçen rakamsal verilerin daha da arttığını hepimiz biliyoruz. Senede bir gün hamasi laflarla geçiştirilen bir gün değil her gün kadın olunabilen bir ülkede uyanacağımız günler için çabalamaya devam.
Yazıma 1934 yılında çekilmiş bir fotografı koyuyorum. O yıllarda yaşayan kadınlara bakın ne kadar gururlu ve kendilerinden eminler. Bir de etrafınıza bakın, göreceğiniz kadınlar 21. yüzyıla koşan kadınlar mı sizce?
Kadinlar 1934

Geçtiğimiz yıl kadınlarla ilgili arpa boyu yol alınmadığı gibi; hepimizin saçlarını diken diken eden mahkeme kararları, cinayetler, dayaklarla “Kadınkırım” tam gaz devam etti ve bunlar yetmezmiş gibi 4+4+4 saçmalığı orrtalığa saçıldı. Enerjim yok yeni cümleler kurmaya, geçen yıl yazıp paylaştığım bilgileri ve yazıyı aşağıya ekledim. Okuduğunuz zaman hak vereceksiniz, rakamsal verilerde azalma değil artış olduğu da hepimizin malumu. Daha çok çaba sarf etmeliyiz, bizi yönetenlerden beklentimiz sıfıra indi, erkeklerin bilinç düzeyini yükseltecek çalışmalara önayak olalım, kişisel çabalarımızı artırıp daha çok kız çocuğun eğitimine, kişsel gelişimine katkıda bulunacak kampanyalara destek verelim. Bunları yapalım ki, gelecek nesillere verecek hesabımız olsun.

Her yıl 8 martta akıllara düşer kadınlar. Kocaman kocaman laflar edilir, devleti yönetenlerden, sanatçısına, öğretmenine, sokaktaki insanına kadar herkes hamasi laflar eder, bir gün sonra ettiği lafları unutur gider. 2002 den bu yana sistemli bir şekilde ötekileştirilmeye çalışılan kadınların, hayatın içinde aktif rol almaları istenmemekte. Taciz ve tecavüz durumlarında suçlu sadece kadın olarak gösteriliyor, hem de devletin yüce mahkemeleri, ilahiyat mezunu din bilginleri tarafından bile. Dekolte giyindin, saçın açık, boyandın, gece sokağa çıktın, bara gittin, içki içtin, sevgilin var e o zaman suçlusun, sorguya gerek yok, doğrudan infaz. Hükümetin yüksek kademesindekiler, kadına ikinci sınıf vatandaş olması yönünde tebliğlerde bulunup duruyor. Çocuk doğur, evinde otur, kocanın sözünü dinle, haklarından feragat et…. liste uzuyor gidiyor. Her gün 5 kadının öldürüldüğü ülkemde “Kadınkırım” hızla devam ediyor. Yaşam hakkı hepimizin en önemli anayasal hakkı olmaktan çoktan çıkarılmış durumda. 2002 yılında cinayetlerle katledilen kadınların sayısı 66 iken, 2007 yılında bu sayının katlanarak arttığını ve 1077’ye yükseldiğini görüyoruz. 2009 yılının ilk yedi ayında ise 953 kadın katledilmiş. 2010 yılında ise, 337 kadın en acımasız işkencelerle, kafaları baltayla, testereyle kesilerek, diri diri toprağa gömülerek,yakılarak, kurşunlanarak çok basit nedenlerle erkekler tarafından katledilmiş. Devlet ise dayak yediği, işkence gördüğü, ölümle tehdit edildiği için polise defalarca şikayette bulunan kadınları korumayarak kadın cinayetlerini meşrulaştırıyor. Erkek egemen sistem, son yılların en baskıcı ve kahredici günlerini yaşatıyor biz kadınlara. Meclisin yüzde 92si erkek, 275 koltukta kadın oturmadıkça da bu sorunlar çözülmeyecek. Nefret cinayeti, namus cinayeti, töre cinayeti … seç beğen al her model var. Kadınların artık bu konuda daha duyarlı ve aktif olmaları gerek. Güneydoğu’da yapılan bir araştırmada, araştırmaya katılan kadınların yüzde 46 sı erken yaşta zorla evlendirilmiş daha da acısı yüzde 20 si 12 yaşında bu küçük kadınların. Ülkenin yönetim kademesindekilerin, çeşitli yayın organlarında kendi karılarını neredeyse çocuk yaşta aldıklarını gerine gerine anlatmaları ise durumu daha da vahimleştiriyor.
2010 yılında Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nce 24 bin 48 hane ziyareti ve 12 binden fazla kadınla yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirilen bir araştırma sonucuna göre;
-Türkiye’de kadınların yüzde 41.9’u fiziksel ve cinsel şiddete uğruyor.
-Yüzde 49.9’la en fazla şiddete maruz kalan kadınlar ‘düşük gelir’ grubunda. Orta gelir durumunda bu oran yüzde 41.8, ‘yüksek gelir düzeyin’de de yüzde 28.7.
‘-Çalışan’ kadınların yüzde 44.1’i, çalışmayanların yüzde 41.1’i şiddet mağduru.
-Eğitimsiz kadınların yüzde 55.8’i, lise ve üzeri eğitim alan kadınların yüzde 27.2’si şiddet mağduru.
-En az bir kez gebe kalmış her 10 kadından biri gebeliği sırasında şiddet yaşıyor.
-Kadınların yüzde 57.6’sı, üç veya daha fazla kez yaralandığını söylüyor.
-Erkeklerin ‘işten çıkmaya neden olma veya çalışmaya engel olma’ oranı düşük gelir seviyesindeki kadınlarda yüzde 21.5 iken, yüksek gelir düzeyindeki kadınlarda neredeyse aynı: Yüzde 21.2.
-Yaşadığı şiddetini kimseye anlatmayan kadın oranı yüzde 48.5. Düşük gelir düzeyinde bu oran yüzde 54.1, yüksek gelir düzeyindeyse yüzde 37.5.
-Şiddet yaşamış kadınların yüzde 33.7’si ‘hayatına son vermeyi düşündüğünü’ söylüyor. Düşük ve yüksek gelir grubunda bu fikri aklından geçiren kadın oranı aynı, yani yüzde 34.6.
Şiddet görenlerin yüzde 12.4’ü intiharı denemiş. Düşük gelir düzeyinde bu oran 12.4 iken, yüksek gelir düzeyinde yüzde 11
Utanç verici rakamlar bunlar, yürek burkan rakamlar. Lafa gelince herkes coşuyor, ama eylem yok.
Bu yıl biraz çaba gösterelim, aktif olarak derneklerde görev alalım, yakın çevremizden başlayarak, “Kadına Şiddete Hayır” kampanyalarına destek verelim. Kız çocuklarının eğitimine gönül veren herkese yardım etmeye çalışalım. Cinsiyetinden dolayı doğduğu günden başlayarak horlanan, yaşam hakkı elinden alınan kadınlara yardım edenlere destek olalım.
Sadece bir gün değil, yaşadığımız her an kadın olma hakkının, ülkemizde yaşayan her kadına tanınması için elimizden ne geliyorsa yapalım.


Ebeveyn Olmak Zor İştir

Bunca bilgiye, kitaba, videoya rağmen hala çocuklarına saçma sapan davranan ebeveynleri gördükçe içim acıyor. Üstelik de bunlar eğitimli sayılan kesimdekiler ise durum daha da üzücü oluyor. Teyzemin iki kat üstünde 2 yaşında oğlu olan genç bir çift yaşıyor. Çiftler arasında sorun olabilir normaldir, normal olmayan kısmı annenin çocuğuna çok kötü davranması. Mutsuz ve huysuz bir genç kadın, el kadar bebeye çığlık çığlığa bağırıyor. Ne yapmış olursa olsun, çocuk bu kadar kötü davranılmayı hak etmez. Bir değil, iki değil her zaman durum bu. Kendimi zor tutuyorum yukarı fırlayıp kadını yakasından tutup “ne halt ediyorsun sen” diye sarsmamak için. Amerika’da bu kadını çoktan hapse tıkıp, çocuğunu da alırlardı elinden. Teyzemin hatırı olmasa gerçekten müdahele edeceğim, apartman komşuları arasında kötü olmak istemiyor, ne de olsa evin sahibi o, bana da görüşüne saygı duymak kalıyor. Bu sabah yine aynı tantana vardı, sonra sevgili dost Dilara Erdem‘in bir paylaşımını gördüm ve bloga aktarıp daha çok kişinin görmesini sağlamak istedim. Aşağıda okuyacağınız yazıyı, Aylin Kotil 2004 yılında kaleme almış. Çok uğraştım ama gazete arşivinden aslına ulaşamadım. Çocuk yetiştiren herkesin arada sırada yeniden okuması dileğiyle…
Önemli not: Yazıya görsel olarak kullandığım bebek, doğum fotografçısı sevgili dost Alev Durmuşoğlu‘ nun web sayfasından alıntıdır.
bebek
Hayat Bir Çocuğa Nasıl Anlatılmalı?

Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti, ‘Sen eğitimcisin, neler öğretmem gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum’ dedi. Sorusu kolaydı ama yanıtı zordu, akıl vermesi basitti ama uygulaması karmaşıktı, anlatmaya başladım:

Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı ‘insan yetiştirmek’ olan bir iş. Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan işinden, eşine zaman harcarsan eşinden, çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın.

Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını…

Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden ‘neden ben değil de o?’ demeden…

Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona.

Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini, kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu.

Gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret.
Kitaplardan keyif almasını.

Ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını, ama okumayı sevmesini öğret ona. Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı. Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona, sıkılıp da kendini yönlendirmeyi bulmasını.

Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla.

Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret, belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine sarılırlar, bunu öğretmemiş diğer sevgililerin aksine…

Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona. Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret. Alın terine saygıyı öğret ona.

Aşk acısı çekmenin hiç aşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret. Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret,başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı…

Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret.
Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat. Hayatı sorgulamayı öğret ona…

Bilginin en büyük güç olduğunu öğret.Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret. Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini öğret ve haklıyken dik durmasını.

Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret.

Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı…
‘İstemiyorum’, ‘hayır’ demeyi öğret ona, istediğinde ise ‘istiyorum’ demeyi.

Sevdiğinde ise ‘seni seviyorum’ diyebilmeyi öğret ona. Bir pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını…

Sorgusuz sevmeyi…
El yazısı ile notlar yazmayı…
Lafı dolandırmamayı…
Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona.
Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını.

İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret…
Ama en çok da kendini sevmesini öğret…
Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini…
Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini… Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını…

Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona…

Aylin Kotil


Gangster Squad

“Kötülüğün zaferi için gereken tek şey, iyi insanların hiçbir şey yapmamasıdır.”  Gansgter Squad filmi; ilk dakikalarında Edmund Burke‘ ten yapılan bu alıntıyla beni içine alıverdi. Art Deco mekanlar, şık kadınlar ve erkekler, güzel müziklerle savaş sonrası dönemin yükselen değeri Los Angeles’de geçen filmde, Tarantinovari olmasa da bir gangster filminde olması gerektiği kadar kanlı sahneler var.

sean pennBrooklyn’li, şişkin egolu, eski boksör mafya babası Mickey Cohen rolünde Sean Penn zorlanmadan oynamış yine. Şehri haraca kesen, polisi ve yargıyı maaaşa bağlamış, şehrin yüreğine korku salmış Cohen’i durdurmak için polis şefi William Parker (Nick Nolte) bir grup polisi görevlendirmeye karar verir. Görevleri; rozetsiz, tutuklama yapmadan, en etkili şekilde mafya babasının kazanç kapılarını yok etmek ve onu ilk fırsatta adalete teslim etmektir.  gangster squad

Ekip yöneticisi John O’Mara rolünde Josh Brolin var. Kısa süre önce izlediğim için olabilir mi bilmem ama, bana MIB3 filminde K’yi canlandırdığı hallerini hatırlattı. Keskin bakışlı, neredeyse ifadesiz yüzle ortalıkta dolaşmasıydı belki de böyle düşündüren.  gosling

O’Mara’nın ekibi için görüştüğü kişilerden biri de Sgt.Jerry Wooters. Hafif bezgin tavırlı, çarpık gülüşlü Ryan Gossling de bu karakterde fazla zorlanmamış.

Film; Amerika’lı askerlerin denizaşırı zaferlerden başarıyla ve görevlerini yapmış olmanın verdiği gururla evlerine dönüp,  günlük hayata geçiş dönemlerinde yaşadıkları ikilemleri de irdeliyor alttan alta. O devirlerde “travma sonrası stres” diye bir kavramın henüz söz konusu olmaması, başrol oyuncusu kahramanımızın aşırı şiddet kullanmasının da nedeni olabilir mi acaba.
Filmin yönetmeni Ruben Fleischer, Paul Lieberman’ın aynı adlı kitabından senayolaştıran Will Beall, müzikler ise Steve Jablonsky’ye ait.
1 martta gösterime girecek Gangster Squad adlı bu filmde diğer rollerde; Giovanni Ribisi, Emma Stone, Robert Patrick, Jon Polito’yu da izleyebilirsiniz.
Keyifli seyirler.


Pazarlama Faciası Paraf Kart

Uzun yıllardır Halkbank müşterisiyim. Ufak tefek sorunlar dışında da beni üzmediler. Bağlı olduğum şube çalışanları güleryüzlü ve yardımsever. Yüksek mevduatlı müşteri olmadığım için de aldığım hizmetin bana özel olmadığını biliyorum. Paraf Kart faciasıyla mecburen tanışana kadar, sorunlarımı gerek şube çalışanları, gerek de telefon bankacılığından rahatça hallediyordum. Uzun yıllar bütünleşik pazarlama iletişiminin bütün sahalarında görev yapınca, marka başarısının önemli adımlarından birinin, pazarda yaygın olmakla gerçekleştiğini yaşayarak öğrendim. Ürününüz cihanda bir tane de olsa, müşteri satış noktasında aradığını bulamamışsa yaptığınız iş boş çıkmış demektir. Pos makinelerini aylardır bağlayamamış, bağlasa da kullanıcı firmalara derdini anlatamamış bir kredi kartı markası, olsa olsa bağlı olduğu bankanın imajını parlatma amacıyla yaratılmıştır. Banka çalışanlarına verilen eğitimlerde öyle çok ara gazı verilmiş ki, gariplerim sattıkları ürünün Bonus veya World kartlar kadar yaygın kullanımlı olduğuna inandırılmışlar. Zaman ayırıp sahaya çıksalar, fazla değil üç avm dolaşsalar umutları hazan yaprakları gibi dökülecek. Başarılı marka yaratmak ürünü sahaya yaymadan cafcaflı reklamlarla göz boyamak değildir. Başarıyı hakkında “her türlü” konuşulmak zanneden markaları, uzun vadede kazanç değil kayıp beklemektedir. parafGarip bir şarkıcıya bol sıfırlı rakamlar ödenip, yabancı ajanslardan “esinlenilmiş” reklamları piyasaya sürmeden önce, keşke pazarlama kadrolarını güçlendirip satış noktalarında yerlerini almayı başarsalardı. “Yapacağız, edeceğiz” lerle bu işlerin yürümediğini bilecek kadar yaşadım. Halkbank’ın marka değerini yükseltip yabancılara satma hamlesine kurban edilen bir tüketici olarak şikayetçiyim. Kartı kullanmaya “kerhen” devam edeceğim, ama mutsuzluğumu da paylaşmamak içime sinmedi. Yazıma görsel ararken, Erkut Ergenç’in de konuyla ilgili yazılarına rastladım. Yazılara şuradan ulaşabilirsiniz. Banka çalışanlarından ya da reklam ajansından geldiğini düşündüğüm saldırgan yorumları da mutlaka inceleyin.


Istanbul Modern’de Yeni Sergi: Modernlik?

Dün sabah saatlerinde, İstanbul Modern ‘de; “Modernlik? Fransa ve Türkiye’den Manzaralar” başlıklı yeni serginin açılış öncesi bilgilendirme toplantısındaydım. 16 Ocak- 16 Mayıs tarihleri arasında sanatseverlerin gezebileceği sergi; Comité Colbert sponsorluğunda gerçekleşmiş.

Modernleşmenin günümüz sanatına olan etkilerini araştıran sergide, sanatçıların modernleşmeyle hesaplaşmaları ve modernlik olgusu işlenmiş.  

Modern hayatın dinamiklerine odaklanan sergide; Nevin Aladağ, Fikret Atay, Kader Attia, Ayşe Erkmen, Cyprien Gaillard, Thomas Hirschhorn, Pierre Huyghe, Chris Marker, Sarkis, Hale Tenger ve Nasan Tur’un eserlerini inceleyebilirsiniz.
Modernliğin geride bıraktığı tortuların hayatımıza nasıl sızdığının ortaya çıkarmaya çalışıldığı sergi; Türkiye’nin modernleşme sürecindeki ilk rol modeli Fransa’dan ve Türkiye’den sanatçıların eserleriyle, modernliğin farklı biçimlerde sürekli karşımıza çıkan kalıntılarının bugünü ve geleceği nasıl dönüştürebileceği de tartışmaya açılmış.
Fikret Atay’ın beni çok rahatsız eden ve 5 saniyeden kısa sürede sergilendiği alanı terk ettiğim videosu dışında bütün eserleri keyifle inceledim.

Cezayir göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Lyon’un banliyölerinde doğan Kader Attia; siyaha boyanmış ve mozaik aynalarla kaplanmış eski buzdolaplarından oluşan enstalasyonuna Skyline adını vermiş.

Hemen karşısında Nasan Tur’un Once Upon A Time adını verdiği ve sekiz ülkenin saten bayraklarından oluşan eseri var. Yugolavya, SSCB ve Doğu Almanya gibi siyasi dünya haritasından silinmiş ülkelerin bayrakları bunlar.

Hale Tenger’in enstalasyonuna, tepeden yere tüylerle kaplı bir kapıdan giriyorsunuz. Karanlıkta sessizce dönen fiziki bir yerküreyle karşılaşıyorsunuz. Diğer tarafta ise perdenin açılmasıyla ortaya çıkan ters bir siyasi küre yer alıyor. Bu bölümde arka planda çalan müzikle birlikte, dünyada olan bitenleri izler gibi tuhaf bir ruh haliyle izliyorsunuz.

Chris Marker’ın Zaplama Bölgesi “Hayali Bir Televizyon İçin Öneriler adını verdiği multimedya yapıtı en çok vakit geçirdiğim bölüm oldu. Marker’a göre modernlik kesintili ve sürekli hareket halindeymiş. Yaz sonu Boston ve New York’da hemen her Uzakdoğu’lu ortamda rastladığım figür olan Maneki Neko’yla karşılaşmak da hoştu.

Ayşe Erkmen’in altı farklı boyda doksan tane yeşil mayın heykelinden oluşan enstalasyonu, modern çağın en sinsi savaş aracı olan kara mayınları. Yine Ayşe Erkmen’in bir diğer çalışması olan Fış Fış isimli, yaklaşık üç metre boyundaki zarif metal kayık; modern dünyada ütopik arzuların imkansızlığını vurguluyor.
Pierre Huyghe’nin Streamside Day adını verdiği video enstalasyonunu mutlaka izleyin, çok etkileyici.

Usta sanatçı Sarkis’e ait bölümde, sanatçıyla NTV röportaj yapacağı için fazla vakit geçiremedim. Renkler ve duvara yansıyan videoda gördüğüm melek figüründe aklım kaldı, bir ara tekrar uğrayıp rahatça inceleyeceğim.

Etkilendiğim bir başka bölüm de, genç sanatçı Nevin Aladağ’ın Freeze serisi oldu. Break dans figürleri yaparken donuvermiş insanların olduğu fotograflarla modern kent yaşamının dinamikleri ve bireyin kentteki hareket alanı sorgulanmış.

Cyprien Gaillard ise kentlerin yeniden yapılandırması sırasında yıkılan binaların molozları üzerine gerçekleştirdiği Höyük isimli bir fotoğraf projesi ile katılmış sergiye.

Thomas Hirschorn’un One World adını verdiği çalışması kartondan bir sunak üzerinde manken kollarıyla desteklenen bir dünya küresinden oluşuyor. Sanatçı bu uygulamasıyla; hem tarihi hem de şimdiki zamanı sorgulayarak, farklı bir gelecek kurgulamayı öneriyormuş.
Sergi süresince İstanbul Modern ‘de çok sayıda da etkinlik düzenlenmiş. Garanti Bankası’nın katkılarıyla gerçekleşecek “Modern Zaman Atölyeleri” programında 4-5 ve 6-7 yaş grubu için “Sihirli Ayna”, 8-10 yaş grubu için “Sandık İçi Atölyesi”, 11-13 yaş grubu için “Bayrak Tasarım Atölyesi” adlı etkinlikler var. Ayrıca aileleriyle birlikte 3-5 yaş grubu “Benim Tombik Kürem”, 6-10 yaş grubu ise “Gündüz Başka Gece Başka” adlı etkinliklere katılabilecekler.
Ayrıca 7-17 şubat arasında; sergide Zapping Zone eserini goreceğiniz Fransız sinemacı Chris Marker 13 filmiyle anılacak.
Etkinlik detaylarını;  Modernlik sergi etkinlikleri- 15 Ocak 2013  yazısına tıklayarak word formatında bilgisayarınıza indirebilir, sergiye ait eserleri görebileceğiniz daha fazla fotografıma da ŞURAYA tıklayarak ulaşabilirsiniz.


Hayat Dolu Sofralar

Yılbaşından bir gün önce pek şık bir paket ulaştırıldı bana. Ambalajını açmaya kıyamayacağınız kadar güzel bir paketti. İçinde Tülin Doğruer‘den “Hayat Dolu Sofralar” adlı kitap ve D’lara markalı bir kutu çikolata vardı. İnkilap Kitabevi’nde tanıdığım biri yoktu, D’lara çikolatada da tanıdığım yoktu, paketten de sadece Tülin Hanım ile ilgili bilgiler çıktı. Uzun süre kimin gönderdiğini düşünüp, sonra çikolataları teyzem ve yeğenime bırakıp, hemen kitabı incelemeye koyuldum.
6 ayrı bölümden oluşan, her bölümde birbirinden güzel görsellerle sunulan 17 şer yemek tarifi ve 6 zarif kadının dokunuşuyla hazırlanmış şık sofralar vardı. Romantik başlıklı bölümde Siren Ertan Çarmıklı’nın sofrasına konuk olunuyor.
Klasik başlıklı bölümde kestaneli un helvası tarifine vuruluverdim, ilk fırsatta deneyeceğim. Bu bölümün sofra tasarımı ise Demet Sabancı Çetindoğan’a ait.
Osmanlı bölümündeki tariflerden Sultan Aziz Böreği ve Aref Köftesi de hemen listeye alındılar. Bu bölümün sofra tasarımı da Zeynep Fadıllıoğlu’nun eseri.
Minimalist bölümünün sofra tasarımı ise Çiğdem Simavi’nin eseri. Bu bölümde bulduğum patates dolması ve etli mücver tariflerine de bayıldım.
Beni yakından tanıyanlar bilirler; yüzgeçliler ve kanatlılarla aram yoktur. O nedenle sanmayın ki kitapta deniz ürünleri ve tavuklu tarifler yok. Meraklısı için müthiş öneriler var da benim ilgi alanımda değiller 🙂
Bir diğer bölüm olan Bohem’in sofra tasarımı da Didem Çapa’ya ait.
Bu bölümdeki tariflerden köfte çanağında makarna aklımı başımdan alıverdi. Hamur işleriyle aram iyi olsa üşenmeden pişmaniyeli pasta tarifini de denerdim.
Pratik isimli son bölümdeki sucuklu yufka üşenmeden hemen denediğim bir tarif oldu ve pek leziz bir atıştırmalıktı. Bir sonraki deneme ise kestane şekerli mini milföy pastacıklar olacak 🙂 Bu bölümün sofra tasarımının ev sahibesi ise Begüm Şen.
Kitabın etiket fiyatı 70 liraymış. Idefix’ten epeyce indirimli de alabilirsiniz, ŞURAYA tıklamanız yeterli.
Yılın son gününde bana bu harika sürprizi yapanı hala bilmiyorum, ama Tülin Hanım‘dan haberdar olmamı sağladığı, leziz tarifleri keşfettirdiği ve bu harika paketle yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirdiği için meçhul armağancıya kucak dolusu teşekkürlerimi yolluyorum.


Dunhuang’ın Renkleri: İpek Yolu’na Açılan Büyülü Kapı

Bu sergiden çok geç haberim oldu. Yılbaşı telaşı da geçsin derken ancak dün sabah fırsat yaratıp gezebildim. Duyurusuna fazla rastlamadığım gibi, Tophane-i Amire’de yapılan garip tadilatlar nedeniyle girişi bulmak bile başlı başına maceraydı. Müze kartın geçmiyor olmasını, yönlendirmelerin başarısızlığını da bir yana bırakırsak bu müthiş kültüre ait eserleri görmek pek lezizdi. Aynı mekanda Leonardo, Rafael Ve Mikelanj’ın eserlerini bizlere sunan interaktif serginin başarısından sonra, bu sergi sanki biraz “eh yaptık işte oldu” kıvamında geldi bana.

Dunhuang; İpek yolu üzerinde, Çin ve Batı kültürlerinin kesiştiği stratejik bir noktada, İmparator Han Wudi tarafından MÖ. 111 yılında kurulmuş. Dunhuang mağaraları yalnızca Çin kültürünü yansıtan bir sanat eseri değil; Yunan, Roma, Budizm, Hinduizm, Gandhara sanatları, Orta Asya üsluplarının Doğu ve Batı kültürlerinin birleştiği bir yer. Rivayetlere göre, 366 yılında Lezun adında bir Budist rahip Dunhuang’a geliyor.

Mingsha Dağı’na bakarken altın ışıklar arasında binlerce Buda gördüğü sanrısına kapılınca, bu görüntüden ilham alarak ilk mağara kazısına başlıyor. Zamanla mağaraların sayısı artıyor, Tang Hanedanı dönemine gelindiğinde, bölgedeki mağara sayısı bini aşıyor.

Sade bir yaşamı ilke edinen Budist rahipler, aydınlanma arayışlarının bir parçası olarak bu mağaralarda inzivaya çekilmişler. 4. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar rahipler batıdan topladıkları heykelleri Dunhuang’a getirmiş, yolu buradan geçen gezginler de arkalarında çeşitli duvar resimleri bırakmışlar. Zamanın etkileri ve insanların tahribatından sonra, Mogao’da şu anda 50 bin metrekare alanda yaklaşık 500 mağara ve 2 binden fazla heykel korunuyormuş. Duvar resimleri birbirlerine bağlanırsa, 30 kilometre uzunluğunda resim koridoru oluşturulabilirmiş.

Mogao mağaraları 1987’de UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesine alınmış. Sergi bitti diye gitmeye hazırlanırken görevlinin “diğer bölümü gezdiniz mi” sorusuyla farkına vardığım ve ilginç müzik aletlerinin sergilendiği ve hemen yanlarına yerleştirilen kulaklıklarla örnekler dinleyebildiğiniz bölümde, sergi süresince müzik ve dans gösterileri de yapılmış. Bu pazar vakti olanlara, son günü de olsa sergiyi gezmelerini öneririm.

Dunhuang hakkında daha detaylı bilgilere BURAYA ve ŞURAYA tıklayarak erişebilirsiniz.


Migros Sanal Market Macerası

Hizmete başladığı günden beri Migros Sanal Market hizmetini memnuniyetle kullanıyordum. Aylar önce mağaza ve bölge seçilmesini zorunlu hale getiren sisteme geçene kadar da hiç sorun yaşamamıştım. Oturduğumuz bölgeye yakın olduğu için Ortaköy mağazasından gönderim başladı, ne yazık ki o mağazanın işletme mantığında Sanal Market müşterisini Şok mağazası müşterisi sanmak gibi bir anlayış hakimdi. Gönderilen meyve ve sebzede atılmaya yakın olanların seçilmiş olmasını, süt ürünlerinin kullanım tarihlerinin son kullanma tarihlerine çok yakın olmasını defalarca eleştirmeme ve uyarmama rağmen, bu gün verdiğim siparişte alay eder gibi günü geçmeye yakın ürünler teslim edilince tepem attı. Müşteri hizmetlerini aradım, çıkan genç hanıma derdimi anlattım. Tabii sadece anlatmaya çalışmışım, o dinlediklerinden kendi çıkardığı sonucu not alıp iletmiş. Aradan saatler geçtikten sonra Ortaköy Mağazası yetkilisi olduğunu söyleyen, üzgün müşteriyi tatlı dille ve anlayışla sakinleştirip sorunu çözmeye çalışacağına vurdumduymaz tavırla iyice delirtmeyi başaran Bülent Bey sayesinde bu işin çözülmeyeceğini anladım. “Nedir yani şikayetiniz anlamadım, son kullanma tarihine daha iki gün varmış”, (kendi mağazasını savunmak amaçlı bir başka şubeyi karalayarak) “siz MetroCity mağazasındaki sebzeleri gördünüz mü?”, “altı üstü 50 liralık alışveriş etmişsiniz” diyebilen bir yetkilinin acilen eğitime alınması gerek. Müşteri ile temastaki kişilerin plastik olması gerekir. Gün içerisinde yüzlerce kişinin derdini dinliyor olmak yıpratıcıdır tabii. Bu göreve de bunları bilerek gelirsiniz. Bundan rahatsızsanız ve yakınacaksanız iş değiştirirsiniz. Çalıştığınız sektör “hizmet” sektörüdür ve siz de düzgün hizmet etmek üzere taahhütte bulunur ve bunun için maaş alırsınız. İnternet üzerinden alışverişi üşendiğim için değil; dirseklerimde ve omuzlarımda ağır yükler taşımak nedeniyle sorunlar başladığı için tercih ediyordum son zamanlarda. Buraya kadarmış, Migros Sanal Market ile ilişkim yarım saat öncesi itibarıyla bitmiştir. Mağaza yetkilisine az görünen meblağlar benim için önemlidir ve sokağa atılacak da bir kuruşum yok. Bu saatten sonra ayaklarıma kırmızı halı serseler nafile.
Müşteri İlişkileri Yönetimini başaramayan, çağrı merkezi elemanını ve mağaza çalışanlarını bilinçlendiremeyen markalar, hantallıklarının soruna dönüştüğünü günün birinde anlarlar ama geç olur. Müşterinin daima bir başka seçeneği vardır. İşletmelerin ise müşteriye davranışları olumlu yönde değişmedikçe, yüzecekleri denizleri kalmayacaktır.


Yeni Bir Yıla Merhaba

Yine, yeni bir yıla doğru koşaradım ilerliyoruz. Bilinmezliklerden mi, umutlardan mı olduğunu çözemediğimiz ürpermeler var ruhlarımızda. Yüreklerimiz hayallerimizin gerçek olabileceği heyecanıyla çarpıyor. Gençler arkadaşlarıyla katılacakları eğlencelerin, çocuklar açacakları hediye paketlerinin heyecanında, yaşlılar ise sağlıkla geçirecekleri yeni bir yılın umudundalar.

2012 yorucu bir yıl oldu çoğumuz için; kayıplar yaşadık, sağlık sorunlarıyla cebelleştik, belki işsiz kalanlar da oldu aranızda. Şimdi yeni bir yılın getireceklerine odaklanma zamanı; geçmişe takılıp kalmanın yararı yok, gelecek günlerin belirsizliğini coşkuya çevirmek elimizde. Her sabah sağlıkla uyanıyorsanız umudunuzu kaybetmek anlamsız. Sağlıkla nefes aldığınız her an, zorluklarla başa çıkabileceğiniz anlamına geliyor, yeter ki isteyin ve çaba harcayın. Hayatınıza dışarıdan bakmaya çalışın, tabii objektif olarak bakın; varlığına şükredeceğiniz her şeyi not edin, aklınıza her geldiğinde sahip olduklarınız için teşekkür edin ve daha iyilerini istemeye, onlara ulaşmak için çalışmaya devam edin. Kendinizde değiştirmek istedikleriniz için de ayrı bir liste yapın ve yıl boyunca bunlar üzerinde çalışın.
Kızdıklarınız, hırslandıklarınız, sinirlendikleriniz olabilir; şimdi onları affetme zamanı, ruhunuzda ve bedeninizde yarattıkları yıkıcı etkilerden kurtulma zamanı. Kolay olacak mı, tabii ki olmayacak, ama deneyeceksiniz adım adım ilerleyeceksiniz. Affetmeyi başardıkça üzerinizdeki yükler hafifleyecek, ruhunuz özgürleşecek, huzuru hissedeceksiniz.
Güne aynada size gülümseyerek başlamaya çalışın, kendinizi sevin, siz tek ve biriciksiniz, sizden bir tane daha yok, bana inanmazsanız parmak izinize sorun, retinanıza sorun 🙂
An’da kalmaya çalışın, geçmiş yaşandı bitti geri getiremeyiz, gelecek bir gizem; nelerle karşılaşacağımızı bilemeyiz, ama “an” tamamen bize ait, onunla ne yapacağımıza karar vermek de bize ait.
Yeni yılda mutsuzlukları görev edinmek yerine, yaşadığınız her an’a şükredin ve “Sonsuz Şimdide Olmaya” gayret edin.
Hepinize; sevdiklerinizle birlikte ağız tadıyla ve bereketle geçecek harika bir yıl diliyorum.
Sevgi ve Işıkla Kalın…


Holiday Season Message From A Musician

Emir Cerman is a musican and he is my son. I’m proud of him and want to share his message to whole world. Please read and spread this message to your friends and loved ones. Happy Holidays to all.


I LOVE MY LIFE AND I LOVE YOU MUSICIANS SO MUCH.
I HAVE TO SHARE WITH YOU GUYS.

Please take a moment and Read this !, Im sure it will change your day too, if you do what I did this morning.

I had a most amazing experience of my life this morning at Boston metro.

10:00am Green Line,

I was going to prudential E line and I got out of from the metro. I went to upstairs and I saw this huge crowd of high school kids, and I didn’t pay attention and start to walking,
then I start to hear a huge choir sound. And i stopped!
The moment when I looked back and 60 kids singing and their teacher was start to conducting!!

They were singing this beautiful Christmas choir piece ! And I was the only one listening to them….
people was too SCARED to stay and STOP in the morning and listen to them I guess????? How ??

It was so magical at 10:00 am in the morning with huge energy with amazing smile!

By the time they finish the piece, we were 2 people clapping them…. and I saw there was a hat on the floor with bunch of dollars..

I start to walking to them to give money and THAT WAS THE MOMENT !! One of the performer said .

OMG HE IS COMING HE IS THE FIRST ONE ! Everybody starts to clapping cheering up screamiiing and I put there 10$. And they screamed at me MERRY CHRISTMAS we love you so muuuch. THAT WAS A MESSAGE FOR ME FOR 2013 :))

The appreciation was unbelievable!!

Please support the musicians. Because you don’t know how hard this journey is.
If you are a musician and if any people playing on the street professional or amateur, Doesn’t really matter give them something please!!

Don’t you forget how hard this journey is ?? Don’t you remember how much you were excited when you started first time ??

If you are not musician, oh that’s another story of course ! that means you are missing the most amazing elements of your life !! Don’t walk away, im sure you have couple minutes in your life to stop and breathe with the music!!

if you don’t have money at least stay and smile and watch them. Because they will see on you face that you are appreciating their art! And they will appreciate you too.

Musicians!!! don’t ever forget we are the one’s giving rest of the world for a living reason! and Healing to the world!

Some people just forget how to listen!!! And lets show them how to listen!!

I believe this will innovate the world.

I love you all, I love my life and appreciating every single moment because of I’m HUMAN and MUSICIAN!!

HAPPY HOLIDAYS
Emir Cerman


Sayfalar:1...25262728293031...61