:::: MENU ::::

Başarı Nedir Sizce?

Başarı göreceli bir kavram. Herkes için farklı bir anlamı var başarının. Kimi zaman bir çocuk için kurabiye kavanozuna erişmektir. Yaşlanınca da, epey yüksek bir kaldırıma yardımsız çıkmak olabilir başarı.
Ülkemizde yaşanan son olaylara bakınca; her türlü şartta onuruyla yaşayabilmek, bana başarıların en büyüğü gibi geliyor.
Başarı tanımları arasında en sevdiğim, ünlü Amerikalı yazar ve şair Ralph Waldo Emerson’un satırları:

“Başarı, sık sık gülmek ve çok sevmektir. Akıllı insanların saygısını, çocukların sevgisini kazanmaktır. Dürüst eleştirmenlerin onayını almak, sahte dostların arkadan vurmalarına dayanmaktır. Güzeli sevmektir. Herkesteki en iyiyi bulmaktır. Karşılık beklemeyi hiç düşünmeden, kendiliğinden vermektir. Geride ister sağlıklı bir çocuk, ister kurtarılmış bir ruh, ister bir parça yeşil bahçe, ister iyileştirilen bir sosyal durum bırakarak dünyanın iyileşmesine katkıda bulunmaktır. Gönlünce eğlenmek ve gülmek, kendinden geçerek şarkı söylemektir. Tek bir kişi bile olsa, birinin sizin varlığınızdan dolayı daha rahat nefes aldığını bilmektir…”

Emir bebeEmir stage tuxYukarıda sıralananlardan çoğunu yapabildiğim, ilk fotograftaki minik sarı kafanın diğer fotograftaki genç adama dönüştüğünü görebildiğim ve Emerson’un yazısındaki maddelerin hemen hemen hepsini tamamlamış dostlara sahip olduğum için de kendimi başarılı sayıyorum.
Haydi şimdi siz de bir kağıt kalem alıp kendi başarı ölçülerinizi ve ne kadarını tamamlayabildiğinizi sıralayın, kolay gelsin.


Kablo Karmaşasına Zarif Çözüm

cable binTeknoloji evlerimize iyice yayıldığından bu yana kablo karmaşası herkesin dertlendiği konulardan biri oldu. Bu konuda zaman zaman esprili, zaman zaman da gayet akılcı çözümlere rastlayıp birbirimizle paylaşırız. Bu sabah Fancy‘de rastladığım bir çözümü daha kalıcı kılmak adına blogda bir yazıyla paylaşmak istedim. Tabii sevgili Burak Dönertaş‘ın bloga yaptığı yeni düzenlemeleri sizlere tanıtmak isteyişimi de eklemeliyim 🙂 Bir iki ufak değişiklik daha yapacakmış, onları da heyecanla bekliyorum. Uzun zamandır yeni yazı eklediğimde, özellikle cep telefonu veya tabletten okumaya çalışan dostlardan gelen uyarılar nedeniyle “tema eskimiş abla gel vazgeç inadından değiştirelim” uyarılarına kulak asmadığımı görünce Burak da cebren değiştirivermiş 🙂 İyi ki de değiştirmiş, gözlüksüz bile okunabilen şık bir blogum var atık 🙂 Ellerin dert görmesin sevgili Burak Dönertaş, sağol varol.

detayafterGelelim Bluelounge namlı firmanın bana göre pek leziz kablo karmaşası çözümüne; Cable Bin adını verdikleri ürün hem fazla yer kaplamıyor, hem de görünüşü rahatsız edici değil. Fiyatı şimdilik pahalı tabii.
Bluelounge; pratiklik ile iyi tasarımı ustalıkla harmanlayarak günlük hayatımızdaki sorunlara zarif çözümler ulaştıran bir firma. İnternet dünyasının yaratıcı fikir ve tasarımlarını kuluçkalayan markaları seviyorum. Sonuçta aslan payını alsalar da, çok sayıda genç insana kaynak sağlayıp umut oluyorlar.


The Hobbit: The Desolation of Smaug

Bu sabah öngösterimle izleme şansı bulduğum: The Hobbit: The Desolation of Smaug/ Hobbit: Smaug’un Çorak Toprakları filminden söz etmek istiyorum sizlere. Hemen bir uyarıda bulunayım, lütfen 12 yaş altı çocuklarınıza bu filmi izletmeyin. Türlü çeşitli yaratıklar, kanlı savaş sahneleri, hele hele devasa örümcekler özellikle 3 boyutlu izlendiğinde huzurlu uykularını bozabilir.
Filmin yapım bilgileri ve konusunu; daha eski tarihli iki yazımdan BURAYA ve ŞURAYA tıklayarak okuyabilirsiniz.
Bu yazımda sizlere filmdeki çekici aktörlerden söz edeceğim.

see-richard-armitage-as-thorinİlk filmde de keyifle izlediğim Thorin Oakenshiled/Richard Armitage bu kez daha çok sahnede yer alıyor ve yine pek hoş. The London Academy of Music and Dramatic Art eğitimli, 1971 doğumlu aktörü daha önce fark etmemiş olmayışıma hala şaşıyorum 🙂
lee-pace-thranduilThe Fall ile tanıyıp hayran olduğum, Pushing Daisy ile izini sürdüğüm; Thranduil/Lee Pace’i ilk filmde yüzündeki ağır makyajla zor tanımıştım. Bu filmde de hayran hayran izledim görüntüde olduğu sahneleri.
Kiliİlk filmde daha az yer alan, bu filmde oldukça öne çıkan bir başka çekici aktör de Kili/Aidan Turner. Being Human izleyicilerinin yakından tanıdığı aktör; orman Elf’i Tauriel/Evangeline Lilly’e kaptırıyor gönlünü.
luke-evansYine bu filmde karşımıza çıkan bir başka çekici oyuncu da Bard The Bowman/Luke Evans. Fast&Furious6 dan hatırlayacağınız Gal’li oyuncu, mitolojik filmlerin de vazgeçilmezi.
LegolasSırada efsanevi Legolas/Orlando Bloom var. Bu genç aktör Elf ve korsan olarak kariyerine devam etsin lütfen. Günümüzde geçen filmlerde oldukça silik kaldığını çok kişi kabul edecektir 🙂
Ve son olarak sesiyle bile diğer oyunculardan rol çalabilen Benedict Cumberbatch namlı hınzır velet. Filmde Smaug ve Necromancer’a sesiyle can veren ünlü oyuncunun Julian Asagne’ı canlandırdığı filmi de heyecanla bekliyorum.
Haftasonu kendinize vakit ayırın ve bu filmi izleyin, ama mutlaka IMAX/3D izlemeye çalışın. Kitapları seri halde okuyanlara önerim ise; okuduklarını unutup, beyazperdenin büyüsüne kendilerini bırakmaları.
Hepinize iyi seyirler


Engelli Asansörlerini Kullanmayalım, Gereksiz Yere Kullananları Uyaralım

Hepimizin dikkatini çeken bir durum bu aslında, genellikle acelemiz olduğundan veya “şimdi bulaşmayayım bu densizlere” diye düşünerek uzaklaşıp gideriz. Sevgili Simto Alev‘in defalarca yazdığı, paylaştığı durumlardan birini de bu sabah gördüm.  Yanda göreceğiniz fotografın altına yazdığı açıklama şöyle:

asansor

Yer Şişhane metro asansörü… Fotoğrafta asansörden iniyor gibi gözükenler, aslında benden evvel binip, bi abinin “eşim hamile, burda engelli var” demesiyle inenler. (aceleyle çekildiği için fotoğraf böyle) Ama asıl hikaye devamı…

Burdaki abilerden biri, bir sonraki asansöre de bizimle (kardeşim ve ben) geldi. Asansörün kapısında “o fotoğrafı siler misiniz” diye çıkıştı. İtiraz ettik tabii. Abi biraz hiddetlendi, “benim fotoğrafımı çektiniz, istemiyorum” Ben de “burası kamusal alan, istediğimiz gibi çekeriz” dedim. Abimiz durur mu? “Ben de sizi çekeyim o zaman” diye atarlandı..

E ama yer mi? Bize yapılır mı? Kardeşimle hemen azıcık geri çekilip poz verdik, en güzel gülümsememizi takındık. “Buyrun çekin” dedik… Abimiz en net tabiriyle göt oldu. Ama eğlence bitmedi…

Asansöre bindik. “Twitter kullanıyor musunuz” dedim. “Yok” dedi. “Kullansaydınız beni mention edin diyecektim” dedim. Sonra sosyal medyaya sataştı. Bitmiyor hikaye… 3 Dakikalık asansör yolculuğu oysa alt tarafı…

“Ya bari beni bi araştırın Google’da, bak adım simto alev” dedim. Samimiyetle ama. “Sen kimsin ki!” diye çıkıştı. “Önemli biri değilim, sadece halimi tavrımı görün” dediğimde, bana kalırsa 2. defa göt oldu.

“Çekiyorlar böyle, sosyal medyaya falan koyuyorlar” dedi. “E koyacam tabii” dedim… “Ama ben sizi görmedim, o yüzden bindim” diye savunmaya geçti…

Asansörün kapısı açıldı.. Kardeşim “engelli asansörüne neden bindiniz ki zaten” dedi. Ben “tabela da var” diye tamamladım. Caddeye çıktık, “acelem var” dedi. Ayrı yönlere gittik, o köşeyi döndü… “salak salak konuşuyorlar” dedi… Kardeşim arkasından bağırdı, ben susturdum, iplemedim..

Garip haller bunlar… Adam aslında vicdani olarak suçlu hissediyor ve bu şekilde yayınlanmak istemiyor. Hem de tüm iyi niyetle iletişim kurma çabamı karşılıksız bırakıp savunma yapıyor.

ps: o abi bu fotoğrafta görünüyor mu, görünüyorsa hangisi, görünmüyorsa neden görünmüyor söylemeyeceğim. Belki eskaza kendine rastlarsa, burada atarlanıp kendini gösterir zaten.

Benzer durumlar gördüğünüzde bir durun, düşünün ve LÜTFEN ama lütfen tepki gösterin. İnsan kılığındaki bu yaratıklar, kalplerinin ve vicdanlarının yerini unutmuşlar, hatırlatmak gerekiyor. Zor, hem de çok zor onlarla anlaşmaya ve dert anlatmaya çalışmak, ama denemeliyiz. Kolay olanı tabii ki yanlarından geçip gidivermek, ama LÜTFEN artık bu yolu seçmeyelim. Ne kadar çok çeşitli kişiden; her yaştan, her kesimden ve her cinsiyetten tepki görürlerse düşünmeye başlama ihtimalleri o kadar artacak. 2009 yılında yazdığım bir YAZIDA Mecidiyeköy Metrobüs girişinde Simto ile birlikte yaşadıklarımızı anlatmıştım. O günden bugüne anlayış olarak bir arpa boyu yol almış olmamız çok acı.


Bir Asker Mektubu

Öğle saatlerinde bir eposta geldi sevgili dost Banu Gündüz‘den. Kendisine gelen bir mektubu ve eklerini paylaşmış bizlerle.
Yılmaz Özdil’in 25 Ekim 2013 tarihli “Mektubunuz var” başlıklı yazısını okuyunca, Banu da hemen bilgilerini yollamış. Geçtiğimiz günlerde de Deniz Kurmay Albay Kerem Eren’in aşağıda okuyacağınız mektubu, bir başka deyişle haksızlığa uğradıklarını haykırışı gelmiş. Mektubu ve ekteki dosyaları gözyaşlarıyla okudum.  Deniz Kurmay Albay Kerem Eren mektubu
Bir başka değerli dost Aylin Türkşen Aysel‘in ağabeyi Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen de bu mesnetsiz iftiralarla cezaevinde, onun dava haberlerini takip ederken okuyup gördüklerim gibi, Balyoz davası bilgiler yazısına tıklayarak inceleyeceğiniz pdf formatındaki belgeler de çok iç acıtıcı.
Bir başka zengin kaynak da Emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın kızı ve damadı olan Pınar Doğan ile Dani Rodrik’in “Balyoz Davası ve Gerçekler” başlıklı blogu.
Lütfen her birini sindirerek okuyun ve sizler de yakın çevrenizle paylaşın. Çok sayıda insan neler olduğunun farkında değil, farkına varsa da tam algılayamıyor olabilir, ana akım medyada yer alan çarpıtılmış haberlerin ne boyutlarda olduğuna Gezi Direnişi sırasında gayet net tanık olduk.


Tasarım Dolu Günler: İstanbul Design Week 2013

27 Kasım Çarşamba öğle saatlerinde Maçka Küçük Çiftlik Parkında kurulan İstanbul Design Week alanını dolaştım. Güleryüzlü karşılamasıyla beni şımartan harika dost Aslı Pınar Tüfekçi ‘nin önerileri doğrultusunda her standı keyifle izledim ve görüntüledim. TAK
Bu yıl “Tasarım ve Kent” başlığını konu eden İDW2013 ; Finlandiya, İsviçre, İngiltere, Avusturya, Polonya, İtalya, Hollanda, Almanya ve Fransa’nın tasarım yaklaşımlarının görülebileceği sergileri misafir ediyor. Hafta boyunca her gün, ayrı bir ülkeye adanmış İDW2013 de.
Hemen girişte yer alan ve daha önce nasıl gözümden kaçmış diye hayıflandığım TAK Tasarım Atölyesi Kadıköy sergisi var. Proje dahilinde, 6 genç ürün tasarımcısı Kadıköy’ün en sevilen 6 mekanı ile bir araya gelerek Kadıköy’ün tasarım dokusunu, hikayesi olan mobilyalara dönüştürmüş. Tasarlanan mobilyalar, Kadıköylü yerel üreticilerde üretilerek, yerel üretim teşvik edilmiş. Detaylar için BURAYA tıklayınız.
GlassandcupsEn çok ilgimi çekenlerden biri olan Polonya standında, 1 Aralık Cumartesi günü Polonya’lı sanatçılarla tasarım yapma şansı bulabilirsiniz. Türkiye-Polonya arasındaki ilişkilerin 600. yılının kutlanacağı 2014 öncesinde, tasarımcıların düzenlediği Glass&Cup/Bardak ve Kupa sergisi sizin de ilginizi çekecek.

 

 

Bir sonraki bölüm 2010 yılından beri düzenlenen, 40 yaş altı 40 Genç Türk tasarımcının 40 ürününden oluşan Design Spirit İstanbul. İlginç tasarımları incelerken vaktin nasıl geçtiğini anlayamayacaksınız.  keyif

 

No BordersBeni etkileyen bir başka bölüm de; Londra’da yolları kesişen, Royal College of Art mezunu 9 tasarımcının oluşturduğu “No Borders-Sınır Yok” sergisi. “Biz tasarımın sınırları aşan ve insanları birbirlerine yaratıcılık ile bağlayan bir dil olduğuna inanıyoruz” düşüncelerine de, eserlerine de bayıldım.

 

 

FlatOrta bölümde yer alan, genç tasarımcıların kurduğu yeni firmalar ve tasarımlarını da çok beğendim. Republic of Narcist ve Flat Craftwork’un tasarımlarını biraz daha fazla beğenmiş olabilirim 🙂  RON

 

 

Finlandiyalı en iyi tasarımların ve tasarımcıların ödüllendirildiği Finnea Ödüllü tasarımlar, İDW kapsamında beş gün boyunca sergileniyor. Bu ürünlerden de Nokia Play 360 kablosuz hoparlörler ve kalın renkli camlardan saklama kapları favorilerim oldular.  camlar
Diğer bir bölümde ise; Philips markası “Geleceğin Televizyonu Yarışması” kapsamında özel öğrenci projelerinin sergileri ile gelecek nesil tasarımcıların keşfedilmesini destekliyor.
redbullBir başka renkli bölüm de, 10 yaratıcı ismin; İstanbul’un ünlü mekanlarında yer alması için tasarladıkları Red Bull ürün dolapları.
Konferanslar, workshoplar ve ünlü DJ’lerin katılımıyla yapılacak partilerle ilgili bilgi almak isterseniz ŞURAYA tıklayın.
Sergi ile ilgili fotograflarımın tamamına da BURAYA tıklayarak erişebilirsiniz.


Ne Yaparsan Sana Geri Yansıtır Hayat

huzur veren kumsal

“Ancak olduğun şeyi paylaşabilirsin ve paylaştığında, o sana geri döner. Kural budur. Yaşam ona fırlattığın her şeyi yansıtır ve taklit eder: Geri döner; bin katı olarak geri döner.
Gülümse; bütün varoluş sana gülümser. Bağır ve kötü davran; bütün varoluş sana bağırır ve kötü davranır. Esas neden sensin; bütün süreci sen yaratırsın.”
OSHO


Muhtaç Olduğumuz Kudret…

Ataturk

İyiye giden bir durum yok, derecesi artan ruh daralmalarımıza her haberle bir çentik daha atılıyor. Geçen yıla oranla minik de olsa bir umut, gençlerin artık olan bitenin ayırdında ve gerektiği durumda tepkilerini gösteriyor olmaları.
Yeni bir yazı yazamadım, geçen yıl yazdıklarımı aşağıya ekliyorum.

Klavye delikanlılığının anlamı yok utanıyorum, bizlere emanet ettiklerini korumayı başaramadığımız için. Hala senden medet ummaya çalışanları gördükçe daha da utanıyorum. Yıllardır olana bitene göz yumanlar, şimdilerde dövünmeye başlamışlar, günaydın mı desem onlara acaba.
Tepki yürüyüşlerinde, protesto mesajlarında destek istediğimde “aman sanki sana kalmış bu işler” diye dalga geçenler bu sabah profil fotografı değiştirme aktivisti olmuşlar ve hala ” ah Atam” diye senden medet umuyorlar.
Bizlere bıraktıklarına sahip çıkamadıkları gibi, anlayıp sindirememişler de söylediklerini. “Muhtaç olduğumuz kudret” in nerede olduğunu da söylemiştin, ama hala seni uyandırmaya çalışıyorlar, kendileri silkelenip ayılmak yerine.
Kadınlarımıza; Avrupa’lı hemcinslerinden çok uzun yıllar önce sağladığın birey olma hakkını elinin tersiyle itmeye çalışan aymazları düşündükçe, utancım daha da artıyor.
Demokratik haklarına sahip çıkmayıp, gölgelere kaçanları, köşelerine sinenleri gördükçe içim acıyor, yumruklarım sıkılı kollarım iki yanıma düşüyor, utanıyorum.
Işıklar içinde yat ve bizleri affet.


Türkiye Cumhuriyeti 90 Yaşında

Ataturk-meclisBu sabah çocukluğumdaki gibi heyecanla uyandım. Rahmetli dedemle birlikte Taksim Meydanı’na gider törenleri izlerdim. Uzun zamandır öyle görkemli kutlamalar ve törenler yapılmıyor artık. Hatta bir Taksim Meydanı da yok, beton yığını bir çirkinlik örneği var.

Kutlama için Bağdat Caddesi çevresinde oturan dostlarımla buluşacağım.
Kutlama yapmak için kimsenin iznine ve icazetine ihtiyacım yok. Emperyalist devletlerin kuyruk acıları nedeniyle silip yok etmeye çalıştıkları bu zaferi; millet olmayı ümmet olmaya tercih edenlere, resmi törenlere katılmamak için hastalık bahanelerine sığınanlara inat, her zamankinden daha coşkuyla kutlayacağım.

Fikri ve vicdanı hür olarak yaşamamı sağlayan Atatürk ve silah arkadaşlarına; kimsenin kölesi olmadan yaşayabilmem için kendilerini siper eden gazilere ve şehitlerimize teşekkür ederim.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 90. yaşı hepimize kutlu olsun.


İstanbul Lüferinin Kuyruğunu Bırakmıyor: Slow Fish İstanbul!

slowfishBayram tatilini İstanbul’da geçirecek olanlar için leziz bir etkinlik dizisi paylaşmak istiyorum sizlerle. Tanıyanlar bilirler, deniz ürünleriyle başım hoş değildir, tabii böyle olması İstanbul’un doğal kaynaklarının tüketilmesine göz yumacağım anlamına gelmiyor. 3 yıl önce değerli dostlar Neva Kip ve Defne Koryürek sayesinde takip etmeye başladığım “İstanbul Lüfere Hasret Kalmasın” kampanyası sayesinde haberdar olduğum deniz ürünleri katliamlarına bir şekilde katkım olsun istedim, hiç olmazsa duyurularla ve paylaşımlarla destek olmaya çabalıyorum.

17-20 Ekim tarihleri arasında Boğaziçi Üniversitesi, Albert Long Binası’nda gerçekleşecek Slow Fish Istanbul; 10 ülkeden 70’in üzerinde delegenin sunumları ile zenginleştirecekleri ve akademik tartışmalardan çocuklarla atölyelere, film festivalinden yemek yarışmasına pek çok katmanıyla İstanbulluları ağırlamaya hazırlanıyor.

Slow Fish Istanbul, bölgesel bir toplantı ve etkinlikler bütünü olup Slow Food İstanbul, Fikir Sahibi Damaklar’ın “İstanbul Lüfere Hasret Kalmasın” kampanyasını takiben başlattığı ve her yıl Ekim ayının 3. haftasonu kutlanan İstanbul’un Lüfer Bayramı ile dönüşümlü olarak iki yılda bir gerçekleşecek.

Uluslararası Slow Fish kampanyası çerçevesinde gerçekleşen bu bölgesel etkinliğe Türkiye’nin yanı sıra, İtalya, Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Makedonya, Romanya, Hırvatistan, Sırbistan ve Ukrayna’dan delegeler katılıyor. Balıkçı topluluklarının, aşçılar, akademisyenler ve pek çok çevre örgütünün yanı sıra tüketiciyi de dahil edecek Slow Fish Istanbul sürecinde sürdürülebilir bir geleceğe doğru gayretler birleştirilmeye çalışılacak.

17-20 Ekim 2013 tarihleri arasında gerçekleşecek bu etkinliğe katılım herkese açık ve ÜCRETSİZ. Etkinlik programına BURAYA tıklayarak erişebilirsiniz.

Yazıda kullandığım, İstanbul’u sırtlanmış balık illüstrasyonu 2010 yılında Emir Uslu tarafından yapılmış.


Sayfalar:1...21222324252627...61