Sevgili Duygu Kutlu’nun davetiyle, Feriye sinemasında gerçekleştirilen öngösterimle izleme şansı buldum yönetmenliğini Ferzan Özpetek’in yaptığı Allacciate le Cinture/Kemerlerinizi Bağlayın filmini.
Ferzan Özpetek’in sinema dilini seviyorum. Hayatın tam içinden günlük olayları alıp, bir masal aleminden yansıtmasını izlemeye bayılıyorum. Arka planda çalan ustaca seçilmiş, içinize işleyen melodilerı de ayrıca keyif veriyor izlerken, kendinizi bu masal alemine kaptırıp gitmenize neden oluyor.
Oyunculuklar, mekanlar, görüntüler, minik gibi görünen anlamlı detaylar, hep sizi o masal aleminde oradan oraya uçurup savurmak için özenle seçilmişler. Erotizmin sınırlarında dolaşan kareler de; Özpetek’in erkek bedenine saygı duruşu gibi, rahatsız edici değil, tam kararında.
Elena (Kasia Smutniak) ve Antonio’nun (Francesco Arca) kavgayla başlayan; tutkuya dönüşen aşklarının 13 yıllık hikayesi Allacciate le Cinture/Kemerlerinizi Bağlayın.
Başroldeki oyunculardan çok, yardımcı oyunculardan etkilendim izlerken. Ekzantrik teyze rolünde Elena Sofia Ricci, Elena’nın en yakın dostu gay arkadaşı Fabio rolünde 20 li yaşlarındaki Mehmet Günsür’ü anımsatan Filippo Scicchitano, Elena’nın hastanede oda arkadaşı ve teyzesi kadar eksantrik bir başka kadın Egle rolünde Paola Minaccioni, Antonio’nun kuaför metresi Maricla rolünde Luisa Ranieri ve isim bilgisine ulaşamadığım ama Elena ile Antonio’nun kızlarını canlandıran minik oyuncuyu hayranlıkla izledim.
Karakterlerin; hayatın akışı içerisinde birbirleriyle kesişen yolları, kaderlerine dokunuşları ustaca anlatılıyor filmde . Elena’nın Antonio’ya “Seni olduğun gibi sevdim, değiştirmeye çalışmadım” dediği duygusal yoğunluklu sahne; ilişkilerine olmadık anlamlar yükleyen ve hayatındaki erkeğii hayalindeki prense çevirmeye çalışıp, hem kendini hem de sevdiğini mutsuz eden hemcinslerime ders niteliğindeydi.
Güney İtalya’nın turistik yerleşimlerinden Lecce’de çekilen filmin hikaye ve senaryosu Ferzan Özpetek ile Gianni Romoli’ye ait. Gian Filippo Corticelli’nin görüntü yönetmenliğini üstlendiği film 14 Mart cuma günü gösterime giriyor.
Ülkenin bunaltıcı gündeminden biraz olsun uzaklaşmak ve güzel müzikler eşliğinde bir aşk masalı izlemek isterseniz haftasonu kendinize vakit ayırın ve bu filme şans verin derim.
Hayata Karşı Muay Thai Duruşu
Açıksınıf.com tarafından gerçekleşen eğitimlere yeni bir etkinlik daha eklenmiş; ‘Hayata Karşı Muay Thai Duruşu’…
Muay Thai; geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan bir Thailand savaş sanatı ve bir yaşam biçimi olarak yıllar boyu öğretilmiş. Tarihteki ilk Muay Thai yarışmaları Siam Kralı Parchao Sua tarafından 1600’lü yılların sonlarında yapılmaya başlanmış. Eski dövüşler, meydanlarda veya açık alanlarda yapılıyorken günümüzdeki çizgisine 1930 yılında kavuşmuş.
Muay Thai; insanın psiko-fiziksel anlamda üst düzey bir performans ve direnç kazanmasına, kendi vücut potansiyelini maksimum anlamda tanımasına, esneklik anlamında da tüm vücudun günlük hayatta çalışan kaslarını gevşetmesine kattığı büyük fayda ile günümüz spor dalları arasında ön plana çıkıyor.
‘Hayata Karşı Muay Thai Duruşu’ saldırganlığı bastırmanın ve özgüveni elde etmenin yanı sıra, günün stresinden uzaklaşmak adına negatif enerjinin kısa yoldan bedenden atılması için amatör anlamda en etkili uygulamalardan biri.
Muay Thai öğretisi; hem bir spor dalı, hem terapi, hem de bir hayat biçimi olarak benimsenmeli. Günlük hayatta insanları en çok strese sokan olgu zaman olgusu. Para, iş ve kariyer olguları ise her noktada zaman olgusuna bağlı olarak gelişiyor.
Yoğun ve stresli iş temposuna rahatlıkla göğüs germek ve mücadele anlarına karar verme yetisini katarak başarıya ulaşmak isteyen herkes ‘Hayata Karşı Muay Thai Duruşu’ eğitimini deneyimlemeli.
Muay Thai sayesinde tam konsantrasyon sağlama öğrenilip, mücadele azmi en yüksek seviyeye çıkartılabilir. Bu sayede iş hayatında sıkça yaşanan panik anlarındaki stres çok daha kolay yönetilebilir.
Cem Bostancı tarafından verilecek eğitim ile ilgili detaylar için Açıksınıf.com sayfalarını inceleyiniz.
Mide Bulantısı Hissiyle Yaşamak
17 Aralık tarihinden bu yana tanık olduklarımız bir Avrupa ülkesinde yaşansa, milyonların sokağa dökülüp, sebep olanları neredeyse tükürükle boğacağı durumlar. Ülkemizde ise mizah arşivlerine katkıda bulunulup, elde çekirdek izleme halinde ilerliyor genellikle. Hatırlayalım neden başlamıştı bu itiş kakış, rant paylaşımından değil mi? Peki böyle olmasının hepimizi rahatsız etmesi gerekmiyor mu? Sormuyor muyuz “Madem olanları biliyordunuz bunca zaman neden sustunuz, mamanız kesilince mi aklınıza geldi kayıtları ortaya dökmek. Gencecik çocuklar öldürülüp, sakat bırakılırken neden sustunuz, o çocukların kanları elinize bulaşmışken, paraları birlikte istiflediniz gıkınızı çıkarmadan değil mi?” Kim bu insanlar; devletin hangi kademelerine sıvaşmışlar, hırsız tayfası hissesini vermeyince ellerindeki kayıtları ortaya saçıveren bu adamlardan nasıl kurtulacağız peki?
Sürekli mide bulantısı hissiyle yaşar oldum, dengede kalmaya çalışıyorum, kötülüğe değil iyiliğe odaklanmaya çalışıyorum, çok zorlanıyorum. Kafamın içinde yüzlerce soru dönüp duruyor, cevaplarını bulamadığım. Endişem gencecik insanların, küçücük bebelerin geleceklerinin kimliği bilinmeyen bir gürühun insafına kalıp, ipotek altına alınmış olması.
Hala çok sayıda insanın siyaseti futbol takımı tutar gibi takip etmesi, sorgulamadan, sadece duruşunu beğendi diye oy verip yaşadığı beldeyi hırsıza, uğursuza teslim etmeye hazır olmaları, belediye seçimiyle genel seçimi ayıramayıp bu seçimlerin bütün sorunlara çözüm olacağını sanmaları bana kendimi hasta gibi hissettiriyor.
Rahmetli anneannemin dediği gibi “Sonumuz hayr’olsun”
Olan Biteni Kolayca Hatırlamak İçin Linkler
17 Aralık Kronolojisi
Mülksüzleştirme Ağları
İktidar Savaşı
Fotografın konuyla ilgisi yok, içim daraldıkça bakıyorum, çiçeklerin rengi ruhuma iyi geliyor, yazının ağırlığını hafifletir umuduyla ekledim.
İnternet Özgürdür Manifestosu #karşıyız
Aşağıda okuyacağınız manifestonun altına ben de seve seve imzamı atarım, sizler de atmalısınız. Ortak alanlarımıza yapılan müdahelelerin hepsine karşıyım; internet sansürüne ise bağıra bağıra karşıyım. Sevgili İpek Aral‘ın televizyon söyleşisinde belirttiği gibi “iNTERNET YASASI DEVLETİN MOBİNGİDİR” kabul edilemez. Lütfen sizler de artık sünepelikten vazgeçin ve sesinizi yükseltin, bu manifestoya destek verin.
Televizyon söyleşisini izlemek için BURAYA tıklayınız.
İnternet, birbirimize akıllarımızla dokunduğumuz ortak alanımız.
21. yüzyılın işbirlikçi, yenilikçi, hızla gelişen dünyasında Türkiye’nin insan temel hak ve özgürlüklerinin kullanımında adım adım geriye gitmekte olduğunu görmek biz İnsan Kaynakları Bloggerlarını şiddetle endişelendirmektedir.
Gerek Anayasamız, gerekse uluslararası normlara aykırı içeriğe sahip olan İnternet Yasası’na karşı tek nefes olup “Hayır” diyoruz. Ortak alanımıza devlet eliyle yapılacak insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı her türlü müdahaleye #karşıyız.
İnterneti kullanma konusunda yeni nesillerin vizyonuna sahip olmak, birbirimize güvenmek, geleceğe dijital dünyanın faydalarına sarılarak özgür şekilde ilerlemek arzumuzun sonuna kadar arkasında duracağız.
İnsan Kaynakları Bloggerları
Boyun Eğmeyeceğim, Bu Partiye Oy Vermeyeceğim
-Son 10 yılda yaşananlardan dersler çıkarıp; adam gibi çalışmayan,
-Gençlere, kadınlara adaylık hakkı tanır(mış) gibi yapan,
-“Her kanattan seçmenim var” demek adına olmadık şaklabanlıklara imza atan,
-Bölücüye, gericiye, hırsıza kucak açıp; düzgün isimleri dışlayan,
-İnşaat baronları ve taşeronlarıyla halvet olanları listelerin başına oturtan,
-Parti başkanlarının oy kullanmasını bile sağlayamayan,
-“Çevreye saygılıyız” derken, içine edilmesine çanak tutan,
-Ekonomik çözümler konusunda, bir arpa boyu yol alınmamış hamasetlerle oyalanan,
-Adalet, hak, hukuk kelimelerinin anlam yitirmesine göz yuman,
-Yıllardır bölüp durdukları sol’u bir araya getirmek yerine; döneklerden medet uman,
-Yumurta kapıya gelene kadar adaylarını belirleyemeyen,
-Ölümü gösterip; sıtmaya razı olmamı yüzsüzce bekleyen bu partiye oy vermeyeceğim, “bak öcü gelir ama” tehditlerine boyun eğmeyeceğim.
“Aman ne yapıyorsun, karşı tarafa yarayacak” safsatasından çok sıkıldım; “40 katır mı, 40 satır mı” sorusundan daha da çok sıkıldım. Bir önceki seçimlerdeki hezimet ertesinde adam gibi çalışmaya başlamaları çok mu zordu? “İstenmeyen tarafa oy gitmesin” diye nasıl olsa kendilerine oy verileceğinden emin olarak yayıldıkça yayıldılar. Solda birlik sağlamak, bölünen oyları toparlamak yerine köşelerine çekilmeyi seçtiler. Vatandaşa “kümesteki kaz” gözüyle bakan karşıtlarından ne farkları kalıyor ki bizlere “çantada keklik” diye baktıklarında.
Gezi Parkı sürecinin başında ne sesleri çıktı, ne solukları; gencecik çocuklar telef olurken sokaklarda, onlar sırça köşklerinde rant hesaplarına devam ettiler. Ne zaman kendilerine politik sahnede yer olduğunu gördüler, sesleri yükseliverdi. Geç kaldınız beyler; o gençlerin vebali sizlerin de boynunda artık, kanları sizin de ellerinize bulaştı. Genel seçimlere kadar aklınızı başınıza devşirin, bu vatan için canını veren atalarımızdan emanet aldığınız partiyi, layık olduğu yere taşımak için çalışın. Hırsızları, uğursuzları, dönekleri, çapsızları itin elinizin tersiyle. Solda birliği sağlamak için çabalayın, bölünen oyları bir araya getirmek için uğraşın. Bu ülkede yüreği hala vatan sevgisiyle çarpan milyonlar var; yeter ki sizler de yürekten bakmayı, bakıp da görebilmeyi bilin.
Görsel Muhsin Akgün’e ait http://www.muhsinakgun.com/
Ruhumu Dinlendiren Film Müzikleri
Kahkahalarla gülerken, bir anda gözyaşlarına boğulup, sonra yine aynı hızla kahkahalar atabildiğiniz filmleri sever misiniz? Ben pek severim, her iki ruh hali de yaşıyor olduğumu hatırlattığı için belki de.
Ülke gündemi nedeniyle kendimi boğulacak gibi hissettiğimde; o sevdiğim filmlerin müziklerini dinliyorum, ruhumu arındırmak için. Bir süreliğine de olsa huzurlu hissediyorum. Uzun süre meditasyon yapmayı beceremeyen benim gibi hiperaktiflere tavsiye ederim. Video linkleri arasında oradan oraya zıplarken, başka harika melodiler keşfetmek de ikramiyesi olabilir tabii.
İşte benim listem; daha çok var, ama video linki aramaktan sıkıldım itiraf edeyim 🙂
Beni en çok oyalayan, yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştiren, dinlerken bir yandan da hüzünlendireni Mediterraneo. Üzerine tıklayıp izleyebilirsiniz; yazıya koyduğum fotograf da filmin en etkileyici sahnesinden. Diğerlerini kopyala yapıştır ile dinleyebilirsiniz.
Belki yazının altına yorum yazıp, sizler de kendi sevdiklerinizi eklersiniz.
İl Postino http://youtu.be/VeMBsK30S78
Cinema Paradiso http://youtu.be/hLe9gTKQ4LU
Radio Days http://youtu.be/1S07ljqJmBQ
As Good As it Gets https://youtu.be/kQcWAG81DzY
Mine Vaganti http://youtu.be/lnJdqg76L6U
Under the Tuscan Sun http://youtu.be/xWCkaKS7o-o
Midnight in Paris http://youtu.be/bmVTnLR02Nc
La Vita e Bella http://youtu.be/lhlvV7mjeJM
Babam ve Oğlum http://youtu.be/q1WRHEkE3Hk
Dedemin İnsanları http://youtu.be/GKGqCrodrgk
image credit http://rozup.ir/up/up000/Movie-En/Mediterraneo%20(4).png
Arşivi Parçalamak: Bir Osmanlı Ailesinde Temsil, Kimlik Hafıza
31 Ocak sabahı katıldığım PRİstanbul toplantısının yapıldığı Salt Galata binası yetkilileri, bizlere hoş bir jest yaparak; zarif ve sabırlı bir rehber eşliğinde, alanda yer alan harika bir sergiyi gezmemizi sağladılar. Sergide çektiğim fotografların tamamını, Google Plus üzerindeki albümden ŞURAYA tıklayarak inceleyebilirsiniz.
Bu sıralarda, teyzemin ameliyat öncesi tetkikleri ve sağlık durumundaki değişimler nedeniyle kafam karışık, canım yazmak istemiyor, ama bu keyifli sergiyle ilgili bilgileri sizlerle paylaşmak istedim. Salt Galata’nın web sayfasından aldığım bilgileri aşağıya ekliyorum. Kendinize vakit ayırıp bu sergiyi mutlaka gezin. Hatta gününüzü azıcık uzun planlayın; bu harika binadaki arşivleri ve Osmanlı Bankası günlerinden kalma kasa odalarını da gezin.
Arşivi Parçalamak: Bir Osmanlı Ailesinde Temsil, Kimlik Hafıza, yaşam öyküsünün tıpkı arşiv gibi, kimi zaman birbirinden kopuk, rastlantısal, irrasyonel, kurgulanmış ve filtrelenmiş bir olaylar yığını olduğu fikrinden ilerler. Geç Osmanlı döneminden Türkiye Cumhuriyeti’ne üç kuşağı kapsayan ve Hatice Gonnet Bağana tarafından SALT Araştırma’ya bağışlanan Said Bey Arşivi’nin 1900-1940 dönemine odaklanır.
Sergi, karmaşık bir geçiş sürecinde bir ailenin kendisini yazı, fotoğraf, anlatı, müzik ve nesnelerle nasıl ifade ve temsil ettiğini anlamaya çalışır. Aile üyelerinin kendi hafızalarını nasıl oluşturduğu ve sakladığını; bu hafızanın erken cumhuriyetin kurulmakta olan ulusal anlatısıyla nasıl iç içe geçtiğini, kendi sınırlarını çizerek kimliklerini nasıl kurguladığını ve kimleri birer öteki olarak bu sınırların dışında bıraktığını inceleme olanağı sağlar. Ayrıca, biyografi ve tarih yazımının olanak ve engellerini tartışmayı, bunları mümkün olduğunca şeffaflaştırmayı amaçlar. Arşiv ve biyografiye atfedilen bütünsellik, düzen, yalıtılmışlık ve mahremiyetin antitezini “parçalamak” kelimesiyle vurgular.
Arşivi Parçalamak, bir tarih ve arşiv sergisi olduğu kadar bir tarih yazımı ve arşivcilik sergisi, bir tarih yazımı denemesidir.
Said Bey kimdir?
Mehmed Said Bey (1865-1928), Mekteb-i Sultânî (bugünkü Galatasaray Lisesi) mezunlarındandır; aynı okulda hocalık yapar, sarayda tercüman olarak çalışır. Evinde bir piyano bulunur, her gün neler yaptığını ajandasına not alır, sinemaya gitmeyi sever, çocukları bir matmazelden Fransızca dersi alır, 1920’lerde ailesiyle Şişli’de bir apartman dairesine taşınır. Fransız tarihçiler François Georgeon ve Paul Dumont’un tanımıyla adeta bir “İstanbullu burjuva karikatürü”dür.
Ece Zerman’ın yüksek lisans tezinden yola çıkarak kavramsallaştırdığı bu proje, SALT’ın “Açık Arşiv” serisi kapsamında geliştirildi. Serginin tasarımı Future Anecdotes Istanbul tarafından gerçekleştirildi.
Osmanlıca transkripsiyon: Sinem Gülmez
Fransızcaya çeviri: Noémi Lévy Aksu
İngilizceye çeviri: R. Aslıhan Aksoy Sheridan, Michael D. Sheridan
İllüstrasyon: Sait Mingü
Animasyon: Boran Güney
İki Haptan Birini Yutmak Zorunda Değiliz
Kırk katır mı, kırk satır mı sorusundan sıkılmadınız mı? Yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktan bıkmadınız mı? Birilerinin size sürekli ölümü gösterip, sıtmaya razı etmelerinden yorulmadınız mı? Ben çok sıkıldım.
Aman Ballhead olmasın da kim olursa olsun diye Yellowrose’a dört elle sarılanları hayretle izliyorum. Nasıl içiniz rahat ediyor, hafızanız tamamen mi silindi.
“E ne yapalım yani” diyene kadar adayları iyice inceleseniz, sorgulasanız, araştırsanız. “Kimdir bu, neden bu kadar hevesle talip olmuş bu işe” diye bir durup düşünseniz. İnşaat baronlarıyla el ele, kol kola yaşayan şehr-i eminlerden hala ne umuyorsunuz. Size nefes alabileceğiniz parklar yeşil alanlar, ruhunuzu zenginleştireceğiniz sanat merkezleri filan mı yapacaklarını sanıyorsunuz.
Hiç sordunuz mu semt pazarınız neden yok oldu? Havalı marketler iş yapsın diye, ulaşımı zor ücra köşelere tıkıştırılmış pazar yerlerinden memnun musunuz?
Peki ya yan sokağınızda, ağaçlıklar içindeki eski köşke ne oldu? Az ilerideki devasa boş alana Japon Bahçesi yapacağım diye sizden oy toplayıp, sonra orayı bir inşaat baronuna peşkeş çektiklerinde hesap sordunuz mu maaşını ödediklerinizden.
Bu ülkede, siyaseti futbol takımı tutar gibi destekleyenlerle geldiğimiz nokta ortada. Ya mavi hapı yutacaksın, ya kırmızıyı…
Haydi canım sen de, bir başka dünya mümkün, yeter ki azıcık araştıralım, inceleyelim ve sonra da göreve geldiklerinde denetleyelim.
Kim seçilirse seçilsin, bize hesap vermek zorunda. Varlıklarıyla bizlere lütufta bulunmuyor bu zatlar, onları oylarımızla bize hizmet vermeleri için seçiyoruz. Koca koca sahnelerden, otobüs tepelerinden büyüklük taslamalarına göz yummayalım artık. Politikacıların %98 inin hamasi duygularla bu göreve soyunmadıklarını anlamak gerek. Bu ünvan onlar için bir iş, hatta bir an önce politikacıların; futbol yıldızı ya da şampiyon tenisçi olmadıklarının da ayırdına varılmalı.
Bu seçimde oy vermeden önce; belediye meclisine kimler aday olmuş, daha önce neler yapmışlar, nasıl birileri bu insanlar diye araştırın. Mahallenize muhtar seçeceğiniz kişiyle tanışın, gözlerinin içine bakın.
Haydi azıcık çaba harcayın, bu seçimlerde iki haptan birini yutmak zorunda kalmayın.
Görsel kaynağı http://goo.gl/BG9FI1
Türkiye Cumhuriyeti Bir Gecede Kurulmadı
Ne tarafa dönsem bir karamsarlık, bir umutsuzluk görmeye başladım. Bu kadar umutsuz ve karamsar olmamalıyız; elimizde Atatürk ve silah arkadaşlarının bizlere bıraktığı sağlam bir yol haritamız var. Bizlere emanet ettikleri Türkiye Cumhuriyeti bir gecede kurulmadı.
Karşılarına dikilmiş tam donanımlı emperyal ordulara rağmen Atatürk ve silah arkadaşlarının başardıklarını, küçük yaşlarımızdan başlayarak eğitimimizin her adımında öğrendik. Belki yeniden hatırlamamızın da zamanı gelmiştir.
“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her cüzütamı, bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her cüzütam ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki cüzütamın çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.”
“Biz bir amaç takibediyoruz. Bu amacımız öteden beri muhtelif vesilelerle ifade edilmiştir. Ben şimdi de onu tekrar ediyorum: Milletin, devletin bağımsızlığını muhafaza etmek. Bunun içinde namus ve şeref tamamen yer alacaktır. Müstakil olarak milletimizin muayyen hudutlar dâhilindeki tamamiyetini muhafaza etmektir. Bunun için muharebe ediyoruz. Efendiler; memleketimizin ellide biri değil, her tarafı tahribedilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa, biz bu topraklar üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız. Bundan dolayı iki karış yer işgal edilmiş, üç beş köy tahrip edilmiş diye burada feryada lüzum yoktur. Ben size açık söyliyeyim; efendiler bazı yerler işgal edilmiştir bunun üç misli daha işgal edilmiş olunabilir. Fakat bu işgal hiçbir vakitte bizim imanımızı sarsmayacaktır.” (1920)
“Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini ve kendi saadetini; memleketin, milletin saadeti ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur. “
25-26 Nisan 1922 Atatürk
“Milletin mukadderatını doğrudan doğruya üzerine alarak karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskaca bir varlık çıkaran meclisimizin, yiğit ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve bağımsızlık fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum. “
1922 (Atatürk’ün S.D. I, S.240)
Yeni Umutlarla Yeni Yıla Merhaba
2014 yılı;
Onurumuzla, sahip olduklarımıza şükrederek, anlamsız hırslardan arınarak, bebekler gibi kibirsizce, her sabah daha yenilenerek, barış içinde “bir orman gibi hür ve kardeşcesine” yaşayacağımız; ruhlarımızın hep genç kalacağı, daha bereketli, daha huzurlu ve çok daha güzel bir yıl olsun.
Bu maddeler de hep aklınızın bir köşesinde bulunsun.
-Kendinizi sevin, önemseyin.
-Yeri geldiğinde egoist olmayı deneyin, kendinize daha çok vakit ayırın.
-Halinizden şikayet etmeyi aklınızdan bile geçirmeyin.
-Cahiller ve aptallarla tartışmayın, nefesinizi boşa tüketmeyin.
-Çok kızgın ve sinirli olduğunuz zamanlarda bile gülümsemeye çalışın. Hayata gülümsemek, bütün dertlerin en güzel ilacı.
Sevgi ve ışıkla kalın…