:::: MENU ::::
Browsing posts in: Uncategorized

Bizler Değişirsek Dünya Değişir #VeganOl

2014 yılı Haziran ayında beslenme biçimimi değiştirdim. Tanıyanlar bilir, çok uzun yıllardır hayvanlardan yapılan ve hayvanlar üzerinde test edilmiş ürünleri kullanmıyorum, etik olarak vegan hayata hazırdım da bir türlü tam anlamıyla hamle etmemiştim. Çocukluğumdan beri kendimden küçük hayvanları ve deniz ürünlerini tüketmedim, ama çok fazla sığır eti, peynir, yumurta ve yoğurt tükettim, pişmanlıkla itiraf ediyorum. (Aşağıdaki foto, sevgili Şeyda Taluk’un instagram hesabından alıntıdır)

Vegan hayat ile ilgili çok sayıda yerli ve yabancı kaynağı inceledim, notlar aldım, videolar ve filmler izledim. Peynir, yoğurt ve yumurtadan kolayca vazgeçebilmemi de o videolara ve filmlere borçluyum. Yıllarca kulaklarımı tıkayıp, gözlerimi yumduğum için kendime epey kızdım. Nasıl bir aymazlıktı benimki, bütün memelilerin sadece anne oldukları zaman süt salgıladıklarını görmezden gelebilmiştim. Vahşi kapitalizmin zavallı inekleri birer süt musluğuna döndürmek için suni döllediğine tanık olmak kesinlikle aklımı başıma getirmişti. Hele minicik dananın bir yudum anne sütü içemeden sürüklenerek mezbahaya gönderilmesi kanımı dondurmuştu. Aynı şey yumurta konusunda da geçerliydi tabii. Hayvansever olduğuna inanan ama “ay peynirsiz, yoğurtsuz yaşayamam” diyenlerdenseniz, işin etik tarafını düşünmek ve incelemek en büyük yardımcınız olacaktır. Ozellikle taciz ve tecavüz olayları konusunda hassas davranıp, hala hayvan sömürüsünün varlığını kabullenemeyenleredir sözlerim, siz değişirseniz dünya da değişir. Yeni doğmuş süt danasını annesinden ayıran hain adamın, komşusunun çocuğuna tecavüz etmesi ona gayet normal gelecektir. Her fırsatta ava çıkan kana susamış adamlara da savaşlar garip gelmez tabii, ölümü onurlandırır onlar, hayatı değil.

8 şubat 2018 gününden başlayarak bilgi paylaşan sevgili Zülal Kalkandelen hayvan sömürüsünün en korkunç haline dikkat çekmeye çalışıyordu. Brezilya’dan gemilere tıkılıp getirilen pislik içindeki hastalıklı hayvanlarla ilgili ana akım medyada ses yoktu tabii. Hal böyle olunca sokaktaki insanların da olanlardan haberi olamadı. Bu hastalıklı, pislik içindeki hayvanları “aman ucuz et” diye kapıştı binlerce insan. Sonra da şarbon haberleri çıkınca herkes pek hayret ediverdi nedense.

Sistemin ezberlettiklerini unutun, bitkisel protein her insana yeter, çocuklarınıza da. Anne sütünden kestiğiniz çocuğunuza, bir başka annenin yavrusuna ait sütü vermekte beis görmüyorsanız, yavrunuzu severek uyuturken ne yaptığınızı bir daha düşünün bu akşam.

Son 20 yılda her yanı saran döner, hamburger, filanca-et ticarethanelerinin sayıları arttıkça kana susamışlık da artıyor, süt ürünleri tüketimi arttıkça ticarethaneler daha çok hayvana tecavüz etmeye başlıyor, eşzamanlı olarak kadınlara ve çocuklara tecavüz de artıyor hala farkında değil misiniz? Mezbahalarda yaşanan vahim görüntüleri izleyin, yavrusu doğar doğmaz sütü sisteme verilsin diye kendisinden ayrılan ineğin acılı çığlıklarını dinleyin, içinize siniyorsa gördükleriniz ve duyduklarınız ne diyebilirim bilemedim. Garibanlara çatalınızı sallayıp onlara yaşattığınız korku ve acının sinmiş olduğu etleri ve süt ürünlerini tüketirken sevgili Zülal Kalkandelen’in 2 önemli sorusunu hatırlatın kendinize:

-bu korkunç zulmü destekleyen bir insan olmak istiyor muyum?
-21.yüzyılda insan olmak, bu kadar aşağı bir seviyeye inmek midir?

Değişmek dönüşmek zorundayız başka yolu yok. Alışkanlıklar değişmeli! Sürdürülebilir, sömürüsüz bir hayat mümkün. Tüketici değil, türetici olmayı seçerek gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak mümkün. Karbon ayakizi nedir, nasıl azaltırız, nasıl katkı sağlarız diye düşünmek için hala geç değil. Haydi dostlar daha güzel bir dünya için çaba harcamaya bir adım atmaya başlamanın tam zamanı. Hayvansal ürünler tüketmeyin, sadece yeme-içme konusunda değil; günlük hayatta kullandığınız giyimden, makyaj malzemesine, mobilyaya her ürünü titizlikle seçin, dünya sadece bizim değil farkına varalım. Et, süt, peynir, yumurta, yoğurt, bal hepsi hayvanlardan üretilir. Mesela yarın sabah kahvaltı ederken bunları tüketmeyerek, güne daha iyi yürekli bir insan olarak ve kendinizle gurur duyarak başlayabilirsiniz. Sizler hayvan sömürüsüne göz yumup destekledikçe ve aradaki bağlantıyı görmemekte direndikçe; ne savaşlar, ne ölümler, ne de tecavüz olayları azalıyor. Iyileşme; sistemin size ezberlettiklerine sırtınızı dönebildiğinizde başlıyor.
Sevgiyle ve muhabbetle…

Işinize yarayacak kaynakları dikkatle inceleyin lütfen. Vegan Beslenme tablolarının her ikisini de mutlaka kolayca ulaşabileceğiniz bir yerde tutun.

http://abolisyonistveganhareket.org/nedenveganlik                                                                                  Gary Yourofsky https://www.youtube.com/watch?v=U5hGQDLprA8
https://www.cumhuriyetkitap.com.tr/vegan-devrimi-ve-hayvan-ozgurlugu
http://veganizm.blogspot.com
https://www.vegandukkan.com

Vegan Beslenme tabloları

Bu yazı 1 Ekim 2018 tarihinde yayınladığım yazımın tekrarıdır. Özenle ve sindirilerek okunmasında, sevdiklerinizle paylaşılmasında fayda var.


Hayatım Yenibahar ve Tasarım Hikayecisi

Hayatım Yenibahar markası ve Tasarım Hikayecisi ile tanışmam sevgili Nükhet Everi sayesinde oldu. Tabii önce Ebru Baybara ismini tanıdım yine onun sayesinde, sonra zincir tamamlandı ve Hayatım Yenibahar markası ve Tasarım Hikayecisi Tansel Baybara ile tanıştım. İstanbul’un sıcaktan kavrulduğu günlerden birinde yeni taşındıkları adresi arayıp bulmakta zorlanınca telefonla bağlantıya geçip tarifleriyle kolayca buldum. Kapıdan girer girmez sizi bir renk cümbüşü karşılıyor önce, tabii sonra da Tansel Baybara’nın sıcacık gülüşü ve güven veren el sıkışı alıyor sırayı. Onca meşguliyetin arasında size yeni mekanlarını gezdiriyor ve her bir parçayı sevgiyle tanıtıyor. Hepsini kucaklayıp evinize götürmek isteyeceksiniz güvenin bana.

Tansel Hanım müthiş bir kadın ve çok yönlü bir sanatçı kendi kelimelerinden tanıyalım onu: “Yepyeni bir Dünya’ya Mardin’de merhaba demişim. Mezopotamya’nın uçsuz bucaksız ovası dünyaya getirilecek ne kadar fazla şey olduğunu öğretti bana. Mardin’in tevazu sahibi ancak çok renkli insanları ve yaşam stilleri, Darius ile Büyük İskederin kıyasıya savaştığı bu topraklar, tasarımcı kimliğimin geliştiği yıllarda bana kendi öz hikayesini anlattı ve gün geldi ben bu hikayeyi tasarımlarımla, insanlarla paylaşır oldum. Çocukluğum; yepyeni bir çağı açan, Istanbul’u Türk kimliğiyle buluşturan Fatih II. Mehmet’in de bir evladı olduğu Edirne’de geçti. Onaltıncı yüzyılda Paris’te yeni yeni oluşmaya başlayan moda endüstrisinde herkesin peşinden koştuğu Edirne Kırmızısı’nın (Rouge d’Adrinople) kodları kulağıma fısıldandı ve ben İstanbul’a gidip Güzel Sanatlar Grafik Tasarım eğitimi aldım. İstanbul’a tam anlamıyla aşığım, Dünya’ya buradan bakıyorum, elime geçen tüm tasarım fikirlerimin bugün özünü Istanbul oluşturuyor. Takı tasarlıyorum, koleksiyon hazırlıyorum, görsel hikaye kurguluyorum ve gerçek kültürel üretiminin kodları yazıyorum. Mardin’deki atölyemi, Galata ve sonrasında Küçükyalı’daki atölyem takip etti ve yerel üreticilerle sağlıklı, gerçek kültürel üretim yapıyorum. Hikayelerim, hep bizi anlatır. Zamanın içindeki sırları koyarım kalbime ve yola çıkarım. İnsanla buluşurum, geride bıraktığım tadlarla yaşarım, doğayla konuşup evren ile dans ederim. Mekanlarda kaybolup kendimle karşılaşmayı severim. Özgürce sınırsız hayallerin peşinden koşar ve o hayallerin gerçeğinde kendi özümü keşfederim. Her ne olursa olsun bana sunulan bu güzel hayatın içinde bende hayata bir nebze kendimden miras bırakmayı düşlerim. Bunu tasarımla birlikte çalıştığım kadınların, ustaların ve kendi hikayelerimle birleştirerek evrene sevgi ile sunarım. Kısacası ne aşk ile yaptığım işten ne de yolumdan vazgeçerim.”

Kendinize vakit ayırdığınız bir gün mutlaka Hayatım Yenibahar’a uğrayın, el emeği göz nur’u her bir ürünü inceleyin, mutlaka bütçenize uyan bir parça bulursunuz. Hediyelik arıyorsanız da tam yerine gitmiş olursunuz, özgün ve genellikle tek parçalardan seçin dilediğinizi. Elde edilen gelirin önemli bir miktarı deprem bölgesine yardım olarak ulaştırılıyor bu önemli noktayı da hatırlatmalıyım mutlaka.

https://www.instagram.com/hayatimyenibahar/

https://www.instagram.com/tasarimhikayecisi/


Doğum Günün Kutlu Olsun #EmirCerman

Bu yıl da birbirimizden kilometrelerce uzakta geçecek evladım Emir Cerman‘ın doğum günü. Bin şükür internet ve akıllı telefon var; özlemi kolaylaştıran, mesafeleri yakınlaştıran. En son 2017 de Boston’da birlikte kutlamıştık. Sağlığımız yerinde ve aklımız başımızda olarak belki seneye birlikte kutlayabiliriz, hayal kurmanın sonu yok ????

3 Haziran 1984 güzel bir pazar günüydü, 9 aylık heyecanlı bekleyişin sonunda, biricik oğlum Emir ’i kucağıma aldığım gün. Sabaha karşı başlayan küçük gaz sancısını andıran ağrıların doğum sancısı olduğunu anlamam pek zor olmuştu. Nereden bilebilirdim ki, bu benim ilk bebeğimdi. Filmlerde izlediğimiz kadınların “amanın yetişin, yandıım, öldüüm” diye bağırdıkları türden ağrılar da değildi.
Oturduğumuz çatı katındaki terasta dakikalarca yürüyüp, hala “gaz” dan kurtulamayınca saat tutmak aklıma gelmişti. Tabii ağrı aralarının 5 dakikada bir olması kafamda şimşekler çaktırmış, hemen günler öncesinden hazırladığım küçük bavulu kapının dibine koyup beklemeye başlamıştım. Ne mi bekliyorum “haydi vakit geldi” dediğimde aynı filmlerde görülen tepkiyi veren kocamın telaşla hazırlanmasını ???? Evet sonunda tam hazırlanıp kapıya çıkarken asansör bizim katta durdu ve içinden o anda en son görmem gereken kişi babam çıkmaz mı, haydi bakalım bir şey anlamasın diye tornistan eve geri dönüş ve “kahve içer misin babacığım” sorusuna verdiği cevabı duymadan mutfağa kaçış ve ağrıya katlanmak için nefes egzersizi yapmaya devam.
O günlerde kalp damarlarındaki tıkanıklık nedeniyle ani üzüntüler yaşamaması gereken annemin kulağına gitmesin diye babama binbir şaklabanlık yaptım. Adamcağızın da keyfi yerinde, anlatıyor da anlatıyor. Ben ise ne oturabiliyorum ne kalkabiliyorum, durum git gide vahimleşiyor. En sonunda aklıma, bir arkadaşımızın bizi kahve içmeye davet ettiğini söyleyip müsaade istemek geldi. Tabii bavulu almadan birlikte indik asansörle. O evlerine yürüdü, ben arabaya attım kendimi, kocam son hızla geri çıkıp bavulu aldı ve nihayet yola çıktık. Hastaneye girdik, ilk kontrol yapıldı, beni bir odaya aldılar ve sürpriz, sancılarım duruverdi. O kadar kasmışım ki kendimi, ortalık süt liman. Hemen doktorumu aradılar, kadıncağız tatili nedeniyle Tuzla’daki kardeşine ziyarete gitmiş. Bana ” Zeynep Doktor seni tekrar kontrol edecek ve bana durumu bildirecek gerekirse eve gidersin” der demez, can havliyle haykırdım “kesinlikle olmaz. Eve girince bir daha çıkamayabilirim, bakarsınız yine babam uğrar, ben en iyisi şurada bekleyeyim” dediğimde, akşamüstüne doğru geleceğini söyleyip beni rahatlattı.
Saatler geçmek bilmiyordu, gazeteler, magazinler, TV programları vs derken nihayet doktorum geldi ve kontrolü bitince de müjdeyi verdi “haydi hazırlan suni sancı ile başlayacağız” bende bir sevinç bir sevinç. Bebek hemşiresi elinde lavmanla gelene kadar da keyfime diyecek yoktu ???? Bundan sonrası hızlandırılmış film gibiydi. Suni sancı ile normal sancı arasındaki tek fark sadece süreleri, buna inanın, acı aynı derecede can yakıcı. Nasıl bir acı diye merak ediyorsanız şöyle diyebiliriz; şiddetle bağırsaklarınız bozulmuş, yapmak istiyorsunuz ama hiç çıkış yolu yok, hayal edebildiniz mi ağrının şiddetini? Bütün bu keşmekeşte bana can yoldaşlığı eden arkadaşım Jale de ikinci bebeğine hamileydi “yaaa ben bu fasılları unutup neden tekrar hamile kalmışım” demez mi, onca can acısına rağmen gözümden yaşlar gelerek gülmüştüm.
Sonunda, “vakit geldi” diyerek beni sedyeye koyup doğumhaneye doğru yola çıkardılar. İşte o an yaşanan acı, ağrı her neyse sanki bir anda hafifledi, kaybolmadı, ama aylardır heyecanla beklediğim bebeğime kavuşacağım anın yaklaşmış olması fikri harikaydı.
Doğumhanede yattığım yerin tam karşısında kocaman bir saat vardı. Oğlumun doğduğu ve sağlam olduğunun söylenmesi sırasında saat tam 18.05 idi. Yer yüzündeki hiç bir örnek o anda hissettiklerimi anlatmaya yetmez.

Canım oğlum; iyi ki doğmuşsun. Teşekkür ederim beni hep mutlu eden ve gururlandıran bir evlat olduğun için. Doğum günün kutlu olsun, karşına hep iyi insanlar çıksın, hep sevil ve sev, yaşayacağın her gün bir öncekinden daha mutlu ol, bedenin ve ruhun her daim sağlıklı olsun, ihtiyacı olanlarla huzurla paylaşacağın kadar da bol paran olsun.
Uzun yıllar o hep Muge Cerman’ın oğluydu. Beni tanıyanlar ondan söz edecekleri zaman ismini anımsayamazlarsa Müge’nin oğlu derlerdi. Yıllar geçtikçe kişiliği gelişti, hem iyi bir evlat, hem de iyi bir sanatçı olarak hatırlanmaya başlandı. Artık ben Emir Cerman ‘ın annesiyim. Gurur duyuyorum oğlumla; yeteneğini fark edip, kalbinin sesini dinleyip, dünyanın en prestijli okullarından birinde Berklee College of Music’te burslu okumaya hak kazanıp, başarıyla mezun oldu. Ona güvenenlerin yüzünü kara çıkarmamak için, gündüzünü gecesine katarak çalışıyor. Kendisine tanınan şansın bilincinde olduğu için de; planlarında, projelerinde hep imkanı olmayan yetenekli gençlere kaynak yaratmaya çabalıyor.
Emir neler yapıyor merak edenlere de bir link vereyim.
https://www.rotu.com/projects


Hello world!

Welcome to WordPress. This is your first post. Edit or delete it, then start blogging!