:::: MENU ::::
Browsing posts in: Sanat

Adalar Sokak Festivali 1-6 Eylül 2015

İstanbul Adaları’nın kentsel, çevresel, ekolojik ve kültürel değerlerinin korunmasına dikkat çekmek, adaları sanatla donatmak, çeşitli etkinliklerde buluşup tanışmak, hep birlikte barış içinde yaşamaya devam etmek, kalıcı sanat eserleri bırakmak gibi dileklerle her yıl 01 – 06 Eylül tarihleri arasında Adalarda yapılmak üzere ‘’Adalar Sokak Festivali’’ adı altında geniş çaplı bir etkinlik oluşturulmuş.

festival logo

Bütün etkinliklerin ada sokaklarında, meydanlarında birbirini dinleyerek, izleyerek, birlikte üreterek, eğlenerek yapılması planlanmış. Festivale katılan, destek veren bütün sanatçılar, gruplar, uzmanlar gönüllülük temelinde performans, atölye ve gösteriler yapacaklar. Festivali düzenleyenlerin dileği, bu festivalin bir başlangıç olması ve güzelliklerin çoğalarak devam etmesi.

Doğal haliyle geçmişten yakın zamana kadar “yavaş bölge” statüsünde olan Adalar; kaçak yapılaşma, hatalı turizm politikaları, motorlu ve akülü araçlardaki denetimsiz artış, kontrolsüz biçimde çoğalan bisikletler, faytonların ıslahı için yetkililerin yeterince çaba harcamamaları, plansız imar tehlikesi gibi problemler nedeniyle hızlı bir şekilde yapısal bozulma yaşamakta ve kültürel, tarihsel, ekolojik değerlerini hızla yitiriyor. Festival süresince sanatçılar, uzmanlar, bilim adamları (mimarlar, botanikçiler, sanat tarihçileri, arkeologlar ve deniz bilimciler) çalışmaları, performansları veya söyleşileriyle yer alacaklar. Katılımcılar Adaların sorunlarına dikkat çekerken, çözüm, iyileştirme ve güzelleştirme için somut önerilerin ortaya çıkartılmasında destekleyici olacaklar.

ada dusu mektuplar

Festivalin en keyifli etkinliklerinden biri de Ada Düşü Mektup Projesi; katılımcılardan beklenen, bu mektupların el yazısı ile hazırlanmış, Ada Düşü temasıyla yazılmış, pullu ve postaneden gönderilmiş olmaları. Mektuplarda herhangi bir sınırlama yok. Yayımlanacak ve sergilenecek mektuplara Festival Komitesi karar verecek. Sergilerin bitiminde tüm mektuplar, taleplere göre ilgili bir kuruma araştırmalarda kullanmak üzere bağışlanacak. Ada Düşü mektupları, Selin Sason tarafından toplanacak. Mektuplar için adres: Plumon Art of Writing Çınar Cad. N0: 79 PK: 34970 Büyükada / Adalar – İstanbul

Festivalde Fotoğraf konusu ‘’Adalarda Çirkin Kadrajlar’’ olarak belirlenmiş. Fotoğrafmetre; Fotoğraf, Film ve Gezi Derneği Fotoğraf Sanatçıları Temmuz ayından bu yana tüm Adalarda belirlenen tema doğrultusunda çalışıyorlar. Sanatçıların fotoğrafları Heybeliada’da sergilenecek.

Festival alanları, çok sayıda etkinliğin yer aldığı ajanda ve sanatçılar hakkında detayları öğrenmek isterseniz BURAYA tıklayınız.
Adalar Sokak Festivali Facebook Sayfası
Adalar Sokak Festivali Web Sayfası

Adalar Sokak Festivali’nin tam programı; Adalar özelinde gün gün ve saat saat akışla pdf olarak ADALAR SOKAK FESTİVALİ _ TÜM PROGRAM

Festival komitesi: Necdet Kutlucan, Sevgi Çekiç, Serap Borucu, Fatma Bozkurt, Okan Sönmez, Yıldız Negma Çokcoşkun, Hıdır Ovaçin
Proje Ortağı: Burgazadası Kültür ve Kalkınma Derneği.


#MagicMikeXXL Bayramda Gösterimde

magic-mike-xxl

Warner Bros davetiyle izledim Magic Mike XXL filmini. İlk filmi görmemiş olsanız da devam filmi rahatlıkla izlenebiliyor. Yer yer kahkahalarla güldüğüm, soft porno kıvamında erotik görüntülere müthiş müziklerin ve dansların eşlik ettiği hafif bir eğlencelik diyebilirim. Bunca yakışıklı adonis kaslının yer aldığı filmin kadın izleyicilerinin ağırlıkta olacağını tahmin etmek de zor değil 🙂

İlk filmin yönetmeni olan Soderbergh, bu kez yönetici yapımcı olarak karşımıza çıkıyor, özellikle Savannah’daki egzotik striptiz klubünde zenci oyuncuların dans sahnelerinde yoğunlukla onun bakışını fark edeceksiniz.
İtiraf etmeliyim ki bu filme kadar Chaning Tatum pek de ilgimi çeken bir oyuncu değildi. 21 Jump Street ve The Vow’da izlediğim ağlak suratlı oğlan çocuğuydu benim için. Oscarlık bir oyuncu olur mu ilerde bilemem, ama filmin başlarında yer alan ve zenci sanatçı Ginuwine’ın Pony isimli şarkısı eşliğindeki dans performansı müthişti. Rol arkadaşlarından Matt Bomer’ı White Collar dizisinde hayranlıkla izlerdim. Joe Manganiello’da Amerikalıların “eye candy” dedikleri türden bir oyuncu bana göre. True Blood dizisi ve ufak tefek roller aldığı çokça filmden hatırlayacaksınız onu. Bu filmde de kaslı ve bakımlı bedeniyle görevini gayet güzel yerine getiriyor 🙂 Adam Rodriquez’i de film boyunca “ya hu ben bu çocuğu nereden hatırlıyorum” diye izleyip, filmden sonra IMDB de arayınca CSI Miami’de izlediğimi fark ettim. Filmdeki kadın oyunculardan ikisi hemen öne çıkıyor; orta yaşlı mutsuz dul rolünde güzel oyuncu Andie MacDowell ve Gotham dizisinin ölümcül güzeli Fish Mooney’i canlandıran Jada Pinkett Smith, bu filmde Mike’ın eski gözdesi gece klübü sahibi Rome olarak karşımıza çıkıyor.
Filmin yönetmeni Emmy Ödüllü Gregory Jacobs, yapımcıları; Nick Wechsler, Gregory Jacobs, Channing Tatum ve senaryonun da yazarı olan Reid Carolin. 115 dakikalık film 17 Temmuzda sinemalarda gösterime giriyor. Hepinize iyi seyirler

Magic Mike XXL’de yer alan müzikler için BURAYA tıklamayı ihmal etmeyin derim.

Filme ait detaylar için BURAYA tıklayınız.

Görsel kaynağı için de BURAYA tıklayınız


#TheHobbit İle Son Buluşma

Öngösterimle izleme şansı buldum bu sabah Hobbitlerin sonuncusunu. 145 dakika nasıl geçti anlamadım inanın.

THE HOBBIT: THE DESOLATION OF SMAUG

Howard Shore’un muhteşem müziği, Peter Jackson’ın yönetmenliği, Andrew Lesnie’nin görüntüleriyle kendinizi maceranın tam içinde buluveriyorsunuz.

THE HOBBIT: THE DESOLATION OF SMAUG

İkinci filmin sonunda ejderha Smaug’un Bard’ın yaşadığı Göl Kasabası’nı ateşler içinde bıraktığını görmüştük. Final filmi de bu felaket sahnesiyle başlıyor.
Dozu azalmayan temposuyla beni koltuğuma çivileyen final filminde dövüş ve savaş sahneleri bir bale gösterisi kadar titizlikle yönetilmiş. Şiddetten ve kanlı sahnelerden hoşlanmam ve genellikle gözümü kapatırım, ama bu kez iki sahne dışında hepsini izledim, hangileri olduğunu söylersem ipucu vermiş olurum, heyecanınızı bölmek istemem 🙂

Kostüm tasarımlarında Richard Taylor, Bob Buck ve Ann Maskrey, Joe Letteri yönetimindeki görsel efektler ve özel makyajlarda da Weta Workshop müthiş işler çıkarmışlar.

Legolas

Bu filmle bir kez daha karar verdim; Orlando Bloom hep Legolas olacak benim için, kumral haliyle pek silik kalıyor 🙂

Benzer bir talihsizlik Thorin rolünü üstlenen Richard Armitage için de söz konusu. Bu filmde büründüğü karakterden sonra Into The Storm’da pek yadırganmıştı.

Lee Pace’e yeniden hayran oldum Thranduil rolüyle. Tamam kabul The Fall ile gönlümde taht kurmuştur ama Elf olarak da müthişti.

LeePace

Ve tabii Martin Freeman, büründüğü her karakterle kalbimi fetheden bu minik dev adamın filmde söylediği ve beni etkileyen bir cümleyi paylaşmam spoiler sayılmaz sanırım: “One day I’ll remember. Remember everything that happened: the good, the bad, those who survived… and those that did not.”

Bu haftasonu kendinize vakit ayırın ve efsanenin son filmini izleyin, ama mutlaka IMAX olarak izleyin. İyi seyirler.


Dostlardan Cumartesi Sürprizi: Miró Sergisi

Dün akşamüstü sevgili dostlar Gaye ve Ümit Atakan kızkardeşlerin hoş bir sürpriziyle “haydi gel sahilde bir çay içeriz” diye evden çıkarılıp Sabancı Müzesi‘nde Miró sergisinde buluverdim kendimi.

20. yüzyılın etkin sanatçılarından Joan Miró’nun sembolleştirdiği “Kadınlar, Kuşlar ve Yıldızlar” Sabancı Holding’in katkılarıyla Sakıp Sabancı Müzesi’nde 1 Şubat 2015’e kadar sergilenecekmiş. Sergide sanatçının olgunluk yıllarına ait yağlıboya ve akrilik tablolar, taşbaskılar ve heykeller de yer alıyor. Barselona’daki Joan Miró Vakfı, Mallorca’daki aile koleksiyonu Successió Miró ve yine Mallorca’daki Pilar ve Joan Miró Vakfı işbirliğiyle gerçekleşen sergide; aile koleksiyonundan eserler ve sanatçıya ait kişisel eşyalar da dünyada ilk defa İstanbul’da sanatseverlerin beğenisine sunulmuş.

miro afis

Barselona doğumlu Katalan ressam ve heykeltıraş Joan Miró’nun eserlerinin çoğu, benim izlemekten keyif aldığım tarzda değiller. Mavi zeminli en bilinen tabloları dışında, pek beğenerek seyrettiğim iki duvar halısı ve adını hatırlayamadığım bir matbaanın kuruluş kutlaması için yaptığı tablo dışındakiler sanırım çoğunlukla; ülkesindeki, dünyadaki siyasi olaylara, savaşlara, belirsizliklere duyduğu öfke ve tepkisini dile getirdikleri için bana karanlık, boğucu, hatta rahatsız edici geldiler.

pembeli kadin

En alt katta yer alan ve daha önce de büyük keyif alarak gezdiğim Tanzimattan Cumhuriyete Türk Resmi sergisini bu kez de Gaye ve Ümit ile yeniden izledim. Pembeli Kadın tablosunun detaylarını yine keyifle seyrettim. Sergide Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmed Paşa, İbrahim Çallı, Feyhaman Duran, Fikret Mualla’nın eserleri özellikle dikkat çekiyor.

muzede changa

Biraz dinlenip sıcak birşeyler içmek için Müzede Changa’nın nefis manzaralı terasa bakan masalarından birine oturup, hem sergi ile ilgili gözlemlerimizi karşılaştırdık, hem de leziz birer yasemin çayı içtik. Sevgili Gaye ve Ümit’e bu harika akşamüstü sürprizi için tekrar teşekkür ederim.

Fotograflar yarım akıllı Samsung emekli modeli telefonumla çekildiği için pek iyi değiller, kusura bakmayın 🙂

Sergi ile ilgili detaylara, ziyaret günleri ve saatlerine BURAYA tıklayarak erişebilirsiniz.


Yargıç 17 Ekim Cuma Sinemalarda

judge

 The Judge/Yargıç filmini, Warner Bros davetiyle öngösterimle izleme şansı buldum. Film hakkında bu kez araştırma yapmamıştım, itiraf etmeliyim ki; doksanların başında Chances Are ve Only You adlı filmlerde canlandırdığı karakterlerle hayran olup, Chaplin ve Richard III deki oyunculuğuyla tutkunu olduğum Robert Downey Jr. aşkına izlemeye gittim.

The-Judge-Robert-Downey-Jr and R.Duvall

Büyük şehirde avukatlık yapan Hank Palmer’ın annesinin cenazesine katılmak üzere doğduğu kasabaya geri dönmesi ve kasabadan ayrıldığı günden beri konuşmadığı babasının yaptığı bir trafik kazasında ölüme sebebiyet nedeniyle dava edilmesiyle başlayan olaylar dizisi olarak özetleyebilirim filmin konusunu.

RDJ and RD yatay

Başrollerdeki üç büyük oyuncu da çok başarılı; Robert Duvall ilerleyen yaşına rağmen güçlü oyunculuğundan birşey kaybetmiyor. Robert Downey Jr. yine her zamanki gibi nefes kesici. Billy Bob Thornton az görünse de, göründüğü sahnelerde diğer iki başrol oyuncusundan sürekli rol çalıyor. Vera Farmiga eski sevgili, Vincent D’Onofrio fedakar ağabey, Jeremy Strong zekaca gelişmemiş erkek kardeş, Dax Shepherd heyecanlı kasaba avukatı, David Krumholtz da büyük şehirli savcı rollerinde gayet başarılılar.
The Judge/Yargıç filminin yapımcılığını Susan Downey, David Dobkin ve David Gambino; yönetici yapımcılığını ise Herbert W. Gains, Robert Downey Jr., Jeff Kleeman ve Bruce Berman üstlenmiş. Filmin senaryosu Nick Schenk ve Bill Dubuque; hikayesi de Dobkin ve Schenk’in imzasını taşıyor.
Filmin yönetmeni David Dobkin’in kamera arkası ekibi, görüntü yönetiminde Oscar ödüllü Janusz Kaminski, yapım tasarımında Mark Ricker, kurguda Mark Livolsi ve kostüm tasarımında Marlene Stewart’tan oluşuyor. Filmin müziği Thomas Newman’a ait.
Duygusal gelgitlerin, aile ilşkileri, değer yargıları, üzüntüler ve baba oğul çatışmasının güzel işlendiği bir film olmuş The Judge/Yargıç, bu haftasonu izlenecekler listesine eklemenizi öneririm.


Fargo Televizyon Dizisi Olmuş, Pek Güzel Olmuş

2014 Winter TCA Tour - Day 6

Coen kardeşlerin 1996 yapımı kült filmleri Fargo; FX kanalı ve MGM işbirliğiyle 10 bölümlük dizi olarak ekranlarımıza konuk oluyor. Filmin oyuncu kadrosu muhteşemdi, dizinin oyuncu kadrosu da hiç aşağı kalmıyor. Efsane oyuncular Billy Bob Thornton ve Keith Carradine, sevimli Dr.Watson’umuz ve sarsak Hobbit’imiz Walter Freeman, her kılığa girebilen Oliver Platt, oyunculuktan yana nasibini alamamış olmasına rağmen yılmadan deneyen Colin Hanks, Private Practice ve Grey’s Anathomy izleyicilerinin hemen tanıyacağı Kate Walsh, arıza tiplerin vazgeçilmez ismi Adam Goldberg, çocuk oyunculuktan genç kızlığa koşan Joey King ilk 3 bölümde gözüme ilişenler. Tabii dizilerden aşina olduğumuz daha pek çok oyuncu var.

Fargo_CL_0871.JPGGenellikle kanlı sahneler olan dizileri izlemekten kaçınırım, ama Freeman/Thornton işbirliği fikri çok çekici geldi ve 3 bölümü üst üste izleyiverdim. Heyecanla dördüncü bölümü bekliyorum. Filmi ezbere bilmem heyecanlanmamı engellemiyor 🙂 Yine de filmi izlemiş olanlara; bildiklerini unutup, diziyi ilk kez görür gibi izlemelerini öneriyorum.
Filmle ilgili detaylar için BURAYA tıklayınız.


Spidey İle İkinci Kez Buluştuk

Bu sabah öngösterimle izleme şansı buldum “The Amazing Spider-Man 2™/İnanılmaz Örümcek-Adam 2″ filmini. İkinci filmle bir kere daha karar verdim; en sevdiğim Spidey, bu duygusal ve esprili Spidey. İlk filmin başlarında “bu çocuk gerçekten örümcek gibi incecik ve çelimsiz” diye düşünsem de filmin ilerleyen dakikalarında keyifle izlediğim yeni bir Spidey’im olmuştu.

spidey1
Yönetmenliğini Marc Webb’in yaptığı ikinci film, yine heyecanlı sahnelerle dolu. Spidey olmaktan büyük keyif alan Peter için, hiçbir his gökdelenler arasında salınmakla, bir kahraman olmayı benimsemekle ve Gwen’le zaman geçirmekle bir değil. Bu filmde yeni düşmanlar çıkıyor karşısına. Jamie Foxx’un canlandırdığı Electro müthiş bir ekibin emeğinin ürünü. VFX ekibi o kadar başarılı ki, bir anda elektrik sizi de çarpacak gibi hissediyorsunuz.
Peter’ın çocukluk arkadaşı ve Oscorp’un varisi Harry (Green Goblin) rolündeki Dane DeHaan’ı uzunca bir süre “bu çocuğu nereden hatırlıyorum” hissiyle izledim. Filmden çıkınca, imdb sağolsun hatırlatıverdi 🙂 Üçüncü filmde yeniden karşılaşacağız sanırım.

spidey
Hans Zimmer, Pharrell Williams ve Johnny Marr’ın yer aldığı The Magnificent Six imzasını taşıyan müziklerle de, filmin normalden uzun süresinin nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. Bu haftasonu; kiminizin içindeki çocukla, kiminizin de kendi çocuklarıyla keyifli vakit geçirmek için iyi bir seçeneği var. Filmle ilgili daha fazla detaya ulaşmak ve fragmanı izlemek isterseniz BURAYA tıklayın.

Hepinize iyi seyirler…


Spidey İle Yeniden Buluşma Tarihimiz 25 Nisan

Yönetmenliğini Marc Webb’in yaptığı “The Amazing Spider-Man 2™/İnanılmaz Örümcek-Adam 2” filmi 25 Nisan’da gösterime giriyor. Başrollerde Andrew Garfield, Emma Stone, Jamie Foxx, Dane DeHaan, Campbell Scott, Embeth Davidtz, Colm Feore, Paul Giamatti ve Sally Field’in yer aldığı serinin ikinci filminin yapımcıları Avi Arad ve Matt Tolmach. Hikayesi ve senaryosunu Alex Kurtzman, Roberto Orci ve Jeff Pinkner’ın kaleme aldığı “The Amazing Spider-Man 2™/İnanılmaz Örümcek-Adam 2”; Stan Lee ve Steve Ditko’nun yarattığı Marvel Comic Book karakterine dayanıyor. Filmin görüntü yönetimi Dan Mindel’ın, yapım tasarımı Mark Friedberg’ün, kurgusu Pietro Scalia’nın, kostüm tasarımı Deborah L. Scott’ın, filmin müzikleri ise Hans Zimmer, Pharrell Williams ve Johnny Marr’ın yer aldığı The Magnificent Six’in imzasını taşıyor.
Yapımcılardan Matt Tolmach film hakkında şöyle demiş: “Peter Parker her zamanki gibi genç bir erkek olmak ile bir süper kahraman olmak arasında denge kurmaya çalışıyor. Her şeye sahip olabileceğini sanıyor. Ama hayat seçimler yapmayı ve tavizler vermeyi gerektirir. Bütün Örümcek-Adam hikayelerinin temelinde bu düşünce vardır. Peter’ın bu ikilemi her zaman var olacak. Ve bu filmde olaylar, Peter’ı pek de kontrol edemediği büyük bazı seçimler yapmaya mecbur bırakacak.”  spidey1
Yönetmen Marc Webb’in bakışı da şöyle; “Bizim filmimiz piyasaya çıkan herhangi bir film kadar, hatta beki daha fazla görselliğe ve aksiyona sahip. Olağanüstü büyük çaplı bir yapım. Fakat eğer karakterleri önemsemiyorsanız, bu dinamik görsel savaş ve aksiyon hiçbir şekilde bir şey ifade etmez. Peter Parker’ı çevreleyen çatışmalar, dünyada büyümeye çalışan bir çocuk hakkında inanılmaz hassas ve insani bir hikaye yaratıyor. Biz bunu destansı, operavari bir boyuta yayıyoruz, ama özü başlı başına hayat dolu, korunaklı, güzel, komik ve eğlenceli. Peter’ın güçleri kahramanlığının sadece bir parçası ve hatta en önemli parçası bile değil. Onu kendisi yapan şey, karakteri, haysiyeti”

spideyİlk filmde Peter Parker için yeni bir vizyon yaratan BAFTA ödüllü aktör Andrew Garfield, ikinci filmde rolü yine üstlenen isim. Andrew Garfield, Örümcek-Adam’ı ezilmişlerin koruyucusu olarak görüyor: “Aşırı gelişmiş bir sorumluluk anlayışı ve kahramanca dürtüleri var; ayrıca, çok derin bir adalet anlayışına sahip. Bu, öğrenebileceğiniz bir şey değil, doğuştan gelen bir şey.” Garfield yapımcıların çizgi romanlardaki karakterizasyona geri dönerek bu filmde karakteri çok daha fazla açtığını söylüyor: “Peter Parker kendi ayağına bile takılıp düşebilirken, Örümcek Adam herkese çelme takabilir. O bir dalavereci. Dalaverecinin tanımlayıcı özelliklerinden biri, düşmanlarının zayıflıklarını yumruk ve tekmeler savurmak yerine onlara karşı kullanarak, kendi kendilerini dövmelerini sağlamaktır.”

Bana göre ise; serinin bu filminde en dikkat çekici öge, stüdyo tarihinde sürdürülebilirliğe önem veren en çevreci yapım olması. Çekimler sırasında karbon ayak izini azaltmak için büyük gayret gösterilmiş. Ormanları koruduğuna dair belgesi bulunan ahşaplar kullanmak; set ışıklandırmasının büyük bir kısmında LED’den yararlanmak; hasar görmüş film arabalarını onarmak ve satmak; jeneratörlerde biyodizel yakıt kullanmak gibi çabalar gözle görülemese de gerçek bir fark yaratmış. Tekrar kullanılabilen şişeler sayesinde 193.000 plastik su şişesi israfını önlemişler. Central Park’taki su deposunu (3.971 metreküp) doldurmaya yetecek kadar malzemeyi geri dönüşümle ya da kompost olarak değerlendirmişler. 3.5 yeni Özgürlük Heykeli yapılabilecek miktarda arazi dolgusundan 755 tonluk malzemeyi dönüştürmüşler. Sette artan yemekler korunarak bağışlanmış ve New York şehrindeki muhtaç insanlar için 5.620 öğün sağlanmış. Çalışmalarla ilgili bir videoyu BURAYA tıklayarak izleyebilirsiniz. https://twitter.com/ecospidey adresinden takip edebilir, Eco Spidey Game adresinden oyununa da ulaşabilirsiniz.

Film hakkında daha detaylı bilgi almak isterseniz, resmi web adresine BURAYA tıklayarak erişebilirsiniz.
Fragmanı izlemek için de BURAYA tıklayabilirsiniz.


Bir Filmin Hatırlattıkları

Uzun süredir çeşitli sağlık sorunlarıyla boğuşan teyzeme biraz değişiklik olsun diye birlikte sinemaya gittik. Yağmurlu havada yapılacak en iyi etkinlik de buydu zaten. Akmerkez’de yenilenen sinema salonlarından birinde, The Monuments Men izledik. (Hangi akla hizmetse Hazine Avcıları olarak türkçeleştirilmiş filmin adı)
II. Dünya Savaşı sonlarında geçen, kalabalık kadrolu film ile ilgili çok fazla sözüm yok. Film; Hitler adına yapılacak bir müzeye konulmak üzere Avrupa’daki müzelerden önemli eserlerin Nazilerce alınması, çağdaş sanatçıların eserlerinin acımasızca yakılıp yok edilmesi karşısında harekete geçilmesi için Amerikan hükümetinden izin alan ve küçük bir grupla Avrupa’da sanat eserlerini kurtarmaya çalışan sanat tarihçisi Frank Stokes ve arkadaşlarının hikayesi.

The-Monuments-Men-UK-Quad-Poster

Bana ilginç gelen bölüm; uzun yıllardır ülkemizde yaşanan yok etme, yozlaştırma odaklı çalışmaları hatırlatan bir konuşma oldu. Şöyle diyordu Frank Stokes arkadaşlarına:

” You can wipe out an entire generation, you can burn their homes to the ground and somehow they’ll still find their way back. But if you destroy their history, you destroy their achievements and it’s as if they never existed. That’s what Hitler wants and that’s exactly what we are fighting for. “

Kabaca çevirisini şöyle düşünebilirsiniz:

” Bir nesli tümüyle yok edebilirsiniz, evlerini yakıp yerle bir edebilirsiniz, onlar yine de bir şekilde ayakta kalır ve yeniden başlarlar. Ama siz onların tarihini yok eder, başardıklarını yok ederseniz onlar da sanki hiç varolmamış gibi olurlar. İşte Hitler’in istediği de bu ve biz de tam anlamıyla bununla mücadele ediyoruz. “

Bu sahne bana; yıllardır baleden, operadan, heykelden, tiyatrodan nefret ettiğini haykıran, kişisel çıkarları için tarihi eserleri yok etmekte zerre kadar beis görmeyen birilerini hatırlatıverdi. Harran’ı, Zeugma’yı yok ettiler, Allianoi’yi yok ettiler, Bizans kalıntılarına çanak çömlek dediler. Atatürk Kültür Merkezi’ni harabeye çevirdiler. Haydarpaşa ve Sirkeci Garı sıradakiler, saymakla bitmiyor yok etmeye çalıştıkları değerler. Sanatı, tarihi eserleri, geçmişi olmayan bir toplum olmayacağımız günlere kısa sürede kavuşmak dileğiyle…

Film ile ilgili bilgilere BURADAN ulaşabilirsiniz
Minik bir not: Umarım George Clooney bir süre sonra bu filmin haklarını Netflix’e satar, onlar da mini dizi olarak yeniden çekerler, kesinlikle dizisi daha başarılı olacaktır. Onca konu var filmin içinde, her biri başlı başına işlenebilecek, filmden çıktığınızda birşeyler yarım kaldı hissine kapılıyorsunuz.


Aldanma Cahilin Kuru Lafına

Aşık VeyselAşık geleneğinin son büyük temsilcisi Aşık Veysel ‘i 41 inci ölüm yıldönümünde saygıyla selamlıyorum. Yıllarca Anadolu’da dolaşıp Köy Enstitüleri’nde saz hocalığı yapan Aşık Veysel’in, ustalıkla kullandığı yalın Türkçesiyle yazdığı şiirlerinde; yaşama sevinciyle hüzün ve iyimserlikle umutsuzluk iç içe yer alır.

Aldanma cahilin kuru lafına
Kültürsüz insanın külü yalandır
Hükmetse dünyanın her tarafına
Arzusu hedefi yolu yalandır

Kar suyundan süzen çeşme göl olmaz
Gül dikende biter diken gül olmaz
Diz diz eden her sineğin bal’olmaz
Peteksiz arının balı yalandır

İnsan bir deryadır ilimle mahir
İlimsiz insanın şöhreti zahir
Cahilden iyilik beklenmez ahir
İşleği ameli hali yalandır

Cahil okur amma alim olamaz
Kamillik ilmini herkes bilemez
Veysel bu sözlerin halka yaramaz
Sonra sana derler deli yalandır

Aşık Veysel Şatıroğlu


Sayfalar:12345