:::: MENU ::::
Browsing posts in: Sağlık

Hayatınızda Ne Olursa Olsun, Gizlice Mutlu Olun

Son zamanlarda yine çok sayıda genç dostun mutsuz, umutsuz ve bezgin olduğuna tanık olup, kendimce minik önerilerle yardımcı olmaya çalıştım. Beni pek de can kulağıyla dinlediklerini sanmıyorum. Akşamüstü sevgili MarjinalPN ekibinin özenle hazırladığı, Marjinal Yaklaşımlar Bülteni kesinlikle Hızır gibi yetişti imdadıma.
Çok sayıda başlıkta, çok sayıda güzel yazı arasından, hemen dikkatimi çekeni başlıktaki yazı oldu.
Canımı sıkan bir durumla karşılaştığımda, sıklıkla yaptığım minik antremanın aslında başarılı bir çözüm olduğunu görmek hoşuma gitti. Aşağıdaki alıntıyı okuyun, hatta  Dr. Robert Henry Schwenk’in diğer yazılarını da internetten bulup okuyun ve kendinize iyi davranın.

(ALINTIDIR)
Hayatınızda Ne Olursa Olsun Gizlice Mutlu Olun
Dr. Robert Henry Schwenk

Sır tutabilir misiniz? Ama gerçekten büyük bir sırrı saklayabilir misiniz? Eğer yapabilirseniz, kendinizi mutlu etme konusunda herkesten bir adım öndesiniz demektir.

Hepimizin hayatlarında farklı derecelerde dramlar her an yaşanır. Kontrolümüzün dışında pek çok olay gerçekleşir. Bu durumla nasıl başa çıkıyorsunuz?

Steve ofisime geldiğinde bir kamyonun altında kalmış kadar kötü görünüyordu. Gerçekten de elbiseleri kirliydi ve hafiften burnu kanıyordu.

“Sana ne çarptı?” diye sordum.

Steve şöyle cevap verdi: “Size gelirken yolda soyuldum. Zaten son zamanlarda hayatım rayından çıkmış gibi. Karım çocukları da alıp beni terk etti. 17 yıllık işyerimden ayrıldım. Annem iki hafta önce vefat etti. Babamı zaten daha önce kaybetmiştik. Ayrıca evimi ipotek ettirmek üzereyim. Ben sadece pek mutlu değilim.”

Özür dilerim ama, Steve’in o kadar şey sıraladıktan sonra “Ben sadece pek mutlu değilim” değilim demesi beni az kalsın güldürüyordu. Steve bunu komiklik olsun diye söylememişti. Bu söz yaşadıklarının özeti gibiydi. Öncelikle onunla tuvalete gittik ve elini yüzünü yıkadık. Sonra konuşmak için tekrar ofisime döndük. Steve’in yetiştirilme tarzına göre hayatta mutluluk iyi bir işe sahip olmakla, doğru semtte oturmakla, belli bir marka arabayı sürmekle ve iyi bir aileye sahip olmakla yakından ilişkiliydi. Ve Steve tüm bunları birkaç hafta içinde kaybetmişti.

Steve’e “Sana özel bir yöntem öğreteceğim. Bu, problemlerini iyileştirmeyecek ama onlarla yüzleşirken sana yardımcı olacak. Sır tutabilir misin?” dedim. Eminim ona bu pek hafif geldi ama o an her şeyi deneyebilecek bir durumdaydı.

Ona mutluluğun dışarıda değil, içeride olduğunu söyledim. Eğer isterse büyük bir trajedinin ortasındayken bile mutlu olabileceğini belirttim. Sadece bunu hatırlaması ve içinde bulunduğu her duruma uygulaması gerekiyordu. “Maalesef senin de ilk elden deneyimlediğin gibi dış şartlara bağlı olmak, mutluluk getirmez. Kendine her zaman iç dünyanda sığınabileceğin bir liman yaratmalısın. Böylece hiçbir şey seni mahvedemez” dedim.

İçinizde dış dünyadan kaçıp sığınabileceğiniz bir yer oluşturmalısınız. Burası sizin için evrenin merkezi olmalı. Burada hiçbir şeyin mahvedemediği sonsuz bir uyum yakalayabilirsiniz. İşte ne olursa olsun, her zaman mutlu olabilen insanların sırrı buradadır. Kendi içlerinde bir merkez yaratmalarında. Siz de günde birkaç dakikanızı içinizdeki merkezi bulmak için ayırarak bu insanların arasına katılabilirsiniz.

Etrafımızdaki dünya yerle bir olabilir ama biz her şeye rağmen yine de mutlu kalabiliriz. Dış dünyadan etkilenmemek, bu dünyadan elinizi ayağınızı çekeceğiniz anlamına da gelmiyor. İçinizdeki bu yerde ruhunuzu yenileyebilir ve güçlü yanlarınıza ulaşabilirsiniz. Günde birkaç dakikanızı ayırarak içinizdeki merkezi bulmak, problemlerinizi çözer mi? Hayır. Ama kesinlikle onlarla baş etmenizi kolaylaştırır. Mutluluğunuzun kendi ellerinizde olduğunu görün ve şu an kendi mutluluğunuzu sağlamak için her gün birkaç dakikanızı ayıracağınıza dair kendinize söz verin.

Müge’den not: Yazıya eklediğim fotograflar benim “gizli yerlerim” 🙂 Zorlu durumlarda hemen kendimi oralarda gezerken hayal ediyorum, deniz kokusunu duyup, rüzgarı yüzümde hissedip toparlanıyorum. En kısa sürede sizler de kendinize ruhunuza iyi gelecek gizli yerler bulun.


1. Kök Hücre Araştırmaları Kongresi

Sokaktaki insanın günlük hayhuy arasında farkında bile olmadığı tıbbi gelişmelere imza atılıyor ülkemizde. Geçtiğimiz günlerde; 28 Eylül-2 Ekim tarihleri arasında Sapanca’da gerçekleştirilecek kongrenin duyurusunun yapıldığı bir toplantıya katıldım. Prof.Dr. Erdal Karaöz (Kocaeli Üniversitesi Kök Hücre ve Gen Tedavileri Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü Kök Hücre Anabilim Dalı Başkanı) yaptığı açılış konuşmasında kök hücre ve kordon kanı gibi konularda kamuoyunun bilinçlendirilmesi ve doğru bilgilendirilmesinin önemine değindi. Disiplinler arası işbirliği anlayışıyla birçok hasta/hastalık ve uzmanlık derneklerinin katkılarıyla, Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü’nün himayelerinde gerçekleştirilecek kongrenin ana temalarını “Nöromusküler (Miyopatiler, vb.), Nörodejeneratif (Parkinson hastalığı, vb.), Omurilik Yaralanmaları, Kardiyovasküler, Göz ve otoimmun hastalılar, Kısırlık, Plastik ve rekonstruktif cerrahi, Doku mühendisliği, Gen tedavileri, Diş hekimliğinde kök hücre ve kanser kök hücresi olarak belirlediklerini söyleyen Dr. Karaöz, bu konu başlıklarını içeren oturumlarda 35’i yurt dışından 37’si yurt içinden olmak üzere 72 bilim insanının gerçekleştirdikleri çalışmalara ilişkin klinik öncesi ve klinik verilerini anlatacaklarını belirtti.

Kongre süresince her oturumda alanında yetkin bilim insanlarının konuşmacı olarak yer alacağını ve yaptıkları son klinik ve preklinik çalışmalarının sonuçlarını kongrede açıklayacaklarını belirten kongre başkanı Prof. Dr. Erdal Karaöz, ilk gün dünyada ilk kez kadavradan elde edilip hücrelerden arındırıldıktan sonra hastanın kendi kök hücreleriyle donatılarak elde edilen nefes borusunu 30 yaşındaki bir kadın hastaya naklederek yaşamasını sağlayan ekibin başkanı Prof. Dr. Paolo Macchiarini’nin konferansıyla başlayacak süreçte hem
ülkemizden hem de dünyanın farklı kurumlarından çok önemli bilim insanlarının çalışma sonuçlarına tanık olunacağını sözlerine ekledi. “Günümüzde, modern tıbbın güncel yöntemlerle kesin olarak tedavi edemediği bazı hastalıklar vardır. Bu tür hastalıkların kesin tedavilerinin sağlanması hasar gören hücre-doku veya organların biyolojik işlevlerini yerine koymak (rejeneratif tıp) ya da tamir etmek (reparatif tıp) ile mümkün olabileceğini düşünülmektedir.Bu sürecin önemli biyolojik unsuru “Kök Hücreler”dir. Son yıllarda, bu alanda klinik öncesi araştırma ve klinik denemelere ilişkin birçok rapor yayımlanmaktadır. Ülkemizdede kök hücre
alanında Ar-Ge çalışmaları yürüten birçok merkez faaliyete geçti ve birçoğu da kurulma aşamasındadır.” diyerek sözlerine devam eden Prof.Dr. Karaöz, ülkemizde kök hücre, doku/ organ mühendisliği ve gen tedavileri konusunda çalışan ve konuya ilgi duyan bilim insanları/genç araştırmacılar, hasta ve hasta yakınları ile bu alanda şimdiye kadar evrensel bilime önemli katkılar sağlamış temel ve klinik bilimcilerin bir araya gelmesini sağlayarak oldukça geniş kapsamlı paylaşım ve tartışma platformu oluşturacak olan bir kongre düzenlenmesini hedeflediklerini belirtti. Ayrıca, Göz hastalıklarında kök hücre, kardiyo-vasküler hastalıklarda kök hücre, plastik cerrahide kök hücre, plastik cerrahide kök hücre uygulamaları, kök hücreden dişi yumurta- insülin hücresi üretimi, ve kanser tedavisinde kök hücre gibi başlıkları içeren
oturumlarda da yurt dışı ve ülkemizden çok önemli araştırmacılar sunular yapacaklarını sözlerine ekledi.  

Yapılan çalışmalar anlatılırken zaman zaman heyecandan not almayı bile unutmuşum. Kısaca söz etmek istediğim bazı önemli noktalar şunlar;

-Kök hücre ile 3 boyutlu organ inşa edilebiliyor, nefes borusu ve mesane yapmayı başarmışlar

-Kök hücre ile kas yapımında çok önemli adımlar atılmış, karaciğer ve kalp de yakında müjdesi verildi,

-Tip 1 diyabet ve MS gibi hastalıklar için çok umut verici sonuçları kongrede paylaşacaklar

-Omurilik hasarları, Parkinson, ALS gibi nörodejeneratif hastalıkların tedavisine yönelik önemli çalışmaları Prof.Dr.Guido Nikkah ve Prof.Dr.Jan Puszak aktaracaklar

-Orta yaşı geçenlerde eklem ve kıkırdak yenilenmesi çok zor dize kök hücre verilerek kıkırdak yapılması konusunda ilerlemeler kaydedilmiş.

-Kanser hastaları için normalden 4 kat daha güçlü hücre üretilebiliyor,

-Kök hücre çok hızla çoğalıyor, hastalık tedavilerinde yüksek hızda üremesi tabii ki çok önemli,-İnsan kök hücresinde ilaç üretilebiliyor.

-Omurilik hasarı konularında kök hücre çalışmalarında çok umut verici sonuçlar alınmış,

-Glokom denen illet göz hasarı için sinir hücrelerini 3 kat koruyacak çalışmalar yapılıyor,

-Erkek kısırlığında devrim niteliğinde bir çalışma ile embriyon kök hücreleri üretilmeye çalışılıyor.

-Rejenerasyon konusunda kök hücre çalışmaları ile müthiş başarılara ulaşılmış.

Bütün bu konularda ilerleme kaydedilmesi ve hızla kamu kullanımına sunulabilmesi için de ilaca ödenen patent gibi kök hücre ve kordon kanı için de patent ödenebilmesi için bir an önce kordon kanı ve kök hücre bankası oluşturulmalı, bu konuda kamuoyuna mutlaka doğru ve eksiksiz bilgi ulaştırılmalı.

Kanımca şu sıralarda, Sapanca’da gerçekleştirilen, çok istediğim ama katılamadığım oturumlarda daha pek çok mucize diye adlandırılabilecek tıbbi yenilikten söz ediliyor. Kongre sonrası sunulacak açıklamaları da sizlerle paylaşacağım.

Linkler
http://kokhucrekongresi2011.org http://stemcell2011.org

Hepinize sağlıklı günler dilerim


18. Avrupa Obezite Kongresi, ECO2011

Mayısın son haftası İstanbul önemli bir kongreye ev sahipliği yaptı. Bir rastlantıyla uçak yolculuğu sırasında tanıştığım, Cincinnati Üniversitesi Kanser ve Hücre Biyolojisi öğretim görevlisi Prof. Nira Ben-Jonathan’dan İstanbul’da yapılacağını öğrendiğim ECO2011 isimli bu kongreyi izlemek istedim. Organizasyonu yapan Figür firmasının; konusuna hakim, başarılı ve nazik yetkilisi Zeyno Tüzkan sayesinde; yazımda sizlerle paylaşacağım önemli bilgiler edindim. 18. Avrupa Obezite Kongresi (ECO 2011); 25-28 Mayıs 2011 tarihleri arasında, İstanbul Lütfü Kırdar Kongre Merkezi’nde, Avrupa Obezite Araştırma ve Türk Obezite Araştırma Deneği’nin iş birliği ve  Prof. Dr. Volkan Yumuk’un başkanlığında gerçekleştirildi.   

Yoğun katılımlı ilk oturumlardan birinde, Uluslararası Obezite Araştırma Derneği’nden Dr. Tim Lobstein, gıda şirketlerinin rekabeti sonucunda çocukları hedef alan çok sayıda reklam yapıldığını, çocukların maruz kaldığı abur cubur reklamlarını kontrol etmek konusunda Avrupa Komisyonu’nun dayandığı “sözde” öz denetimin, istismar edildiğini, çocuklara hangi gıdaların reklamının yapılacağı, reklamların televizyonda ne zaman yayınlanacağı, hangi yaştaki çocukların hedef alınacağı konusunda herhangi bir tutarlılık olmadığını, sonuçta abur cubur yeme konusunda çocukları kandıran bu güçlü yayınları kontrol edilme standartlarının düşük olduğunu söyledi. Dr Lobstein sözlerine, “Durum çok karmaşık. Ancak şaşırmamamız gerekir.  Gıda sektöründe rekabet çok yoğun ve şirketler her zaman kendi çıkarlarına öncelik verecektir. Çocuklara yönelik gıda pazarı milyarlarca Euro değerinde ve bu pazardan pay almak için yürütülen mücadele, iç savaşı andırmaktadır. Bu bağlamda öz denetim, duman perdesi gibidir. Willem Buiter’in finans sektörü için söylediği gibi, öz denetim bir kişinin kendisi için önemli olan şeyleri denetlemesinden ibarettir.” diyerek devam etti. Dr. Tim Lobstein’a göre, “Kolay bir iş olmamakla birlikte, çocukluk çağı obezitesini %50 oranında azaltmayı başarırsanız, yaşam boyu sürdürülmesi halinde, ortamda yaklaşık %10 oranında bir iyileştirmeye karşılık gelmektedir. Çocukluk çağı obezitesinin çarpıcı bir şekilde ortadan kaldırılması (%100’lük bir azalma, başarılması neredeyse imkansız), yaşam boyunca %20 oranında bir iyileşmeye karşılık gelmektedir. Sözlerine ” Çoğu insan, onlarca yıla yayılan süreler içinde kilo alır ve kilo vermenin zor olduğunu düşünürler. Genç bir yetişkin olarak sağlıklı bir başlangıç yapsanız bile, orta yaşa ulaştığınız zaman aşırı kilolu olma yönünde büyük bir risk taşırsınız ve bunun beraberinde getirdiği sağlık sorunları ile yüzleşirsiniz.” diyerek devam eden Dr. Lobstein; salondakilerin çoğunun da desteklediği şu son cümleleriyle konuşmasını bitirdi. “Kilo alma yönünde teşvik eden tüm unsurlarla mücadele etmek için harekete geçmek gerekmektedir. Bir diğer deyişle, meşrubatlar ya da yağlı gıdalara vergi konulması gibi mali teşvikler, reklamların sınırlandırılması ve yerel ortamların, egzersiz yapmak için güvenli ve hoş mekanlar halinde getirilmesi önemlidir.”

Türkiye’de ise durum şöyle; şişmanlık sorununun; son 10 yılda kadınlarda %65 oranında, erkeklerde ise %30 oranında artış gösterdiği saptanmış. Bölgelere göre şişmanlık en fazla İç Anadolu’da (yüzde 25 ), en az ise Doğu Anadolu’da (yüzde 17.2 ) saptanmış. Her 2 ev kadınından 1’inin şişman ve kadınların şişmanlığının tamamına yakınının da hastalık getiren ”elma” tipinde olduğu ortaya konmuş. Türkiye’de her 3 kadın ve her 5 erkekten 1’inin şişman olduğu saptanmış.Şişmanlık; endüstrileşmiş, gelişmiş ülkelerde daha sık, kadınlarda erkeklere göre ve şehirlerde köylere göre daha sık görülüyor. Şişmanlığa neden olan durumları şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Alınan bazı ilaçlar ve hormonlar: Kortizon kullanımı veya psikiyatride kullanılan bazı ilaçlar

2. Beslenme alışkanlıkları:Sık yemek yeme, aşırı yeme, yağlı yemek yeme ve ihtiyaçtan fazla kalori almak

3. Hormon hastalıkları:    a) Cushing sendromu denilen böbrek üstü bezinin fazla çalışması hastalığı   b) Hipotiroidi (Tiroid bezinin az çalışması)   c) Polikistik over sendromu (Obezite,kıllanma ve infertilite ile seyreden endokrin hastalık)   d) Büyüme hormonu yetmezliği   e) Hipogonadizm denilen seks hormon azlığı

4. Sosyoekonomik ve psikolojik faktörler

5. Genetik faktörler

6. Hareketsiz yaşam

Yapılan çalışmalar, şişmanlık oluşumunda kalıtım veya genetik faktörlerin % 25-40 oranında rol oynadığını göstermiş.Şişman kişilerin çocuklarında şişmanlık görülmesi 2-3 kat daha fazlaymış. Anne ve babanın her ikisinin şişman olması durumunda çocuklarının %80’ ninde erişkin yaşta şişmanlık gelişirmiş. Anne veya babadan biri şişman ise çocuklarda %40, her ikisi normal kilolu ise %10 oranında şişmanlık gelişme riski varmış. Çocukluk çağında (3-10 yaş arası) aşırı kilolu olan çocukların %50 ‘sinde erişkin dönemde aşırı kilolu olma riski varmış..Şişmanlığın genetik nedenleri uzun yıllardan beri araştırılmakta. Toplumda sık görülen şişmanlığı ortaya çıkaran birçok genetik bozukluk var. Fransa ve Almanya da şişman ailelerde yapılan çalışmalarda 10 numaralı kromozomdaki belirli bir alanın şişmanlıktan sorumlu olduğu ortaya çıkarılmış. Bu alandaki genlerin incelenmesi ile şişmanlığa neden olan genler daha iyi ortaya çıkarılabilecek.Şişmanlığın neden olduğu hastalıkları da sıralayalım yeri gelmişken:Hipertansiyon-Tansiyon yüksekliği, Diabetes Mellitus-Şeker hastalığı, Kalp hastalıkları, Safra kesesi taşı, Karaciğer yağlanması, Artroz, Reflü özofajit, Gut-Ürik asit artışı, Kanser sıklığında artış (Kadınlarda meme, rahim kanseri, erkeklerde kolon kanseri artar). Adet görme bozuklukları, polikistik over, Psikolojik bozukluklar (Aşağılık duygusu, kendine güven azalması, sosyal yaşamdan uzaklaşma). Felç-inme sıklığı artıyor, Uyku apnesi sıklıkla rastlanıyor. Kadınlarda tüylenme-Hirsütizm, Karaciğer yağlanması oluşuyor.

Bir sonraki gün yapılan oturumda, Uluslararası Obezite Araştırma Derneği (IASO) ve ona bağlı Uluslararası Görev Gücü (IOTF)  yayımladıkları bildiride, Birleşmiş Milletler’den gelişmekte olan ülkelerin sorunlarını ele alırken obezite konusunu da ciddi şekilde değerlendirmelerini talep ettiklerini belirttiler. Uluslararası Obezite Araştırma Derneği Başkanı Profesör Philip James “Bu yıl sonlarında New York’ta gerçekleştirilecek olan BM bulaşıcı olmayan hastalıklar zirvesi kapsamındaki hazırlık çalışmalarında, obeziteye de yan konu olarak yer verilebilir” uyarısını dile getirdi. “Bu tür vurguların daha önce tütün kullanımının kontrol altına alınması, yemeklerde tuz kullanımının ve alkol tüketiminin azaltılması gibi alanlarda yapıldığını gördük. Ancak pek çok ülkede obezitenin yol açtığı sorunlar yakında tütün kullanımının yol açtığı sorunların dahi önüne geçebilecek nitelikte ve eğer hemen harekete geçilmezse, bu savaşı kaybedeceğiz.” dedi.Prof James gıda temini konularına daha fazla önem verilmesi gerektiğine dikkati çekerken, BM’nin dünya çapındaki gıda ve beslenme stratejilerinde lider rol üstlenmesi gerektiğini de vurguladı. “Bu gezegen üzerinde 9 milyar insanı güvenli, emniyetli ve besleyici şekilde beslemeye hazırlıklı olmalıyız. Açlıkla mücadele etmek yetmez; sağlıksız, yağlı ve şekerli yiyecek ve içeceklerin yol açtığı obezitenin gıda eksikliğinden kaynaklanan eski hastalıklardan kaynaklanan sorunların yerine geçmemesini sağlamak zorundayız.” diyerek devam eden Prof James’e göre “Bu BM’nin ortak bir görüş bildirmesi için tek seferlik bir fırsattır. Küresel ısınmayı azaltmak için çevre politikalarımız var, açlık ve yetersiz beslenmeyle mücadele için politikalarımız var ve bulaşıcı olmayan hastalıkları önlemeye yönelik politikalarımız da var. Bu çeşitli politikaların hepsi, devlet iradesi de olursa, insan sağlığına katkıda bulunmak amacıyla küresel seviyede gıda temini politikalarına da yansıtılabilir.”
Oturum aralarında sergi salonunda yer alan çalışmaları görüntüledim, fotograflara da bir süre sonra buradan ulaşabilirsiniz.

ECO2011 bildiri

www.iaso.org

www.iotf.org

 


Meme kanseri ve cerrahi müdaheleler

Bu sabah Taksim Point Otel’de düzenlenen ilginç bir bilgilendirme toplantısına katıldım. Johnson and Johnson-Mentor’dan Ceren Çerezci’nin zarif açılış konuşmasıyla başlayan toplantıda; önce VKV Amerikan Hastanesi Genel Cerrahlarından Dr. Canan Uzel’in Meme Kanseri konusunda yaptığı bilgilendirici sunumu izledik.

Meme kanserini tamamen önleyecek bir yöntemin ne yazık ki henüz olmadığını belirten Uzel sözlerine, hastalık oluşmadan yürütülen stratejiler ile  hastalığın oluşma olasılığının düşürülebileceğini anlatarak devam etti. Dr. Canan Uzel sunumunda, meme kanserinden  korunmak ve riski azaltmak için yapılabileceklerin çok önemli olduğunu, ancak riski azaltsak da bu hastalığa yakalanma olasılığının her zaman bulunduğunu hatırlattı. Erken tanının da en az korunmak kadar önemli olduğunu belirten Dr. Canan Uzel; düzenli egzersiz ve fizik aktivite, sağlıklı beslenme (yağdan fakir,bol lifli ve bol sebze ve meyva), kilo almaktan kaçınma, alkol tüketiminin azaltılması, emzirmenin teşvik edilmesi ile hastalık riskinin azaltılabileceğini sözlerine ekledi. Kadınlarda 20 yaş ve üzerinde her ay kendi kendine meme muayenesi yapılması, 35 yaş ve üzerinde yıllık doktor kontrolleri, ultrasonografi, 40 yaş ve üzerinde her yıl tarama mamografileri yapılmasının da büyük önem taşıdığını anlatan Dr. Canan Uzel; gelişmiş ülkelerde daha sık görülen meme kanserinden her 11 dakikada bir kadının kaybedildiğini ve her 3 dakikada bir kadının bu hastalığa yakalandığını belirtti.       

Daha sonra söz alan yine aynı hastaneden, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Bölümü’nden Prof.Dr. Reha Yavuzer bizlere; meme kanseri nedeniyle meme dokusunun cerrahi olarak alınmasının giderek artan sayıda gerçekleştirilen bir operasyon olduğunu, meme dokusu gibi gerek fiziksel açıdan gerekse psikolojik açıdan bu kadar önemli bir organın kaybında plastik cerrahinin neler sunabileceğini anlattı. Yazıyı uzatmamak için detaylı bilgileri dosya olarak ekliyorum, fırsat buldukça okuyabilir yakınlarınızla paylaşabilirsiniz. Sağlık konusunda toplum olarak özensiz olduğumuzu söyleyen Prof.Dr. Yavuzer, örneğin erkeklerin otomobillerine gösterdikleri hassasiyeti bedenlerine göstermediğini belirtti.
Sunumunun sonunda yeni alınan sağlık kararlarının, doktorların elini kolunu bağladığını, sağlık sigortalarının kar telaşıyla kaliteli malzeme kullanımını engellediklerini de söyledi. Kamuoyunun bu konularda daha çok sorgulaması gerektiğini de sözlerine ekledi.

MEME KANSERİ TEDAVİSİ

MEME KANSERİ İLE NASIL SAVAŞABİLİRİZ

MEME KANSERİ NEDİR VE NEDEN ÖNEMLİDİR

Meme Rekonstrüksyonu


Panasonic Kişisel Bakım Ürünleri

Marjinal ekibinin düzenlediği etkinliklere katılmayı seviyorum. En zor geçen günümden sonra bile,  güleryüzle ve ilgiyle karşılanacağımı bildiğim için mutlaka gücümü toplayıp onların organizasyonlarına gitmeye çalışırım. Bu kez de yanılmadım, yine bütün ekip güleyüzle, isimleriyle hitap ederek kapıda karşılıyorlardı gelen konukları. Daveti düzenleyenlerin, toplantı öncesi size dair notlar almış olması ve sizinle ilgili detayları hatırlıyor olması ayrıca takdir ettiğim özellikleri. Panasonic ekibinden İletişim Müdürü Özge Özcan ve Kişisel Bakım/Beyaz Eşya Ürün Sorumlusu Ceren Öner’de onlardan hiç geri kalmıyorlardı. Daha önce Kanyon’da düzenlenen Viera etkinliğinde de bizleri güleryüzle ağırlayan bu iki zarif işkadınıyla yeniden sohbet etmek çok hoşuma gitti.Toplantının düzenlendiği salonun özelliği nedeniyle, günışığını kaybetmeyen bir saatte toplanıldı, zevkle düzenlenmiş salonda, dostlarla leziz ikramlar ve müthiş manzara eşliğinde sohbetler edildi. İlerleyen saatlerde beklenen diğer konuklar da ulaşınca Özge Özcan’ın hoşgeldiniz ve açılış konuşmasıyla başlayan ve bizlere Panasonic Kişisel Bakım ürünlerini anlatmak üzere sahneye davet ettiği Ceren Öner’in, hepimizin  ilgiyle izlediği sunumuyla devam etti. Sunumun en dikkat çekici  ürünü ” 6 sı bir arada” olarak söz edilen ES-WD92-P oldu. Türünün en gelişmiş modeli olan bu epilatör; %100 suya dayanıklı, yıkanabilir, iki diskli, 48 cımbızlı bir epilasyon sistemi. Ayak bakım başlığı ile de salondaki bütün kadın konukların gönlünü kazandığı kesin 🙂 Erkek bakım ürünlerinde ise 4 bıçaklı, ıslak(köpüklü)/kuru işlevi olan folyolu traş makinesi ES-RF31-S dikkat çekiciydi. Erkeklerde vücut bakımının da öne çıktığı belirtilerek sunulan ER-GY30-K ürünü epey talep görecektir bu yaz. Saç kesme makinesi ve epilatörün tanıtımı için kullanılan iki mankenin, birer mizansenle sundukları ürün uygulamaları da ilgiyle izlendi. Toplantı sonrasında ikramlarla sohbete devam edildi, ürünler konuklar tarafından denendi ve tabii epey şakalaşıldı 🙂 Teşekkürler MarjinalPN ve Panasonic, hem eğitici hem de eğlenceli bir akşamdı. Ürünler hakkında detaylı bilgilere; kadın kişisel bakım ürünleri için buraya, erkek kişisel bakım ürünleri için de şuraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.


Bir dervişin ardından…Victor Ananias

2002 de tanıdım Victor Ananias’ı. Buğday Derneği’nin Kemeraltı’ndaki merkezinde uzun saatler sohbet etmiştik. Danışmak ve öğrenmek istediğim konuların fevkinde bilgiler alıp, onun sayesinde başka bir dünyaya gözlerimi açmıştım o gün. Doğada kapladığımız yerin ne kadar önemli olduğunu, yaptığımız her şeyin doğanın dengesini bozduğunu onunla tanıştıktan sonra daha çok idrak etmiştim.      
Önceleri vaktim ve durumum uygun olduğundan Buğday yönetiminde birlikte görev yapmaya çalıştım. Derneği elimden geldiğince destekledim. Sonra aile büyüklerinin hastalıkları nedeniyle vakitsizlik ve tepetaklak olan mali durumum nedeniyle sadece gönüllü olarak yapılanları ileterek destek oldum. Öğleden sonra Buğday’dan gelen mesajı okuduğumda boğazıma kocaman bir yumru tıkandı, gözlerimden yaşlar boşaldı. İnanmak istemedim. Dünyanın önde gelen ekolojik ürün fuarlarından biri olan Biofach Amerika’yı düzenleyen New Hope Media tarafından, ekolojik yaşam ve tarım alanında dünyada geleceğin beş liderinden biri  olarak gösteriliyordu. Daha birkaç gün önce hepimize mesaj yazıp, 6 martta Ta-Tu-Ta  Çiftlikleri yararına maraton koşacağını ve hepimizden destek beklediğini yazmıştı. O hayat dolu, huzur veren, pırıl pırıl genç adamın öldüğüne inanmak çok zor. Şimdi bizlere düşen, onun başlattığı, uğruna yıllarını verdiği Ekolojik Yaşam ve Organik Tarım konularında daha çok destek olmak ve bildiklerimizi kitlelerin de bilmesini sağlamak. 2006 yılında yeni yıl yazısı olarak bizlere yolladığı bir mesajı sizlerle paylaşacağım. Ekledğim linklere de tıklayarak Victor’un ne kadar değerli bir insan olduğunu okuyabilirsiniz.
Victor’dan:
“Gündüzler uzuyor. Yine güneş yılında gündüzlerin uzayıp gecelerin kısaldığı döneme geldik. Hâlâ geceler oldukça uzun, hava soğuk, açısından dolayı güneş ışınlarını direkt olarak aldığımız saatler oldukça az yaza göre ama değişimin yönü yaza doğru.
Ekolojik, bütüncül felsefelerde konuşurken sıkça “an” dan, “an’ı yaşamak”tan bahsedilir, hep bilgeliğin “an”da olduğu söylenir. Doğruluğunu içimizde hissederiz genelde, doğrudur, daha önce yaşamış, yazmış, hizmet etmiş, paylaşmış bilge kişilerin de “an” da olma konusunda bir çok öğretileri vardır.
Birkaç gündür sabahları erkenden günü dinlemeye, anı yaşadığım bazı işler, pratikler yapmaya başlarken farkettim güneşin gittikçe daha erken doğduğunu, gecelerin kısaldığını. Aslında yazdığım gibi geceler hâlâ uzun, günlük fark ancak bir iki dakika. Normalde bu kadar küçük bir değişimi farketmeyebilir insan, herhangi bir soğuk, kısa kış günü olarak yaşayabiliriz haftalarca her günü. Öyle de oluyor zaten, birçok kez erguvanların tümü açınca, baharın büyük değişimi gerçekleşince farkına varabiliyoruz değişimin, ‘yaz geldi, günler uzadı’ diyoruz. Ya da ‘karpuz mevsimi geldi, karpuz çıktı’ diyoruz sanki o karpuz birden bire peydahlanmış gibi.
İnceleyerek; özen, dikkat, sevgi, çaba ve teslimiyet ile değişimi farkedebilir, içinde yer alabilir ve hatta etkileyebiliriz. An’da olmak aslında geçmişe ve geleceğe yolculuk etmeden her ikisini de farkederek her an, anın değişimi ile birlikte değişerek yaşamak.
Ustalık her anı yeniden, tek tek ama hepsi birbiriyle bağlantılı olarak hisedebilmek. Yön verebilmek için orada olmak lazım doğru, ama aynı zamanda nereden gelip nereye gittiğini, nereye doğru yönlendiğini de bilmek, hissetmek gerek.
Bu hafta bu köşedeki paylaşım felsefi bir yılbaşı yazısı oldu, gelecek haftalarda “değişim”in pratik örneklerini konuşarak devam edebilmek üzere,
An’ınız kutlu olsun ! “

Victor Ananias
Victor Ananias 1

Victor Ananias 2

Victor Ananias 3

Victor Ananias4


İpana Pro-Expert ile Galata’da keyifli saatler

19 şubat cumartesi Galata Building’de düzenlenen  İpana Pro Expert Blogger Etkinliğine katıldım. Öğle saati başlayan brunchlı etkinlikte,  dostlarla selamlaşıp, sevgili Maksut Aşkar ve ekibinin el emeği göz nuru hem leziz hem ilginç sunumlu ikramlarıyla ağzımızı  tadlandırıp, sunumun yapılacağı bölüme geçtik. P&G ürün müdürünün yaptığı kısa açılış konuşmasından sonra yine P&G den Profesyonel Akademik İlişkiler Müdürü Diş hekimi Merve Aksoy söz aldı ve ağız-diş sağlığında nelere dikkat etmemiz gerektiği konusunda bizleri bilgilendirdi.  

Sunum süresince öğrendiklerimiz arasında en iç acıtanı, Türk halkının haftada bir diş fırçalama oranı idi. Kişisel temizlik konusunda titiz bir toplum olmadığımız ortada ama haftada bir diş fırçalamak da iyice vahim. İzlediğimiz videolarda tanık olduklarımızdan sonra, sanırım salondakilerden her biri yakın çevresini diş bakımı konusunda taciz edercesine bilgilendirecektir. Açıkçası benim niyetim bu yönde. İlkokul yıllarında çene yapımdaki bozukluk nedeniyle ortodonti tedavisi gördüğüm sırada o zamanlar kullanılan yöntem ve malzemelerin sebep olduğu çürüklerin çok sıkıntısını yaşadım. Dişlerin önemini kaybettikten sonra değil, ağzımızda sağlamken hatırlayıp bakımlarını yapmak en iyisi. Zaten diş hekimleri de bu konuda hemfikirler.

Koruyucu ağız bakım ürünlerini tercih ederek ve düzenli dişhekimi kontrolü ile daha sağlıklı bir ağıza sahip olunabilir. Diş eti bakımına ve hassasiyetine yeni bir bakış getiren İpana Pro-Expert; bakteriyostatik etkisiyle plağı azaltma, diş etlerimizi koruma ve hassasiyet oluşumunu önlemeye yardımcı bir ürün. Ipana Pro-Expert fırçalamayı izleyen 12 saat içinde plak bakterilerini %33 e kadar azaltabiliyor. 6 ay içerisinde diş eti enflamasyonunda %21 e kadar azalma sağlıyor. Diş eti kanamalarında ise %57 ye kadar azalma, hassasiyet oluşumunda da %44 e varan azalma görülüyor. İki güçlü içeriğin yani kalay florür ve sodyumheksametafosfatın aynı anda kullanıldığı ilk diş bakım ürünü olan İpana Pro-Expert;  leke oluşunda 2 haftalık kullanımda %96 ya varan oranda azalma sağlıyor.    

Merve Aksoy’dan sonra söz alan Estetik Dişhekimliği Akademisi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Diş hekimi Ayşegül Demirağ da koruyucu ürünler ve diş hekimleri ile işbirlikleri sonucu artık estetik diş hekimliğinin öne çıkmaya başladığını anlattı. Dişlerimizi günde 2 kez fırçalamanın yeterli olacağını, fazlasının diş minelerine zarar verebileceğini belirtti. Gün içerisinde ağzımızın tazelenmesi için gargara ürünlerinin kullanılmasını önerdi. Tabii bütün bu konuşmalar ve ekrandaki videolar sırasında, sevgili Maksut Aşkar’ın birbirinden leziz, ilginç sunumlu pekmez ve soyalı çıtır somonları, füme etli kişniş kremalı profiterol topları, diş fırçaları üzerine sıkılarak yenilen levrek mousseları ve peanut butter brownieleri de damağımızı şenlendirdi. Sunum bitiminde katılan bütün konuklara Oral-B Triumph kablosuz diş fırçası seti ve İpana Pro-Expert için hazırlanmış özel set armağan edildi.

Bir başka sürpriz de tanıtımın yapıldığı Building ekibinin armağanı olan hediye çekleriydi. Aynı gün bir başka etkinliğe daha katılacağımdan her biri farklı desinger imzalı güzel giysilerle ilgilenmeyi daha sonraki bir tarihe bırakıp çıkarken, diğer hanımlar raflardaki ürünler ve askılardaki giysileri denemeye başlamışlardı bile. Bu keyifli daveti düzenleyen, bizleri ağırlayan, sunumlarıyla bilgilendiren ve birbirinden keyifli armağanlarla evlerimize uğurlayan İpana Pro-Expert yetkililerine, Maksut Aşkar ve ekibine, Buildings çalışanlarına ve tabii e postayla daveti yapan ekip adına, sevgili  Göksel Köse’ye çok teşekkür ederim.


Söyleşi: Didem Altınbaşak Tulgan

Yeni yılda, blog yazılarıma yeni bir kategori ekleyerek devam ediyorum. Kendi alanında başarılı olmuş kadın girişimciler öncelikli olarak, yaptığı işe saygı duyarak başarıya ulaşan her isme sorular sorup, öğrendiklerimi sizlerle paylaşmayı planlıyorum.
İlk konuğum; bir rastlantıyla yolumuzun kesiştiği, Didem Altınbaşak Tulgan. Didem Hanım gülüşü gözlerinde başlayan, dinamik ve kararlı bir iş insanı, duygusal ve sevecen bir anne, iyi eğitimli bir üst düzey yönetici. Emek ve çaba ile, var olmayan bir pazarın yaratılabileceğini ispatlayan, geçen yıl Endeavor Türkiye, bu yıl da Endeavor global girişimcisi seçilen Rafinera markasının yaratıcısı. 2010’un son günlerinde, Rafinera ofisinde işine özen gösteren, geliştiren, bu genç ve başarılı kadın girişimciyle yaptığım keyifli söyleşi sırasında öğrendiklerimi, aşağıda sizlerle paylaşıyorum.
Didem Altınbaşak Tulgan’ı kendi cümlelerinizle anlatır mısınız?
– 1978 yılında İstanbul’da doğdum. Sırası ile St. Benoit Fransız Lisesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Johnson & Wales Universitesi mezunuyum. Evliyim ve 3,5 yaşında Nil adında bir kızım var. MBA’imi tamamladıktan sonra Türkiye’ye döndüm. Yaklaşık 5 sene ilaç sektöründe (Abdi İbrahim A.Ş.) ürün müdürü olarak çalıştım.  Rafinera’nın kurucu ortaklarından biriyim. İyi bir fikir olarak aklıma ilk geldiği andan bugüne kadar Rafinera’nın geçtiği tüm süreçlerde aktif olarak rol aldım. Şimdiki görevim de markayı ve operasyonu yönetmek.
Rafinera’yı nasıl kurdunuz?        
-İlaç sektöründe Ürün müdürü olarak çok yoğun bir tempoda çalışırken kızım Nil’e hamile kaldım. Hamileliğim çok kolay geçmedi, özellikle beslenme düzenimde çeşitli değişiklikler olması gerekti. O iş yoğunluğunda bu yeni beslenme düzenine ayak uydurmam oldukça güç, hatta imkansız gibiydi.
Hamileliğimin son safhasında işi bıraktım, Boston’a taşındım ve daha önce yurt dışında eğitimim sırasında da faydalandığım “meal plan” sistemleri tekrar hayatıma girdi, uymam gereken beslenme düzeni problem
olmaktan çıktı. Kızım doğduktan sonra bu tip bir sistemin Türkiye’de olup olmadığını araştırdım. Olmadığını görünce bu iş fikrini yakın çevreme açtım ve bir iş planı üzerinde çalışır buldum kendimi. Böyle bir sistemi Türkiye’ye en uygun hale getirmek ve aynen benim hamileliğimdeki gibi özel beslenme düzenlerine ihtiyacı olanların en arzu edeceği şekle sokmak için neler yapılabileceğine odaklandım.  Sonunda bu iş planından Rafinera ortaya çıktı. Rafinera’nın sunduğu kişiye özel beslenme planı servisini Türkiye’de sunan başka bir firma yok. Sağlıklı yemek veya ev yemeği tarzında servis veren firmalar olsa da, besin kalitesi, kişiye özel mönüler, beslenme uzmanı desteği gibi bütün bir servis sadece Rafinera ile mümkün. Yirminin üzerinde farklı beslenme planı ile; sadece kilo vermek isteyenleri değil, sağlıklı ve dengeli beslenmek isteyen herkesi hedefliyoruz. Kişiler ister kilo vermeyi, ister formda kalmayı, ister vejetaryen beslenmeyi veya hamileliğe uygun beslenmeyi hedeflesinler, kendilerine yaşam biçimlerine en uygun paketleri sunabiliyoruz.
Menülerde ne gibi yiyecekler var ve kişiye özel menüler nasıl hazırlanıyor?
-Beslenme planlarımızı hazırlarken önceliğimiz sağlıklı ve dengeli beslenme prensibi ile uyumlu olması. Kişilerin hedefleri ne olursa olsun amacımız onların sağlıklı beslenerek hedeflerine ulaşmalarını sağlamak. Bu ilk kriterimizden sonra, kişilerin hedeflerine göre belirledikleri plan dahilinde tamamen kendi tercih ve ihtiyaçlarına göre kendilerine özel mönüler oluşturup, dahil oldukları programdan keyif almalarını öncelikli tutuyoruz. Beslenme planları ile ilgili ilk karar, günlük mönünün tasarlanması
aşamasında veriliyor. Müşterilerimizden fiziki verilerini ve hedeflerini alıyoruz. Buna göre almaları gereken kalori ve bunların hem öğünlere, hem de besin gruplarına dağılımını hesaplıyoruz. Daha sonra servis edilecek öğün ne olursa olsun bu donelere uygun oluyor. Günlük servis aşamasında da yine müşterilerimizden aldığımız özel tercihler devreye giriyor. Sahip olabilecekleri besin alerjileri veya kesinlikle yemedikleri ürünler bizim için çok önemli bilgiler. Bu iki farklı bilgi grubu eşliğinde, müşterilerimizin günlük menüleri ve her öğünlerini teker teker çalışıp hazırlıyoruz.
Rafinera ekibini tanıyabilir miyiz?
-Konusunda uzman ve yeniliklere açık, harika bir ekiple çalışıyoruz. Onları isim isim tanıtayım sizlere:
İdil Şanal – Mutfak Şefi / Koordinatör
İstanbul’da doğdu. İstanbul (Erkek) Lisesi ve Koç Üniversitesi’ni bitirdikten sonra bir Halkla İlişkiler şirketinde çalışmaya başladı. Kısa bir sürede kurumsal hayat düzeninde pek de mutlu olmadığını fark ederek, her zaman tutkusu olan yemekle uğraşmak üzere ilk adımını attı ve Ulus 29’un mutfağında çalışmaya başladı. Yıllardır süregelen fazla kilo sorununa eğilmesi ve yemekle arasındaki aşk-nefret ilişkisini çözümlemeye başlaması, yine bu döneme rastladı. Yaklaşık 35 kg kilo verirken, yemek yemenin sadece lezzet ve hazdan ibaret olmadığını, insanın hayatla olan ilişkisinde çok daha büyük bir yeri olduğunu anlamaya başladı. Bu alanda ilerlemek için yurtiçi ve yurtdışında çeşitli eğitimler alarak farklı mutfaklarda çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönerek Rafinera ekibine katıldı.
Mine Öcalan – Diyetisyen
Konya’da doğdu. Beslenme ve sağlığa olan ilgisiyle Erciyes üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik bölümünden mezun oldu. Eğitimi sırasında farklı kurum ve sektörlerde yaptığı stajlardan edindiği bilgileri harmanlayarak Rafinera’da diyetisyenlik görevine başladı.
Toplumun bilinçlenmesi ve sağlıklı beslenmesi konusundaki hayallerini gerçekleştirmek hedefi ile Rafinera üyelerine kendileri için en uygun olan servisin verilmesi ve ihtiyaç duyduklarında onlara yol göstermek için heyecanla çalışıyor.
Sandra Franko – Müşteri İlişkileri Koordinatörü
İstanbul’da doğdu. Özel Alman Lisesi’ni bitirdikten sonra, bireylerle ilgilenmek ve onlara yardımcı olmak istediği için Koç Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun oldu. Farklı firmaların farklı departmanlarında faaliyet gösterdikten sonra edindiği tecrübe ile eğitimini birleştirerek Rafinera müşteri ilişkileri koordinatörlüğü görevini üstlendi. Rafinera üyelerinin isteklerini daha iyi anlayarak, onlara en iyi ve kaliteli hizmeti sağlayabilmek için sonsuz bir enerji ile çalışıyor.
—–  —– —-
Didem Hanım’la, markası Rafinera üzerine sohbetimiz bu kadar, gerçi çocuklarımız, eğitim vs üzerine de sohbet ettik onunla ama yazı uzamasın diye eklemedim. İleride bir başka başlık altında bu keyifli sohbetten yine alıntılar yaparım.
Rafinera  sistemi, size faydaları, beslenme paketleriyle ilgili detaylara mavi  renkli yazılara tıklayarak ulaşabilirsiniz Rafinera Bireysel Paketler.
Söyleşide kullandığım görseller ve detay dosyası için, iletişim ajansı Communication Sese yetkilisi Doğuş Erdal’a çok teşekkürler.

Alzheimer denen menhus illet

Adını söylemek bile sıkıntı verirken, hastalığın kendinin sıkıntı vermesi kaçınılmaz. Menhus bir illet bu, henüz bilim insanları da nedenini tam anlayabilmiş değiller. Tedavisi ise uzunca bir süre mümkün görünmüyor. Şu aşamada ancak hastalığın ilerlemesi önlenebiliyor, biraz da olsa hastanın yaşam kalitesini iyileştirme konusunda çabalar var.
90 ların sonuna doğru eşimin eniştesinde başlayınca tanıştım bu hastalıkla. Daha önceleri filmlerde, dizilerde mizah unsuru olarak kullanılan belirtileri yakınlarınızda görmenin hiç de eğlenceli olmadığını yaşayarak öğrendim.

Hem iyi, hem de kötü oldu hastalığı tanımam, büyük teyzemde başladığını fark edip anneme ve küçük teyzeme uyarıda bulunduğumda konduramadılar böyle birşeyi ablalarına. Nihayet ikna olduklarında ise hastalık üçüncü aşamaya geçmişti bile. Bir kaç yıl içinde de hızla ilerleyip teyzemin ölümüne sebep oldu. Ne acı ki aynı senaryoyu üçüncü kez izliyorum. Bu kez anneciğim hasta. İkinci aşamada yavaşlattık ama üçüncü aşamaya da yakında geçeceğiz sanırım.
Önceleri haksızlık gibi geliyordu bu durum bana. Öyle ya hayat dolu insanların gözümün önünde köşe yastığına dönüşmesini içime sindiremiyordum. Yapabildiğim tek şey biraz daha iyi vakit geçirmelerini sağlamaya çalışmaktı. Gün be gün bakışlarının donuklaşıp, algılarının azalmasını izlemek hiç de kolay değil. Aynı soruyu üst üste onlarca kez duymak, hep aynı anıların gülümseyerek defalarca anlatılması, okul yıllarında ezberlenmiş şiirin bir kaç gün arayla tekrar tekrar söylenmesi, basit günlük işlerin bile yapılmasının unutulması içinizi acıtıyor. İleri safhalarda sizi gördüklerinde gülümsüyorlar, sadece emin olamıyorsunuz, acaba tanıdı da mı gülümsedi, yoksa her yabancıya gülümser gibi mi gülümsedi.

Beyin denen makinenin dişlileri aksak ritmle çalışmaya başlayınca olanlar bunlarla sınırlı değil tabii. Hastalığın ilk dönemlerinde ilaç kullanılmadığı zamanlarda aşırı sinirli, gergin ve hatta saldırganlaşabilen yakınınızı tanımakta zorlanıyorsunuz. Ağırınıza gidiyor, üzülüp perişan oluyorsunuz sizi tehdit olarak görebilmelerini sindiremiyorsunuz. Hatta paralarını çaldığınızı, onları aç bıraktığınızı ve hatta öldürmeye çalıştığınızı söyleyebiliyorlar.
Enişte ve teyzede yaşanan sıkıntıları annemde en aza indirdik. İlaçla yavaşlattığımız için gerginlikler hafif atlatıldı. Tabii paralarını olmadık yerlere saklayıp “sen mi aldın” diye sorma ritüeli bir kaç kez yaşandı.
Şimdilerde bir köşede oturup, eski günlerde 10 dakikada çözdüğü bir gazete dolusu bulmacayı tüm gün uğraşıp başaramamasını görmek durumundayım. Yemek yemesi, su içmesi, ilaçlarını kullanması hep takip etmem gereken eylemler. Dalıp gidiyor başka alemlere, su içmek yemek yemek gibi şeyler aklına bile gelmeyiveriyor.
Ailelerinizdeki yaşlıları iyi takip edin lütfen. Basit ipuçlarıyla hastalığı yakalamak mümkün. Belki kondurmak istemeyeceksiniz ama uyanık olmanızda, hem sizin hem de hastanızın açısından yarar var. Ne yazık ki hastalığı görmezden gelen bazı ailelerin yaşadığı tatsız olaylarda, hastanın başını alıp gitmesi ve kayıplara karışması sonrası yaşanan üzüntüler hoş değil. Savaşmak için yapılacak fazla şey yok, genetik bir hastalık bu, çevrenizdeki belli yaşın üzerindekilere; aktif sosyal yaşam, düzenli egzersiz ve açık havada bolca yürüyüş önerin. Özellikle emekliye ayrılan erkekler mutlaka daha önceki yıllarda bir hobi edinmeliler, böylece boşluk ve işe yaramama hisleri yaşanmayacak ve alzheimer, demans gibi hastalıklarla yüzyüze gelme olasılıkları azalacaktır.
Ve tabii en önemlisi; bu hastalıkla tek başınıza savaşmaya çalışmayın. Mutlaka yardım alın. Hastanın kendisinden çok, yakınlarının desteğe ihtiyacı oluyor. Tanıdığınız birinin, zaman içerisinde size bir yabancı gibi bakması, sizi hırsızlıkla suçlaması, hatta kendisini öldürmekle tehdit ettiğinizi söylemesi, daha ilerleyen zamanlarda aynada kendine selam verir hale gelmesi, çok da kolay katlanılacak durumlar değil.
Bu linki de elinizin altında bulundurmanızda yarar var.  http://www.alz.org.tr


Kırışıklarıma, Revitalift ile savaş açtım …

Revitalift

Bir buçuk ay kadar önce Fikri Mühim‘den keyifli bir paket ulaştı eve. Heyecanla açtıktan sonra görüntülemek aklıma geldi, fotoğrafa bakınca anlarsınız zaten 🙂
Hemen kullanmaya başladım. Bir kaç gün sonra cildimde beni memnun eden bir düzelme başladı. Kullandığım bir üründen memnun kaldığımda, her rastladığıma anlatmaktan hoşlanan biriyim. Kızlarla ilk toplantımızda, bende bir değişiklik olduğunu söyleyip, kendime ne yaptığımı sordular. Hoşuma gitti, çünkü hiç biri gereksiz iltifatlarla vakit harcayacak tipler değiller 🙂 Hani uzun süre görmezsiniz birini, yolda rastlaşırsınız “a ne hoş görünüyorsun, kilo mu verdin” denir ya, öyle de değildi söyledikleri. Hatta aralarından en hınzır olanı “aşık oldun sen, anladım” bile dedi. İşte tam zamanıydı ve hemen ekledim “evet aşık oldum, ama Revitalift’e” dedim ve anneleri için harika bir ürün keşfettiğimden bahsettim. Tanıyanlar bilir yaşıtımdan çok genellikle yarı yaşımdadır arkadaşlarım. Bende gördükleri değişikliğin, kısa bir süredir kullandığım; Revitalift isimli, yüz ve boyundaki kırışıkları, ciltteki hasarların el verdiği oranda toparlayan, bu harika krem nedeniyle olduğunu anlattım.
Kolay satın alınabilir ve rahat erişilebilir olması hepsinin içini ferahlattı. Hemen hemen her büyük zincir mağazada bulabilirsiniz siz de L’oreal ürünlerini. Doğrusu alım gücü olmadığı zamanlarda,  Sevil Mağazaları, Boyner, Tekin Acar gibi satış noktalarına girmek, bir kadın için azaba dönüşebiliyor. Asla ulaşamayacağınız onlarca markanın, yüzlerce ürünü üstünüze çöküyor. Tamam kabul ediyorum,  görüntü ve kokular çok baştan çıkarıcı,  ama ruhumda travma yaratıyorlar.
Teşekkürler Fikri Mühim, teşekkürler Revitalift


Sayfalar:1234567