:::: MENU ::::
Browsing posts in: Sağlık

#60ta60 Yeni Bir Hayat

Hepinize merhaba, cuma sabahından itibaren The Life Co Detox programıyla yeni bir hayata başladım. Tanıyanlar bilir, son yıllarda aldığım kilolar nedeniyle halimden hiç memnun değildim.

TheLifeCo paket

Uzun yıllar alımlı bir kadın olarak yaşayınca, aynada gördüğüm tombul kadından hoşlanmam mümkün değildi. Beslenme sistemimi, yaşama biçimimi değiştirmedikçe de sorun çözülmüyordu. 4 Eylül 1956 doğumluyum ve Altın Çağ’a adım atmama az zaman kaldı.

Muge

 Yıllar içinde özenle biriktirdiğim kilolar hem sağlığımı, hem de ruh halimi etkilemeye başlayınca; hayatımın yeni devresine olan iki yıllık yolculuğumda daha mutlu, daha huzurlu, daha sağlıklı ve daha bakımlı bir kadın olmaya karar verdim.Kilolu insanların çoğunun “stres yemesi” diye sığındığı bahane aslında “yerine koymak”, yaşanan üzüntüler, sıkıntılar, kayıplar ile başa çıkamayıp, kendilerini de yeterince sevemediklerinde bütün duyguların yerine yemek koyuluyor. Hal böyle olunca da kilo üstüne kilo eklemek kaçınılmaz oluyor. “Ay şekerim su içsem yarıyor” yalanına yıllardır inanmam, kendimden biliyorum, yediklerime dikkat etmedikçe, kirli beslendikçe kilo almaya devam ettim.
Thelifeco poster

Cuma sabahından itibaren temiz beslenmeye, özellikle de vegan beslenme sistemine geçtim. Çocukluğumdan beri yüzgeçliler ve kanatlıları yemem, daha doğrusu kendimden küçük hayvanları yemedim diyebilirim 🙂 Yumurta, peynir, yoğurt, köfte, döner, sucuk gibi ne kadar hayvansal gıda varsa tüketiyordum. Tabii olumsuz etkileri sadece kilo olmadı, sağlığımı da çok etkiledi.

Thelifeco menu
Bu sabahtan itibaren de The Life Co Akatlar‘da sıkı bir detox programına başladım. Kahve, çay, sigara içmem, içki zaten kırk yılda bir idi, böyle olunca detoks bana çok da zor gelmedi, ilk günüm gayet keyifli geçti. Çok kararlı olmamın da etkisiyle enerjim hiç düşmedi diyebilirim. Sabah erken saatte kan şekeri, tansiyon gibi değerlere bakıldıktan sonra detoks programım başladı.
Her yaştan misafirin katıldığı bir bilgilendirme toplantısından sonra alkali suyum, yeşil içeceklerim vitamin ve mineral desteklerimle birlikte günüme devam ettim. Yoga saatine yetişemeyince yüzmeye koştum hemen. 1 saatten fazla yüzdüm ve suda egzersizler yaptım. Nasıl iyi geldi ruhuma bilemezsiniz. Suyun iyileştirici gücüne hep saygı duyarım, içerek de içinde yüzerek de şifa bulunur. Sonrasında güzel bir duş ve detox beslenmeme devam ettim. Bütün bu koşuşturma içinde bardak bardak alkali su içtiğimi de eklemeliyim. Oksijen terapim ve sodyum inhaler için salonun sakin bir köşesinde yer alan recliner koltuğa uzanıp dergilere göz attım. Hava durumundaki ani değişiklikle şimşekler çakmaya başladı ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmuru izlerken de ilginç bir alette egzersiz yaptım. Minik shut bardaklarda buğday çimi vs gibi sağlıklı şeyler ve tabii yine büyük bardak yeşil içeceğimi de içtim.
Salonda bulunan diğer misafirlerle sohbet etmeyi de ihmal etmedim 🙂 The Life Co ekibinin hepsi güleryüzle çalışıyorlar, bir dediğinizi iki etmemek için koşturuyorlar. Her yer tertemiz, arka planda sakin bir müzik çalıyor, gevşemek ve stres atmak için ideal. Daha sonraki günlerde deneyeceğim bölümleri de yazarım. Şehirden uzaklaşamayanlar için bulunmaz fırsat, değerlendirin derim.

Muge zayif
İki fotografımı koydum yazının içine ilki tombul halim, diğeri de 60 kilo günlerimden, hedefim o kiloya geri dönmek. Programa 95.5 kiloyla başladım, bakalım bir haftanın sonunda rakam ne olacak. Kararlıyım, bedenime yük olarak bindirdiğim bu kilolardan kurtulacağım.
Bu maraton sırasında deneyimlediklerimi de sizlerle paylaşacağım. Belki içinizde yeni bir hayata başlamak, temiz beslenmek, hatta daha da iyisi hayvansal gıdalara veda etmek isteyenler olabilir. Benim için planlanan detox ve egzersiz programım uygun oldukça da detayları Instagram, Twitter, Facebook hesaplarımdan #60ta60 #YeniBirHayat #TheLifeCo #Detox ipuçlarıyla paylaşacağım. Bu zorlu yolculukta bana vereceğiniz moral desteğiniz çok işime yarayacak.
Sevgiyle ve muhabbetle…


Depreme Hazırlıklı Olun!

Aksigorta’nın AKUT’la birlikte; toplumumuzu başta deprem olmak üzere sel ve yangın gibi doğal afetler konusunda bilgilendirmek üzere 2010 yılında başlattığı ve 5 yıllık kurumsal sosyal sorumluluk projesi olarak tasarladığı “Hayata Devam Türkiye” Projesi’nin 5. ve son etabı Sabancı Müzesi’nde.

akut tir

“Hayata Devam Türkiye” Projesi’nin 5. etabı boyunca; Aksigorta’nın deprem tırı Sabancı Müzesi’nin bahçesinde olacak. Müze’nin ziyaretçilerine ve İlköğretim öğrencilerine 30 Haziran’a kadar G Force deprem simülatöründe 1999 yılında yaşanan 7,4 büyüklüğündeki Marmara Depremi yaşatılarak, konunun önemine bir kez daha vurgu yapılacak. “Güvenli Oda” ve “Güvenli Olmayan Oda” olarak iki farklı bölümün bulunduğu deprem tırında eşyaları sabitlemek gibi alınabilecek basit önlemlerin önemine dikkat çekilecek.

aksigorta_akut(1)

Binlerce vatandaşımızı yitirdiğimiz 1999 Marmara ve ardından yaşanan depremlerde, afetler konusunda bilgi yetersizliğinin, kayıpları daha da artırdığı gerçeğinden yola çıkılarak tasarlanan ve uygulanan “Hayata Devam Türkiye” Projesi’nin ilk 4 yılında 52 il, 174 ilçede toplamda 5.4 milyon kişi “Hayata Devam” demiş. 700 bine yakın öğrenciye ulaşılan kurumsal sosyal sorumluluk projesi kapsamında 60 bin kilometre yol katedimiş, eş zamanlı olarak sosyal medyada gerçekleştirilen çalışmalarla da 1.4 milyon kişi bilgilendirilmiş.

guvenlik1(1)

“Hayata Devam Türkiye” projesi, geçtiğimiz 4 yıl içinde 3 kez ödülle taçlandırılmış. 2013 yılında 2.400 başvurunun yapıldığı SABRE ödüllerinde Türkiye’den Altın SABRE 2013 ödülünü alan “Hayata Devam Türkiye” Projesi; aynı yıl Stevie 2013 Uluslararası İş Ödülleri’nde de bronz ödüle layık görülmüş. “Hayata Devam Türkiye” Projesi, 2012 yılında da Türkiye Halkla İlişkiler Derneği tarafından verilen ve Türkiye’nin en prestijli ödülleri arasında yer alan Altın Pusula Ödülleri’nde Kurumsal Sorumluluk-Eğitim kategorisinde en iyi proje ödülünü almış.

Deprem konusunda hem çocuklarınızı bilgilendirmek, hem kendi bilgilerinizi tazelemek, hem de bu sıcak günlerde Sabancı Müzesi’nin muhteşem bahçesinin keyfini çıkarmak için mutlaka uğrayın.


50.Diyabet Kongresi Antalya’da Başladı

kongreGeçen hafta 50.Ulusal Diyabet Kongresi basın toplantısında konuyla ilgili pek çok bilgi dinledim. Türk Diyabet Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. Hasan Ilkova, Türkiye Diyabet Vakfi Başkanı Prof. Dr. Temel Yılmaz, 50. Diyabet kongresi Genel Sekreteri Prof. Dr. Demet Çorapcıoğlu, 50. Diyabet kongresi Başkanı Prof. Dr. Ali Rıza Uysal’ın katılımlarıyla gerçekleşen toplantıda Türkiye’de diyabet farkındalık oranının %37 olduğunu öğrendim. Ürkütücü bir rakam. Toplumun %70 inin şişman olması farkındalığı arttırmamış ne yazık ki. %53 gövdesel şişman bireylerin büyük bölümü kadınlar. TURDEP çalışmasında 20 yaş üstü farkındalık oranı % 14, diyabetli olmayanlarda ise % 25. Hızla yayılan bu hastalık, yani insülin direnci şişmanlığın da % 80 nedenini oluşturuyor. Diyabet adayı olan % 50’lik kesimin, sadece %20’sinin hastalık hakkında fikri var. Hürrem’in yüzüklerini ve saç rengini takip etmeyi çok daha önemseyen hemcinslerimin varlığını bilmek iç acıtıcı. Her gün ekranlarda, dergilerde, alışveriş noktalarında hepsinden önemlisi okul kantinlerinde albenili ambalajlarıyla şeker, mısır şurubu, aspartam gibi katkı maddeleriyle dolu içecekler, gıdalar ve şekerlemelerin tehdidi altındaki yeni nesilden de, diyabet konusunda bilinçlenmesini beklemek abesle iştigal bana göre. Hal böyle olunca da kısır döngü devam edecek ve olanları keyifle izleyen global markalar ile büyük ilaç devleri el ele kolkola karlarını katlamaya devam edecekler.
Glaucometer for Measuring Blood SugarDiyabet tedavisi multidisipliner bir tedavi. Türkiye’de 7 milyon olduğu düşünülen diyabetli grubun farkındalık ve tedavisinde özellikle aile hekimlerinin rolü çok büyük. Aslında özellikle tip II diyabet 1. basamakta çözülebilir. Ekipte diyabet hemşiresi ayrıca önemli rol oynuyor. Diyabet hemşireliği son bir kaç yıldır mesleki olarak tanımlanmış ve diğer hemşireler arasında uzmanlaşmış durumda. Aile hekimlerine düşen her 3000 kişiden en az 200 kişinin diyabetli olduğu düşünülürse aile sağlığı merkezlerine de diyabet hemşiresi zorunlu hale geliyor. Diğer önemli grup ise diyetisyenler. Ne yazık ki bu önemli çalışma için sayıları çok yetersiz. İstanbulda’ki aile sağlığı merkezlerinin sadece 10-15’inde diyetisyen bulunuyor.
Diyabetin multidisipliner olduğunu kanıtı olan diğer veri de bir çok hastalığın 1 numaralı nedeni olması; Kardiovasküler hastalıklar, miyokard enfarktüs, felç, 20 yaş üstü körlük, trafik kazası dışındaki bacak ampütasyonları, hipertansyon, ağız sağlığı sorunları gibi.
Diyabet insülin salgı bozukluğu ve buna bağlı olarak kan glukoz düzeyi yükselmesi ile kendini gösteren, karbonhidrat, yağ ve protein metabolizması bozuklukları ile seyreden kronik, yani yasam boyu suren bir hastalık. İyi tedavi edilmediği takdirde, kalıcı organ hasarları bırakabilen, kalp ve damar hastalıklarından ölüm riskini artıran bir hastalıktır. Diyabet tedavisi ile ilgili yapılan klinik araştırmalar düzenli ve dikkatli glukoz ayarının diyabetin göz, böbrek ve sinir sistemine ilişkin komplikasyonlarını bir oranda önlediğini göstermiş. Yine bu çalışmaların kısa dönem sonuçları kalp damar hastalıklarını sayısal olarak azalttığını göstermiş ancak bu azalma istatistiksel olarak anlamsız bulunmuş. Bu çalışmaların sona erdirildikten sonra uzun dönem sonuçlarına bakıldığında kalp damar hastalıklarının ve ölüm oranının azaldığı saptanmış.
Kongre boyunca diyabetin nedenleri ve oluş mekanizmaları üzerinde durulacak ve diyabetin tedavisinde yeni bilgilerin etkileri konuşulacak. Diyabetin tedavisinde kullanılan insülin tedavisindeki yenilikler ve yeni insülin preparatları ve yeni kullanım şekilleri kongre bilimsel programında yer alacak. Diyabet tedavisinde özellikle inkretinler adı verilen bağırsak hormonlarının tedavideki yeri tartışılacak, yeni insülin verilme yolları (örneğin solunumla alınan ve oral yoldan alınan insülinler), pankreasın insülin salgılayan beta hücresinin ömrünün uzatılması ve yeni tedavi beklentileri üzerinde durulacak.
Obezite ve diyabetin tedavisinde artık daha fazla konuşulup tartışılan bariatrik cerrahi ile ilgili bir panelde bu tedavi şekli tartışılacak. Yaşlılarda diyabetin tedavisindeki farklılıklar tartışılacak ve hipogliseminin önemi üzerinde konuşmalar yer alacak. Gebelik Diyabeti tartışılacak diğer önemli bir konu olarak programda yer alıyor.
23-27 Nisan tarihleri arasında Antalya’da yapılacak kongre ile ilgili daha detaylı bilgilere BURAYA tıklayarak erişebilirsiniz.


Kanser bize yetişmeden… Yürümeye var mısın? #Lösev

Kanser bize yetişmeden… Yürümeye var mısın?

losev

 

ANKARA: Saat :10.30 | Eymir TRT Girişi 
0312 447 06 60 | 0532 723 04 44

İSTANBUL: Saat :11.00| Caddebostan Sahil
0212 268 68 68 | 0530 936 33 22

İZMİR: Saat :11.00 | Karşıyaka Anıtı
0232 381 66 44 | 0530 643 55 80

BURSA: Saat :10.00 | Botanik Park – Soğanlı
0224 233 33 36 | 0530 301 01 31

ANTALYA: Saat :11.00 | Cumhuriyet Meydanı – Varyant
0242 316 06 63 | 0530 667 47 20

*ANKARA : Ücretsiz servislerden yararlanmak isteyen katılımcıların en geç
1 Mayıs’a kadar LÖSEV Halkla İlişkiler Departmanı ile iletişime geçmesi gerekiyor.


Kök Hücre Kongresi Öncesinde İki Önemli Duyuru

Geçen hafta ülkemizi saran boğucu ve karanlık günlerden sonra, cuma sabahı katıldığım basın toplantısında; pırıl pırıl zekalarıyla gelecekte insanların sağlıklı yaşayabilmesi için canlarını dişlerine takarak çalışan bilim insanlarıyla tanışmak ruhuma çok iyi geldi. Kök Hücre ve Hücresel Tedaviler Derneği Başkanı, Prof. Dr. Erdal Karaöz ile Kök Hücre ve Hücresel Tedaviler Kongre Sekreteri, Doç. Dr. Serdar Kabataş’ın katılımlarıyla gerçekleşen basın toplantısında verilen iki önemli ilerleme haberi Gece Körlüğü ve Kas Erimesi konusundaki başarıları ile geleceğe dair umutlarım yükseldi.  stem cell
Günümüzde modern tıbbın güncel yöntemlerle kesin olarak tedavi edemediği hastalıkların tedavileri; hasar gören hücre-doku veya organların biyolojik işlevlerini yerine koymak (rejeneratif tıp) ya da tamir etmek (reparatif tıp) ile mümkün olabiliyor. Bu sürecin önemli biyolojik unsuru ise “Kök Hücreler”. Son yıllarda, bu alanda pre-klinik araştırma ve klinik denemelere ilişkin birçok rapor yayımlanıyor. Genetik tabanlı hastalıklarda Kök Hücre tedavisi çare olmaya başladığından bu yana ülkemizde de kök hücre alanında Ar-Ge çalışmaları yürüten bazı merkezler faaliyete geçti, birçoğu da kurulma aşamasında. 30 dan fazla hasta bakanlık izniyle ücretsiz olarak tedaviye alınmış. Erdal Hoca özellikle yabancı ülkelere deva bulmaya giden hastalara uyarıda bulunarak sonu hayal kırıklığıyla bitecek pahalı hatalar yapmamalarını istedi. Son yıllarda çok sayıda hasta kök hücre tedavisi umuduyla kandırılarak yurt dışına götürülmüş ve dolandırılmış.
Geleneksel tıpla tedavi edilemeyen Chron, körlük, sağırlık, kas erimesi, siroz benzeri hastalıkların kök hücre, gen mühendisliği, doku organ mühendisliği ile tedavi edilebildiğini anlatan Prof.Dr. Karaöz, sözlerine “Özellikle santral sinir sistemi bağlantılı, omurilik yararlanmaları, travmatik beyin hasarları, demans, alzheimar gibi hastalıklarda kök hücre klinik uygulamaları mevcut. Öyle ki gelecekte kadavradan alınan bir organın laboratuvarda hücrelerden arındırılıp kök hücrelerle tekrar donatılarak, tekrar insana nakledebilir dokular elde edilebilecek. Üç boyutlu dokular üretilmeye başladı ve kök hücre teknolojisi hücrelerin değişebileceğini gösteriyor. Kök hücre teknolojisi, her hücrenin her hücreye değişebildiğini gösteriyor. Bu da hastalığın nedenine, nasılına, tedavisine götüren cevapları ortaya çıkarıyor. Şimdi bu teknoloji; “Kanser hücresinin yerinde yeniden programlanarak, geldiği sağlıklı hücreye dönüştürülebilir mi?” sorusu üzerinde çalışıyor. ‘’ diyerek devam etti.
Daha sonra dünyadaki Kök Hücre çalışmaları ve yapılanmalardan söz eden Prof.Dr.Karaöz: ‘’Dünyada kök hücre AR-GE faaliyetleri Avrupa, Güney Asya (Çin, Güney Kore ve Amerika’ya yayılmış durumda ve yapılan çalışmaların çoğu devlet destekli. Dünyada kök hücre çalışmalarında ilk sırada ABD, 2. sırada Çin geliyor. Örneğin sadece New York’ta yıllık 600 miyon dolar ARGE’ye ayrılıyor. Yine Güney Kore sadece kök hücre çalışmalarının yapılacağı bir silikon vadisi kuruyor. İran bu alanda hem araştırma hem de uygulama olarak ilk 10 içerisinde. Kök hücre için her şeyden önce uygun laboratuvar ortamı (GLP) gerekiyor. GLP koşulları olmadan hücre üretip, insana nakletmek olanaksız. Türkiye’de şu anda bu ortamı sağlayan sadece 2 merkez var. Ancak yapım aşamasında olanlar oldukça çok. Türkiye’de ilk kök hücre araştırma merkezi, Kocaeli Üniversitesi’nde kuruldu. Şu an bu laboratuvarda kök hücre kullanarak kalp kası hücresi yapılabiliyor.’’ diye devam etti.
Prof Dr. Karaöz; Kök hücre üretiminin iki kaynağı olduğunu ve kök hücre üretim kaynaklarından biri olan İnsan embriyonu kullanımının, genellikle çok yaygın olmadığını ve Türkiye’de 2005 yılında yasaklandığını paylaştı. “Örneğin komşularımızdan İran’da bu araştırmalar yasak değil. Uzmanlar, Türkiye’deki uygulama ve araştırmalar için de bu yasağın kalkmasını söylüyor. Diğer kaynak ise mazenkimal kök hücreleri. Yağ dokusu, kemik iliği, diş pupası amniyon sıvısı, overyum, plesenta göbek bağı, kordon bağı gibi daha birçok bölgeden rahatlıkla elde edilebiliyor. Mazenkimal kaynak çalışmalarında İran dünyada ilk sırada yer alıyor.” diyen Erdal Hoca daha sonra Kök hücre ve Hücresel Tedaviler Derneği ile ilgili bilgiler verdi.
Dernek olarak 2013 yılında kurulmuş çok genç, ama bir o kadar da çok deneyimliler. 150 üyeleri var ve hedefleri, Kök hücre konusunda klinik insan deneyleri yapan bilim insanlarını bir araya getirmek.
Hasta ve hasta odaklı yaklaşımla fark yaratmaya çalışan dernek, kök hücre tedavisi gören ve görecek olan hastalara yardım etmeyi hedefliyor.
Mevcut uygulamalarla ülkemizde, Sağlık Bakanlığı’ndan izin alarak, hastanın da bilgilendirmesiyle birlikte kök hücre tedavi denemeleri yapılabiliyor. Bu sayı şu an için 30 kişi. Ancak bu tedavi denemeleri de oldukça pahallı. Yetkililer klinik insan tedavilerine ve araştırma projelerine destek olmak için şu an eldeki kaynakların sadece kongre ve bağışlarla olduğunu belirtiyorlar.
Dünyada ilk kez ince barsak hücreleriyle birlikte kök hücre nakli Türkiye’de yapılmış. Bu başarılı klinik çalışmanın sonuçları da 20-23 Mart da Uluslararası katılımlı olarak yapılacak 1.Kök Hücre ve Hücresel Tedaviler Kongresinde açıklanacak.
Kongre ile ilgili bilgilere BURADAN ,  Kök Hücre Derneğine BURADAN erişebilirsiniz.


Hayata Karşı Muay Thai Duruşu

ogrenci Açıksınıf.com tarafından gerçekleşen eğitimlere yeni bir etkinlik daha eklenmiş; ‘Hayata Karşı Muay Thai Duruşu’…
Muay Thai; geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan bir Thailand savaş sanatı ve bir yaşam biçimi olarak yıllar boyu öğretilmiş. Tarihteki ilk Muay Thai yarışmaları Siam Kralı Parchao Sua tarafından 1600’lü yılların sonlarında yapılmaya başlanmış. Eski dövüşler, meydanlarda veya açık alanlarda yapılıyorken günümüzdeki çizgisine 1930 yılında kavuşmuş.
Muay Thai; insanın psiko-fiziksel anlamda üst düzey bir performans ve direnç kazanmasına, kendi vücut potansiyelini maksimum anlamda tanımasına, esneklik anlamında da tüm vücudun günlük hayatta çalışan kaslarını gevşetmesine kattığı büyük fayda ile günümüz spor dalları arasında ön plana çıkıyor. kız ogrenci
‘Hayata Karşı Muay Thai Duruşu’ saldırganlığı bastırmanın ve özgüveni elde etmenin yanı sıra, günün stresinden uzaklaşmak adına negatif enerjinin kısa yoldan bedenden atılması için amatör anlamda en etkili uygulamalardan biri.
Muay Thai öğretisi; hem bir spor dalı, hem terapi, hem de bir hayat biçimi olarak benimsenmeli. Günlük hayatta insanları en çok strese sokan olgu zaman olgusu. Para, iş ve kariyer olguları ise her noktada zaman olgusuna bağlı olarak gelişiyor.
Yoğun ve stresli iş temposuna rahatlıkla göğüs germek ve mücadele anlarına karar verme yetisini katarak başarıya ulaşmak isteyen herkes ‘Hayata Karşı Muay Thai Duruşu’ eğitimini deneyimlemeli.
Muay Thai sayesinde tam konsantrasyon sağlama öğrenilip, mücadele azmi en yüksek seviyeye çıkartılabilir. Bu sayede iş hayatında sıkça yaşanan panik anlarındaki stres çok daha kolay yönetilebilir.
Cem Bostancı tarafından verilecek eğitim ile ilgili detaylar için Açıksınıf.com sayfalarını inceleyiniz.


Ruhumu Dinlendiren Film Müzikleri

Kahkahalarla gülerken, bir anda gözyaşlarına boğulup, sonra yine aynı hızla kahkahalar atabildiğiniz filmleri sever misiniz? Ben pek severim, her iki ruh hali de yaşıyor olduğumu hatırlattığı için belki de.
Ülke gündemi nedeniyle kendimi boğulacak gibi hissettiğimde; o sevdiğim filmlerin müziklerini dinliyorum, ruhumu arındırmak için. Bir süreliğine de olsa huzurlu hissediyorum. Uzun süre meditasyon yapmayı beceremeyen benim gibi hiperaktiflere tavsiye ederim. Video linkleri arasında oradan oraya zıplarken, başka harika melodiler keşfetmek de  ikramiyesi olabilir tabii.
İşte benim listem; daha çok var, ama video linki aramaktan sıkıldım itiraf edeyim 🙂

Mediterraneo (4)

Beni en çok oyalayan, yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştiren, dinlerken bir yandan da hüzünlendireni Mediterraneo. Üzerine tıklayıp izleyebilirsiniz; yazıya koyduğum fotograf da filmin en etkileyici sahnesinden. Diğerlerini kopyala yapıştır ile dinleyebilirsiniz.
Belki yazının altına yorum yazıp, sizler de kendi sevdiklerinizi eklersiniz.

İl Postino http://youtu.be/VeMBsK30S78
Cinema Paradiso http://youtu.be/hLe9gTKQ4LU
Radio Days http://youtu.be/1S07ljqJmBQ
As Good As it Gets https://youtu.be/kQcWAG81DzY
Mine Vaganti http://youtu.be/lnJdqg76L6U
Under the Tuscan Sun http://youtu.be/xWCkaKS7o-o
Midnight in Paris http://youtu.be/bmVTnLR02Nc
La Vita e Bella http://youtu.be/lhlvV7mjeJM
Babam ve Oğlum http://youtu.be/q1WRHEkE3Hk
Dedemin İnsanları http://youtu.be/GKGqCrodrgk

 

image credit http://rozup.ir/up/up000/Movie-En/Mediterraneo%20(4).png

 


Kablo Karmaşasına Zarif Çözüm

cable binTeknoloji evlerimize iyice yayıldığından bu yana kablo karmaşası herkesin dertlendiği konulardan biri oldu. Bu konuda zaman zaman esprili, zaman zaman da gayet akılcı çözümlere rastlayıp birbirimizle paylaşırız. Bu sabah Fancy‘de rastladığım bir çözümü daha kalıcı kılmak adına blogda bir yazıyla paylaşmak istedim. Tabii sevgili Burak Dönertaş‘ın bloga yaptığı yeni düzenlemeleri sizlere tanıtmak isteyişimi de eklemeliyim 🙂 Bir iki ufak değişiklik daha yapacakmış, onları da heyecanla bekliyorum. Uzun zamandır yeni yazı eklediğimde, özellikle cep telefonu veya tabletten okumaya çalışan dostlardan gelen uyarılar nedeniyle “tema eskimiş abla gel vazgeç inadından değiştirelim” uyarılarına kulak asmadığımı görünce Burak da cebren değiştirivermiş 🙂 İyi ki de değiştirmiş, gözlüksüz bile okunabilen şık bir blogum var atık 🙂 Ellerin dert görmesin sevgili Burak Dönertaş, sağol varol.

detayafterGelelim Bluelounge namlı firmanın bana göre pek leziz kablo karmaşası çözümüne; Cable Bin adını verdikleri ürün hem fazla yer kaplamıyor, hem de görünüşü rahatsız edici değil. Fiyatı şimdilik pahalı tabii.
Bluelounge; pratiklik ile iyi tasarımı ustalıkla harmanlayarak günlük hayatımızdaki sorunlara zarif çözümler ulaştıran bir firma. İnternet dünyasının yaratıcı fikir ve tasarımlarını kuluçkalayan markaları seviyorum. Sonuçta aslan payını alsalar da, çok sayıda genç insana kaynak sağlayıp umut oluyorlar.


İstanbul Lüferinin Kuyruğunu Bırakmıyor: Slow Fish İstanbul!

slowfishBayram tatilini İstanbul’da geçirecek olanlar için leziz bir etkinlik dizisi paylaşmak istiyorum sizlerle. Tanıyanlar bilirler, deniz ürünleriyle başım hoş değildir, tabii böyle olması İstanbul’un doğal kaynaklarının tüketilmesine göz yumacağım anlamına gelmiyor. 3 yıl önce değerli dostlar Neva Kip ve Defne Koryürek sayesinde takip etmeye başladığım “İstanbul Lüfere Hasret Kalmasın” kampanyası sayesinde haberdar olduğum deniz ürünleri katliamlarına bir şekilde katkım olsun istedim, hiç olmazsa duyurularla ve paylaşımlarla destek olmaya çabalıyorum.

17-20 Ekim tarihleri arasında Boğaziçi Üniversitesi, Albert Long Binası’nda gerçekleşecek Slow Fish Istanbul; 10 ülkeden 70’in üzerinde delegenin sunumları ile zenginleştirecekleri ve akademik tartışmalardan çocuklarla atölyelere, film festivalinden yemek yarışmasına pek çok katmanıyla İstanbulluları ağırlamaya hazırlanıyor.

Slow Fish Istanbul, bölgesel bir toplantı ve etkinlikler bütünü olup Slow Food İstanbul, Fikir Sahibi Damaklar’ın “İstanbul Lüfere Hasret Kalmasın” kampanyasını takiben başlattığı ve her yıl Ekim ayının 3. haftasonu kutlanan İstanbul’un Lüfer Bayramı ile dönüşümlü olarak iki yılda bir gerçekleşecek.

Uluslararası Slow Fish kampanyası çerçevesinde gerçekleşen bu bölgesel etkinliğe Türkiye’nin yanı sıra, İtalya, Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Makedonya, Romanya, Hırvatistan, Sırbistan ve Ukrayna’dan delegeler katılıyor. Balıkçı topluluklarının, aşçılar, akademisyenler ve pek çok çevre örgütünün yanı sıra tüketiciyi de dahil edecek Slow Fish Istanbul sürecinde sürdürülebilir bir geleceğe doğru gayretler birleştirilmeye çalışılacak.

17-20 Ekim 2013 tarihleri arasında gerçekleşecek bu etkinliğe katılım herkese açık ve ÜCRETSİZ. Etkinlik programına BURAYA tıklayarak erişebilirsiniz.

Yazıda kullandığım, İstanbul’u sırtlanmış balık illüstrasyonu 2010 yılında Emir Uslu tarafından yapılmış.


Bu Bayram LÖSEV Bağışınızla Çocuklara Hayat Verin

rumeysa

Dostlar bayram yaklaşıyor, hayvanları öldürmek yerine bu bayram bağışınızı Lösev‘e yapın; onbinlerce lösemili ve kanserli çocuk için umut olun. Lösev, kar amacı gütmeyen ve kamu yararına çalışan bir vakıf. Tek gelir kaynağı bizlerin bağışları.

Bağış yapabilirsiniz, Lösev Ispanak mağazasından çeşitli armağanlar seçerek destek olabilirsiniz. Haydi bu bayram da geleneklerimizin en önemli parçasını gerçekleştirelim ve desteğimizi bekleyenlerden ilgimizi esirgemeyelim.

Sizlerle Lösev sayesinde hayata umutla bakıp, sağlıklı yaşamaya yeniden merhaba diyen Rümeysa’nın öyküsünü paylaşmak istiyorum. 8 yaşında lösemi hastalığına yakalanan Rümeysa; zorlu tedavisinde 3 seneden fazla direnmiş. Tam iyileştiği sırada çok sevdiği annesini ve teyzesini trafik kazasında kaybeden Rümeysa’nın öyküsünün onun ağzından dinleyelim.

“Babam inşaat işçisiydi. Bu canavarla 8 yaşında iken tanıştım. Bir devlet hastanesinde tedavi oluyordum. 6. ay sonra hastanede enfeksiyon kaptım. Tüm hastaneyi mikroplar sardı ve dışarı konuldum. Hasta hastane dolaşırken bize LÖSEV sahip çıktı. Tedavime Lösante Lösemili Çocuklar Hastanesinde devam ettim.

Ama O kadar iyi bakılıyordum ve o kadar çok ilgileniyorlardı ki tedavimin 3 sene sürdüğünü farketmedim bile. Mart 2008 de tamamen iyileşmiştim. Ama Azrail peşimizi bırakmadı 2008’deki bir trafik kazasında annemi ve teyzemi kaybettim. Bana yine LÖSEV sahip çıktı. Psikologlar, doktorlar, hemşireler, iyileşmiş gençler acımı paylaştılar. Hep yanımdaydılar. Dr. Üstün amcam hemen beni Amerika’ya kampa yolladı. Rüya gibi bir tatil yaptım.

Babam şimdi temizlik işçisi olarak çalışıyor. Bir küçük kardeşim daha var. Ben şimdi lise 3’e geçtim. Okul birincisiyim. Üniversitede hukuk veya psikoloji okumak istiyorum.

Hayatta güçlü olmak ve ayakta kalmak çok önemli. Babamın, kardeşlerimin, Üstün amcamın beni ne kadar çok sevdiklerini hissediyorum ben de onları çok seviyorum.

İnsanlara bir mesaj vermek istiyorum,

Ben sizin de çocuğunuz olabilirdim. Tüm yaşadıklarım sizlerin de başınıza gelebilirdi. Önemli olan, bunlar başınıza gelmeden düşünmeniz ve merhametinizi göstermenizdir. Lütfen bağışlarınızı lösemili çocuklar için LÖSEV’e yapınız. Bir hayatta siz kurtarınız” Bundan sonraki yaşamımda, herkesin göz yumduğu, görmediği şeyler için mücadele edeceğim. Çaresiz zor durumdaki herkesin umudu olmak istiyorum. Çocukları ve sizleri çok seviyorum
Rümeysa”

Bağış yapmak  için BURAYA tıklayabilirsiniz


Sayfalar:1234567