:::: MENU ::::
Browsing posts in: Hayata dair paylaşımlar

Yıllar Sonra 17 Ağustos

17 Ağustos 1999 dan bu yana yıllar geçti. Yaşanan felaketi unutturmak üstünü örtüvermek isteyenler, yeni felaketlere davetiye çıkaran yapılar inşa ettiğini televizyonlarda beyan edenler, yurt dışından yollanan yardımları iç edenler, acil durumda kullanılacak diye her semtte merkezi yerlere konan konteynerleri soyanlar; bütün yüzsüzlükleriyle aramızda dolaşıyorlar.  Hapisteki tek adamı da taltif edip salıverdik, hepimize geçmiş olsun. Yaşadıklarımı 45 Saniye Size Ne İfade Ediyor başlığıyla paylaşmıştım. Bugün sizlerle okuduğumda beni etkileyen ve deprem hakkında fikri olmayanların mutlaka okuyup, sindirmesi gereken bazı yazıları paylaşacağım.

deprem Bu felaketin üstünü örtmeye çalışanlara, aradan geçen onca yılda bir arpa boyu yol alınmamış düzenlemeleri yapanlara, bu konuyu kullanarak rant peşinde koşanlara yüce rabbim şifa versin. Hırs da bir hastalık ne de olsa,  başka söyleyecek birşey bulamıyorum. Lütfen üşenmeyin; aşağıdaki linklere tıklayarak tek tek okuyun, sindirin, paylaşın.

Sets Turan 17 Ağustos 1999 Deprem Güncesi

A. Murat Eren 17 Ağustos 1999

 


18. Avrupa Obezite Kongresi, ECO2011

Mayısın son haftası İstanbul önemli bir kongreye ev sahipliği yaptı. Bir rastlantıyla uçak yolculuğu sırasında tanıştığım, Cincinnati Üniversitesi Kanser ve Hücre Biyolojisi öğretim görevlisi Prof. Nira Ben-Jonathan’dan İstanbul’da yapılacağını öğrendiğim ECO2011 isimli bu kongreyi izlemek istedim. Organizasyonu yapan Figür firmasının; konusuna hakim, başarılı ve nazik yetkilisi Zeyno Tüzkan sayesinde; yazımda sizlerle paylaşacağım önemli bilgiler edindim. 18. Avrupa Obezite Kongresi (ECO 2011); 25-28 Mayıs 2011 tarihleri arasında, İstanbul Lütfü Kırdar Kongre Merkezi’nde, Avrupa Obezite Araştırma ve Türk Obezite Araştırma Deneği’nin iş birliği ve  Prof. Dr. Volkan Yumuk’un başkanlığında gerçekleştirildi.   

Yoğun katılımlı ilk oturumlardan birinde, Uluslararası Obezite Araştırma Derneği’nden Dr. Tim Lobstein, gıda şirketlerinin rekabeti sonucunda çocukları hedef alan çok sayıda reklam yapıldığını, çocukların maruz kaldığı abur cubur reklamlarını kontrol etmek konusunda Avrupa Komisyonu’nun dayandığı “sözde” öz denetimin, istismar edildiğini, çocuklara hangi gıdaların reklamının yapılacağı, reklamların televizyonda ne zaman yayınlanacağı, hangi yaştaki çocukların hedef alınacağı konusunda herhangi bir tutarlılık olmadığını, sonuçta abur cubur yeme konusunda çocukları kandıran bu güçlü yayınları kontrol edilme standartlarının düşük olduğunu söyledi. Dr Lobstein sözlerine, “Durum çok karmaşık. Ancak şaşırmamamız gerekir.  Gıda sektöründe rekabet çok yoğun ve şirketler her zaman kendi çıkarlarına öncelik verecektir. Çocuklara yönelik gıda pazarı milyarlarca Euro değerinde ve bu pazardan pay almak için yürütülen mücadele, iç savaşı andırmaktadır. Bu bağlamda öz denetim, duman perdesi gibidir. Willem Buiter’in finans sektörü için söylediği gibi, öz denetim bir kişinin kendisi için önemli olan şeyleri denetlemesinden ibarettir.” diyerek devam etti. Dr. Tim Lobstein’a göre, “Kolay bir iş olmamakla birlikte, çocukluk çağı obezitesini %50 oranında azaltmayı başarırsanız, yaşam boyu sürdürülmesi halinde, ortamda yaklaşık %10 oranında bir iyileştirmeye karşılık gelmektedir. Çocukluk çağı obezitesinin çarpıcı bir şekilde ortadan kaldırılması (%100’lük bir azalma, başarılması neredeyse imkansız), yaşam boyunca %20 oranında bir iyileşmeye karşılık gelmektedir. Sözlerine ” Çoğu insan, onlarca yıla yayılan süreler içinde kilo alır ve kilo vermenin zor olduğunu düşünürler. Genç bir yetişkin olarak sağlıklı bir başlangıç yapsanız bile, orta yaşa ulaştığınız zaman aşırı kilolu olma yönünde büyük bir risk taşırsınız ve bunun beraberinde getirdiği sağlık sorunları ile yüzleşirsiniz.” diyerek devam eden Dr. Lobstein; salondakilerin çoğunun da desteklediği şu son cümleleriyle konuşmasını bitirdi. “Kilo alma yönünde teşvik eden tüm unsurlarla mücadele etmek için harekete geçmek gerekmektedir. Bir diğer deyişle, meşrubatlar ya da yağlı gıdalara vergi konulması gibi mali teşvikler, reklamların sınırlandırılması ve yerel ortamların, egzersiz yapmak için güvenli ve hoş mekanlar halinde getirilmesi önemlidir.”

Türkiye’de ise durum şöyle; şişmanlık sorununun; son 10 yılda kadınlarda %65 oranında, erkeklerde ise %30 oranında artış gösterdiği saptanmış. Bölgelere göre şişmanlık en fazla İç Anadolu’da (yüzde 25 ), en az ise Doğu Anadolu’da (yüzde 17.2 ) saptanmış. Her 2 ev kadınından 1’inin şişman ve kadınların şişmanlığının tamamına yakınının da hastalık getiren ”elma” tipinde olduğu ortaya konmuş. Türkiye’de her 3 kadın ve her 5 erkekten 1’inin şişman olduğu saptanmış.Şişmanlık; endüstrileşmiş, gelişmiş ülkelerde daha sık, kadınlarda erkeklere göre ve şehirlerde köylere göre daha sık görülüyor. Şişmanlığa neden olan durumları şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Alınan bazı ilaçlar ve hormonlar: Kortizon kullanımı veya psikiyatride kullanılan bazı ilaçlar

2. Beslenme alışkanlıkları:Sık yemek yeme, aşırı yeme, yağlı yemek yeme ve ihtiyaçtan fazla kalori almak

3. Hormon hastalıkları:    a) Cushing sendromu denilen böbrek üstü bezinin fazla çalışması hastalığı   b) Hipotiroidi (Tiroid bezinin az çalışması)   c) Polikistik over sendromu (Obezite,kıllanma ve infertilite ile seyreden endokrin hastalık)   d) Büyüme hormonu yetmezliği   e) Hipogonadizm denilen seks hormon azlığı

4. Sosyoekonomik ve psikolojik faktörler

5. Genetik faktörler

6. Hareketsiz yaşam

Yapılan çalışmalar, şişmanlık oluşumunda kalıtım veya genetik faktörlerin % 25-40 oranında rol oynadığını göstermiş.Şişman kişilerin çocuklarında şişmanlık görülmesi 2-3 kat daha fazlaymış. Anne ve babanın her ikisinin şişman olması durumunda çocuklarının %80’ ninde erişkin yaşta şişmanlık gelişirmiş. Anne veya babadan biri şişman ise çocuklarda %40, her ikisi normal kilolu ise %10 oranında şişmanlık gelişme riski varmış. Çocukluk çağında (3-10 yaş arası) aşırı kilolu olan çocukların %50 ‘sinde erişkin dönemde aşırı kilolu olma riski varmış..Şişmanlığın genetik nedenleri uzun yıllardan beri araştırılmakta. Toplumda sık görülen şişmanlığı ortaya çıkaran birçok genetik bozukluk var. Fransa ve Almanya da şişman ailelerde yapılan çalışmalarda 10 numaralı kromozomdaki belirli bir alanın şişmanlıktan sorumlu olduğu ortaya çıkarılmış. Bu alandaki genlerin incelenmesi ile şişmanlığa neden olan genler daha iyi ortaya çıkarılabilecek.Şişmanlığın neden olduğu hastalıkları da sıralayalım yeri gelmişken:Hipertansiyon-Tansiyon yüksekliği, Diabetes Mellitus-Şeker hastalığı, Kalp hastalıkları, Safra kesesi taşı, Karaciğer yağlanması, Artroz, Reflü özofajit, Gut-Ürik asit artışı, Kanser sıklığında artış (Kadınlarda meme, rahim kanseri, erkeklerde kolon kanseri artar). Adet görme bozuklukları, polikistik over, Psikolojik bozukluklar (Aşağılık duygusu, kendine güven azalması, sosyal yaşamdan uzaklaşma). Felç-inme sıklığı artıyor, Uyku apnesi sıklıkla rastlanıyor. Kadınlarda tüylenme-Hirsütizm, Karaciğer yağlanması oluşuyor.

Bir sonraki gün yapılan oturumda, Uluslararası Obezite Araştırma Derneği (IASO) ve ona bağlı Uluslararası Görev Gücü (IOTF)  yayımladıkları bildiride, Birleşmiş Milletler’den gelişmekte olan ülkelerin sorunlarını ele alırken obezite konusunu da ciddi şekilde değerlendirmelerini talep ettiklerini belirttiler. Uluslararası Obezite Araştırma Derneği Başkanı Profesör Philip James “Bu yıl sonlarında New York’ta gerçekleştirilecek olan BM bulaşıcı olmayan hastalıklar zirvesi kapsamındaki hazırlık çalışmalarında, obeziteye de yan konu olarak yer verilebilir” uyarısını dile getirdi. “Bu tür vurguların daha önce tütün kullanımının kontrol altına alınması, yemeklerde tuz kullanımının ve alkol tüketiminin azaltılması gibi alanlarda yapıldığını gördük. Ancak pek çok ülkede obezitenin yol açtığı sorunlar yakında tütün kullanımının yol açtığı sorunların dahi önüne geçebilecek nitelikte ve eğer hemen harekete geçilmezse, bu savaşı kaybedeceğiz.” dedi.Prof James gıda temini konularına daha fazla önem verilmesi gerektiğine dikkati çekerken, BM’nin dünya çapındaki gıda ve beslenme stratejilerinde lider rol üstlenmesi gerektiğini de vurguladı. “Bu gezegen üzerinde 9 milyar insanı güvenli, emniyetli ve besleyici şekilde beslemeye hazırlıklı olmalıyız. Açlıkla mücadele etmek yetmez; sağlıksız, yağlı ve şekerli yiyecek ve içeceklerin yol açtığı obezitenin gıda eksikliğinden kaynaklanan eski hastalıklardan kaynaklanan sorunların yerine geçmemesini sağlamak zorundayız.” diyerek devam eden Prof James’e göre “Bu BM’nin ortak bir görüş bildirmesi için tek seferlik bir fırsattır. Küresel ısınmayı azaltmak için çevre politikalarımız var, açlık ve yetersiz beslenmeyle mücadele için politikalarımız var ve bulaşıcı olmayan hastalıkları önlemeye yönelik politikalarımız da var. Bu çeşitli politikaların hepsi, devlet iradesi de olursa, insan sağlığına katkıda bulunmak amacıyla küresel seviyede gıda temini politikalarına da yansıtılabilir.”
Oturum aralarında sergi salonunda yer alan çalışmaları görüntüledim, fotograflara da bir süre sonra buradan ulaşabilirsiniz.

ECO2011 bildiri

www.iaso.org

www.iotf.org

 


Meme kanseri ve cerrahi müdaheleler

Bu sabah Taksim Point Otel’de düzenlenen ilginç bir bilgilendirme toplantısına katıldım. Johnson and Johnson-Mentor’dan Ceren Çerezci’nin zarif açılış konuşmasıyla başlayan toplantıda; önce VKV Amerikan Hastanesi Genel Cerrahlarından Dr. Canan Uzel’in Meme Kanseri konusunda yaptığı bilgilendirici sunumu izledik.

Meme kanserini tamamen önleyecek bir yöntemin ne yazık ki henüz olmadığını belirten Uzel sözlerine, hastalık oluşmadan yürütülen stratejiler ile  hastalığın oluşma olasılığının düşürülebileceğini anlatarak devam etti. Dr. Canan Uzel sunumunda, meme kanserinden  korunmak ve riski azaltmak için yapılabileceklerin çok önemli olduğunu, ancak riski azaltsak da bu hastalığa yakalanma olasılığının her zaman bulunduğunu hatırlattı. Erken tanının da en az korunmak kadar önemli olduğunu belirten Dr. Canan Uzel; düzenli egzersiz ve fizik aktivite, sağlıklı beslenme (yağdan fakir,bol lifli ve bol sebze ve meyva), kilo almaktan kaçınma, alkol tüketiminin azaltılması, emzirmenin teşvik edilmesi ile hastalık riskinin azaltılabileceğini sözlerine ekledi. Kadınlarda 20 yaş ve üzerinde her ay kendi kendine meme muayenesi yapılması, 35 yaş ve üzerinde yıllık doktor kontrolleri, ultrasonografi, 40 yaş ve üzerinde her yıl tarama mamografileri yapılmasının da büyük önem taşıdığını anlatan Dr. Canan Uzel; gelişmiş ülkelerde daha sık görülen meme kanserinden her 11 dakikada bir kadının kaybedildiğini ve her 3 dakikada bir kadının bu hastalığa yakalandığını belirtti.       

Daha sonra söz alan yine aynı hastaneden, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Bölümü’nden Prof.Dr. Reha Yavuzer bizlere; meme kanseri nedeniyle meme dokusunun cerrahi olarak alınmasının giderek artan sayıda gerçekleştirilen bir operasyon olduğunu, meme dokusu gibi gerek fiziksel açıdan gerekse psikolojik açıdan bu kadar önemli bir organın kaybında plastik cerrahinin neler sunabileceğini anlattı. Yazıyı uzatmamak için detaylı bilgileri dosya olarak ekliyorum, fırsat buldukça okuyabilir yakınlarınızla paylaşabilirsiniz. Sağlık konusunda toplum olarak özensiz olduğumuzu söyleyen Prof.Dr. Yavuzer, örneğin erkeklerin otomobillerine gösterdikleri hassasiyeti bedenlerine göstermediğini belirtti.
Sunumunun sonunda yeni alınan sağlık kararlarının, doktorların elini kolunu bağladığını, sağlık sigortalarının kar telaşıyla kaliteli malzeme kullanımını engellediklerini de söyledi. Kamuoyunun bu konularda daha çok sorgulaması gerektiğini de sözlerine ekledi.

MEME KANSERİ TEDAVİSİ

MEME KANSERİ İLE NASIL SAVAŞABİLİRİZ

MEME KANSERİ NEDİR VE NEDEN ÖNEMLİDİR

Meme Rekonstrüksyonu


Bunları düşün

“Çoğumuz, yaşamın küçük bir parçasına tutunur ve bu parça üzerinden bütünü keşfedeceğimizi düşünürüz.. Odamızdan ayrılmadan, nehrin tüm uzam ve genişliğini keşfetmeyi ve kıyısındaki yeşil çayırların zenginliğini algılamayı umarız.. Oysa, küçüçük bir odada yaşıyoruz, hayatı el yordamıyla kavradığımızı ya da ölümün önemini anladığımızı düşünerek, küçük bir tuvale resim yapıyoruz; ama anlamıyoruz..

Kavramak için dışarı çıkmak gerek.. Ama, bu küçük pencereli odayı terk etmek; yargılamadan, kınamadan, “bunu severim, şundan hoşlanmam” demeden.Her şeyi olduğu gibi görmek çok zordur; çünkü çoğumuz parça üzerinden bütünü anlayabileceğimizi düşünürüz…

Tek bir jant teli üzerinden tekerleği anlamayı umarız; ama bir jant teli bir tekerlek etmez öyle değil mi? ”

J.Krishnamurti


Gülümsetin ki, siz de gülümseyebilin

Seçim öncesi deliliği yaşadığımız şu günlerde; ülkenin politik gündemi ve olup bitenler ruhumu hallaç pamuğu gibi atarken dengede kalmaya çalışıyorum, çok zorlanıyorum. Dezenformasyondan, görüntü kirliliğinden kaçınmaya çalışsam da etkileniyorum. Hani çocukken korku filmi izlerken gözümüzü kapatırdık ve o sahne geçene kadar da açmazdık ya, aynı ruh halindeyim, gözlerimi yumup; bunca kötülüğü, haksızlığı, ruhsuzluğu, vurdumduymazlığı, arsızlığı, yüzsüzlüğü yok saymak istiyorum.

Bu sabah erken saatlerde sevgili Koray Kocabaş‘ın yolladığı e postayla başladım güne. Paylaştıklarını okurken hıçkıra hıçkıra ağladım ve o gözyaşları ruhumu yıkayıverdi.  Sevgili Esra Öğretmen ve pırıl pırıl öğrencilerinden haber almak ruhumu aydınlatıyor; yıkılan hayallerimi, kaybolan umutlarımı tazeliyorlar. Sizlere sevgili Esra Öğretmenin satırlarından bir alıntı yapacağım ve sonra aşağıya eklediğim linkleri dikkatle okumanızı rica edeceğim. Çevrenizle paylaşın ve elinizden geldiğince destek olmaya çalışın. Uzaklarda bir yerlerde yüzünü güldürebildiğiniz birileri varsa, sizin de yüzünüz gülecek inanın. 

“Çocukluk buralarda pek de farkına varılmayan bir dönem, üzeri kapatılıp, es geçilen bir dönem, büyüklerin verdiği emirlerin yerine getirildiği, isteklerin dile getirilemediği, olmayan çocuk parkında oynanamayan bir dönem. Sizler sayesinde bu çocuklar çocuk olduklarını hissettiler. Bilmem bundan daha harika bir hediye olabilir mi?”

Haydi şimdi harekete geçin, birilerinin hayatına dokunun, onlara hayatın sadece zorlu bir yol değil, paylaşılınca keyifli bir yolculuk da olabileceğini gösterin. Detaylara; aşağıda yer alan koyu renkli yazılara tıklayarak, Facebook sayfasından ve ne zaman isterseniz beni arayıp ya da eposta ile ulaşabilirsiniz.

Facebook sayfası

Başım Gözüm Üstüne!

Haydi Bir Oyun Oynayalım!(1)

Haydi Bir Oyun Oynayalım! (Mardin – I)

Haydi Bir Oyun Oynayalım! (Muş)

Haydi Bir Oyun Oynayalım! (Mardin – II)

Haydi Bir Oyun Oynayalım! (Mardin’den Mektuplar Var)


Aradığını bulmak

Aradığın şey o kitaplarda değil, aradığın şeyi OKUYARAK bulamazsın. Sende eksik olan şeyi GÖZLERİNLE tamamlayamazsın. Aradığın şeyi Dünya’da arayacaksın, AMA aradığın şeyi YÜREĞİNLE bulacaksın. Dünya’daki tüm kitaplar, tüm hesaplar, akıl oyunları, sayfalarca laflar, SEVGİNİN yerini tutmaz. OKUYARAK öğreneceksin ama SEVEREK anlayacaksın.

Şems Tebrizi


“Kadınkırım” hayaldi gerçek oldu, sayelerinde

2002 yılında cinayetlerle katledilen kadınların sayısı 66 iken, 2007 yılında bu sayının katlanarak arttığını ve 1077’ye yükseldiğini görüyoruz. 2009 yılının ilk yedi ayında ise 953 kadın katledilmiş. 2010 yılında ise, 337 kadın en acımasız işkencelerle, kafaları baltayla, testereyle kesilerek, diri diri toprağa gömülerek,yakılarak, kurşunlanarak çok basit nedenlerle erkekler tarafından katledilmiş. Devlet ise dayak yediği, işkence gördüğü, ölümle tehtit edildiği için polise defalarca şikayette bulunan kadınları korumayarak kadın cinayetlerini meşrulaştırıyor.
2010 yılında Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nce 24 bin 48 hane ziyareti ve 12 binden fazla kadınla yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirilen bir araştırma sonucuna göre;
-Türkiye’de kadınların yüzde 41.9’u fiziksel ve cinsel şiddete uğruyor.
-Yüzde 49.9’la en fazla şiddete maruz kalan kadınlar ‘düşük gelir’ grubunda. Orta gelir durumunda bu oran yüzde 41.8, ‘yüksek gelir düzeyin’de de yüzde 28.7.‘-Çalışan’ kadınların yüzde 44.1’i, çalışmayanların yüzde 41.1’i şiddet mağduru.
-Eğitimsiz kadınların yüzde 55.8’i, lise ve üzeri eğitim alan kadınların yüzde 27.2’si şiddet mağduru.-En az bir kez gebe kalmış her 10 kadından biri gebeliği sırasında şiddet yaşıyor.
-Kadınların yüzde 57.6’sı, üç veya daha fazla kez yaralandığını söylüyor.
-Erkeklerin ‘işten çıkmaya neden olma veya çalışmaya engel olma’ oranı düşük gelir seviyesindeki kadınlarda yüzde 21.5 iken, yüksek gelir düzeyindeki kadınlarda neredeyse aynı: Yüzde 21.2.
-Yaşadığı şiddetini kimseye anlatmayan kadın oranı yüzde 48.5. Düşük gelir düzeyinde bu oran yüzde 54.1, yüksek gelir düzeyindeyse yüzde 37.5.
-Şiddet yaşamış kadınların yüzde 33.7’si ‘hayatına son vermeyi düşündüğünü’ söylüyor. Düşük ve yüksek gelir grubunda bu fikri aklından geçiren kadın oranı aynı, yani yüzde 34.6.Şiddet görenlerin yüzde 12.4’ü intiharı denemiş. Düşük gelir düzeyinde bu oran 12.4 iken, yüksek gelir düzeyinde yüzde 11
-Ülkemizde kadınların %25 i fiziksel şiddete uğruyor.
-Cinayet sonucu ölen kadınların %70 inin katili kocası
-Her 4 kız çocuktan biri cinsel şiddete uğruyor
-5-10 yaş arası çocuklar ensest mağduru
-Cinsel saldırganların %75 i akraba ve tanıdık
-Ensest faillerinin %50 si öz baba, amca, enişte, ağabey ve hatta dede
-Acil yardım hattını arayan kadınların %57 si fiziksel şiddet, %46.9’u cinsel şiddet, %14.6’sı ensest ve %6’sı tecavüz mağduru.

Utanç verici rakamlar bunlar, yürek burkan rakamlar. Hayaldi gerçek oldu, tam da dedikleri gibi. 2002 den bu yana “Kadınkırım” hızla devam ediyor, farkında mısınız? Bu yazıyı yazmama sebep bir gazete haberidir. Boşanmak istediği kocasının defalarca saldırısına uğramasına, polisten korunma istemesine rağmen sonunda boşvermişliğin kurbanı oldu. Cibiliyetsiz katillere, hırsızlara koruma tahsis eden polisler, bir kadının canını korumayı zul saydılar. Olan bitene göz yummaya, suç ortağı olmaya devam mı edeceksiniz? 12 hazirana kadar iyice düşünün ve kararınızı verirken, bu kez eliniz yüreğinizde, yüreğinizde de gerçekten Allah korkusu olsun.


Kadınkırım tam gaz devam ediyor farkında mısınız?

-Ülkemizde kadınların %25 i fiziksel şiddete uğruyor.

-Cinayet sonucu ölen kadınların %70 inin katili kocası

-Her 4 kız çocuktan biri cinsel şiddete uğruyor

-5-10 yaş arası çocuklar ensest mağduru

-Cinsel saldırganların %75 i akraba ve tanıdık

-Ensest faillerinin %50 si öz baba, amca, enişte, ağabey ve hatta dede

-Acil yardım hattını arayan kadınların %57 si fiziksel şiddet, %46.9’u cinsel şiddet, %14.6’sı ensest ve %6’sı tecavüz mağduru.  

2002 yılında cinayetlerle katledilen kadınların sayısı 66 iken, 2007 yılında bu sayının katlanarak arttığını ve 1077’ye yükseldiğini görüyoruz. 2009 yılının ilk yedi ayında ise 953 kadın katledilmiş. 2010 yılında ise, 337 kadın en acımasız işkencelerle, kafaları baltayla, testereyle kesilerek, diri diri toprağa gömülerek,yakılarak, kurşunlanarak çok basit nedenlerle erkekler tarafından katledilmiş. Devlet ise dayak yediği, işkence gördüğü, ölümle tehtit edildiği için polise defalarca şikayette bulunan kadınları korumayarak kadın cinayetlerini meşrulaştırıyor.

2010 yılında Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nce 24 bin 48 hane ziyareti ve 12 binden fazla kadınla yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirilen bir araştırma sonucuna göre;

-Türkiye’de kadınların yüzde 41.9’u fiziksel ve cinsel şiddete uğruyor.

-Yüzde 49.9’la en fazla şiddete maruz kalan kadınlar ‘düşük gelir’ grubunda. Orta gelir durumunda bu oran yüzde 41.8, ‘yüksek gelir düzeyin’de de yüzde 28.7.‘-Çalışan’ kadınların yüzde 44.1’i, çalışmayanların yüzde 41.1’i şiddet mağduru.

-Eğitimsiz kadınların yüzde 55.8’i, lise ve üzeri eğitim alan kadınların yüzde 27.2’si şiddet mağduru.-En az bir kez gebe kalmış her 10 kadından biri gebeliği sırasında şiddet yaşıyor.

-Kadınların yüzde 57.6’sı, üç veya daha fazla kez yaralandığını söylüyor.

-Erkeklerin ‘işten çıkmaya neden olma veya çalışmaya engel olma’ oranı düşük gelir seviyesindeki kadınlarda yüzde 21.5 iken, yüksek gelir düzeyindeki kadınlarda neredeyse aynı: Yüzde 21.2.

-Yaşadığı şiddetini kimseye anlatmayan kadın oranı yüzde 48.5. Düşük gelir düzeyinde bu oran yüzde 54.1, yüksek gelir düzeyindeyse yüzde 37.5.

-Şiddet yaşamış kadınların yüzde 33.7’si ‘hayatına son vermeyi düşündüğünü’ söylüyor. Düşük ve yüksek gelir grubunda bu fikri aklından geçiren kadın oranı aynı, yani yüzde 34.6.Şiddet görenlerin yüzde 12.4’ü intiharı denemiş. Düşük gelir düzeyinde bu oran 12.4 iken, yüksek gelir düzeyinde yüzde 11

Utanç verici rakamlar bunlar, yürek burkan rakamlar.Bu olan bitenin farkında iseniz lütfen harekete geçin “elimden ne gelir ki” demeyin. Yakın çevrenizi bilgilendirin, evinde şiddet gördüğünü bildiğiniz kişilere, yalnız ve çaresiz olmadıklarını anlatın, onları koruyacak bir vakıftan Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı‘ndan söz edin. Hatta siz ve dostlarınız Capitol‘ün birinci katındaki standta satılan Nilüfer, Şebnem Ferah ve Kenan Doğulu’nun şarkı sözlerinin yer aldığı imzalı tshirtlerle destek verdiği, sadece 10 TL fiyat ile satılan  ve tüm geliri Mor Çatı‘ya aktarılacak olan tshirtlerden alabilir, yaşanan çaresizliklere çare bulunmasına destek olabilirsiniz.  
Cinsiyetinden dolayı, doğduğu günden başlayarak horlanan, yaşam hakkı elinden alınan kadınlara yardım edenlere destek olalım. Kadın olma hakkının, ülkemizde yaşayan her kadına tanınması için elimizden ne geliyorsa yapalım lütfen.
Bu sosyal sorumluluk kampanyasını başlatan, zarif bir şekilde haberdar olmamı sağlayan, Nilüfer imzalı tshirt ile adıma bağışta bulunan, Capitol ve Madam Brownie.com‘a teşekkürler.


23 Nisan’da Bu Blog Çocukların

23 Nisan’da blogumun konuğu 8 yaşındaki Deniz. Sizlerle, UNICEF yararına Roche tarafından düzenlenen ‘Geleceğin Yıldızı Sensin! Ne Olmak İstersin?” resim yarışmasına katıldığı resmini paylaşıyor. Yolun açık, bayramın kutlu olsun genç yetenek


Son Zamanlarda Aynaya Baktınız mı?

Tıbbi kontrolden geçmek sizin için ne kadar önemli? Bu, yaşadığınız en hoş deneyim olmayabilir; ama vücudunuzun sağlıklı olması mutlaka önemlidir. Dişlerimizi, gözlerimizi ve bütün vücudumuzu ne kadar sık kontrol ettirirsek, sorunları başlamadan (ya da kötüleşmeden) anlama ihtimalimiz de o kadar artar.
Aslına bakılırsa, doğar doğmaz bir kontrole tabi tutulursunuz. Hastane personelinin yenidoğana yaptığı ilk şey nedir? Tüm yaşamsal işaretlerini değerlendirirler, tepki testleri yaparlar, el ve ayak parmaklarını sayarlar, vb. Daha 10 dakikalık bile olmadan sağlık değerlendirmelerinin bir parçası olursunuz.
Öyleyse, neden bazı bireyler bedenlerini değerlendirme ediminin bittiğine inanırlar? Zihniniz de toplam sağlığınızın eşit derecede önemli bir bileşeni değil midir?
Bedenlerimizi kontrol etmemiz gibi, zihnimizi -ve zihniyetimizi- de düzenli olarak değerlendirmemiz gerekir.
Sizin için nelerin kritik, önemli, gerekli, vb. olduğunu belirlemek için elinizde bir kıstas yoksa, yaşamın akıntısıyla sürükleniyorsunuz demektir (ve tüm nehirler aşağı doğru akar).

Her bireyin, yaşamda rehberlere ve engellere ihtiyacı vardır. Bu durumun navigasyon ve yolculuklar için de geçerli olduğunu kabul edersiniz. Herkes keyifli bir yolculuk yapmaktan hoşlanır! Örneğin, Orlando’dan Billins’e doğru otomobilinizle yolculuğa çıkmışsanız, aşağıdaki gereçlerle yolunuzu başarılı bir şekilde bulabilirsiniz:
• Yol işaretleri

• GPS cihazı

• Yol haritaları

• Kuzey, Batı, Doğu, Güney navigasyon kayıtları

• Şehir ve bölge işaretleri

Uzun bir yolculuk olacaktır; ama, varmayı hedeflediğiniz yere başarıyla ulaşırsınız.
Peki, ya biri bütün yol işaretlerini, navigasyon tabelalarını, otoyol işaretlerini, şehir ve bölge işaretlerini kaldırsaydı, üstelik yol haritalarınızı ve GPS cihazınızı elinizden alsaydı, yolculuk ne kadar kolay olurdu? Diyelim çok naziklerdi ve yol kenarındaki bütün bariyerleri ve uyarı işaretlerini kaldırdılar. Bu sizi son derece tehlikeli ve sorunlu bir durumda bırakırdı. İlginç fikir, değil mi?

Bireylerin kişisel ve profesyonel hayatlarında kontrolü ele almalarına (ve kontrolü kaybetmemelerine) yardımcı olmak amacıyla uzun yıllardır yürüttüğüm çalışmalarda, çözümün başlangıç noktası hep değerlendirme olmaktadır!
Bir sonraki adımınıza karar vermeden önce şu anda nerede olduğunuzu bilmeniz gerekir. Tahmin edebileceğiniz gibi, şunları bilmek önemlidir:
• İyi olduğunuz noktalar

• İyileştirmeniz gereken noktalar

• Güçlü yanlarınız • Zayıf yanlarınız

• Şu anda hangi noktada bulunduğunuz

• Hangi noktada olmak istediğiniz

Aynada şu an olduğunuz kişiye ve halihazırda içinde bulunduğunuz duruma baktığınızda, çevrenizdeki olanakların varlığından mutluluk ve heyecan duyuyor musunuz? Kişisel ya da profesyonel durumunuza karşı ilgisiz misiniz ve sizi çevreleyen koşulların geleceğinizi belirlediğini mi düşünüyorsunuz? Belki de içinde bulunduğunuz durum sizi hiç tatmin etmiyor.
Şu bilinen bir gerçek ki, halihazırda içinde bulunduğunuz konum, hayatınız boyunca aldığınız yüzlerce kararın bir sonucudur. Hayattaki mevcut konumunuza göre bu çok olumlu bir düşünce olabileceği gibi, son derece stresli bir düşünce de olabilir.
Ne var ki, yanlışı doğruya çevirecek, gidişatı düzeltecek ve kendiniz için arzuladığınız yönde ilerlemenizi sağlayacak güç sizde mevcuttur. Bu, yalnızca sizin değil, size yakın ilişkilerin de yararına olacaktır. Bu ilişkilere aileniz, arkadaşlarınız, çalışma arkadaşlarınız, ekibiniz, müşterileriniz, vb. dahildir.
Aşağıdaki değerlendirmede, mevcut durumunuzu ölçümlemek için kullanabileceğiniz bazı güçlü ve değerli özdeğerlendirme önermeleri bulunmaktadır:
1. Kişisel ve profesyonel olarak yaşamak istediğim hayatı tanımladım ve yazdım ki bunu gerçekleştirmek için çalışabileyim.

2. Kişisel ve profesyonel hedeflerimi belirlemek için kendime düzenli olarak (en azından üç ayda bir) zaman ayırıyorum.

3. Liderlik becerilerim üzerinde çalışıyorum ki hayatımı daha etkili bir biçimde yaşayabileyim.

4. Hayatımın sorumluluğunu yüzde yüz alıyorum ve mevcut hayat deneyimimden dolayı başkalarını ya da koşulları suçlamıyorum.

5. Kafama koyduğum her şeyi başarabileceğime inanıyorum.

Çinli filozof Lao-Tzu’nun dediği gibi, “Binlerce kilometrelik yolculuk tek bir adımla başlar”.

Yaptığınız değerlendirmelerin sonucu ne olursa olsun, hayatınızın dizginlerini elinizde tutabileceğinizi ve kendiniz için hep hayal ettiğiniz hayatı yaşayabileceğinizi bilmelisiniz. Paha biçilemez bir gün daha kaybetmeden, hemen bugün harekete geçin! Çevrenizdeki şaşırtıcı fırsatlara karşı uyanık olmayı da ihmal etmeyin!

Bu yazı MarjinalPN nisan ayı bülteninden alıntıdır. Yazar Kris Cavanaugh bilgilerine koyu renkle yazılı yere tıklayarak ulaşabilirsiniz.


Sayfalar:1...15161718192021...28