Başlığı bir başarı gibi algılayanlar varsa çok yanılıyorlar. Kişi başı 18 gramlık günlük tuz tüketimi, ülkemizdeki yüksek tansiyon hastalıklarının ve buna bağlı olarak da kronik böbrek hastalıklarının artmasında büyük rol oynuyor. 18-21 mayıs tarihleri arasında dünyanın en önemli bilim insanlarını İstanbul’da ağırlayan ERA-EDTA 50. yıl kongresi; bu konuda son yıllarda kaydedilen ilerlemelerin görüşe sunulacağı toplantılara ev sahipliği yapıyor.
Sevgili Zeyno Tüzkan’ın davetiyle katıldığım bilgilendirme toplantısında, açılış konuşmasını yapan ERA-EDTA başkanı Belçika’lı Prof. Raymond Vanholder; kronik böbrek hastalıklarının her ülkede çok yüksek rakamlara ulaştığını belirtti. Bu hastalıkların tedavisinin ülke bütçelerine önemli yükler getirdiğini ve önleyici tıbbın da burada devreye girdiğini sözlerine ekleyen Vanholder, bilgilendirmenin öneminin de altını çizdi. Daha sonra söz alan kongre başkanı Prof. Gültekin Süleymanlar; erken tanısı zor olan KBH nın ülkemizde her altı kişiden birinde görüldüğünü belirtti. Giderek artan sıklığı, yol açtığı yüksek sakatlık ve ölüm oranları, yaşam kalitesini ciddi şekilde etkilemesi, farkındalığının düşük olması ve tedavisi için gereken böbrek işlevini yerine koyma tedavilerinin yüksek maliyetleri nedeniyle toplumsal yükü büyük olan bir hastalık olduğunu da sözlerine ekledi. Geçtiğimiz 10 yılda diyaliz ve transplantasyonun kümülatif global maliyetinin 1 trilyon doları geçtiği hesaplanmış. Ülkemizde diyabet sıklığı son 10 yılda iki kat artmış ve gelecekte diyabetik böbrek hastalığı sıklığı ve ilişkili sorunlarda daha da artacağı öngörülüyor. KBH nın diyabetten başka önemli bir nedeni de hipertansiyon olduğunu belirten Süleymanlar; dünyadaki sıklığı değişmekle birlikte ülkemizde yetişkin nüfusun yaklaşık 1/3 ünde hipertansiyon bulunduğunu, hipertansiyonun böbrek hastalığının nedeni olduğu kadar böbrek hastalığının ilerlemesinde de rol oynayan en önemli faktör olduğunu da sözlerine ekledi.
Prof. Cengiz Utaş ise böbrek dostu beslenme konusunda ipuçları verdi konuşmasında. Yemeğin tadına bile bakmadan tuz ekme alışkanlığımızdan vazgeçerek bile fayda sağlayabileciğinizi biliyor muydunuz? Beyaz peynir, zeytin, salça, turşu, beyaz ekmeğin ve lokantalarda pişirilen yemeklerin baş suçlular olarak sahneye çıkarıldığı konuşmalarda; sanayileşmiş gıdaların kullandığı MSG den (monosodyum glutamat) ve mısır şuruplu, suni tatlandırıcılı gıdalardan hiç söz edilmemesi beni oldukça rahatsız etti. Kolalı içecekler, çipsler, şekerli gıdalarla giderek obezleşen toplumlarda; kronik böbrek hastalıklarının sadece fazla tuz tüketiminden olduğundan söz etmek, bazı bilgileri görmezden gelmek gibi geliyor bana. ERA_EDTA Bilim Komitesi Başkanı ve Avrupa Pediyatrik Nefroloji Topluluğu (ESPN) Başkanı Prof. Rosanna Coppo; ERA-EDTA bilimsel programının Pediyatrik Nefrolojiye odaklandığını, kongre boyunca sempozyum, mini-dersler, ücretsiz bilgilendirmeler ve uzmanlık dersleri düzenleneceğini belirtti. Program dahilinde üriner sistem bozukluklarının önlenmesi ve erken teşhisten, böbrek fonksiyonlarının kaybı ve diyalize doğru ilerlemeyi önlemek için en iyi terapötik araçların kullanımıyla ciddi vakaların teşhisi ve yönetimine kadar Pediyatrik Nefrolojinin çeşitli alanlarında katılımcıların bilgilendirileceğini de sözlerine ekledi.
Prof. Oğuz Söylemezoğlu da çocuklarda tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarının uzun dönemde büyüme geriliği, hipertansiyon, renal skarlaşma ve böbrek yetmezliği gibi komplikasyonlara neden olacağından söz etti. Ev dışında idrar yapamamanın ciddi bir sorun olduğunu ve böbreklerde hasara yol açtığını da belirten Söylemezoğlu; Türkiye’deki nefrologların Avrupa’daki meslektaşlarından çok ileri düzeyde olduklarını da sözlerine ekledi.
Dört Anlaşma : Toltek Bilgelik Kitabı
Yıllar önce bu kitabı hızla okuyup bitirip, sonra satırların altını çizerek tekrar okumuştum. Sabah bir arkadaşımın telaşlı mesajıyla yeniden hatırladım ve sizlerle paylaşmak istedim.
Basit gibi görünen, uygulamaya çalıştığınızda epey zorlanacağınız, ama çabaladıkça faydasını göreceğiniz dört anlaşmadan söz ediyor kitap. Belki bu satırlar bazılarınızın hayatına dokunup, daha huzurlu ve sakin yaşamalarına yardımcı olur.
İlk anlaşma: Sözlerinize Dikkat Edin
Kullandığınız sözcüklere, yargılarınıza dikkat edin. Hem kendinizle, hem de başkalarıyla ilgili seçtiğiniz sözcüklere, yargılarınıza önem verin. Bu sözler ve yargılar sizin gerçekliğiniz olacaktır.
Başkalarının size yakıştırdığı sıfatlarla, yargılamalarla sizi değişmeye zorlamalarına izin vermeyin. Anlaşmaya katılmazsanız, imzalamış da olmazsınız. Şu andan itibaren bilerek veya bilmeyerek katıldığımız bütün kötü anlaşmaları bozalım.
İkinci anlaşma: Kişisel Almayın
Size söylenenleri ve yapılanları kişisel almayın. Kişisel algıladığınızda; haklı çıkmak için, onaylanmak için ve hatta sevilmek için çabalar durursunuz. Korkusuz yaşadığımızda, incinmemiz mümkün değildir. Sevdiğinizi söylemekten, eleştirilmekten, sormaktan korkmadan yaşayın. Yaşamınızın başrolünde kendiniz olun.
Üçüncü Anlaşma: Varsayımda Bulunmayın
Varsayım; kendimizi dünyanın merkezine koyup, herşeyi kişisel algıladığımızda ve kişisel önemi abarttığımızda ortaya çıkar. İnsanlar her olumsuz durumda geçmiş hatalarını anımsayıp, defalarca kendlerini suçlayıp ceza çekiyorlar. Evrenin merkezi olmadığımızı kendimize sık sık hatırlatıp, her konuda varsayımda bulunmaktan vazgeçmeliyiz.
Dördüncü Anlaşma: Yapabildiğimizin En İyisini Yapmak
En zorlayıcı koşullarda bile elimizden gelenin en iyisini yapmaya odaklanmalıyız. Bunu başardığımızda; hem suçluluk duygusu denen eziyetten kurtulur, hem de kendimize daha çok saygı duyarız. Eğer gerekli gücü ve enerjiyi hissetmiyorsak, harekete geçmemek en doğrusu. En basit işi yaparken de göstereceğimiz özen ve alacağımız keyif, bize kendimizi daha iyi hissettirecektir.
Kitabı okurken hangi anlaşmaları ihlal ettiğinizi fark edip, bir adım sonrasında, daha önce yaşadığınız sorunların nedenlerini de bulabileceksiniz.
Akışta olun, kendiniz olun, huzurlu olun.
Sevgiyle ve muhabbetle…
CampusWINner olmak ister misiniz?
TurkishWIN büyük bir keyifle desteklediğim oluşumlardan. Başarılarıyla diğer kadınlara ilham veren isimlerle tanışabileceğiniz, konuşmalarından kendinize yeni yol haritaları çizebileceğiniz müthiş insanlarla bir arada olabileceğiniz, iş hayatı ve sosyal hayatta birbirini destekleyen başarılı kadınların buluştuğu bir oluşum. 3 yıl önce, Murat Kaya dostumun aracılığıyla tanıştığım sevgili Melek Pulatkonak’ın zarif jestiyle dahil olduğum bu topluluk, benim için zihin açıcı aktivitelerle dolu günler anlamına geldi hep. Bu yazımda sizlere; TurkishWIN’in üniversitelerdeki genç kızların bu aktivitelerin içinde olmalarını sağlayacak, gelecek yıllarda iş hayatında başarılı adımlar atmalarına yardımcı olacak, onlara mentorluk edecek rehberlik programlarından biri olan CampusWIN’den söz etmek istedim. Türkiye’de kampüs bazında kurulan ilk Women in Business oluşumu; Boğaziçi Üniversitesi Women in Business Proje Grubu hakkında, başarılı bir CampusWINner olan sevgili Pınar Yalçın ile yaptığım söyleşiyi paylaşmak istiyorum. Enerjisi yüksek, algısı açık, yenilikçi ve başarılı bir genç Pınar Yalçın. Belki bu söyleşiyle, diğer üniversitelerde de genç kızların CampusWINner olmalarına ışık tutarız birlikte. CampusWINner olmak veya kulüp kurmak isteyen öğrencilerin tek yapması gereken, TurkishWIN ekibiyle info@turkishwin.com adresine mesaj yazarak bağlantıya geçmeleri olacak. Bu güzel söyleşi için sevgili Pınar’a, destekleri için Melek Pulatkonak ve Elif Tukin’e teşekkür ederim.
Pınar önce seni biraz tanıyalım ve Women in Business Proje Grubu’nun çıkış noktası nedir, senden dinleyelim.
“Merhaba ben Pınar Yalçın, Boğaziçi Endüstri Mühendisliği 4. Sınıf öğrencisiyim. 4 yıl boyunca kendimi geliştirmek adına bir çok başarılı uluslararası şirkette staj yaptım ve aynı zamanda 2 yıldır TurkishWIN (Turkish Women’s International Network)’in kampüs liderliğini yapmaktayım.
TurkishWIN’de görev aldığım süre boyunca, katıldığım bir çok etkinlikte kadınların iş hayatı ve sosyal hayatta birbirlerine destek olmalarının gerekliliğini anlatan konuşmaları dinleme fırsatım oldu. Konuşmalarda vurgulanan bir başka nokta ise; kadınların kendilerini geliştirmek, iş hayatı ve sosyal hayatta paylaşımlarda bulunmak, hedeflerine ulaşabilmek için destek alacakları bir kaynağın, sosyal çevrenin eksikliğini hissetmeleriydi. Çalışan kadınlar için TurkishWIN ve KAGİDER gibi organizasyonlar bu networkü sağlıyorlardı fakat üniversite kampüslerinde böyle oluşumlar yoktu. Yurtdışındaki üniversitelerde çok sayıda örneğini gördüğümüz Women in Business kulüplerinden/gruplarının ilkini, yine ilklerin okulu Boğaziçi Üniversitesi’nde kurulabilirdi.
TurkishWIN’in kurucusu Melek Pulatkonak ve mentorum Nilüfer Durak bu süreçteki en büyük destekçilerim oldular.”
Bu düşünce kampüse nasıl taşındı? Ekibinizi nasıl kurdunuz?
“Kampüste kulüp olarak kurulmak istiyorduk fakat gerçekleştirmek istediğimiz etkinlikler için mezunlarla iletişimimizin güçlü olması gerekiyordu. Bu nedenle BÜMED’den ve BÜMED Kariyer Merkezi’nden desteklerini istedik. BÜMED Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Zihnioğlu ve BÜMED Kariyer Merkezi Yöneticisi Gaye Beydoğan fikirlerimizi çok olumlu karşıladılar ve BÜMED Kariyer Merkezi’nin altında Women in Business Proje Grubu olarak çalışmaya başladık.
Ekip, kurucu üyeler, güvendiğim yakın arkadaşlarımdan oluşuyor; Sezin Kulaç, Dicle Ağdaş, Rabia Dilara Cumhur, Candan Ereser ve Esra Erkuş. Geçen yıl onlarla fikirlerimi paylaştığımda hepsi bana içtenlikle destek oldular. Sonrasında attığımız her adımı beraber planladık ve beraber çalıştık. Zamanla aramıza katılmayı isteyen yeni ekip arkadaşlarımızla, etkinliklerimizi ve networkümüzü büyütmeyi istiyoruz.”
Nasıl etkinlikler yapıyorsunuz, yapmayı planlıyorsunuz? Gelecekteki amaçlarınız nelerdir?
“İlk etkinliğimiz Women in Business 101: Art and Power of Networking, kendi alanlarında başarılı ve güçlü üç kadının konuşmacı olarak katılımıyla gerçekleşti; Melek Pulatkonak, Gülden Türktan ve Neslihan Nigiz Ulak. Etkinliğimize ilgi büyüktü, yaklaşık 80 katılımcımız vardı. Yoğun ilgi gösterilen etkinliğimizden sonra ise öğrencilerden, mezunlarımızdan, konuşmacılarımızdan ve BÜMED’den çok güzel tepkiler aldık. Aldığımız bu olumlu tepkiler bizi cesaretlendirdi ve daha çok çalışmamız için güç verdi.
İlerleyen zamanlarda BÜMED ve TurkishWIN’in desteğiyle mezunlar ve öğrenciler tarafında bir çok etkinlik yapmayı planlıyoruz. Kısa dönem amaçlarımız, organizasyonumuzun yapısını sağlam bir şekilde kurmak, kampüs içi ve dışında bilinirliğimizi arttırmak. Uzun dönem amaçlarımız ise mezunlar ve öğrenciler arasındaki bağları güçlendirmek, bağlantı ağımızı genişletmek, ekibimizle beraber gelişmek ve büyümek.”
Bir Dosta Veda:Murat Demiroğlu
Filmlerde olur ya bazen, oyuncu bir haber okur aklı almaz, algılayamaz, birileri şaka yapıyor zanneder. Aynı ruh halini yaşadım ben bu sabah. Değerli dost Murat Demiroğlu’nun profiline yazılmış birkaç satırı kötü bir şaka olarak düşündüm. Ölümü yakıştıramazsınız ya bazı insanlara, Murat da öyleydi. Bir haberde adını ve fotografını görünce de inanmak istemedim. Ama ne yazık ki gerçekti.
1994 yılının sonlarına doğru Milliyet gazetesinde yaptığımız bir toplantıda tanıştığım; gülüşü gözlerinde başlayıp yüzüne yayılan, güçlü el sıkışıyla güven veren, sakin ve aklı başında konuşmasıyla dikkat çeken bir genç adamdı Murat. Yıllar boyu da başım sıkışınca aradığım, fikir aldığım, keyifli zamanlar paylaştığım bir dost oldu hep.
Geçtiğimiz günlerde babasını toprağa vermişti, başsağlığı dilemiştim. Aklıma gelir miydi bir iki gün sonra da onu yolcu edeceğimiz.
Hayatına dokunduğu bütün dostlarının ve yakınlarının başı sağolsun.
Işıklarla git değerli dost, mekanın cennet olsun.
Geleceğinizin Yok Edilmesine İzin Vermeyin
Çocuklarınızın, torunlarınızın geleceğini ipotek altına alan kanun yolda, kendinize gelin, silkelenin, çaba harcayın. Bunca zaman sustunuz, köşenize çekilip oturdunuz, yeter artık. Çocuklarınızın ve torunlarınızın geleceğinin yok edilmesine göz yummayın, haklarınızı koruyun.#dogaicinsesver in
Dünyanın en zengin florasına ve faunasına sahip topraklarımızı betona çevirme hamlesinde son kararı da devreye soktular. Lütfen birazcık da olsa hamle edin, hiç olmazsa Nasuh Mahruki‘ nin başlattığı online bir kampanyaya destek olun, bilinmesini duyulmasını sağlayın. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesiyle geldiğimiz nokta ortada, nefes alacak yer kalmayacak yakında. Ülkenin en verimli, doğası emsalsiz bölgelerinde hidro elektrik santraller, nükleerler ve termiksantraller yükselecek. Avrupa’da yapılamayanları bizim topraklarımızda yapmak için salyaları akarak sıraya girenlere dur deyin. Kendi ülkelerinde zararlı bulunanları; denetim yokluğu, akıl zaafiyeti ve hırstan kararmış vicdanlar sayesinde bizim ülkemizde gerçekleştiriyorlar. Son aymazlık milli parkların doğal alanların imara açılması oldu. Üstün kamu yararı saçmalığıyla, tabiat harikası bölgeler, ormanlık alanlar para hırsından gözü dönmüşlere kurban ediliyor. Güzelim ormanlara beton yığını rezidanslar, örneği olmayan göllere havaalanları yapılmasına göz yummayın. “Dünyayı biz kirletmedik ya ” mantığındaki yöneticilere geçit vermekten vazgeçin artık. Lütfen Nasuh Mahruki’nin başlattığı ve Change.org adresinde yer alan kampanyaya BURAYA tıklayarak destek verin, sizler olmadan bu yok edici kararları durdurmak mümkün değil. Haydi, şimdi hemen çocuklarınız ve torunlarınızın geleceği için bir adım atın ve dilekçeyi imzalayın.
Doğa İçin Ses Verin
11 Mart 2011 Saat 14.46 Yer Japonya
Birkaç yıl önce Japonya’yı sarsan büyük ölçekli deprem ve tsunami sonrası yaşanan nükleer felaket haberleriyle doluydu gündemimiz.
17 bine yakın kayıp, 12 bine yakın da ölü vardı bilançoda. Geçen sürede bizler unuttuk yaşananları, ama onların unutması mümkün değil. Kısa sürede yaralarını sarıp hayatlarına devam etmeye çalıştılar.
Nükleer lobicileri şu aralar yine başlamış ortalığı karıştırmaya, umarım aklı başında Japon vatandaşları yaşananları unutmazlar ve izin vermezler bu saçmalığın bir kez daha yaşanmasına. Boston.com’un Big Picture bölümünde 1 yıl sonrasında nasıl toparlandıklarını fotografların üzerine tıklayarak görebilirsiniz. Geçen yıl yazdığım yazıyı da ŞURADAN okuyabilirsiniz.
Bizim paragöz ve hırslı lobicilerimiz de yeşili, ormanı, gölü denizi neyi bulursa yok eden canavarlara dönüşmüş durumdalar. Karadeniz’in doğasını nükleere ve madencilere, dünyanın hayran kaldığı Ege-Akdeniz kıyılarını balık çiftliklerine beton yığını otellere peşkeş çekerek yok etmeye devam ediyorlar.
Fotograflar: Boston.com Big Picture sayfasından alıntıdır.
Senede bir gün değil, hep kadınız 2013
Bu yılın 8 martında da yazacak olumlu bir gelişme yok. Kadına şiddet ve kimliksizleştirme hamleleri, şiddeti ve kadın ölümlerini meşrulaştırma çabaları tam gaz devam ediyor. “Kadınkırım” konusunda arpa boyu yol alınmadı. 550 kişilik meclisin sadece 76 tanesi kadın olduğu sürece de değişeceği yok. Yazacak çok şey var ama elim varmıyor. Geçen yıl da elim varmadı bir önceki yıl yazdığımı paylaştım. Yazıda geçen rakamsal verilerin daha da arttığını hepimiz biliyoruz. Senede bir gün hamasi laflarla geçiştirilen bir gün değil her gün kadın olunabilen bir ülkede uyanacağımız günler için çabalamaya devam.
Yazıma 1934 yılında çekilmiş bir fotografı koyuyorum. O yıllarda yaşayan kadınlara bakın ne kadar gururlu ve kendilerinden eminler. Bir de etrafınıza bakın, göreceğiniz kadınlar 21. yüzyıla koşan kadınlar mı sizce?
Geçtiğimiz yıl kadınlarla ilgili arpa boyu yol alınmadığı gibi; hepimizin saçlarını diken diken eden mahkeme kararları, cinayetler, dayaklarla “Kadınkırım” tam gaz devam etti ve bunlar yetmezmiş gibi 4+4+4 saçmalığı orrtalığa saçıldı. Enerjim yok yeni cümleler kurmaya, geçen yıl yazıp paylaştığım bilgileri ve yazıyı aşağıya ekledim. Okuduğunuz zaman hak vereceksiniz, rakamsal verilerde azalma değil artış olduğu da hepimizin malumu. Daha çok çaba sarf etmeliyiz, bizi yönetenlerden beklentimiz sıfıra indi, erkeklerin bilinç düzeyini yükseltecek çalışmalara önayak olalım, kişisel çabalarımızı artırıp daha çok kız çocuğun eğitimine, kişsel gelişimine katkıda bulunacak kampanyalara destek verelim. Bunları yapalım ki, gelecek nesillere verecek hesabımız olsun.
Her yıl 8 martta akıllara düşer kadınlar. Kocaman kocaman laflar edilir, devleti yönetenlerden, sanatçısına, öğretmenine, sokaktaki insanına kadar herkes hamasi laflar eder, bir gün sonra ettiği lafları unutur gider. 2002 den bu yana sistemli bir şekilde ötekileştirilmeye çalışılan kadınların, hayatın içinde aktif rol almaları istenmemekte. Taciz ve tecavüz durumlarında suçlu sadece kadın olarak gösteriliyor, hem de devletin yüce mahkemeleri, ilahiyat mezunu din bilginleri tarafından bile. Dekolte giyindin, saçın açık, boyandın, gece sokağa çıktın, bara gittin, içki içtin, sevgilin var e o zaman suçlusun, sorguya gerek yok, doğrudan infaz. Hükümetin yüksek kademesindekiler, kadına ikinci sınıf vatandaş olması yönünde tebliğlerde bulunup duruyor. Çocuk doğur, evinde otur, kocanın sözünü dinle, haklarından feragat et…. liste uzuyor gidiyor. Her gün 5 kadının öldürüldüğü ülkemde “Kadınkırım” hızla devam ediyor. Yaşam hakkı hepimizin en önemli anayasal hakkı olmaktan çoktan çıkarılmış durumda. 2002 yılında cinayetlerle katledilen kadınların sayısı 66 iken, 2007 yılında bu sayının katlanarak arttığını ve 1077’ye yükseldiğini görüyoruz. 2009 yılının ilk yedi ayında ise 953 kadın katledilmiş. 2010 yılında ise, 337 kadın en acımasız işkencelerle, kafaları baltayla, testereyle kesilerek, diri diri toprağa gömülerek,yakılarak, kurşunlanarak çok basit nedenlerle erkekler tarafından katledilmiş. Devlet ise dayak yediği, işkence gördüğü, ölümle tehdit edildiği için polise defalarca şikayette bulunan kadınları korumayarak kadın cinayetlerini meşrulaştırıyor. Erkek egemen sistem, son yılların en baskıcı ve kahredici günlerini yaşatıyor biz kadınlara. Meclisin yüzde 92si erkek, 275 koltukta kadın oturmadıkça da bu sorunlar çözülmeyecek. Nefret cinayeti, namus cinayeti, töre cinayeti … seç beğen al her model var. Kadınların artık bu konuda daha duyarlı ve aktif olmaları gerek. Güneydoğu’da yapılan bir araştırmada, araştırmaya katılan kadınların yüzde 46 sı erken yaşta zorla evlendirilmiş daha da acısı yüzde 20 si 12 yaşında bu küçük kadınların. Ülkenin yönetim kademesindekilerin, çeşitli yayın organlarında kendi karılarını neredeyse çocuk yaşta aldıklarını gerine gerine anlatmaları ise durumu daha da vahimleştiriyor.
2010 yılında Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nce 24 bin 48 hane ziyareti ve 12 binden fazla kadınla yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirilen bir araştırma sonucuna göre;
-Türkiye’de kadınların yüzde 41.9’u fiziksel ve cinsel şiddete uğruyor.
-Yüzde 49.9’la en fazla şiddete maruz kalan kadınlar ‘düşük gelir’ grubunda. Orta gelir durumunda bu oran yüzde 41.8, ‘yüksek gelir düzeyin’de de yüzde 28.7.
‘-Çalışan’ kadınların yüzde 44.1’i, çalışmayanların yüzde 41.1’i şiddet mağduru.
-Eğitimsiz kadınların yüzde 55.8’i, lise ve üzeri eğitim alan kadınların yüzde 27.2’si şiddet mağduru.
-En az bir kez gebe kalmış her 10 kadından biri gebeliği sırasında şiddet yaşıyor.
-Kadınların yüzde 57.6’sı, üç veya daha fazla kez yaralandığını söylüyor.
-Erkeklerin ‘işten çıkmaya neden olma veya çalışmaya engel olma’ oranı düşük gelir seviyesindeki kadınlarda yüzde 21.5 iken, yüksek gelir düzeyindeki kadınlarda neredeyse aynı: Yüzde 21.2.
-Yaşadığı şiddetini kimseye anlatmayan kadın oranı yüzde 48.5. Düşük gelir düzeyinde bu oran yüzde 54.1, yüksek gelir düzeyindeyse yüzde 37.5.
-Şiddet yaşamış kadınların yüzde 33.7’si ‘hayatına son vermeyi düşündüğünü’ söylüyor. Düşük ve yüksek gelir grubunda bu fikri aklından geçiren kadın oranı aynı, yani yüzde 34.6.
Şiddet görenlerin yüzde 12.4’ü intiharı denemiş. Düşük gelir düzeyinde bu oran 12.4 iken, yüksek gelir düzeyinde yüzde 11
Utanç verici rakamlar bunlar, yürek burkan rakamlar. Lafa gelince herkes coşuyor, ama eylem yok.
Bu yıl biraz çaba gösterelim, aktif olarak derneklerde görev alalım, yakın çevremizden başlayarak, “Kadına Şiddete Hayır” kampanyalarına destek verelim. Kız çocuklarının eğitimine gönül veren herkese yardım etmeye çalışalım. Cinsiyetinden dolayı doğduğu günden başlayarak horlanan, yaşam hakkı elinden alınan kadınlara yardım edenlere destek olalım.
Sadece bir gün değil, yaşadığımız her an kadın olma hakkının, ülkemizde yaşayan her kadına tanınması için elimizden ne geliyorsa yapalım.
Ebeveyn Olmak Zor İştir
Bunca bilgiye, kitaba, videoya rağmen hala çocuklarına saçma sapan davranan ebeveynleri gördükçe içim acıyor. Üstelik de bunlar eğitimli sayılan kesimdekiler ise durum daha da üzücü oluyor. Teyzemin iki kat üstünde 2 yaşında oğlu olan genç bir çift yaşıyor. Çiftler arasında sorun olabilir normaldir, normal olmayan kısmı annenin çocuğuna çok kötü davranması. Mutsuz ve huysuz bir genç kadın, el kadar bebeye çığlık çığlığa bağırıyor. Ne yapmış olursa olsun, çocuk bu kadar kötü davranılmayı hak etmez. Bir değil, iki değil her zaman durum bu. Kendimi zor tutuyorum yukarı fırlayıp kadını yakasından tutup “ne halt ediyorsun sen” diye sarsmamak için. Amerika’da bu kadını çoktan hapse tıkıp, çocuğunu da alırlardı elinden. Teyzemin hatırı olmasa gerçekten müdahele edeceğim, apartman komşuları arasında kötü olmak istemiyor, ne de olsa evin sahibi o, bana da görüşüne saygı duymak kalıyor. Bu sabah yine aynı tantana vardı, sonra sevgili dost Dilara Erdem‘in bir paylaşımını gördüm ve bloga aktarıp daha çok kişinin görmesini sağlamak istedim. Aşağıda okuyacağınız yazıyı, Aylin Kotil 2004 yılında kaleme almış. Çok uğraştım ama gazete arşivinden aslına ulaşamadım. Çocuk yetiştiren herkesin arada sırada yeniden okuması dileğiyle…
Önemli not: Yazıya görsel olarak kullandığım bebek, doğum fotografçısı sevgili dost Alev Durmuşoğlu‘ nun web sayfasından alıntıdır.
Hayat Bir Çocuğa Nasıl Anlatılmalı?
Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti, ‘Sen eğitimcisin, neler öğretmem gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum’ dedi. Sorusu kolaydı ama yanıtı zordu, akıl vermesi basitti ama uygulaması karmaşıktı, anlatmaya başladım:
Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı ‘insan yetiştirmek’ olan bir iş. Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan işinden, eşine zaman harcarsan eşinden, çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın.
Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını…
Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden ‘neden ben değil de o?’ demeden…
Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona.
Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini, kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu.
Gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret.
Kitaplardan keyif almasını.
Ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını, ama okumayı sevmesini öğret ona. Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı. Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona, sıkılıp da kendini yönlendirmeyi bulmasını.
Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla.
Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret, belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine sarılırlar, bunu öğretmemiş diğer sevgililerin aksine…
Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona. Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret. Alın terine saygıyı öğret ona.
Aşk acısı çekmenin hiç aşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret. Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret,başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı…
Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret.
Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat. Hayatı sorgulamayı öğret ona…
Bilginin en büyük güç olduğunu öğret.Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret. Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini öğret ve haklıyken dik durmasını.
Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret.
Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı…
‘İstemiyorum’, ‘hayır’ demeyi öğret ona, istediğinde ise ‘istiyorum’ demeyi.
Sevdiğinde ise ‘seni seviyorum’ diyebilmeyi öğret ona. Bir pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını…
Sorgusuz sevmeyi…
El yazısı ile notlar yazmayı…
Lafı dolandırmamayı…
Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona.
Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını.
İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret…
Ama en çok da kendini sevmesini öğret…
Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini…
Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini… Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını…
Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona…
Yeni Bir Yıla Merhaba
Yine, yeni bir yıla doğru koşaradım ilerliyoruz. Bilinmezliklerden mi, umutlardan mı olduğunu çözemediğimiz ürpermeler var ruhlarımızda. Yüreklerimiz hayallerimizin gerçek olabileceği heyecanıyla çarpıyor. Gençler arkadaşlarıyla katılacakları eğlencelerin, çocuklar açacakları hediye paketlerinin heyecanında, yaşlılar ise sağlıkla geçirecekleri yeni bir yılın umudundalar.
2012 yorucu bir yıl oldu çoğumuz için; kayıplar yaşadık, sağlık sorunlarıyla cebelleştik, belki işsiz kalanlar da oldu aranızda. Şimdi yeni bir yılın getireceklerine odaklanma zamanı; geçmişe takılıp kalmanın yararı yok, gelecek günlerin belirsizliğini coşkuya çevirmek elimizde. Her sabah sağlıkla uyanıyorsanız umudunuzu kaybetmek anlamsız. Sağlıkla nefes aldığınız her an, zorluklarla başa çıkabileceğiniz anlamına geliyor, yeter ki isteyin ve çaba harcayın. Hayatınıza dışarıdan bakmaya çalışın, tabii objektif olarak bakın; varlığına şükredeceğiniz her şeyi not edin, aklınıza her geldiğinde sahip olduklarınız için teşekkür edin ve daha iyilerini istemeye, onlara ulaşmak için çalışmaya devam edin. Kendinizde değiştirmek istedikleriniz için de ayrı bir liste yapın ve yıl boyunca bunlar üzerinde çalışın.
Kızdıklarınız, hırslandıklarınız, sinirlendikleriniz olabilir; şimdi onları affetme zamanı, ruhunuzda ve bedeninizde yarattıkları yıkıcı etkilerden kurtulma zamanı. Kolay olacak mı, tabii ki olmayacak, ama deneyeceksiniz adım adım ilerleyeceksiniz. Affetmeyi başardıkça üzerinizdeki yükler hafifleyecek, ruhunuz özgürleşecek, huzuru hissedeceksiniz.
Güne aynada size gülümseyerek başlamaya çalışın, kendinizi sevin, siz tek ve biriciksiniz, sizden bir tane daha yok, bana inanmazsanız parmak izinize sorun, retinanıza sorun 🙂
An’da kalmaya çalışın, geçmiş yaşandı bitti geri getiremeyiz, gelecek bir gizem; nelerle karşılaşacağımızı bilemeyiz, ama “an” tamamen bize ait, onunla ne yapacağımıza karar vermek de bize ait.
Yeni yılda mutsuzlukları görev edinmek yerine, yaşadığınız her an’a şükredin ve “Sonsuz Şimdide Olmaya” gayret edin.
Hepinize; sevdiklerinizle birlikte ağız tadıyla ve bereketle geçecek harika bir yıl diliyorum.
Sevgi ve Işıkla Kalın…
Holiday Season Message From A Musician
Emir Cerman is a musican and he is my son. I’m proud of him and want to share his message to whole world. Please read and spread this message to your friends and loved ones. Happy Holidays to all.
”
I LOVE MY LIFE AND I LOVE YOU MUSICIANS SO MUCH.
I HAVE TO SHARE WITH YOU GUYS.
Please take a moment and Read this !, Im sure it will change your day too, if you do what I did this morning.
I had a most amazing experience of my life this morning at Boston metro.
10:00am Green Line,
I was going to prudential E line and I got out of from the metro. I went to upstairs and I saw this huge crowd of high school kids, and I didn’t pay attention and start to walking,
then I start to hear a huge choir sound. And i stopped!
The moment when I looked back and 60 kids singing and their teacher was start to conducting!!
They were singing this beautiful Christmas choir piece ! And I was the only one listening to them….
people was too SCARED to stay and STOP in the morning and listen to them I guess????? How ??
It was so magical at 10:00 am in the morning with huge energy with amazing smile!
By the time they finish the piece, we were 2 people clapping them…. and I saw there was a hat on the floor with bunch of dollars..
I start to walking to them to give money and THAT WAS THE MOMENT !! One of the performer said .
OMG HE IS COMING HE IS THE FIRST ONE ! Everybody starts to clapping cheering up screamiiing and I put there 10$. And they screamed at me MERRY CHRISTMAS we love you so muuuch. THAT WAS A MESSAGE FOR ME FOR 2013 :))
The appreciation was unbelievable!!
Please support the musicians. Because you don’t know how hard this journey is.
If you are a musician and if any people playing on the street professional or amateur, Doesn’t really matter give them something please!!
Don’t you forget how hard this journey is ?? Don’t you remember how much you were excited when you started first time ??
If you are not musician, oh that’s another story of course ! that means you are missing the most amazing elements of your life !! Don’t walk away, im sure you have couple minutes in your life to stop and breathe with the music!!
if you don’t have money at least stay and smile and watch them. Because they will see on you face that you are appreciating their art! And they will appreciate you too.
Musicians!!! don’t ever forget we are the one’s giving rest of the world for a living reason! and Healing to the world!
Some people just forget how to listen!!! And lets show them how to listen!!
I believe this will innovate the world.
I love you all, I love my life and appreciating every single moment because of I’m HUMAN and MUSICIAN!!
HAPPY HOLIDAYS
Emir Cerman