:::: MENU ::::
Browsing posts in: Cumhuriyet

30 Ağustos Zafer Bayramımız Hepimize Kutlu Olsun


Son yıllarda unutulması için epey uğraş verilen 30 Ağustos; Türkiye Cumhuriyeti’nin “Ulusal Bayramı” dır. İlk kez 1923 yılında kutlanan, 1935 yılında resmileşen bu bayram; Dumlupınar’da zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni anmak için kutlanan bayramdır. Mustafa Kemal Atatürk’e, silah arkadaşlarına ve onların komutasında savaşmış askerlerimize şükranlarımızı sunduğumuz bayramdır.
30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının, işgal kuvvetlerinden geri alındığı gün olarak kutlanır.
Kutlamak için kimsenin iznine ve icazetine de ihtiyacımız olmayan bu bayramda; hangi ülkede yaşadığınızı, bu topraklar için şehit olan aile büyüklerinizi, ne şartlarla başarılan ve bizlere neredeyse altın tepside sunulan bu özgürlüğü nelere feda edebildiğinizi yeniden düşünün.
30 Ağustos Zafer Bayramımız hepimize kutlu olsun.

“Beni inkar edeceksiniz…Hatta büştanla (iftirayla) yad edeceksiniz. Hint’e, Yemen’e ve Mısır’a giden fikirlerim, orada filizlenerek gelip sizi boğacaktır.”

Mareşal Gazi Mustafa Kemal 8 Mart 1929


29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun

29 Ekim 2021, Cumhuriyetin ilanından bu yana 98 yıl geçmiş. Kıymetini anlayabildiğimiz tartışılır bağımsız olmanın, anlayabilenlerin sayısı da her geçen gün azalıyor.

Emperyalist devletlerin emir kulları eliyle silip yok etmeye çalıştıkları Cumhuriyeti; millet olmayı ümmet olmaya tercih edenlere inat, her zamankinden daha coşkuyla kutlayacağız.

Fikri ve vicdanı hür olarak yaşamamızı sağlayan Atatürk ve silah arkadaşlarını; kimsenin kölesi olmadan yaşayabilmemiz için kendilerini 7 düvelin askerine siper eden gazilerimizi ve şehitlerimizi minnetle anıyoruz.

Karşılarına dikilmiş tam donanımlı emperyal ordulara rağmen; Atatürk ve silah arkadaşlarının başardıklarını, küçük yaşlarımızdan başlayarak eğitimimizin her adımında öğrendik. Yeniden hatırlayalım:

“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her cüzütamı, bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her cüzütam ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki cüzütamın çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.” (1920 Atatürk)

“Biz bir amaç takibediyoruz. Bu amacımız öteden beri muhtelif vesilelerle ifade edilmiştir. Ben şimdi de onu tekrar ediyorum: Milletin, devletin bağımsızlığını muhafaza etmek. Bunun içinde namus ve şeref tamamen yer alacaktır. Müstakil olarak milletimizin muayyen hudutlar dâhilindeki tamamiyetini muhafaza etmektir. Bunun için muharebe ediyoruz. Efendiler; memleketimizin ellide biri değil, her tarafı tahribedilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa, biz bu topraklar üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız. Bundan dolayı iki karış yer işgal edilmiş, üç beş köy tahrip edilmiş diye burada feryada lüzum yoktur. Ben size açık söyliyeyim; efendiler bazı yerler işgal edilmiştir bunun üç misli daha işgal edilmiş olunabilir. Fakat bu işgal hiçbir vakitte bizim imanımızı sarsmayacaktır.” (1920 Atatürk)

“Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini ve kendi saadetini; memleketin, milletin saadeti ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur. “ 25-26 Nisan 1922 Atatürk

“Milletin mukadderatını doğrudan doğruya üzerine alarak karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskaca bir varlık çıkaran meclisimizin, yiğit ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve bağımsızlık fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum. “ 1922 (Atatürk’ün S.D. I, S.240)


Gezi 8 Yaşında!

8 yıl sonra Taksim yine yasaklı, hatırlamaya ve hatırlatmaya devam edelim.
Biz bu direnişle birlikte, farklılıklarımızı hoş görmeyi yeniden ve derinden öğrendik. Her düşünceden insanın; ortak değerler için yan yana durup, birlikte direnebileceğini öğrendik. Yıllarca meydanlarda hepimizin hak ve özgürlükleri için hırpalanan, çeşitli sıfatlarla yaftalanan insanların ne kadar haklı gerekçeleri olduğunu öğrendik. Yine birlikte direnirken; sıradan günlerde aklımızın köşesinden geçmeyen sorunlara olağanüstü çözümler üretmeyi öğrendik. Bizden çok farklı görüşe sahip direniş komşumuz ibadet ederken, ona kalkan olup saldırılardan korumanın insanlık görevimiz olduğunu öğrendik. Çevremize daha fazla özen göstermeyi öğrendik. Konuşamayan dört ayaklı dostlarımızın, yanıbaşımızda bizlerle haksızlıklara karşı çıktığını öğrendik. Hayat kadını, gay ve travesti diye toplum dışına itilmeye çalışanların en yürekli, en sevgi dolu insanlar olduklarını öğrendik. Spor karşılaşmaları sırasında birbirlerini bir kaşık suda boğabilecek taraftarların gerektiğinde tek yürek olabileceklerini öğrendik. Bütün olumsuzluklara rağmen mizah yeteneğimizin ne kadar zengin olduğunu öğrendik. Ebeveynlerinin “ama çok tembel” dediği gençlerin; günlerce uykusuz, aç ve zehirli gaz saldırısı altında birer “superinsana” dönüşebildiğini öğrendik.
Güçsüz, kimliksiz denen kadınımızın zehirli gaz ve tazyikli su karşısında dimdik durabileceğini öğrendik.

Tepkisiz denilen bir kuşağın, özgürlükleri savunmak ve çevreye yapılan ağır saldırı karşısında ses vermek için apolitik kimliğini bir kenara bırakıp canla başla direnebildiğini öğrendik. Ununu eleyip ipe sermiş ve her fırsatta aşağılanan “yaşlıların” sokağa çıkıp, yılmadan yorulmadan gençlerle omuz omuza direnebildiğini öğrendik. Takma bacağını çıkarıp direnişe selam çakanların yıkılmadan dimdik durduğunu öğrendik. Evlerinden çıkamayanların gıda desteği, acil sağlık yardımı desteği, protestolarda tencere çalma görevlerine koştuğunu öğrendik. Sanatçı kimliğini bırakıp, vatandaş kimliğiyle alanlara koşup, gençlerle sabahlayıp, bilgi paylaşıp, provokasyonlara kapılmamaları için sakinleştiren, onlarla beraber gaz yiyerek destek olanları öğrendik.
Ve en güzeli de; emperyalist güçlere karşı Kurtuluş Savaşı’nı hangi ruhla kazandığımızı hatırlatan, hücrelerimizde saklanmış olan kodlarımızın varlığını öğrendik.
Hepinizi sevgiyle selamlıyorum güzel insanlar; işlerine gelmediği için her fırsatta aşağılamaya, suçlamaya çalışanlara tıkayalım kulaklarımızı, provokasyonlara itibar etmeyelim ve haklı direnişimizi yıllardır olduğu gibi onurla sürdürelim.


Egemenlik 101 yıldır kayıtsız şartsız “milletin” ve hep öyle kalacak!

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 101.Kuruluş Yıl Dönümü. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 23 Nisan tarihini; bu özel günü egemenliğimizi sonsuza kadar koruyacak olan çocuklara armağan ederek, milletimizin bağımsızlık uğruna verdiği muhteşem mücadelenin anılarının nesilden nesile aktarılmasını kolaylaştırmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti bir gecede kurulmadı. Karşılarına dikilmiş tam donanımlı emperyal ordulara rağmen Atatürk ve silah arkadaşlarının başardıklarını, küçük yaşlarımızdan başlayarak eğitimimizin her adımında öğrendik. Belki yeniden hatırlama zamanı gelmiştir.

“Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini ve kendi saadetini; memleketin, milletin saadeti ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur. “
25-26 Nisan 1922 Atatürk

“Milletin mukadderatını doğrudan doğruya üzerine alarak karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskaca bir varlık çıkaran meclisimizin, yiğit ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve bağımsızlık fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum. “
1922 (Atatürk’ün S.D. I, S.240)

Rahmetli dedemle birlikte Taksim Meydanı’na gider törenleri izlerdim çocukken. Uzun zamandır öyle görkemli kutlamalar ve törenler yapılmıyor artık, yasak. Hatta bir Taksim Meydanı da yok, vatandaşa yasaklanan granit ve beton yığını bir zevksizlik örneği var.

İçinizdeki çocukla birlikte 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı gönlünüzce kutlayın. Çocukları olanlar özellikle sizler; haydi hem siz, hem de çocuklarınız en güzel giysilerinizi geçirin üzerinize, birlikte şarkılar söyleyip oyunlar oynayın. Çocuklarınızla çocuk olun, onlara bu bayramın önemini ve neden çocuklara armağan edildiğini mutlaka anlatın. Ülkenin durumundan endişe ettiği hakkında sürekli söylenen ebeveynler, özellikle sizler haydi kımıldayın; varsın sokağa çıkmak yasak olsun, dışarı çıkmadan da eğlenilip öğrenilebilecek keyifli etkinliklerle hem çocuklarınıza, hem kendinize hatırlatın çocukluğunuzu.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, hepimize kutlu olsun.


Gençliğe Hitabe…

Ey Türk gençliği !

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet’i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK
20 Ekim 1927


İnsanın Kaynağı Kendi Ruhudur

Ruhumuzu yoran, yüreklerimizi daraltan zorlu zamanlardan geçiyoruz her birimiz. Gördüklerimiz, duyduklarımız ve okuduklarımız nefes almamızı zorlaştırmışken, çaresizce çırpınmak yerine ruhumuzu sakinleştirmenin, kaynağa dönmenin yollarını bulmalıyız. Kendimi sakinleştirmenin en kolay yolunun nefesime odaklanmak olduğunu öğrenmek yıllardır işime yarıyor. Bazen öyle şeylere tanık oluyorum ki, odaklanmakta zorlanıyorum. Hemen kulaklıkları takıp, ruhuma en iyi gelen müzik türü olan Bossa Nova melodileri dinlemeye başlıyorum. Uzun zaman önce okuduğum kitapların sayfalarını çevirip, ruhumu sakinleştiren satırlara kaptırıyorum kendimi. Aşağıda okuyacağınız satırlar da böyle bir yürek daraltan zamanda yeniden elime aldığım Ercan Kesal’ın “Cin Aynası” kitabının bir bölümünden alıntıdır. Şifa olsun okuyanlara da…

90 lı yıllar. Çağlayan Camii’nin hemen yanındaki iş merkezinin ikinci katına kurmaya çalıştığım polikliniğe röntgen cihazı gerekiyordu. Alçıpancılarla uğraşmaktan fırsat bulduğumda gazete ilanlarına bakıyordum. “500 mili amper, çift tüp, tek masa.” Gittim, gördüm. Cihaz eski ama işe yarar gözüküyor. En iyi tarafı da fiyatı. Pazarlığı bitirdik ve aldık aleti. Taşıma sürecinde anladım ama nasıl bir belaya bulaştığımı. Cihazı bulunduğu yerden benim merkeze taşımak için, Fatih’in karadan gemileri yürütme formülünü uyguladık. O kadar ağır ve biçimsiz. Neyse sonunda cihazın kurulup çalıştırımasına gelmişti sıra. Bu işleri o zamanlar İstanbul’da sadece bir kişi yapıyordu. Ömer Usta! Her zamanki sakin haliyle geldi, baktı. Aleti ilk görüşte tanıdığını hemen anlamıştım. “Hıı!” dedi, eski ve çok sevmediği bir dostunu, hiç beklenmedik bir yerde görmenin ruh haliyle. “Bu bizim Ukraynalı,” dedi. Sonra da bana dönerek birkaç cümlede açıkladı durumu: “Ecevit zamanında Ukrayna’ya kuru üzüm verdik, onlar da bize yirmibir tane röntgen cihazı verdiler. Bu senin alet de onlardan biri. Bir ara Denizli’deydi, demek buralara düşmüş.” Röntgen cihazından değil de, Sabahattin Ali hikayelerinin oturak alemlerine düşmüş geçkin kadınlarından söz ediyor mübarek. “İyi işte abi,” dedim, sıkıntımı belli etmemeye çalışarak. “Makine senin, çalıştır, ver bana, ” diye de devam ettim, kadının düşmüşlüğüne aldırmadan evlenmeye karar vermiş vicdanlı bir ses tonuyla. Ömer Usta cihazı iki günde kurdu. Sıra deneme çekimi yapmaya gelmişti ki beni çağırdılar. Kaset yerleştirildi, ışıklar kapandı, Usta düğmeye bastı. Hiçbir şey yok. Sağını solunu kurcalayıp bir daha, yok… Cihaz çalışmıyor. O gün akşama kadar uğraştı Ömer Usta. Cihaz çalıştırılamadı. Ertesi gün geldiğimde röntgen odasının zeminine kocaman bir brandanın serildiğini ve Ömer Usta’nın iki oğluyla birlikte bizim röntgen cihazini en ufak vidasına kadar parçalayıp yere serdiğini gördüm. Her parça numaralanıp, işaretlenmişti. Ara sıra yaptığım ümitsiz ziyaretlerin birinde Ömer Çoban’ın elindeki Kiril alfabeli bir şema kitabına bakarak cihazı yeniden ve baştan kurduğunu anladım. Bir hafta içinde, tüm parçaları hiç değiştirmeden ve müdahele etmeden elindeki şemaya göre bir araya getirdi ve beni de çağırarak düğmeye bastı. Cihaz çalışıyordu! “Bakın doktor bey. Biz bu cihaza hiçbir müdahelede bulunmadık. Ne yaparsak yapalım çalışmıyordu. Bu yüzden parçaladık ve yeniden kurduk, ama elimizdeki şemaya göre. O zaman çalıştı. Çalışmama sebebini bulamazsan boz, parçala ve kaynağına bakarak yeniden kur. Hiçbir şeyini değiştirmene gerek yok. O çalışır.” Psikanalitik bir süreçten söz ediyordu Ömer Usta. Duvarı yıkıp, taşları yeniden örmek gibi bir şeydi yaptığı.
“Rüyalarımızda başka bir dünya gördük, şu an yaşadığımızdan daha adil ve dürüst bir dünya. Bu hayali gerçekleştirmek, koltuklarımızda oturmak, evlerimizi aydınlatmak, mısır tarlalarımızda büyümek, çocuklarımızın kalplerini doldurmak, terimizi silmek ve tarihimizi iyileştirmek için harekete geçtik. Hepsi bu kadar. Tüm istediğimiz bu. Ne daha fazla, ne de daha az. Şimdi yolumuzda doğru ilerlemek için kalplerimize soruyoruz.” demişti Subcomandante Marcos…

Rüyalarımızı kalplerimizden başka soracağımız hiç kimsemiz yok. Odamızın ortasına düşen güneşin farkında mıyız? Yolumuzu kaybetmişsek, kaynağa dönmemiz lazım. İnsanın kaynağı kendi ruhudur. O halde kaynağa ruhumuza…

Cin Aynası, Ercan Kesal – 2016 İletişim Yayınları

 

 

 

 

(Yazının başında gördüğünüz fotografı, 2017 Eylül ayında Ayvalık Artur’da Cemile arkadaşımın evinde konuk olarak kaldığım günlerden birinde, akşamüstü yürüyüşüm sırasında çekmiştim. Huzuru simgeleyen en güzel anlardan biri olduğu için yazıya eşlik etmesini istedim.)


Gençliğe Hitabe

 

Ey Türk gençliği !

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet’i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK
20 Ekim 1927


Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü Saygıyla Anıyoruz…

Atatürk’ü yok sayanlara, adını ve yaptıklarının izlerini silmeye çalışanlara inat; sözlerini ve öğrettiklerini paylaşmaya devam.

“Büyük olmak için hiç kimseye dalkavukluk etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın.

Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin.

Herkes sana karşı çıkacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır, fakat sen buna dayanıklı olacaksın, önüne sonu gelmeyen engeller çıkacaktır.

Kendini büyük değil; küçük, zayıf, kimsesiz ve araçsız kabul edecek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanmış olarak bu engelleri aşacaksın.

Bundan sonra da sana “BÜYÜKSÜN” derlerse bunu söyleyenlere güleceksin!. “

Mustafa Kemal Atatürk


29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun

29 Ekim 2020, Cumhuriyetin ilanından bu yana 97 yıl geçmiş. Kıymetini anlayabildiğimiz tartışılır bağımsız olmanın, anlayabilenlerin sayısı her geçen gün azalıyor.

Emperyalist devletlerin emir kulları eliyle silip yok etmeye çalıştıkları Cumhuriyeti; millet olmayı ümmet olmaya tercih edenlere inat, her zamankinden daha coşkuyla kutlayacağız.

Fikri ve vicdanı hür olarak yaşamamızı sağlayan Atatürk ve silah arkadaşlarını; kimsenin kölesi olmadan yaşayabilmemiz için kendilerini 7 düvelin askerine siper eden gazilerimizi ve şehitlerimizi minnetle anıyoruz.

Karşılarına dikilmiş tam donanımlı emperyal ordulara rağmen; Atatürk ve silah arkadaşlarının başardıklarını, küçük yaşlarımızdan başlayarak eğitimimizin her adımında öğrendik. Yeniden hatırlayalım:

“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her cüzütamı, bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her cüzütam ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki cüzütamın çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.” (1920 Atatürk)

“Biz bir amaç takibediyoruz. Bu amacımız öteden beri muhtelif vesilelerle ifade edilmiştir. Ben şimdi de onu tekrar ediyorum: Milletin, devletin bağımsızlığını muhafaza etmek. Bunun içinde namus ve şeref tamamen yer alacaktır. Müstakil olarak milletimizin muayyen hudutlar dâhilindeki tamamiyetini muhafaza etmektir. Bunun için muharebe ediyoruz. Efendiler; memleketimizin ellide biri değil, her tarafı tahribedilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa, biz bu topraklar üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız. Bundan dolayı iki karış yer işgal edilmiş, üç beş köy tahrip edilmiş diye burada feryada lüzum yoktur. Ben size açık söyliyeyim; efendiler bazı yerler işgal edilmiştir bunun üç misli daha işgal edilmiş olunabilir. Fakat bu işgal hiçbir vakitte bizim imanımızı sarsmayacaktır.” (1920 Atatürk)

“Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini ve kendi saadetini; memleketin, milletin saadeti ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur. “ 25-26 Nisan 1922 Atatürk

“Milletin mukadderatını doğrudan doğruya üzerine alarak karamsarlık yerine ümit, perişanlık yerine düzen, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskaca bir varlık çıkaran meclisimizin, yiğit ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve bağımsızlık fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum. “ 1922 (Atatürk’ün S.D. I, S.240)


30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun

Son yıllarda unutulması için epey uğraş verilen 30 Ağustos; Türkiye Cumhuriyeti’nin “Ulusal Bayramı” dır. İlk kez 1923 yılında kutlanan, 1935 yılında resmileşen bu bayram; Dumlupınar’da zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni anmak için kutlanan bayramdır. Mustafa Kemal Atatürk’e, silah arkadaşlarına ve onların komutasında savaşmış askerlerimize şükranlarımızı sunduğumuz bayramdır.
30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının, işgal kuvvetlerinden geri alındığı gün olarak kutlanır.
Kutlamak için kimsenin iznine ve icazetine de ihtiyacımız olmayan bu bayramda; hangi ülkede yaşadığınızı, bu topraklar için şehit olan aile büyüklerinizi, ne şartlarla başarılan ve bizlere neredeyse altın tepside sunulan bu özgürlüğü nelere feda edebildiğinizi yeniden düşünün.
30 Ağustos Zafer Bayramımız hepimize kutlu olsun.

“Beni inkar edeceksiniz…Hatta büştanla (iftirayla) yad edeceksiniz. Hint’e, Yemen’e ve Mısır’a giden fikirlerim, orada filizlenerek gelip sizi boğacaktır.”

Mareşal Gazi Mustafa Kemal 8 Mart 1929


Sayfalar:12345678