:::: MENU ::::
Browsing posts in: Beğendiklerim

Hüseyin Başkadem’i tanır mısınız?

Ben tanıdım. 2003 yılında; değerli dostum Can Sağdıç ile bir görüşme için yine oradan oraya koştururken, Beyoğlu’nda ayaküstü tanıştım Hüseyin Başkadem ile. Bana tanıtıldığı an ismini aklıma yazdım. Afyon’a ve müziğe sevdalı bu öğretmeni, her yıl mutlaka bizleri bilgilendirdiği ve davet ettiği festival haberleriyle takip ettim. Elimden geldiğince yakın çevreme duyurmaya çalıştım. Ne zaman arasa “tamam yine güzel bir festival müjdesi var” diyerek heyecanla sarıldım telefona.

1968’de Afyonkarahisar’da doğup, orada büyüyen Hüseyin Başkadem; İTÜ Devlet Konservatuarı’ndaki eğitiminin ardından yüksek lisansını yapmak için İngiltere’ye gitmiş. Türkiye’ye dönünce, gençlere klasik müziği ve caz müziğini sevdirmeye çalışmış. Afyon’a vefa borcunu ödemek için her hafta trenle bu kente gidip ders veren Başkadem, 2001 yılında Afyon’un ilk caz festivalini düzenlemiş. Yetinmeyip, 6 ay sonra bir de klasik müzik festivalini Afyon için kurgulamış.

Ud, tambur, akerdeon ve piyano çalan; öğrencilik yıllarından beri kurduğu gruplarla müzik yapan Hüseyin Başkadem’in, gramofon ve fotoğraf makinesi koleksiyonu da var. Zeki Müren’in, Müzeyyen Senar’ın, Hamiyet Yüceses’in taş plaklarını biriktiriyor.

Hüseyin Başkadem yıllardır binbir zorlukla Afyon’da biri klasik müzik, diğeri caz olmak üzere iki festival düzenliyor. Başkadem bunları yaparken, sanatçılara tek tek ulaşıyor, insancıl ve dürüst yaklaşımıyla onları Afyon’a getiriyor. Ayrıca bu sanatçıların köy okullarında okuyan çocuklarla tanışmalarını ve oralarda konserler vermelerini de sağlıyor.

Hakkında sayfalar dolusu yazı ve methiye olması gereken bu muhteşem öğretmene; Hüseyin Başkadem’e , yolun açık olsun Üstadım diyor ve başarılarını keyifle izlemeye devam ediyorum.

ÖNEMLİ GÜNCELLEME :

Ekonomik zorluklara, salgın kısıtlamalarına rağmen, Afyon Caz Festivali’nin bu yıl yirmibirincisini de gerçekleştirmiş sevgili Hüseyin  Başkadem.

Yazıda kullandığım güncel fotografı aldıgım link  https://www.hbrma.com/kultur-sanat-haberleri/7351646/21-afyonkarahisar-caz-festivali-basladi

 


Xing’den zarif bir armağan…

Gün boyunca dışarıdaydım bugün. Önce Cankız Onur Kum, Devrim Altaylı ve bize sonradan katılan Burak Dönertaş‘la keyifli bir toplantı ve leziz bir öğle yemeği. Daha sonra bir başka dostla, Mayıs sonu düzenlenecek toplantının lojistik detayları için mekan gezme ve bilgilenme. Soğuk ve yağıştan kaçıp annemin evine sığındığımda epey yorulmuştum. Bilgisayar başına geçtim ve mesajları incelerken Xing’den gelen mesajın başlığı ilgimi çekti, nedir acaba diye okumaya başladım. Çok zarif bir armağan, aslında daha çok kişiyi Xing kullanıcısı yapma yolunda bir promosyon da denebilir. Xing’e davet ettiğim bir arkadaşım standart kullanıcı yerine premium kullanıcı olmayı seçince, bana da 1 aylık premium kullanım kazandırmış. Zarif bir jestle, daha çok kişiyi davet edip kullanımı arttırma yönünde başarılı bir sistem. Teşekkürler Xing, nazik armağanınızı keyifle kullanıp, yeni üyeler eklemeye çalışacağım. Bakalım sayı artınca neler kazanacağım 🙂


Neyzen’den…

Kör cehalet çirkefleştirir insanları !
Suskunluğum asaletimdendir. ..
Her lafa verecek bir cevabım var…
Lakin bir lafa bakarım laf mı diye,bir de söyleyene bakarım Adam mı diye…

Neyzen Tevfik


7 isim, 7 yabancı ve bir sır… 7 Pounds

9 mart pazartesi akşamı, Warner Bros’un salonunda 7 Pound filminin ön gösterimine gittim. Filmleri herkesten önce izleme keyfi yanında, dostlarla hasret gidermek, söyleşmek de var, pek keyifli oluyor. Uzun zamandır kaçındığım türde bir filmdi 7 Pounds. Ağır bir dram. İlginç kurgusu, benim pek hoşlanmadığım kamera hareketleri olmasına rağmen merakla izledim. Filmi izlerken hep şükretmek gereği duyuyorsunuz. Sağlıklı ve mutlu olmanın ne önemli bir değer olduğunu fark edip. Will Smith dışında Rosario Dawson, Woody Harrelson ve Octavia Spencer vardı perdede, izlemeyi sevdiğim oyuncular hepsi. Will Smith henüz yeni yetmeyken çevirdiği The Fresh Prince of Bel-Air” ile aklıma kaydettiğim bir oyuncuydu. Woody Harrelson‘u da uzun yıllar önce Cheers adlı dizide keşfetmiştim. Ebleh ve sıradan genç rolünde olağanüstüydü. Rosario Dawson ise ilginç bir fiziğe sahip olmasıyla “Josie and the Pussycats” filminde dikkatimi çeken bir oyuncu. Hani güzel mi çirkin mi karar veremezsiniz, ama bir türlü de gözünüzü alamazsınız, işte öyle biri. Ve şirin tombulum Octavia Spencer, ona da “Miss Congeniality 2: Armed & Fabulous” filminde hayran olmuştum. Gözlerini devire devire konuşması çok komikti. Üzerine yapışan hemşire rollerinden biriyle beyazperdeye yansımış yine. Vizyona girdiğinde izleyin, hayatı sevmeyi, dikkatli yaşamayı ve cep telefonunuza kulaklık almayı öğreneceğinize kesin gözüyle bakıyorum.


Four Seasons Bosphorus. Boğaz’ın yeni ve güleryüzlü 5 yıldızlısı…

ÖNEMLİ BİR NOT: Değerli okur, sadece otelden memnun kalmış bir müşteri olarak yazdığım yazıya, zaman zaman otelle ilgili yakınmalar ve sorular gelmesi üzerine bu uyarıyı ekleme ihtiyacı duydum. Otel yetkililerine erişmek için kullanabileceğiniz adres ve telefonlar için buraya tıklayınız

Four Seasons Bosphorus son zamanlarda rastladığım en güler yüzlü ve en kibar personele sahip işletme. Uzun yıllardır işim gereği hem Türkiye’de hem dünyanın bir çok ülkesinde çeşitli otellerde hem çalıştım, hem ağırlandım. Hizmet sektöründe çalışanların genel sorunu bir süre sonra yaptıkları işe yabancılaşmalarıdır. 5 yıldızlı pek çok otelde, bu sorunu aşmak ve “aidiyet duygusu” sağlamak için çeşitli eğitim ve ödül sistemleri vardır. Four Seasons Bosphorus’un avantajı belki de yeni bir otel olması. Dikkatimi çeken bir başka özellik de servis elemanlarının çoğunun güler yüzlü kadınlar olmasıydı. Dış kapıdan başlayarak, kendinizi gerçekten “konuk” hissetmenizi sağlayan bir çaba var herkeste. Üstünüze basmayan dekorasyon, detaylardaki özen ve temizlik hissi harika. Çevreyi görüntülemek istediğimde; eğer iç mekan ise sadece bir kaç kare alabileceğimi kibarca belirttiler. Çok mantıklı bir istek aslında. O kadar masraf edilerek düzenlenmiş bir mekanın, amatör kamera ile görüntülenmesine sınır koyarak, bu konuda en iyi fotoğrafçılardan aldığı hizmetle çekilmiş fotoğraflarla tanıtılmak istemeleri çok haklı bir sebep. Alabildiğine gözünüzün önüne serilmiş muhteşem İstanbul manzarasına sahip bahçede ise görüntü almak serbest. Havanın basık, yağmurlu ve puslu olması nedeniyle, çektiğim kareler pek keyifli değil ne yazık ki. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. Özellikle güneşli bir havada bahçenin keyfini çıkarmayı unutmayın.


Kurumsal Varlık Yönetimi deyip geçmeyin. Bu kriz ortamında işletmenizde en büyük yardımcınız olabilir.

Bu sabah; Boğaziçi Yazılım ve IBM iş ortaklığıyla düzenlenen bir toplantıda,
işletmelere kurumsal varlıkların performansını artırırken toplam maliyeti
düşürmenin ipuçları sunuldu. Boğaziçi Yazılım Genel Müdür Yardımcısı Nilgün
Bökeer’in yaptığı kısa açılış konuşmasından sonra mikrofona, Doğu Avrupa Tivoli
Satış Yöneticisi David Baugh geldi. 

Bizlere IBM’in geliştirdiği yazılımlarla 20 yıldır
sektör lideri olduğunu belirtti. Kısaca Tivoli ve Maximo konularında bilgi
aktardıktan ve şirin bir “teşekkür ederim” den sonra sahneyi daha detaylı bir
sunum için IBM Doğu Avrupa Satış Direktörü Bartosz Soroczynski’ye bıraktı.

Soroczynski; bizlere “Demirbaş ve Servis Yönetiminde Yeni Trendler” başlıklı
sunumunda, ürün geliştirmeleri, ürünlerin ne gibi popüler hedeflere hizmet ettiği
ve önümüzdeki günlerde neler olabileceğini anlattı. Daha sonra Boğaziçi Yazılım
Satış Temsilcisi Onur Ünver geldi mikrofona ve “Bakım Yönetiminden Servis
Yönetimine” başlıklı sunumuyla ilginç notlar paylaştı. Maximo’nun geçmişten
günümüze kullanımı, varlık yönetimi, envanter yönetimi, yedek parça yönetimi,
satın alma ve iş emri yönetimleri gibi işletmelerde akışı yavaşlatan ve varlık
yönetimini engelleyen aksaklıklara çözümler getiren son sürüm v7.1 den söz etti.
İlgimi çeken bir rakamı sizlerle paylaşmak istiyorum, dünya üzerinde şu anda 170
trilyon dolardan fazla varlık bulunuyormuş. Rakamı söylerken bile ürkütücü geldi
bana. Bir de efektif yönetilmediğini düşünürseniz durum daha da korkunçlaşıyor.
Hoş bir manzara eşliğinde verilen kahve molası sonrasında sahnede Eti Grup’ta
uygulanan Maximo projesini anlatan ETİ Grup Bakım Sistemleri Şefi Özgür
Kakmacı vardı.

Philips’te çalıştığım yıllarda büyük işletmelerdeki maliyet,
zamanlama yönetimi gibi konularda uzmanlaştığım için bu bölüm çok ilgimi çekti.
Dinlediğim her çözüm, bana erken doğmuş olduğumu bir kez daha hatırlattı.
Özgür Bey; varlık yönetiminin getirdiği avantajları, sistemin genel yapısını ve
Maximo’nun bu sistem içinde ne gibi avantajlar oluşturduğunu anlattı. Bu başarı
hikayesiyle, bizlere, kendi organizasyonlarında yaşanan sorunların benzerlerinin
nasıl çözüldüğü, çok karışık ve uygulanamaz gibi düşünülen projelerin daha önce
başarılı bir şekilde nasıl tamamlandığı ve entegre bir çözüm içinde ne gibi donelere
önem verilmesi gerektiği gösterdi. Ve öğle yemeği… Four Seasons Bosphorus’un
ödüllü şeflerinin, sanat eseri gibi hazırladığı leziz yemekleri yerken hem sohbet
ettik hem de muhteşem İstanbul manzarasının keyfini çıkardık. Boğaziçi
Yazılım’dan Mesude Pamuk, Turkcell’den Akın Arıkan ve Nevin Yüksel, Çimtaş’tan
Kerim Mimaroğlu ve Marjinal Porter Novelli’den Serpil Güzel Ün ile paylaştığım
masada uzun süre teknolojideki yenilikler ve nerelere gidebileceği , İstanbul’un
güzelliği, yağmurlar üzerine söylrştik. Söz dönüp dolaşıp yerel seçimlere geldi.
Yaşanan görüntü ve gürültü kirliliği hepimizi çok rahatsız ediyordu. Ama en
önemlisi hepimizin ortak endişesinin oy vermeye değer bir aday bulamamış
olmamızdı. Adayların programlarının yetersizliği hepimizi tedirgin ediyordu.
Yemekten sonra başlayan ikinici bölümde, IBM Tivoli Yazılımı Satış Uzmanı Çağlar
Uluğbay tarafından ITIL (Bilgi Teknolojileri Altyapı Kütüphanesi) süreçleri hakkında
bilgi verildi. Uluğbay, sunumunda, bizlere ITIL teknolojisinin neden çok önemli
olduğunu, ITIL süreçlerinin genel olarak ne gibi konularda işlediğini, bu süreçlerin
uygulanmasıyla ne gibi avantajların sağlanabileceğini ve bu süreçlerin tamamının
ya da belli bir kısmının nasıl bir proje dahilinde uygulanabileceğini aktardı. Bu
terimi ilk kez duyduğum için heyecanla ve ilgiyle dinledim, onca yemeğe rağmen
dikkatimin dağılmayacağı kadar ilginç bir konuydu. Daha sonra tekrar mikrofonu
alan Onur Ünver, genel olarak servis yönetimi bölümlerinden bahsetti. Sunumda,
servis yönetiminin ITIL tabanı kullanılarak ve Maximo desteğiyle nasıl
uygulanabileceği, tek tek uygulamanın en önemli avantajları ve ne gibi faydalar
sağlayabileceği, servis masası ve servis kataloğu kavramları, sık rastlanan ve çok
zaman alan problemlerin nasıl otomatikleştirilerek çözülebileceği anlatıldı. Ayrıca,
uçtan uca servis yönetiminin yanı sıra varlıklar ve bilgisayar entegrasyonu
arasındaki ilişki de ele alındı. İtiraf edeyim beni aşan bir sunumdu. Onlar canlı
demoya geçerken ben de ev sahiplerine teşekkür edip ayrıldım.


Çikolata Büyücüsü’nden mektup var…

Defnem için yazdığım yazıyı sizlerle paylaşıp FF sohbetlerine devam ederken posta kutuma bir mesaj düştü. “İremim Pirensesim” Defnem’in annesi, dalgıç, mağaracı, kayakçı, yüzücü, gurme, ve mutfakta müthiş büyücüye dönüşen pasta ustası. Bir duyurusunu paylaşmıştı tüm dostlarıyla, ben de sizlerle paylaşmak istedim. Noktasına virgülüne dokunmadan ekliyorum. Bloguna girip yaptığı pastaları mutlaka inceleyin her biri sanat eseri gibi.

Merhaba,
Bir çoğunuz belki zaten biliyorsunuz ancak bilmeyenler için ufak bir bilgi notu geçmek istiyorum.
Defne doğduktan sonra çalışmaya ara vermiş ve vaktimin tamamını kızıma ayırmıştım. Defne 26 Mart’ta 4 yaşını dolduruyor; artık kocaman bir kız oldu hatta bana mutfakta yardım bile ediyor 🙂 Ben, iş hayatına tekrar dönsem ama nasıl dönsem diye düşünürken, çok değerli bir arkadaşımdan gelen “Doğumgünü Pastası Siparişi” hayatımın akışını değiştiriverdi.

O siparişin arkası geldi ve kendimi bir anda “Tasarım Pastalar” dünyasının içinde buldum. Denizkızları, Ejderhalar, Spidermanler, Dansözler derken bir de baktım hayaller gerçeğe dönüşüyor bu pastalarla. Kendimi hınzır bir büyücü gibi hissettim ve bir blog açıp yaptıklarımı çevremle paylaşmaya başladım.

İşte o blogumun adresi:

www.cioccolatomagico.blogspot.com

Kısaca fiyat bilgisi vermem gerekirse, Tasarım Pastalar’ın dilim fiyatları, istenilen tasarımın işçiliğine göre, 8-10TL arasında değişiyor; minimum pasta 10 kişilik oluyor.

Pastaları hazırlarken kabartma tozu dahil hiçbir katkı maddesi kullanmıyorum. Kullandığım malzemelerin mümkün olduğunca doğal, taze olmalarına dikkat ediyorum. Büyükler için hazırladığım pastalarda arzu edilirse Kanyak, Likör, Bailey’s, Viski vb. tatlandırıcılar kullanabiliyorum ama miniklerin pastalarında alkol kullanmıyorum tahmin edebileceğiniz gibi…

Hayalinizdeki tasarımları uygularken ise şekerhamurundan faydalanıyorum. Burada da piyasadaki en kaliteli gıda boyalarını kullanıyorum; sonuç olarak Defne’ye yedirmek istemediğim hiçbir pasta çıkmıyor mutfağımdan…

Sizlerden ricam, bloguma bir göz atıp çevrenizle de paylaşmanız… Kimbilir belki sizin de bir hayalinizi lezzetli bir pastaya dönüştürürüm…

Sevgilerimle,
Irem Durukan


Tokelau Adası’ndan, DOT TK’ya… İlginç bir iş fikri.

Tokelau adası ismini daha önce duydunuz mu? Ben duymamıştım, hem de eklediğim fotoğraftaki aşık olunası sahillere sahip olmasına rağmen. Dün sabah; Marjinal Porter Novelli’nin Sofa Otel’de ev sahipliği yaptığı, kahvaltılı bir toplantıda öğrendim bu ismi. DOT TK isimli Hollanda kökenli bir özel şirket Tokelau adasına ait “TK” uzantılı alan adlarını onlara asla gerekmeyeceğine ikna ederek satın almış. Yine bu toplantıda öğrendiğim üzere Türkiye; uluslararası arenada TK olarak tanımlanırmış. THY yollarının uçuş numaralarından kolayca anlayabileceğimizi belirten Dot TK CEO’su Joost Zuurbier, başımızın sevimli derdi Eurovision’da da TK olarak anıldığımızı belirtti. Keyifli ve kısa bir sunumla tanıttığı bu yeni hizmetle ilgili öğrendiklerimi paylaşmak istedim sizlerle.

Türkiye genelinde, toplamı 26 milyonu bulan internet kullanıcısına hitap eden 1600 web hosting şirketi ve internet servis sağlayıcısı bulunuyormuş. Dolayısıyla, host edilen web sitelerinin toplam sayısının internet kullanıcılarının sayısına oranı karşılaştırıldığında Avrupa bölgesindeki en düşük oran olarak ortaya çıkıyormuş.

Ülke     Internet kullanıcıları    Host edilen web siteleri    Oran

İngiltere    43,221,464    10,247,083        1 : 4
Almanya    55,221,183    17,516,164        1 : 3
Fransa    40,128,178    3,476,128            1 : 11
Hollanda    13,791,800    3,942,284            1 : 3
Türkiye    26,545,020    843,050            1 : 31

Dot TK uzantılı alan adları kayıt sistemi Dot TK Ceo’su Zuurbier, dünden başlamak üzere yedi gün boyunca öğrencilerin ve üniversite personelinin hiçbir ücret ödemeksizin DotTK alan adları alabileceklerini belirtti.
Dot TK’nın son altı ay içinde, Türkiye’de son derece önemli bir büyüme kaydettiğini de sözlerine ekleyen Zuurbier, bununla birlikte, Türkiye’deki internet kullanıcılarıyla karşılaştırıldığında Türk web sitelerinin oranının, bölgedeki diğer ülkelerin hala gerisinde olduğunu ekledi. Dot TK, alan adlarını ücretsiz dağıtarak web tasarımcılarını, web programcılarını ve sistem mühendislerini web sitesi kurmaya teşvik etmeyi amaçlıyorlar. Firmanın merkezi Amsterdam’da ve deneyimli personeli, her ülkedeki çok yedekli omurgaları ile, milyonlarca kayıt tutabiliyorlar.
Önemli not: Ücretsiz Dot TK kayıtları, üniversitelerde internet bağlantısı olan bilgisayarlardan yapılabiliyor; 5 Mart saat 00:00’da başlayan uygulama 11 Mart saat 23:59’da sona eriyor. Kampanya Nisan ayında da uygulanacak ve  5 Nisan saat 00:00’da başlayıp 11 Nisan saat 23:59’da sona erecek. Alan adı almak için yapılması gerekenler ise son derece basit: www.dot.tk adresine girerek alan adı (adları) seçiliyor ve ödeme yöntemi olarak da ücretsiz üniversite seçeneği işaretleniyor. Ücretsiz Dot TK alan adları bir yıl için geçerli oluyor. Ticari marka ve özel alan adları ise bu uygulamanın dışında tutuluyor. Kullanıcı başına en fazla bir alan adı alınabiliyor.


Sunumax …Bir başarı öyküsü.

Sadık Kocabaşa ile yaz başında bir e-tohum toplantısında tanıştım. Aşırı kibar saygılı ve çekingen bir genç adam bana Sunumax projesini anlatıyordu heyecanla, ben de her zamanki tavan yapmış hiperaktivitemle sözünü kesip “aa MsDewey” demiştim. O yine gözlerinin içi gülerek “aslında öyle değil” diye kibarca anlatmış ve zihnime not edilmişti. Daha sonra projenin görünmeyen kahramanı olan Cem Kocabaşa sahneye çıktı. Zekasının gözlerinden taştığı, ağabeyi gibi kibar ve güler yüzlü bu genç, bana iki kardeşin ileriki yıllarda dünyanın tanıyacağı işler üreteceğinin sinyalini verdi. Bu konularda pek yanılmadım. Garip bir “yetenek avcısı” radarım var. Neyin nasıl sinyal verdiğini henüz çözmedim, ama sanki çevrelerinde parlak bir hare görünüyor bu insanların. Yine bir e-tohum toplantısında bu iki şahane evladı yetiştiren anne ile de tanıştım. Duyduğu gurur onun da gözlerinden okunuyordu. Hızla yol aldılar, yeni müşteriler, CeBit gibi devasa fuarlar, başarılı duyurumlar ve e tohumun en başarılı 15 projesinden biri seçilmek. Sırası gelmişken buradan Burak Büyükdemir’e bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Enerjisi, güler yüzü, destekleri ve paylaşımlarıyla e-tohumu hepimizin hayatına soktu ve keyifle takip etmemizi, hatta hiç aklında olmayanların bile girişimciliğe soyunmayı düşünmelerini sağladı.  Dün akşam e-tohum toplantısında bize Sunumax’ı anlattılar. İki kardeş, hem neşeli hem de coşkuluydu, bu coşkularını bizlere de güzelce yansıttılar. Hepimizin yorumları, katıldığımız en eğlenceli ve keyifli toplantı olduğu yönündeydi. Yolunuz ve bahtınız açık olsun Kocabaşa kardeşler ve Sunumax

Burak Büyükdemir ile ilgili iki keyifli paylaşım daha eklemek istedim. Mutlaka tıklayıp izleyin.

http://www.webrazzi.com/2008/07/26/webrazzitv-burak-buyukdemir-ile-etohum-uzerine/
http://mserdark.com/web_dunyasi/girisimcilik-meselesi-ve-etohum


Görmekten ve görüntülemekten keyif aldığım binalar.

Teşvikiye, Maçka, Gümüşsuyu, Beyoğlu’nda ayakta kalmayı başarmış örneklerle bu mimariyi seviyorum ben. Yüksek tavanlar, eski ustaların sanat eseri gibi kartonpiyer çalışmaları, ince ve zarif işçilikler. Ne yazık ki, 50 lerden sonra topluma sıvaşan çarıklı zevki çok şeyi yok etti. Dışı btb ve cam kaplı alamet binalara tapan insanlarla doldu etraf. Yaparken bulunduğu şehre dokuya ruha uyar mı düşünülmedi, varsa yoksa rant ve köşe dönme telaşıyla iğrençlik abideleri doldurdu her yanımızı. Bu hafta içinde 3 kez bu binalarda görüşmelerim oldu. Bana hep, çocukluğumun bir bölümünün geçtiği anneannemin, Harbiye Radyoevi karşısında oturduğu yüksek tavanlı, muhteşem kartonpiyerli uzun koridorlu evi hatırlattı. Rahmetli dedeciğimin kucağına oturup, başrolünde benim olduğum, olağanüstü hayal gücüyle yarattığı hikayeleri dinlediğim günler gözlerimin önüne geliverdi. Gül ağacı parkeler, art deco tarzı küvet, tavana kadar pencereler ve hatta ferforje kafeslerle çevrili antika asansörler … Kısacası zevkle, sevgiyle yapılmış binalardı onlar. 50 lerde başlayan furyada ise rant ve para hırsı ön planda olduğu için gustosuz ve sevimsiz yapılar ortaya çıktı. 4 ve 5 şubat günleri çektiğim bir kaç fotoğrafı da ekledim yazıya sanırım sizler de bana hak verirsiniz. Asıllarına uygun olarak yenilenen Maçka Palas ve Akaretler Sıra Evleri zevksizliğe mahkum olmadığımızın delilleri.


Sayfalar:1...3435363738394041