:::: MENU ::::
Browsing posts in: Beğendiklerim

Sorular, cevaplar …

Sevgili Cihan Kaloğlu sorular hazırlamış, bolglarımızda cevaplayalım istemiş. Dün canım istemedi, baktım bu gün de savsaklamaya meyilliyim, zorla cevapladım.

“Karşına çıkan küçük fırsatların kaçının hakkını verebildin hiç sorabildin mi kendine? ruhunu okşayan o saniyeleri elinden kaçırmadan kaç kez sarabildin? Sonrasında ah keşke demediğin kaç fırsat var ellerinde? Geceleri sarılıp sarılıp uyuduğun kaç mutluluk var?”

Genellikle kalbimle mantığımı uzlaştırıp yaşamaya çalıştım. O nedenle “Ah keşke” dediğim bir tek fırsat oldu.  Yeni Zelanda’ya gidecektim, babam ve annemin hastalıkları engelledi beni. Hemen her gün “ah keşke” diyorum.
Geceleri sarılıp uyuduğum tek mutluluk ise, sağlıklı ve başarılı bir evlada sahip olma mutluluğum.

“Susup düşünmek mi zor, konuşup saçmalamak mı? Gidip de dönmemek mi zor, kalıp da yol gözlemek mi? Sorgulamak mı zor, yoksa kayıtsız kabullenmek mi? Giden mi terkeden aslında, yoksa kalan mı?”

Zor olan susup düşünmek tabii, hepimiz konuşup zırvalamıyor muyuz çoğunlukla.
Gitmek genellikle bir tercihtir, karar verdikten sonra da zor değildir. Kalıp yol gözlemek ise anlamsız; kendimizi oyalamamız gerek, eğer beklemek zorunluysa. Hem gelecek olana, hem de kendimize eziyete döndürmemeliyiz bu zorunlu süreci.
Kalanın bakışı açısına göre değişir terk edenin kim olduğu. Sakince kabullenmişse gideni, aslında terk eden o dur.

”Özeleştiri” kağıt kesiği gibi can yakabilir bazen… Mazeret üretmeni bitirebildiğin var mı?”

Mazeret üretiyorsan özeleştiriye yer açamazsın ki. Özeleştiriyi sindereceksen,  mazeretle arana mesafe koymalısın.


Kardeşinize böbreğinizi verir misiniz?

Salı akşamı Warner Bros’un ön gösterimindeydik dostlarla. Bu kez film hakkında bir linke bakmadan izlemeye karar verdim. İyi ki de öyle yapmışım. Yoksa konuyu okuyup, bu güzel ve anlamlı filmi izlemekten drama olması nedeniyle vaz geçebilirdim. Organ bağışı konusunun her an gündemde olması ve aklı başında her birey tarafından desteklenmesi gerekirken, ülkemizi karanlık günlere götürmeye çalışan yobazlar nedeniyle, her geçen gün darbe alan oluşumlara biraz da olsa yardımı olacaktır bu filmin. Hiç olmazsa her izleyeni sarsıp, ummadığı bir anda, kendinin ya da bir sevdiğinin başına böyle bir şey gelebileceğini anlayacaklar.    my sister

Gelelim filmle ilgili notlarıma. My Sister’s Keeper/Kız Kardeşimin Hikayesi filminin en önemli rollerinden birinde; Alec Baldwin ve Joan Cusack’ten, birlikte oynadıkları hemen her sahnede oyun çalabilen Abigail Breslin var. Hani şu “Little Miss Sunshine” ile Oscar’a aday olan küçük kız. Hasta abla Kate rolünde ise “Medium” dizisinde evin büyük kızını oynayan Sofia Vassilieva vardı ve oldukça başarılıydı. Her filminde hasetle izlediğimiz Cameron Diaz’ın nihayet boyunca çocukları olan bir anneyi canlandırması da pek hoştu, haince keyif aldım. Jason Patrick ailenin babasını oynuyor ve bana göre her zamanki sıradan oyunuydu. Kate’in kanser hastası sevgilisini oynayan Thomas Dekker‘i ise CNBC-e de gösterilen The Terminator-Sarah Connor Chronicles dizisindeki John Connor rolünden hatırlayacaksınız. Karizmatik ve hırslı avukat rolünde filmin acısını azaltan hınzır oyunculuğuyla Alec Baldwin yine çok başarılı. Joan Cusack ise kızının ölümüyle hayatında büyük yıkımlar olmuş bir hakimi canlandırıyor, o da hem duygusal hem de çok esprili bir oyun vermiş. Filmi izlerken bir anne olarak çok zorlandım, itiraf ediyorum çok da gözyaşı döktüm. Annelik zaten hep tercihlerden oluşan bir görev, ama böylesi bir tercih yapmak zorunda kalmasın hiç bir anne. Daha fazla ipucu vermeden sizlere filmin linkine buradan ulaşabilirsiniz deyip çekiliyorum.


Esma Sultan’da Nokia N97 partisi

Dün akşam dostlarla birlikte Nokia N97 nokian97 tanıtımının yapıldığı Esma Sultan Yalısı’ndaydık. N97 ile ilgili teknik bilgileri teknoloji yazarı dostlar ve deneyimleyenler zaten uzun uzun yazacaklar. Ben size bu güzel geceyi anlatmaya çalışayım. İstanbul’da, çalışmayı da davetli  olmayı da en sevdiğim mekandır. Uzun yıllar, çeşitli ürün tanıtımları ve düğün gibi organizasyonları hem düzenlediğim, hem de davetli olarak katıldığım ve her seferinde mutlu ayrıldığım bir tesis. The Marmara ekibi bizi yine çok leziz ikramlarla ağırladı. Tatlı büfesi uzun süre bizim manganın dilinden düşmeyecektir eminim 🙂 Sunipeyk Üstadın da düğün mekanı olduğunu ve Uğur Hocanın da en sevdiği yer olduğunu öğrendim. Bizleri kapıda karşılayıp gece boyunca güleryüzleri ve dostluklarıyla yalnız bırakmayan Marjinal ekibinden Burcu Kaptan ve Umut Ersoy’a çok teşekkürler. Ekibin diğer üyeleri de her zamanki gibi konuklarına güzel vakit geçirtmek için çabaladılar. Markalamaya yönelik çalışmalar çok başarılıydı, mekanda Nokia adını ve N97 yi görmeden geçeceğiniz hiç nokta yoktu desem abartmış olmam sanırım. Amaç en gelişmiş teknolojiyi anlatmaksa, çevre düzenlemesi bu işi gerçekten iyi başarıyordu. Kurulan ışık kulelerine bakınca Kenan Doğulu sahne alacak gibi görünse de; keyifle dinlediğim ve güleryüzüyle konuklarına değer verdiğini her fırsatta belirten Connor Pierce sahne aldı ve bizlere N97 ile ilgili bilgiler verdi.n97 konusma Connor Pierce’den önce söz alan Jose Luiz Martinez’in (Nokia Explore Kategori Başkan Yardımcısı ) yoğun latin aksanlı konuşması benim gibi bir hiperaktifin dikkatini toplamasına pek de yardımcı olamadı tabii 🙂 Martinez’in sözleri arasında dikkatimi çeken “interneti kişiselleştirebilmek ve ilgi alanlarımıza göre özelleştirilmiş bir deneyime dönüştürebilmemiz. İlk üç ay yalnızca Turkcell kullanıcılarının deneyimine sunulan N97 partisi Murat Uncuoğlu‘nun setiyle devam etti. Beni çok mutlu eden bu seçim, ne yazık ki geceye katılan davetli profili ve saati açısından çok yanlıştı. Sanırım Muncu’nun da en az keyif aldığı iş olmuştur. Resmi giyimli kadınlar ve erkeklerden oluşan konukların çoğu, müzik başlarken mekanı terk etti, diğerleri de sahneden uzakta sahil tarafında vakit geçirdi. n97 partisi 90 larda Maslak  2019 da izlediğim performanslarıyla hayranı olduğum, hala da fırsat buldukça takip ettiğim  Muncu’nun setinde; danslarıyla bana eşlik eden GFK, Ahmetim Bülentim ve Uğur Hoca‘ya teşekkürler. Bir ara ortamıza dalıp 80 lerde diskoya gitmiş rocker gösterisi ile bizleri kahkahaya boğan Meriç Kara çılgınını da atlamamak gerek. Özetle ben çok güzel vakit geçirdim, dostlarla söyleştim, teknolojik yenilikleri dinledim ve en sevdiğim DJ setiyle dans ettim. Daha da iyisi Şam’da kayısı der eskiler 🙂


Dostum Mira ve Larişko’ma mutlu yıllar…

Bu gün 2 ağustos Mira ve Lara Bayraktar’ın doğum günleri. Artık onlar 7 yaşında birer genç kız olma yolundalar.  LARA_MIRA_04 Daha dün gibi Niloşumun yolladığı bebeklik fotoğraflarına bakıp da zırıldadığım. Ne kadar hızla büyüdüler bana göre. Tabii Niloşuma ve dünya tatlısı Sevim’ime sormak gerek onlara da bu denli hızlı mı geldi büyümeleri.
Mira-Lara-NilHenüz dün gibi Arnavutköy’deki evde, Mira’nın emekleyerek yere yayılan örtünün dışına kaçıp koltuğun altına saklanması, Lara’nın onu göremeyince ağlamaya başlaması. Sanki bir kaç saat önceydi teraslı evde Mira’nın boynuma sarılıp “Dostum Mügeeeee” demesi. Larişko’nun nazlı nazlı göz süzüp kediyle oynayıp oynayamayacağını sorması.
Ve bu yaz, bir kaç gün önce çekilen fotoğraflarına bakınca, artık onların genç kızlığa doğru koşar adım ilerlediklerini görmek biraz hüzün verdi içime.
Niloşum ve Memo bu güzel prenseslerin hep iyi günlerini görün, ve karşılarına da hep iyi insanlar çıksın. İkisi de oldukça cilveli kızlar olacak, işiniz var biraz 🙂  LaraMira July09
Hepinizi sevgiyle kucaklıyor ve iki şirineye, gönüllerince yaşayacakları mutlu yıllar diliyorum.


En parlağından bir araba, ama kumandalı olsun…

Zaten yerlerde sürünen moralim biraz önce yaptığım telefon konuşmasıyla iyice perişan oldu. Sevgili Davut Topcan, “Her şeye rağmen yalnız değiller” projesi kapsamında, Yalova’da gittiği bir kanser hastası ziyaretinden sonra, yapmak istediği jest için destek istedi. Hasta 10 yaşında bir yavrucak, yaşıtları koşup oynarken o lösemi ile savaşıyor. Sarı saçlı, mavi gözlü şirin mi şirin yavrucak Davut’un da yüreğini yaraladığı için yanından ayrılırken ona sormuş “en çok ne sevindirir seni söyle bakalım?” Miniğim cevap vermiş “şöyle parlağından bir araba, kumandalı olsun ama” Davut’um da aramış ki, bir yerlerden ne yapıp edip buluruz acaba diye akıl almaya. ferrari Yüreğim eridi bir an; düşünsenize dostlar, 10 yaşında bu bebe, daha ne güzel günler yaşayacak cümlesini kurup kuramayacağmızı bile bilemediğimiz bir bebe. İsyan ettim bir an, eski güçlü günlerimde olmadığım için, hemen el atıp bu ihtiyacı karşılayamadığım için.
Kimi ararım ne yaparım diye düşünürken, sizler geldiniz aklıma. Evet sizlerden yardım istiyorum, elbet birinizden birinizin tanıdığı bir ürün yöneticisi veya pazarlama müdürü vardır oyuncak firmalarından birinde. Lütfen yardımcı olun; onlara ulaşıp karınca kararınca da olsa, Davut’un bu projesi kapsamında gideceği illerdeki minik kanser hastalarına verilecek oyuncaklara sponsor olsunlar. Biliyorum ki hepsinin bu tip işler için bütçeleri var. Saçma sapan TV programlarına, şımarık artist çocuklarına yağdıracakları oyuncak bütçelerinden azıcık kırparak bile bu işi başaracaklarını çok iyi biliyorum. Haydi dostlar, ne olur destek verin ve doğru isimlere ulaşabilelim.
kamyonetHediye verildiğinde onların yüzünün alacağı ifadeyi görmek ömre bedel. Yarın Davut’um o ifadelerden birine, kendi kısıtlı imkanı ile tanık olacak. Bir sonraki ziyaretinde yanında olalım, bizler de tanık olalım bu mucizeye.
Çocuklu dostlarım, sizlerden bu konuda daha çok destek bekliyorum, haydi bağlantılarınızı elden geçirin ve müjdeyi verin bize.


Catch The Train…

Bu akşam uzun süredir izlemediğim kadar hızlı tempolu bir film izledim.
The Taking of Pelham 1 2 3… Uzun yıllar önce aynı isimle izlediğim filme göre teknikler ve kamera oyunları daha fazlaydı tabii, ama oradaki Walter Matthau performansı unutulmazdı.  travolta
Silahlı bir grubun bir banliyö trenindekileri rehin alması üzerine kurulu olarak özetleyebileceğim filmde; Tony Scott’ın alışılmış kamera hareketleri ve görsellik yine ön plandaydı. Karakterler ustaca seçilmiş, olay örgüsü dantel gibi işlenmiş, son teknolojilerle çekilmiş araba sahneleri de eklenince oldukça keyifli bir seyirlik ortaya çıkmış.
Başrollerdeki Denzel Washington ve John Travolta çok da zorlanmadan rollerini yapmışlar sanki. Travolta’nın, FaceOff ve Swordfish’teki performansları daha başarılıydı diyebilirim. Yan rollerde de ünlüler resmi geçidi var. John Turturro polis arabulucusunu ve Luis Guzman da soygunculardan birini canlandırıyor. Bu ikili Anger Managment’ta yine birlikteydiler. James Gandolfini ise NewYork’un efsane belediye başkanı Rudolph Giuliani’yi gerçeğine çok yakın olarak canlandırıyor. Gerilim dozu ustaca ayarlanmış filmde, bir kaç yerde şirin sayılabilecek espriler de var.  denzel Spoiler olmasın izlerken fark edersiniz. Bu film vizyona girince izleyin. Sountrack albümünü listeme aldım bile soundtrack linkine şuradan, filmin orijinal web sitesine de şuradan ulaşabilirsiniz.
İyi seyirler.


BeniKoruyun.com, bunu bana borçlusunuz…

Sevgili Alev Durmuşoğlu‘nun yazdığı girdilerle tanıdım bu oluşumu.  BeniKoruyun.combenikoru3

Çocukların uğradığı cinsel istismarları engellemek, kamuoyunu bilinçlendirmek, bilgi paylaşımı gibi konularda başvuru kaynağı olan çok güzel bir çalışma. Lütfen inceleyin ve dostlarınızla paylaşın. Bu oluşuma destek olacak yetkinlikte herkese ulaşalım. Aile içi şiddet ve istismarlar ne yazık ki seslendirilmiyor.  beni koru Bu konuda da uyanık olalım, çevremizde bu durumda olan çocuklar bulunabilir. Siteden destek alarak onlara yardım edebilirsiniz.

İlginiz ve desteğiniz için teşekkürler.


The Hangover…

hangoverDaha önce belki onlarca benzer konulu film izlediniz, “bekarlığa veda partisi” etrafında dönen konulardan beslenen. İşte Hangover’da yine bu konu üzerine çekilmiş bir film, ama ne film. Anlatılmaz yaşanır diye bir cümle var ya tam bu duruma uygun işte.
Dizilerden ve filmlerden çeşitli rollerde izleyip, kimi zaman sevip kimi zaman kızdığımız aktörler bu kez bizi kahkahadan kırıp geçirmek için sözleşmişler sanki. Beni tanıyanlar bilir, film hakkında yazılan yazılarda spoiler görmekten de yazmaktan da hoşlanmam, o nedenle konuyu kısaca “damada hazırlanan sürpriz bekarlığa veda partisi sırasında olanlar” diye özetleyip, oyunculara odaklanalım.
Filmde rol alan pek çok ünlü yıldız var. Başroldeki 4 oyuncudan biri National Treasure filminde gözüme kestirdiğim Justin Bartha, kayıp damadı oynuyor. Alias isimli dizide tanıdığım pek çok filmde yan rollerde, bir çok dizide başrolde oynayan Bradley Cooper, damadın fırlama arkadaşı rolünde harikalar yaratıyor. Egzantrik kayınbirader rolünde Into the wild ve What happend in Vegas’taki rollerinden hatırlayacağınız çok yönlü oyuncu Zach Galifianakis var. Pısırık dişçi rolünü ise, bu güne dek oynadığı belirtilen hiç bir filmden hatırlmadığım, ama bu filmdeki performansıyla asla aklımdan çıkmayacak olan Ed Helms canlandırmış. Gelinin zengin babası rolünde Arrested Developement’ın üç kağıtçı babası Jeffrey Tambor var. Esrarengiz sarışın Jade rolünde The Guru ve Anger Management filmlerindeki performansıyla dikkatimi çeken Heather Graham vardı.
Film Las Vegas’ta geçtiği için aralarda pek çok ünlüyü de çerez kabilinden görebilirsiniz, tabii Mike Tyson dışında, o ciddi ciddi rol kesiyor.
Gelelim en favori oyuncuma Mr Chow’u canlandıran Ken Jeong bundan sonra adını gördüğüm her filmi izlememe neden olacak derecede iyi bir oyuncu, kırdı geçirdi beni performansıyla.
Tabii filmde önemli rolleri paylaşan şaşkın suratlı bir bebek, müthiş bir kaplan ile nereden geldiğini şu anda hatırlayamadığım bir de tavuk var.
Hem kahkahaya doymak, hem de arka planda çalan müthiş müziklerle (mesela; who let the dogs out) coşmak isterseniz bu filmi kaçırmayın. Filmin linkine buradan, fragmanına ise şuradan ulaşabilirsiniz.


Bir başka şehirden hatıralar…Lizbon

Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki bir diğer sergi de Lizbon’dan konuk olmuştu bizlere. “LİZBON Bir Başka Şehirden Hatıralar” sergisi, Portekiz Cumhurbaşkanı Anibal Cavaco Silva’nın Türkiye ziyareti sebebiyle düzenlenmiş. lizbon_2Kültürleri, dinleri, uygarlıkları ve kıtaları birleştiren Lizbon ile İstanbul’un benzerlikleri, ortak yanları gözler önüne serilmiş. Portekizli yazar Eça de Queiros 1878 yılında İstanbul ile Lizbon arasındaki benzerliği bir romanında kahramanının ağzından aktarmış. “Ne manzara diye haykırdı avukat. Ve hemen şehre övgüler düzmeye başladı. Kesinlikle Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biriydi ve şehre giriş ancak Konstantinopole ile karşılaştırılabilirdi.” Her iki şehir de su yüzeyinin böldüğü iki kıyı şeridiyle biçimlenmişler. Bu sergide de 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyılın başında yaşamış ünlü Portekiz’li sanatçıların eserlerini izleyebiliyorsunuz. praia_das_macas Benim favorilerim muhteşem duvar halılarıyla Almada Negreiros, Praia das Maçãs tablosuyla Jose Malhoa ve ışığı mükemmel yansıtan Largo de Menino de deus tablosuyla
http://www.fineoldart.com/browse_by_essay.html?essay=577 Francis oldu. 14 Temmuz’a kadar gezilebilecek olan bu sergiyi kaçırmayın.


Türk resminin 70 yıllık serüveni…

7 Haziran Pazar günü, havanın güzelliğini görünce kendimi dışarı atıverdim. Bebek sahilinde hızlı bir yürüyüşten sonra, Emirgan Sütiş’te hafif bir kahvaltı yapıp, doğruca Sabancı Müzesi‘ne gittim.ssm-1 Hemen önümden kalabalık bir Fransız öğrenci grubu farkedip irkildiğimi gören görevli “dilerseniz önce köşkten başlayın, o arada grup turunu bitirmiş olur sergileri rahatça gezersiniz” dedi. Daha önce görmüş olmama rağmen yine de kalabalıktan sıkılmaktansa köşkten başlamayı tercih ettim.
Fermanlar, hat ve tezhip sanatının en güzel örneklerini inceledim. En üst katta gözüme ilişen asansörü görünce, rahmetli Sakıp Ağa’nın gözleri yaşararak söylediği bir sözü hatırladım “saymakla bitmeyecek param var ama oğlumun yürümesine yardım edemiyor” o muhteşem köşkün içinde yürüme sorunu olan evladı için yapılmış asansör, bana sağlıklı bir evlada sahip olduğum için şükretmemi hatırlatıyordu sanki. Boğazım düğümlendi bir an gözlerime yaşlar doldu, en önemli şey sağlık kabul ediyorum.
Köşkü gezip tekrar sergi alanlarının olduğu bölüme geçtim. İlk sergi “BATI’YA YOLCULUK – Türk Resminin 70 Yıllık Serüveni (1860 – 1930)” adını taşıyordu. Osman Hamdi Bey, İbrahim Çallı, Hüseyin Avni Lifij, Feyhaman Duran, Namık İsmail, Şeker Ahmet Paşa ve Halil Paşa’nın eserlerini son derece ustalıkla düzenlenmiş alanlarda izledim. Elimdeki broşürde, serginin küretörlüğünü Ferit Edgü’nün yaptığı belirtilmişti. 19. yüzyılın ikinci yarısından 1930’lu yılların sonlarına kadar uzanan dönemi temsil eden Osman Hamdi Bey ve çağdaşlarının tablolarını izlemek pek güzeldi. Her biri çok değerli olan tablolardan bir kaç tanesinin önünden ayrılmam pek de kolay olmadı. Tabii en önemlisi neden olduğunu asla bilemediğim şekilde ben etkileyen “Kaplumbağa Terbiyecisi” isimli Osman Hamdi Bey tablosu oldu.kaplumbaga-terbiyecisi Bu tablonun aslını daha önce Cadı ile Pera Müzesi’nde Akira Kourosawa sergisine gittiğimizde rastlantıyla fark etmiş ve yine uzun süre önünden ayrılamamıştım. Hüseyin Avni Lifij’in “Kız Kulesi”, Namık İsmail’in “Beyaz vazoda çiçekler “, Hüseyin Zekai Paşa‘nın yakacik“Yakacık” ve “Yıldız Parkı” isimli tabloları beni en çok etkileyenler oldu. 30 Haziran’a kadar sürecek bu sergiyi vakit yaratıp mutlaka gezmelisiniz.