:::: MENU ::::
Browsing posts in: Beğendiklerim

“İstanbul’da Bul” Mavi’nin armağanı ve canlanan anılar

Geçen hafta Mavi’den hoş bir armağan aldım. “İstanbul’da Bul” adındaki bu rehber; Mavi dostu ve Mavi çalışanı 89 kişinin, İstanbul’da bulunmaktan keyif almalarını sağlayan 228 noktayı biraraya getirerek düzenlenen, bu güne dek hazırlanmış en çok yazarlı kent rehberi olmuş. Okan Bayülgen’in  ürün koleksiyonu fotoğraflarıyla da renklenen bu güzel rehber, bende pek çok anıyı tetikledi.      
89 yılında 4 arkadaş kurduğumuz küçük ajansta hizmet verdiğimiz Hatemoğlu’ndan ayrılan, zarif ve kadim dost Alber Levaton ( toprağı bol olsun) yeni başladığı firmada bir reklam ajansı arayışında olduğunu söyleyince görüşmeye gittik. Sait Akarlılar ile tanıştığım günü unutmuyorum, eski bir İstanbul beyefendisi ve güleryüzlü bir reklamverenle karşılaşmak hepimizin hoşuna gitmişti. Erak Jeans adı altında ürettikleri son derece kaliteli denim pantalonların tanıtımı konusunda öneriler istenmişti ekibimizden. Heyecanlı her reklamcı gibi, bizim yaratıcı ekip de önce yeni bir marka yaratmak gerektiğine karar verip hamle etti, ama bu hamle müşteri tarafından “şimdilik” kaydıyla uygun bulunmayınca boyunları bükük, piyasada olan marka üzerine çalıştılar. Uzun süre gidildi, gelindi; Sait Bey’in o sıralarda yurt dışında okuyan çocukları yakınlarda olsaydı durum değişirmiydi bilemiyorum ama iş bize verilmemişti. Aradan yıllar geçti, bir gün bir ilan gördüm, çok ilgimi çekti, iz sürdüğümde Erak’ın ürettiği jeanlerin MaviJeans adı ile satışa çıktığını gördüm. Çok hoşuma gitmişti, çocuklar babalarını değişime ikna etmişlerdi.  Şimdilerde Türkiye’nin dünyada beğeniyle hatırlanan az sayıda markasından biridir “Mavi”.
Yıllar sonra, rakip bir dünya markasına iletişim danışmanlığı hizmeti verirken, üzerinde sürekli dirsek çürütülen bir konuda da Mavi güzel bir hamle yaparak, 70 lerin jean pantalon üreticisi “Kot” un ürün cinsi değil bir marka olduğunu anlatan güzel bir kitap serisi hazırlamış ve kalbimi kazanmıştır. Şimdilerde iz sürüyorum, İzzeddin Çalışlar’ın yazdığı ve Ara Güler’in fotoğrafladığı “Blucin” adlı ilk kitabın peşine düştüm. Hava ısınsın sahafların yolunu tutacağım.
Teşekkürler Mavi; hem rehber kitabım, hem hatırlattıkların, hem de nazik davetin için.


Girişimcilerin dikkatine; 30 ocak E tohum toplantısını kaçırmayın.

30 ocak günü, 2010 yılında desteklenecek 15 proje açıklanıyor.

Bu toplantıyı kaçırmayın. Hem gelecekte yıldızı parlayacak kişileri alkışlamak,  hem de E Tohum projesine gecesini gündüzüne katarak emek veren Burak Büyükdemir’le tanışma fırsatını kaçırmayın.

Burak Büyükdemir; güleryüzüyle herkese olumlu enerji veren, tatlı sert öğretmen, sevecen ağabey, usta yazar… birçok şapkayı aynı anda taşıyabilen ender başarılı adamlardan biri  ve bir o kadar da alçakgönüllü.  Tanıtım toplantılarına, eğitim kamplarına katılan isimlere bakarsanız anlayacaksınız ne kadar başarılı bir işe imza attığını. 50 ye yakın toplantı, binlerce katılımcı, 20 ye yakın üniversite etkinliği, 200 ün üstünde TV programı, girişimcilik kampları, eğlenceli etkinlikler ve daha neler neler. Kısacası yarın Bahçeşehir Üniversite’sinde yapılacak etkinliği kaçırmayın, görüş açınızı değiştirecek, belki de yeni ufuklara yol almanıza neden olacak kişiler tanıyacaksınız.

Detaylar için

E Tohum bilanço yazısı


Soul Kitchen, Whatever Works ve Sherlock Holmes. İzleyin, eğlenin

Sinemalarda “halk günü” uygulamasının devam etmesi pek iyi bir durum. Böylece görmek istediğim filmleri indirimli tarifeyle rahatça izliyorum. Geçtiğimiz haftalarda hem Whatever Works’ü hem de Soul Kitchen’i izledim.

Fatih Akın’ın son filmi üzerine pek çok yazı ve eleştri okudum. Fikrine güvendiğim arkadaşlarımın olumlu yazıları, izlediğim fragmanlar ve arka plandaki müzikler de film hakkında güzel ipuçlarıydı. Rahat izlenen bir film Soul Kitchen, hem de almanca olmasına rağmen. Oyuncuların performansları kadar filmin müziklerinin de etkisi büyük.

Fatih Akın filmlerinin vazgeçilmezi Birol Ünel’in canlandırdığı tırlak şef  Shayn Weiss , Soul Kitchen’in sahibi genç Yunanlı oyuncu, kiracı  yaşlı kaptan, ağabey rolünde Im Juli’nin sevimli oyuncusu Moritz Bleibtreu de başarılı portreler çiziyorlar. Sevgili rolündeki kız biraz sırıtsa da, filmin  geneline hakim olan “akıp gidiyor” duygusu sarıveriyor sizi izlerken. Herkes gibi ben de film sonrası, çıkışta filmin müziklerinin cd leri satılsaydı diye düşündüm.

Görsel  http://stanzedicinema.wordpress.com/2009/09/12/venezia-2009-ix-giorno-2/  adresinden alınmıştır.

Gelelim Whatever Works’e; yine sürenin nasıl geçtiğini anlamadığım filmlerden biri de bu. Bir Woody Allen filmi.  

Larry David; Seinfeld izlediğim günlerden takibe aldığım bir isim. Hınzır zekası, kastırmadan oynaması, oyuncu seçimiyle hep saygı duyduğum biri. ComedyMax kanalını izleyebildiğim zamanlarda Curb Your Enthusiasm dizisinden de büyük keyif alırdım. Film ve dizilerindeki kaba esprileri bile sükunetle izleten Larry David, bu filmde de arızalı birini canlandırıyor. Kendinden çok da farklı biri değil sanırım bu tiplemeler, o nedenle de daha yakın buluyor insan izlerken. Rol arkadaşlarından Patricia Clarkson‘ın performansı da pek iyiydi. Yüzünüzde gülümsemeyle vakit geçirmek istiyorsanız, çıktığınızda da dünyayı kurtarmış gibi hissetmeniz gerekmiyorsa kaçırmayın bu filmi derim.

Görsel http://rthktheworks.wordpress.com/2009/10/18/movie-review-whatever-works/  adresinden alınmıştır.

Ve geldik Sherlock Holmes’a. Sevgili Duygu Kutlu’nun öngösterim davetini görüp de sevinmediğim zaman pek yok ama bu film ile ilgili daveti gördüğümde evin içinde dans da ettim 🙂 Emir’in Boston’a dönüş uçağına bindiği günün akşamındaydı öngösterim. Bu kez ben ona nispet yaptım “senden önce izleyeceğim” diye 🙂 Aynı gün TED xReset toplantısına da katıldığım için çıkışta sevgili Doktor ile koştura koştura gittik Cevahir’e. Pek çok tanıdıkla kısa sohbetin ardından, yerlerimize kurulup izlmeye başladık. Burada bir yakınmam olacak, ses sisteminin sınırlarını zorlamak gerekmeyen filmlerden biriydi Sherlock Holmes, hangi akla hizmet ses düğmesi sonuna kadar itiliydi anlamadım açıkçası. Ama Robert Downey JR ve Jude Law gibi adamlar perdeye yansıyorsa, pek çok şey anında siliniveriyor 🙂 Her ikisi de yine çok iyiydi. Ama Robert Downey JR. küllerinden yeniden doğmanın tadını dibine kadar çıkartmıştı bu filmde de. Kötü adam rolünde Stardust’ın Septimus’u Mark Strong döktürüyordu yine. Filme renk katan Holmes’un gözdelerinden Irene Adler rolünde de Red Eye’da bizleri gerim gerim geren Rachel McAdams var. Vizyondan kalkmadan izleyin, eğleneceksiniz.

Görsel  http://lamoviedriver.blogspot.com/2009_12_01_archive.html adresinden alınmıştır.


3 boyutlu bir masal: Avatar

Emirim yılbaşı öncesi geldiğinde, Avatar fırtınası yeni başlamıştı. Herkes birbirine giriyor, kan gövdeyi götürüyordu. GS-Fener taraftarlarının ağız dalaşını izler gibi dehşet içinde izliyordum olup biteni. Öngösterime gidenlerin ve vizyonda izleyenlerin büyük bölümü filmi yerden yere vuruyordu. Merak ettiğim, ne bekliyorlardı da neyi bulamadılar. “Senaryo zaten Pocahontas”, “Cameron yapa yapa bunu mu yapmış”, “ben zaten öbür Avatar sanmıştım hayal kırıklığına uğradım” gibi gibi. Sanki haftalarca yer gök inlemedi mavi yaratık fotoğraflarıyla, nasıl karıştırılır ki The Last Airbender ile. Ayrıca bu muhabbet; aylar önce Coca Cola’nın kısa öngösterimi sonrasında da günlerce konuşulmuştu. O kısacık gösterimde gördüklerim bana görsel bir şölen vaad ediyordu. İşte sırf bu nedenle yazılanları okuyup etkilenmemeyi tercih ettim. Hem zaten sinema dediğin, eğlenmek ve keyifle vakit geçirmek için gidilen bir yer değil midir?  

Nihayet haftalar sonra, uygun bir seansa ve film izlemeyi sevdiğim en arkadan bir sıra önde yer bulup bilet almıştı Emirim, heyecanla Cevahir’in yolunu tuttuk. Ben sürekli neden İstinye Park’a gitmediğimizi sorgularken bana “darılma ama ben arkadaşlarımla gitmiştim, seninle bir kez daha izleyeceğim” dediğinde üzüldüm, ama teknolojinin içinde dolaştığı için bana rahat izleme şansı veren bir sinemaya götürdüğüne de ikna oldum. Gerçekten de Cevahir Megaplex’in kırmızı, ortası alengirli üç boyutlu gözlükleri sayesinde baş ağrısı vs hissetmeden keyifle izledim filmi. Beklentim yoktu, aşağı yukarı ne göreceğimin ipuçları verilmişti aylar önce. Ama bu kadar keyifle izleyeceğim bir “dijital masal” da beklemiyordum. Renkler, detaylar, yaratıklar, makineler, karakterler hepsini sevdim. Filme veryansın edenler, beğendikleri filmleri 86 kere izleyebilenler neden Pocahontas tadında bir dijital masalı daha izleyememişlerdi acaba.

Filmde tek içime sinmeyen nokta; proje yöneticisi profesör kadının fosur fosur sigara içmesiydi. 2200 lü yıllara yaklaşılır, teknolojinin zirvesine varılır ama bilim adına gözünü budaktan sakınmayan, doğa aşığı kadın ortalığı dumana boğarak dolaşır sahnelerde. İşte tam burada sigara lobileri devreye giriyor ve Cameron’a yıllarca beklediği maddi desteği veriyorlar. Böylece çoluk, çombalak gidilen sinemada, örnek insan olarak alkışlanacak profesör neredeyse kulağından duman çıkartarak dolaşır. İşte her şey içime sindi de bir buna takıldım kaldım ben. Son yıllarda zaten filmlerin en büyük destekçilerinin sigara lobileri olduğu biliniyor. Dikkat edin pek çok dizi filmde de sigara baş rolde. Hatta şimdilerde TV kanallarında anlamsız buğulama tekniğiyle yok edilmeye çalışılıp film keyfimizin de içine ediliyor. Mad Men dizisinde sigara içmeyen kimse yok neredeyse. Çok rica ederim çıkıp da bana “ama o zamanları gerçekçi anlatıyorlar vs” demesin. Sigara içilmeden de çok güzel anlatılabilen dönem filmleri olmuştur.

Sigara lobileri hakkında çok şey biliyorum, çünkü bir zamanlar bu şeytanların içinde görev almıştım. Açık hava organizasyonu, sportif aktivite diye yutturmadık mı yıllarca insanlara Camel Trophy ile markayı. Marlboro boşuna mı sahiplendi yıllarca Formula yarışlarını. Sağlık kurulları gırtlaklarına çöktükçe, daha kolay zarar verebilecekleri film piyasasını keşfettiler. Ürün yerleştirmenin daniskasını yapıyorlar. Sigara sevdalıları pek kızacak okuduklarına ama gerçek bu dostlar, Şimdi bir de bu gözle izleyin bundan sonra filmleri dizileri, bakalım neler fark edeceksiniz.

NOT: Nette biraz arama yaptığımda bu konuya takılanın sadece ben olmadığımı da gördüm. Linkleri aşağıya ekledim. Tartışmalar unutulup gidecek tabii, her zaman olduğu gibi “Para konuşuyor”. Yazık…

http://www.prwatch.org/node/8805

http://virginiahughes.com/2010/01/04/botany-of-avatar/ http://www.worstpreviews.com/headline.php?id=16300

http://www.avatar-movie.org/photo/6470991/thread/3572955/Why+is+Sigourney+Weaver+smoking+in+Avatar%3F

Görsel   http://jade7163.wordpress.com/   adresinden alınmıştır. .


Starbucks’da Engel Yok…

Sevgili  Simto Alev’in yazısını aynen ekledim. Teşekkürler Simto, teşekkürler Starbucks.

Bundan birkaç ay evvel Özgür Alaz Starbucks‘ın LikeMind‘a sponsor olduğunu ve elde edilen gelirin tamamının yıl sonunda Tohum Otizm Vakfı’na bağışlanacağını duyurmuştu. (Sadece Ekim’de 263 içecek satılmıştı) Starbucks‘un elini böyle bir taşın altına iyi niyetle koyduğunu görünce aklıma gelen ilk şey “engelliler için de bir şey yaparlar mı?” oldu…

Özgür’ün de yardımıyla hemen (aynı tarihlerde) Starbucks ile iletişim kurduk. Onlar da erişim probleminin farkında olduklarını, mimari yapının hali hazırda uyumsuz olmasından da sıkıntı çektiklerini belirttiler. Ve hemen ilk müjdeyi de verdiler. Bir şubelerine engelli müşterilerin erişimi için bir zil takmışlar. Hedeflerinde bu projeyi büyütmek de varmış.

Bu konuda kısa bir iki e-posta trafiği yaşadık. Ben naçizane görüşlerimi ve deneyimleri, onlar ise yaptıklarını paylaştı. Ve ardından derin bir sessizlik çöktü. Ta ki birkaç gün öncesine kadar.

Starbucks bu konudaki çalışmalarını sürdürmüş. Şu an itibariyle 10 adet mazasına bu zillerden yerleştirmiş. İhtiyaç halinde bu zilleri kullanarak yardımcı olacak birilerini çağırmak mümkün. (bu uygulama yokken dahi ne kadar yardımsever olduklarını bizzat deneyimlemiştim.) İlk hedefleri Ocak ayı sonuna kadar İstanbul’da cadde üzerindeki tüm mağazalara bu zillerden takmak.  Projenin bir sonraki aşamasında ise belirli mağazalara erişimi kolaylaştıracak rampaların yerleştirilmesi var..
(Şu an zil takılan mağazalar: Suadiye, Caddebostan, Bahariye, Plajyolu, Çiftehavuzlar, Beyoğlu, Tünel, Galatasaray, Elmadağ ve Bebek.)

Böylece ilk kez zincir mağazalardan biri engelli erişimi konusunda gereken hassasiyeti gösterip çalışmış oldu. Umarım bir gün başkaları da bu yolda küçük de olsa bir adım atacak. Ben de o zamana kadar tek başıma gidebildiğim bir Starbucks mağazasında keyifle mocha’mı içeceğim…

Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.


İnternette hukuk, guguk olmasın

Öğle saatlerinde başlayan bilgilendirici, aydınlatıcı ve zaman zaman eğlenceli konuşmalarla geçen bir panele katıldım. İstanbul Barosu Bilişim Hukuku Merkezi; internetin getirdiği yeni hak ve özgürlüklerin, konunun uzmanları tarafından tartışılacağı tam günlük bir etkinlik düzenlemişti. Ada Kitabevinin alt katında yer alan salonda pek çok tanıdık sima vardı. Hemen yerimi alıp sevgili Gökhan Ahi’nin hoşgeldiniz konuşmasını dinlemeye başladım. Daha sonra açılış konuşmasını yapmak üzere İstanbul Barosu Başkanı Av. Muammer Aydın geldi kürsüye. O da günün anlamına uygun konuşmasını sunduktan sonra panelin ilk bölümü başladı. Bu bölümde moderatörler Webrazzi Arda Kutsal ve Özgür Uçkan hocamdı.  Tartışmacıların biri dışında (Mevlana Gürbulak Digital Age dergisi) hepsi hukukçuydu ve konu başlığı da “Hukuk mu İnterneti değiştirecek, İnternet mi hukuku” idi. Koç Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Bertil Emrah Oder’in akıcı konuşmasına hayran kaldım. İlk bölümün konu başlıkları :

• İletişim Özgürlüğü ve İnternet Erişimi

• Özel Hayatın Dokunulmazlığı, Mahremiyet Hakkı ve İnternet

• İnternet Üzerinde Düşünce ve İfade Özgürlüğü

• Bilgi Edinme Hakkı ve İnternet

• Dijital Aktivizm, Örgütlenme Hakkı ve İnternet

• Yeni Anayasal Hak ve Özgürlük Hareketleri: “Netdaşlık Hakları”

• Anonimlik hakkı

• E-Demokrasi, Yönetişim

Salondaki orta yaş üzeri hukukçu konukların çoğunun hala interneti algılayamamış olduklarını görmek azıcık üzse de, bu panelden sonra konuya daha ılımlı bakacaklarına inanıyorum. Özgür Hocamın coşkulu moderasyonuyla oldukça eğitici ve ilginç geçen ilk bölüm kısa bir mola ile bitti.

İkinci bölümde sahnede pek çok tanıdık vardı tabii 🙂 Sevgili Örtmenim Dr.Ebru Baranseli Sansüre Sansür adına , Korsan Partisi Hareketi adına sevgili İsmail Hakkı Polat ve Emre Sokullu’da Eylem 2.0 adına sahnedeydi, moderatörler ise Media Cat dergisinden Aşkın Baysal ve sevgili Yaman Akdeniz hocamdı. Bu bölümün konu başlıkları ise: 

• İnternet Sansürü ve İfade Özgürlüğü

• İnternet Sansürü ve İletişim Özgürlüğü

• İnternet Sansürü, Telif Hakları ve Bilgi Özgürlüğü

• Copyleft – Copyright

• İnternet Sansürü ve Bilginin Özgür Dolaşımı

• İnternet Sansürüne Karşı Çıkan Yeni Siyasal Oluşumlar

• İnternet sansürü ve Bilgiye Erişim Özgürlüğü

• İnternet Sansüründe Dijital Aktivizm

Bu bölüm hepimizin ilgiyle beklediği bölümdü açıkçası ve beklediğimiz gibi de oldukça hareketli geçti, hatta Müyap adına söz alan konuşmacının bazı sözleri, gerek konuklar, gerek online soru soranlar ve gerekse sevgili Sets’e epey söz hakkı verdi. Videosu kısa sürede link olarak eklenecektir. Konuşmacılardan Avukat Başak Purut, ben de dahil salondaki konuklardan en çok alkış alan konuşmacıydı. Yıllardır konuşulup hala bir şeylerin değişmemiş olmasından birey olarak bizlerin sorumlu olduğunda hepimiz hemfikirdik. Yaman Akdeniz Hocam’ın ustalıkla modere ettiği bu bölüm beklentilerimi karşıladı.

Özetle hukukun değil, internetin hukuku değiştireceğine olan inancım daha da arttı.

Teşekkürler Gökhan Ahi ve İstanbul Barosu Bilişim Hukuk Merkezi.


Sabancı Müzesi’nden bir Devletşah geçti…

Devletsah 215 aralık salı sabahı Sabancı Müzesi’nde yapılan Bizim Usul Makarna web sitesinin görücüye çıktığı toplantıdaydım. Selva Gıda yöneticilerinin, basının, blog yazarlarının ve konukların yoğun ilgisiyle kalabalık bir gruba sunum yaptı sevgili Devletşah. Hem ürünü denemek, hem de yüzlerce konuktan biri olmak onuruna sahip olarak erken haberdar olduğum bu site ve diğer tüm yenilikçi çalışmaları, 360 derece pazarlama anlayışını uygulama konusunda titizlenen Selva ekibini yürekten kutluyorum. Tabii onları bu güzel işleri yapmaya ikna eden ve her adımında emekleri olan Selim Tuncer hocam ve ekibine de teşekkürler.  Devletşah’ın esprili sunumu, çekimlerden hazırlanan kısa bir videonun sunumundan sonra Genel Müdür Mehmet Karakuş geldi mikrofona ve bizlere, yeni kampanyalarından ve ürünleriyle başarılı bir yıl geçiren Selva’nın 2010’da da farklılıklarıyla çok ses getireceğinden söz etti. Şu cümleyi de özellikle not almışım sizlerle paylaşmak üzere; “Biz makarnayı kendi damak tadımıza uygun tariflerle pişirip yemeyi öneriyoruz. Çünkü bizim damak tadımızın, ancak ‘bizim usul makarna’da ortaya çıkacağını biliyoruz”. Devletsah & Ugur Hoca @ Bizimusul Makarna Launch Daha sonra Devletşah sahneye Pazarlama Direktörü Ahmet Nurullah Güler ‘i davet etti. Sayın Güler ise bizlere, video blog yoluyla makarna tariflerini paylaşmanın tüketicilerin ilgisini çektiğinden söz etti. Ve benim için en can alıcı cümleyi kurdu. “Selva, 360 derece pazarlamaya inanıyor, sosyal ağlar, bloglar, sosyal paylaşım siteleri Selva’nın yeni iletişim alanları olacak” dedi ve kesinlikle kalbimi feth etti. Bütün bu olanlar web sitesinden canlı yayınlanıyordu toplantı süresince. Sunumlar ve konukların sahne almalarından sonra, çeşitli tariflere göre yapılan ve Selva ürünlerinden oluşan menüyü tatmak üzere yemek bölümüne geçtik. Kokular muhteşemdi ve çeşitler o kadar çoktu ki, kendimi yaramaz çocuk gibi hissettim. Masamız da çok şenlikliydi. Sevgili Şule ve Uğur Özmen hocalar,  Sunipeyk, Tuğçe Özel, Burak Bayburtlu, Eray Endeş, Harun Pekşen, Metin Kahraman, Gül Fatma Koz hem sohbet edip hem de iştahla yemeklerimizi yedik. BizimUsulMakarnaİlerleyen dakikalarda Genel Müdür Mehmet Karakuş bütün masaları tek tek dolaşarak katıldığımız için teşekkür etti ve afiyet olsun dedi. Uzun zamandır bu kadar alçakgönüllü ve güleryüzlü üst düzey yöneticilerle karşılaşmadığım için çok hoşuma gitti. Eski bir özel olay elemanı olarak da organizasyona emeği geçen herkesi kutluyorum. Girişten başlayarak kabul alanı, salon düzeni, markalama çalışmaları ve daha sonra yemek düzeni ve konuklara verilen armağanlar hepsi, özenli bir bütünün parçalarıydı. Tabii bütün bunlara ek olarak; sevgili Ali Rıza Esin, Cahit Akın ve Sedef Tenim ile karşılaşıp sohbet etmek de günün bonuslarıydı.

Vakit kaybetmeden, http://bizimusulmakarna.com adresine mutlaka uğrayın ve eğlenceli videolar eşliğinde yeni lezzet limanlarına yelken açın.


“Bi bakar mısınız? dedik ama dinletemedik !

Engellerin bedenlerde değil zihinlerde olduğu kanıtlandı bugün yine.

“Bi bakar mısınız ?”
eylemine destek vermek için saat 14.00 de Mecidiyeköy Metrobus durağı girişinde buluştuk. Bi bakar misiniz 1 O ayaza rağmen onlarca tekerlekli sandalyeli dost yerlerini almıştı. Çevreden geçenler nedense sadece kameraya odaklanıyor ünlü birileri olmadığını görünce arkasını dönüp gidiyordu. Elimizden geldiğince çıkartma dağıtıp ne yapmaya çalıştığımızı anlattık. Bi bakar misiniz 2 Basından ilgi gösterenler, engelli  dostlarımız ile söyleşiler yaptılar. Sonra sıra metrobuse binme çabasına geldi. İşte orası, insan olduğumdan utanmama sebep olan olayların başladığı yerdi. Tekerleki sandalyeleri yukarı çıkartmaya çalışırken basının görüntü almasından rahatsız olanlardan, kalabalığa söylenenlere, iteleyerek ayaklara basarak üstümüzden atlayanlara kadar her tip yaratık vardı. Merdivenlerden inerken kalabalığa kızan bir dıngıl ağa ” eylem yapacak yer mi bulamadınız” dedi. İnsanlığını kaybetmiş, kalbi buz tutmuş insanlar gördüm bugün. Tekerlekli sandalyedeki dostlarımızı neredeyse bir kaşık suda boğacaklardı. Bi bakar misiniz 3Utanç ve üzüntü hissimi kelimelerle anlatmam mümkün değil. Gücüm yettiğince destek vereceğim bu harekete, her eylemde 10 kişinin görüşü değişse yine bir adımdır. Bu arada Mecidiyeköy Metrobüs durağı sağlam insanlar için bile çok tehlikeli. Merdivenler o kadar dar ve anlamsız ki, olağandışı bir durumda insanların paniğe kapılıp birbirlerini ezmeleri işten değil. Bu arada görevlilerin ruhsuzluğu, emniyet güçlerinin duyarsızlığı da görülmesi gereken davranış biçimleriydi. Hani etrafta sık sık söyleniyor ya “bu ülkenin yüzde filancası müslüman” diye, haydi canım siz de. Benim bugün gördüğüm insan müsveddelerinin dinden imandan haberleri yoktu inanın. Teşekkürler Yiğit ve Simto bizlerin dikkatini bu konuya çektiğiniz için.


Yine, yeni, yeniden NuPera…

Dün akşam yıllar sonra yeniden NuPera‘ya gittim. Gerçekten çok uzun süre geçmiş son gidişimin üzerinden. Girişten başlayarak pek çok yenilik var. 3 ayrı konseptte 3 yeni mekanda ağırlanabiliyorsunuz. Sevgili Bloglama ekibi  ( Burcu Şensoy, Eray Endeş ve İlker Utlu) ve davet sahibemiz Aslı Gücüyener ile önce NuPera’nın rahat ve yayılma hissi veren koltuklarına serilip söyleştik. NUPERAGFK ve Müge Doğrular ile buluşup birlikte gitmiştik erkenden. Biraz sonra Mutfak Sırları Nilay ve Bora, Devletşah ve Barış Özcan da aramıza katılınca gece hakkında kısa bir bilgi paylaşımı ardından 3 gruba ayrılarak, bizim grup Eray liderliğinde başlangıçlarımızı yemek üzere Lilbitz‘in yolunu tuttu. Lilbitz @ NuPeraMekanın dekorasyonu ışıklandırması ve oturma düzeni çok hoşuma gitti, tıpkı Şefimiz Max ( Maksut Aşkar ) gibi sıcak ve huzur veren bir havası var. Max bizlere önce kendi ile daha sonra da menü ile ilgili bilgiler verdi. Normal porsiyonların 1/3 ü oranında minik atıştırmalıklar mantığıyla değişik lezzetler denemişler. Tabii fiyatlar da gerçekten 1/3 oranında. Zannetmeyin ki bu oranda bir şeyle doymayacaksınız, kesinlikle tam kararında geliyor. Bu arada masa düzeni yemek takımları ve içecek seçenekleri ile benim gibi bir hiperaktifin dağılmaması mümkün değildi. Masaye gelen ekmekler kendi yapımları, tabii hemen üç ayrı sosla ortaya konan tabağa dalıverdik hep birlikte.  Minik başlangıçlardan Nuar dilimleri ve Bonfile Pudrası seçtim. Bonfile pudrasıGFK ve Müge Doğrular ise deniz ürünlü seçenek ile başladılar. Nuar dilimleri zeminindeki sos ile lezzeti zirve yapmış bir başlangıç. Hemen arkasından bir sonraki gidişimde; giriş, gelişme ve sonuç olarak ısmarlayabileceğim Bonfile Pudrası geldi, bu lezzet anlatılmaz yaşanır arkadaşlar, şaka yapmıyorum. Rakamlar iyi bir kafe fiyatı mutlaka sevdiceğinizi alıp keşfedin.
MOREISHBir sonraki istasyon Moreish; buranın şefi bir kadın. Esra Muslu aynı zamanda NuPera Restoranın da şefi ve yöneticisi. Yabancı bir konuğu olduğu için bizimle pek ilgilenemedi ama servisimizi yapan bey sorduğum her soruya gayet güzel cevaplar verip aydınlattığı için sorun olmadı. Bu mekan da hem huzur bulacağınızın, hem de lezzetli yemekler yiyeceğinizin sinyalini daha menüsünü ve masa düzenini gördüğünüzde anladığınız bir bölüm. Moreish masa duzeniOnlar da ekmeklerini kendileri yapıyorlar. Masa üzerinde herkesin önünde bir köşede yuvarlak mermer kap içerisinde Avustralya’dan getirilen nehir tuzu, diğer uçta ise kare biçiminde bir mermerin köşesinde sedef tereyağ bıçağı diğer köşesinde ise “dukkah” denilen ilginç bir baharat karışımı vardı. Ana yemeklerimizi yiyeceğimiz için önce bulaşmamayı düşündümse de baharatın cazibesine dayanamadım ve ekmeğe sürdüğüm yağı baharata bulayıp yedim. Muhteşemdi. Çok şık cam
kapaklı küçük bir kap içinde domates sorbet geldi. Biraz önce yediklerimizin tadını ağzımızdan yok edip, ana yemeğin lezzetini tam anlayabilmemiz için. Benim ve GFK’nın seçimi kuşkonmaz ve satsumalı risotto idi. Satsumali risottoUzun zamandır yediğim en lezzettli risotto idi. Arada sırada çatalıma zıplayıp ağzıma bayram yaptıran satsumalara hayran kaldım. Eray ise bize rehberlik eden görevli beyin önerisi ile Kuzu Kuzu adlı yemeği seçti.  Yemek sırasında yüzünün aldığı ifade kesinlikle gülümsemeydi. Yemek süresince GFK sedef tereyağ bıçağını ne kadar beğendiğini söyleyip durdu. Sevgili Eray “isteyelim sana bir tane” dediğinde “yok sarayda bunların taşlı olanları var ben onlara bakmaya devam ederim” dedi. Yemeğimizin sonuna yaklaşırken şef Esra Muslu yanımıza gelip soru yağmurumuza gülümseyerek cevaplar verdi.

Son durağımız aslında başta oturduğumuz NuPera restoran oldu. Masamız bir anda tatlı çeşitleri ile donandı. Ben hala Bonfile Pudrası ve üzerine risotto sarhoşluğundan çıkmaya çalışırken, gözüm doyuverdi bu muhteşem görüntüden. Eray Endeş’in zoruyla iki çatal tarçınlı kek ve 2 kaşık da dondurma yiyebildim. YummyGFK ise Moreish’in ilginç dizaynlı menüsünde gördüğü karamelize zeytinli tatlıyı aklından çıkaramamıştı ve kesinlikle onu da denemek istiyordu. NuPera’nın zarif Halkla İlişkiler ve Satış direktörü Leyla Çullu onu kırmadı ve hemen getirtti. Karamelize zeytin inanılmaz bir tad, denemeniz gerek anlatmakla olmaz. Tam artık hani hamaklar nerede ben azıcık kestireyim demeye hazırlanırken diğer gruplarla bir araya geldik, zarif ev sahiplerimizin nazik kahve ikramlarını “başka bir lezzet yolculuğunda” diyerek evlerimizin yolunu tuttuk.

NuPera paket Deneyimin son noktası ise davetten sonra hepimizin adreslerine yollanan nazik armağan paketiydi. Paketin içinde lezzet deneyimlerimizin yer aldığı kişiye özel hazırlanmış minik bir pasaport ve her restoranda tattığımız ürünlerin malzemelerinden örnekler vardı.
Teşekkürler Aslı Gücüyener, teşekkürler Bloglama ekibi (Burcu Şensoy, Eray Endeş, İlker Utlu) ve teşekkürler NuPera Lezzet Durakları ekibi, harika bir deneyimdi ve pasaportumu ömrüm oldukça saklayacağım 🙂

NuPera lezzet duraklarıyla ilgili linkleri aşağıya da listeledim. Yazı içerisindeki isimlerine tıklayarak da restoranların
bilgilerine ulaşabilir daha çok detay inceleyebilirsiniz.

http://mugecerman.posterous.com/nu-pera-lezzet-duraklar

http://www.lilbitz.net

http://www.moreishrestaurant.com


“Yedi Tepe’den Yedi Kıta’ya Ritm Tutturacak Genç Adam”ı Tanıyınız

Okuyacağınız satırları benden önce davranıp yazan canım dostuma teşekkür ediyorum.
Konuk yazar : Didem Özbahçeci Sönmez

Sezen Aksu ve Emir Cerman

Bugün bir Can Dündar yazısı yazmak istedim 🙂

Tarih 3 Aralık 2009, yer İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı. Sahnede dev kadın Sezen Aksu, 4 tane pırıl pırıl genç müzisyene eşlik ediyor. Yıllardır onun gönüllerimize, kulaklarımıza kazınmış parçalarından bazılarını bu 4 genç senfonik olarak yeniden düzenlemiş ve onları çoşkuyla seslendiriyor.

Bu gecenin mimarı, bütün bu sahnedekileri bir araya getiren o dörtlüden biri var ki Emir Çerman. Bu ismi bir yere kaydedin ve günü gediğinde “ben onun ilk konserini dinlemiştim” demenin gururunu yaşayın. Kendi çıktığı müzik yolculuğunda, okuduğu dünyanın en önemli müzik okulunu Berklee College’ı ülkesine seçmelere getirmeye ikna eden, her aşamasında titizlikle çalışan ve yer alan müzisyenliğinin yanı sıra iyi de bir organizatör olan bu genç adamın takipçisi olun. 25 yaşında kendine ektikleriyle yetinmeyip, ülkesine de katkıda bulunmak için çabalayan Berklee College of Music’ın 2. kuşak Arif Mardin’i olmaya aday Emir Çerman, ilerde yapacaklarının ilk sinyalini dün akşam“Yedi Tepe’den Yedi Kıta’ya ıstanbul’un Ritmi” konserinde ilk büyük organizasyonuyla ortaya koydu.

İşte dün akşamı o salonda olmayanlar için özetleyebilecek tarihe düşülmüş bir not.

 

Dün akşam o salonda olup, yüreklerimize düşen notları da eklemek isterim……
Emir’ciğim yıllar önce yapmak istediklerini anlatırken, Sezen Aksu ile çalmak, aynı sahnede olmak paylaştığın hayallerinden biriydi. Dün akşam gösterdin ki; bunun için yıllarca beklemen gerekmedi, hatta hayali gerçeğe dönüştürmenin örneğini yaşattın kendine ve hepimize. Buradaki ilk konserinde Sezen Aksu ile aynı sahnede …”Gülümse” parçasını karşılıklı yorumlayışınıza gözyaşları ile tanıklık ettik. Bestelerini dinlerken coştuk hep birlikte.

Bu yılın başında Sezen Aksu’nun bir açık hava konserine gittmiştik, ön sırada Çağan Irmak oturuyordu. Her parça bitişince yerinden fırlıyor, ellerini parçalarcasına alkışlıyor ve çığlık çığlığa BRAVO diye bağırıyordu. Dün akşam kendimi sürekli Çağan Irmak gibi hissettim. Ben bunlara bir de japon çizgi filimlerindeki gibi gözyaşını ekledim.

Annenin tanımadığımız tüm arkadaş ve dostlarıyla çıkışta tanışırken, hayatımda ilk kez gördüğüm insanlara sarılma ihtiyacı duydum. Hepimizin gözleri yaşlı, birbirimizle paylaştığımız tek duygu; bize yaşattığın inanılmaz gurur ve mutluluktu.
Sana hep “yolun açık, şansın bol olsun” diye temennide bulundum. Yolunu; kendi ellerinle açık hale getirdiğine şahitlik ettik. Geriye yalnızca, onlarca kez ŞANSIN BOL OLSUN, ŞANSIN BOL OLSUN demek istiyorum.

Bize böylesine çoskulu duygular yaşattığın, gururun, mutluluğun ve hazzın ne demek olduğunu hissettirdiğin için yürekten teşekkürler ve sevgiler “SANATÇI”  🙂

Yolun hep çok açık, şansın bol olsun….
Sonsuz sevgilerimle
Didem Özbahçeci Sönmez