:::: MENU ::::
Browsing posts in: Beğendiklerim

Unilever Türkiye Sürdürülebilirlik Raporu 2009

Geçtiğimiz günlerde, Unilever’den Kurumsal İletişim Müdürü Ebru Şenel Erim imzalı bir mektupla gelen paket ile ilgili paylaşımda bulunmuş, ekinde gelen “Sürdürülebilirlik Raporu 2009” ile ilgili detayları yazacağımı belirtmiştim.   

Sizlere bu rapordan ilgimi çeken bazı noktaları aktarmak istiyorum.
Unilever Türkiye; en başta kirliliği üretmemek, daha sonra kaynağında ayırıp geri kazanmak felsefesiyle çalışıyormuş. Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi’nin 10 temel ilkesi çerçevesinde şekillendirilen rapora göre, Unilever Türkiye’nin sürdürülebilirlik hedefleri de sıralanmış.
Bu hedefler:
-Yıkama sırasında tüketilen suyun azaltılmasına önderlik etmek
-Ürünlerinin hayat döngüsü sırasındaki karbon izini azaltmak
-Paketlerine ve çevresel konulara ilişkin tüketicilerine verdiği taahhütleri yerine getirmek
-Sürdürülebilir kaynak kullanımında liderlik etmesiyle bilinen ürünler tasarlamak
-Tüketicilerin çevre konularında duyarlı olmaları için onlarla ilerişim kurmak ve onlara ilham vermek
-Tüketici alışkanlıklarının bu başlıklar altında gelişmesini sağlamak
olarak belirlenmiş. 

Unilever Türkiye Sürdürülebilirlik Raporu 2009’dan bazı satırbaşları da şöyle sıralanıyor:
• Sürdürülebilir bir gelecek için tasarlanan Unilever Türkiye Merkez Binası, ‘Türkiye’nin ilk yeşil ofisi’ olarak LEED sertifikasını almaya hak kazanmış. Yeşil ofiste standart bir ofise oranla, yıllık ortalama %30 daha az elektrik ve %40 daha az su harcanıyormuş.
• OMO, ‘Sudaki ayak izim’ projesi ile bireyleri bilinçli su kullanımına yönlendiriyormuş. Buna göre çamaşır sırasında ön yıkama yapanlar, bir yıl boyunca ön yıkama yapmadığı takdirde, sudaki ayak izimizi yaklaşık bir Uluabat Gölü kadar azaltmak mümkünmüş.
• ’Yarının İzleri Projesi’ ile Türkiye genelinde 2008-2009 eğitim ve öğretim yılında 11 bini aşkın ilköğretim öğrencisi, küresel ısınma konusunda eğitilmiş
• Becel ve Türk Kardiyoloji Derneği işbirliği ile hayata geçen ‘Kalbini Sev Değerini Bil’ kampanyası ile kalp sağlığı konusunda bilgilendirme ve kardiyovasküler risk ölçümü yapılırken, kolesterol konusundaki bilinç iki katına çıkarılmış.

Yine aynı rapordan Unilever Türkiye’nin, sürdürülebilir bir dünya için neler yaptığını da madde madde görebiliyoruz:
– Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre dünyada toplam 2.8 milyondan fazla insan sağlıksız beslenme yüzünden ölüyor ve 2015 yılında tam 1.5 milyardan fazla insan aşırı kilolu olacağı belirlenmiş. Unilever Türkiye, buna dur diyebilmek için gıda portföyünden;
-37.000 ton şeker
-18.000 bin ton doymuş yağ
-3.640 ton sodyum (tuz)’u çıkarmış.

Unilever Türkiye; faaliyetlerindeki en büyük farkı, tüketici alışkanlıkların üzerindeki etkisi sayesinde ortaya koyacağını düşündüğü için;
– 7 fabrikasındaki karbon salımını yaklaşık 170 kg/ton azaltmış
– 650 tona yakın ambalaj azalımı sağlamış.
– Katı atık miktarında %62, kükürt dioksit emisyonunu %93, enerji tüketimini %50 ve su tüketimini de
%48 oranında düşürmüş.

2010 yılında bu hedeflerin ne kadarının hangi oranda tutturulduğunun, projelerin ne denli uygulandığının da takipçisi olmayı bizlere bırakmışlar. Bütün bu bilgileri Unilever’in buradan ulaşacağınız linkinden takip edebilirsiniz.
Doğal hayat ve sürdürülebilirlik için çabalayan Unilever’e ve ince düşünülmüş zarif armağanı hazırlayıp ulaştıran Dekatlon Buzz ekibine çok teşekkürler.


İPZ10 notlarım

Sevgili Onur Kabadayı mesaj atıp, İPZ10 için davet ettiğinde, bayramlık ayakkabı alınmış çocuk gibi sevindim. Katılım bedellerinin emekli maaşı kadar olduğu seminer ve kongrelere gitmek oldukça zor son zamanlarda.  Sabah erkenden yola çıkıp, soğuk ve yağmurun kilit ettiği trafikte boğulmamak için, metro ve funiküler yardımıyla İMSM’ye ulaştım.  Sabah mahmurluğunu atamamış çokça dostla selamlaşıp, hazırlanan ikramı pas geçip (akşama kadar aç kalınca, ikramları pas geçmenin yanlış karar olduğunu anladım ama olan oldu) kendimce iyi açılı bir köşe bulup oturdum. Günseli Özen Ocakoğlu’nun açılış konuşmasından sonra, mikrofona önce Kurt Onur, daha sonra Hanzade Doğan Boyner geldiler.  Gelecek yıllara dair tahminlerini ve rakamsal veriler paylaştılar.

Sahneyi devralan Türk Telekom Strateji ve İş Geliştirme Başkanı Dr. Ramazan Demir’in konuşma başlığı “Yazılım devrimi bitti, yaşasın cihaz devrimi” idi. IP TV ve Yakınsamanın önemi hakkında konuşan Demir; Yakınsama ve dijital-konvansiyonel arasındaki ayrımların ortadan nasıl kalktığını , yeni petrolun “veri” olduğunu belirtti. Konuşması sırasında arkamdaki sıradan hızla kalkan genç işadamının telaşla kafama indirdiği laptop çantası darbesiyle beyin sarsıntısı geçirmeme ramak kaldıysa da, salonun soğuk olması hayatımı kurtardı sanırım 🙂 Daha sonra sahneye Google İngiltere’den konuşmacı olarak katılan Chewy Trewhella geldi. Sunumunu; inovasyon, test etme ve ölçümleme, arama, çeviri, mobil konu başlıklarında sürdüren Trewhella, web masterlara büyük kolaylıklar getirdiklerini, mobil kullanıcılar için iyileştirmeler yaptıklarını, LBS’nin önemini anlattı. Bir sonraki konuşmayı izlemek için alt kata sinema salonuna indim ve sahneyi en iyi açıdan görüntüleyeceğim bir yere konuşlandım.

Sahnedeki kişi biraz önce üst katta çantasıyla bana beyin sarsıntısı geçirten genç adamdı. Allahtan hem eski müşterim Ericsson’dan olması, hem de konuşması ve paylaştıklarının ilginç olması onu hemen affetmemi sağladı 🙂 Ericsson Türkiye Pazarlama ve Strateji Yöneticisi  ve Ortadoğu Bölgesi İş Zekası Birim Yöneticisi Erden Aksakal’ın konu başlığı ” İnsan Mobil Genişbant Çağından Ne Bekler” idi. Yapılan araştırmalarda çıkan sonuçların Avrupalı meslekdaşlarını çok şaşırttığını belirten Aksakal, gençler hakkında ilginç bir örnek vererek, onların günde en az 4 sms almazlarsa kimse tarafından sevilmediklerini düşündüklerini belirtti. Mobilitede kadın tüketicinin erkeklere epey fark attığını belirten Aksakal, gençliğin “multitask” yaşadığını ve ortalama üç ekrana bakarak gününü geçirdiğini anlattı. Bu noktada hafifçe sırıtmama engel olamadığımı itiraf edeyim, +50 olmama rağmen benim de günümün büyük kısmı 3 ekranla geçiyor 🙂
Türk gençlerinin büyük bir çoğunluğunun, global akranlarıyla aynı ilgi kuşaklarında yer aldığını ve onlar gibi günü sanki 40 saatmişcesine yaşadıklarını da anlatan Aksakal’ın paylaştığı slaytlar arasında rakamsal olarak beni en çok etkileyenler; 50 milyar cihaz ve internet kullanıcı profili slaytları oldu.

Arkasından sahne alacak olan Digiturk’ten Murat Uysal sahnede yerini almadan salondan ayrılıp, bir üst kata çıkıp Mobilera CEO’su Barış Öney’in konuşmasını izlemek üzere sahneyi rahat göreceğim bir köşeye yerleştim. Öney’in slaytları epey rakamsal veri içeriyordu ve bazıları gelecek günlere daha umutla bakmamı sağladı. Türkiye’nin 2050’de dünyanın dokuzuncu, Avrupa’nın üçüncü en büyük ekonomisi olacağını görmek hoşuma gitti. Sunumunu keyifle izlediğim konuşmacılardan biri de Facebook Strateji ve Planlama Başkanı Trevor Johnson oldu.  “Your brand is what people each other it is” cümlesini  yeniden ekranda görmek ve markaların “like” rakamları hoşuma gitti.                         

Vee günün en karmaşık zamanı olan yemek arası. Seminere katılanların beklenenden çok olduğu belirtilip, parti parti yemek salonuna alınacakları söylenince başıma geleni fark ettim, ama iş işten geçmişti.   Belki yeni ürün tanıtımları mini defileler vs için doğru bir mekandı İMSM, ama bu kalibrede bir seminer için kesinlikle hatalı seçimdi. Tavan yüksekliği ve açık alan olması nedeniyle hem soğuğun yoğun hissedildiği, hem de arka bölümde kendini kaybedip yüksek perdeden sohbete dalan düşüncesiz konukların gürültüsü nedeniyle, konuşmacıların da katılımcıların da rahatsız olduğu durumlar yaşanabiliyor.

Aylar sonra aile efradının sağlık sorunlarından uzakta bir gün geçirme keyfimin böyle nedenlerle bozulmasına izin vermedim tabii ve fırsattan istifade alt katta yer alan Manga sergisini gezdim. Uzun arada, epey de dostla rastlaşıp sohbet ettim. İkinci yarı sevgili Hakan Senbir’in sunumuyla başladı. “Ajansın gelenekseli interaktifi olmaz, büyük fikri kim yaratıyorsa ‘Ajans’ odur” diyen Senbir’in sunumu, ajans çalışanları arasında epey ses getirmiştir sanırım. Sırayla sahne alan Avea Kurumsal İlişkiler Direktörü Füsun Feridun Sosyal Mecraların ve Mobilitenin önemini , Hürriyet İş Geliştirme Koordinatörü Erhan Acar’da “Gündem Parmağınızın Ucunda” başlıklı sunumuyla Hürriyet İnternet grubu ve portallerindeki yenilikleri aktardı. Bir sonraki sunum olan Digital Panaroma Emre Uçku’nun sunumu ise, ne yazık ki arka bölümde kendinden geçerek yüksek perdeden sohbete dalan konuklar nedeniyle asla yoğunlaşamadığım ve ne dediğini asla hatırlayamadığım ve not alamadığım bir bölüm oldu. Allahtan Doğan Gazetecilik’ten Çiğdem Toraman’ın sunumu sırasında gürültü olmadı ve “Artırılmış Gerçeklik, artırılmış mecralar ve artılımış değerler” başlıklı sunumu rahatça izleyebildik. Android uygulamalar konusuna da dikkat çeken Toraman; Grafen uygulamalarını 2014 de paylaşmayı umduklarını belirtti. Yemek arasından önce sinema salonuna sığılamayıp dışarılara taşılınca ikinci bölümde orada yapılması planlanan sunumlar da üst kata alınmış olduğundan yerimden kalkmadan Nokta CEO su Tümay Asena’nın  konuşmasını dinlemeye başladım. Asena’da en değerli kaynak olan içerik konusunda hazırladığı sunumu paylaştı. en ilgimi çeken başlık Google CEO’su Eric Schmidt’in “Her iki günde bir uygarlığın başlangıcından 2003’e kadar yaratılan kadar bilgi üretiyoruz” cümlesi oldu. 
Asena’dan sonra sahneyi CNNTurk Kurumsal İlişkiler Direktörü sevgili dost Ayşe Yonca Baltaoğlu aldı. Rakamsal verilerle paylaştığı sunumun başlığı “WebTV, VideoAd fırsatları ve markalı içeriğin önlenemz yükselişi” idi. Türkiye’nin; 29.4 milyon kullanıcı ile Messenger kullanımında 2. büyük ülke, 22 milyon kullanıcı ile Facebook sıralamasında 4.cü ülke olduğunu gösteren slaytları ilgi çekiciydi.

Sahneye son olarak Vodafone Türkiye’den Mobil Pazarlama konusunda iki yetkili çıktı. “Mobil yaşamın Mobil hali” başlıklı sunumları sırasında bir de Blackberry çekilişi yapan yetkililer, mobil uygulamalar ve hesaplı mobil cihazlar konusunda da bilgiler verdiler. Hem çok üşüdüğüm, hem de artık açlıktan kan şekerimin iyice düşmesi nedeniyle, seminer sonrası Avea tarafından düzenlenen ödül törenine kalmayıp kendimi yollara attım. Verimli ve eğlenceli bir gündü, bildiklerimi tazelemek, ilginç notlar almak, hem de eski  dostlarla sohbet şansı yakalamış olmak hoştu. Teşekkürler Onur Kabadayı ve teşekkürler İPZ10 ekibi.


Ruh halim tam da böyle işte

Sabah erken saatlerde göz gezdirdiğim haberler,  camdan bakınca gördüklerim, arkadaşlarımın yazdığı anlık iletiler, durum bildirimleri,  geçtiğimiz günlerde okuduğum bir yazıyı aklıma getirdi. Ruh halim tam da HBBA’nın yazdığı gibi. Yakından tanıyanlar bilirler, tepkilerimi anlık gösterdiğim gibi, üşenmeden yazılı şikayetler de yaparım. Hangi kuruma kızmışsam, şikayet dilekçesi yazar, kime ulaşması gerekiyorsa oraya götürür elden teslim ederim. Derman olur mu derdimize o ayrı, ama susup oturdukça kendime kızacağıma, tepkimi yazıya döküp birilerinin okumasını sağlamak az da olsa rahatlatıyor.
Aşağıya eklediğim satırlar, sevgili dost HBBA’ nın şurada tamamını okuyacağınız yazısından alıntıdır. Kendisini bir kez de sizlerin huzurunda saygıyla selamlıyorum, çoğumuzun hissettiklerini bu kadar güzel dile getirdiği için.
Teşekkürler HBBA.

“Sayın devlet büyüklerimiz;

Çalıyorsunuz, çırpıyorsunuz, yolsuzluk yapıyorsunuz, halkı aldatıyor, karılarınızı da aldatıyor, onla bunla yatıp videolarda yakalanıyorsunuz. Hepsi size helal olsun. Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin koyun vatandaşlarından biri olarak size herhangi bir itirazda bulunmuyorum, zira haddim de değil efendim. Yoksa biliyorum ağzıma sıçarsınız ki sıçıyorsunuz da.

Benim sizden istirhamım şu ki; bari bırakın da hiç değilse sanal alemde hayalimizdeki muhalefeti, itirazı yapalım. Yazılar yazalım videolar çekelim, izleyelim, sizleri eleştirelim. Nasıl olsa günlük hayatta siz ne derseniz yine o olacak. Yine her birimiz bilmem kaç bin dolar borçla doğacak, her sabah andımızı okuyarak varlığımızı bu güzel vatana emanet edip “Almanya yenilince biz de yenik sayıldık yoksa yenilmezdik oğlum lan” müfredatında derslerle büyüyecek, verdiğiniz eğitim bir boka yaramadığı için ana-babalarımız dersanelere servetler harcayıp bizleri üniversiteye sokmaya çalışacak, mezun olanlar bile aslında meslekleri olan mesleklerini yapmak için cevaplarını satın alamadıkları sınavlarda sürünecek, iş bulanlar bile açlık sınırında maaşlarla çalışacak, sonra bizleri zorla askere alıp girişinde “anneler; oğullarınız bize emanettir” diyen komutanların bokunu temizleyip analarımıza küfürleriyle aylar geçirecek, evlenip çoluk çocuk yapıp televizyonda dizi izleyip sonra yine bu kısır döngüyü devam ettireceğiz.

Tüm bu ahval ve şerait içinde bari bırakın da klavye delikanlısı olmaya, sizlere internette muhalefet yapıp, sanal alemlerde vakit geçirmeye devam edelim.

Bırakın da yaşamak istediğimiz ülkenin hayalini sanal ortamda nicklerimizin arkasına saklanarak kurmaya devam edelim.

Son söz olarak : Hepinizin ağzına sıçayım.

Saygılar..”


Panasonic 3D deneyimi

21 ekim perşembe akşamı Kanyon House Cafe’de Panasonic’in ev sahipliğinde bir davete katıldım.  Hem aylar sonra blog yazarı dostlarla karşılaşmanın heyecanı, hem de 3D dünyasını yakından tanıma şansı yakalamış olmak gecenin keyfini artırmıştı. Bizleri güleryüzle karşılayan Panasonic İletişim Müdürü Özge Özcan, Viera TV Ürün Müdürü Uluç Özler, Kamera ve Fotograf  Makinası Ürün Müdürü Evren Köksal,  MarjinalNP’den Umut Ersoy ve Başar Çankaya ile selamlaştıktan sonra, sevgili Barış Özcan, Uğur Özmen ve Sinem Dönmez’in aralarında oturup sohbete başladım. Harun Pekşen, Metin Kahraman, GFK, Zeynep Mengi, Sunipeyk, Fundalina, Burak Bayburtlu, Hamza Teakolik, Sevie ve Cihan Kaloğlu, Nesil Var, Fatih Taşkıran, İsmail Emrah Demirayak, Özkan Altuner, Ruhöküzü, Deniz-Murat Kahraman, MarjinalNP’den Eda Torcu ve daha sonradan gruba katılan genç blog yazarı arkadaşlarla eğlenceli bir yemek yedik.  Yemek öncesi bizleri kendi dilimizde selamlayan Pazarlama Müdürü Keisuke Yoshikane’nin, İletişim Müdürü Özge Özcan’ın kısa konuşmaları sonrasında, leziz atıştırmalıklara verdim bütün ilgimi 🙂  Yemek sonrası, Kanyon girişinde park etmiş olan ve  Panasonic 3D ürünleri deneyimleyeceğimiz aracın yanına gittik.
Girişte ayrı bir bölümde, önlerinde 3 genç dansçının gösteri yaptığı Viera 3D Full HD ekranlara, Full HD video kamera ile çekilerek anında kızların görüntüleri aktarılıyordu. Özel 3D gözlüklerle bu yayını izledik. İlginç bir deneyimdi, Panasonic yetkililerinin de özellikle üzerinde durdukları gibi, herkesin kendi 3D içeriğini yaratma ve izleme şansı var artık. 

Tırın içinde ise bambaşka bir dünya, her köşede geleceğin teknolojisine dokunma şansı vardı. Bir köşede Duvar boyunca yer alan Viera 3D Full HD ödüllü televizyonda, Panasonic 3D gözlüklerle ve Panasonic ev sineması gereçleriyle film keyfi yaptık. Hemen yan tarafta video oyun tutkunlarını baştan çıkarmak için ideal iki bölüm vardı, müthiş deneyim 3D oyun keyfi. Bir başka köşede ise 3D Full HD video kamera ile görüntülenip, başrolde kendinizi izleyebiliyordunuz.

Benim gibi bir hiperaktifi bile istim üstünde tutan harika bir etkinlikti, teşekkürler Panasonic, teşekkürler MarjinalNP ekibi.
Sizler de; 26-31 ekim tarihleri arasında, İçerenköy CarrefourSA otoparkında,  Panasonic 3D Dünyası‘nı yakından izleyebilir, bu eğlenceli ve heyecan verici gelişmeleri bizzat deneyimleyebilirsiniz.   
Panasonic 3D Dünyası ile ilgili detaylı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.  http://www.3DdeNe.com


Yakın geleceğin kabusu: Su kıtlığı

Bu yıl Blog Action Day konusu yakın gelecekte dünyayı tehdit eden Su Kıtlığı olarak belirlendi. 15 ekim günü milyonlarca blog yazarı bu konuya dikkat çekici yazılar yazıyor.  

Dünya üzerinde 1 MİLYAR insan temiz su bulamaz durumda. Kocamış dünyamızın en büyük sorunu, gelişmiş ülkelerin ezberletmeye çalıştığı gibi petrol kaynaklarının tükenmesi değil, temiz ve içilebilir su kaynaklarının kıtlığıdır.
Su kıtlığı ile ilgili haritaya baktığımızda, gördüklerimiz, ülkemiz açısından da pek parlak görünmese de, Afrika’nın genelini sarıp sarmalamış içilebilir su kıtlığı kadar korkunç değil. Henüz kaynakları iyice tüketmeden basit tedbirlerle kaynak kullanımlarımızı azaltabilir, gelecek kuşaklara daha yaşanabilir bir dünya bırakabiliriz. Yaşanan sıkıntının boyutunu anlayabilmek için linklerdeki fotoğraflara bakıp, videoları izlemeniz yeterli olacaktır.
Biraz da rakam paylaşmak isterim sizlerle;
-Afrikalı kadınlar, temiz su bulabilmek için yılda 40 milyar saat yürüyorlar. Bu uzun yürüyüşleri sırasında saldırıya ve tecavüze uğramalarının yanında, sırtlarında taşıdıkları 18 kilodan fazla ağırlık nedeniyle de, genç yaşlarda sırt ağrıları ve omurga sorunları yaşamaktalar.
-Her hafta 5 yaşın altında yaklaşık 38.000 çocuk, sağlıklı olmayan hayat şartları ve susuzluk nedeniyle ölmekte.
Buna karşılık bir de işin endüstriyel boyutuna bakalım;         
-Bir tek hamburger 24 litre suya mal olmakta, bu da demek oluyor ki sadece Avrupa kıtasında hamburger yiyen insanlar nedeniyle 19.9 milyon litre su harcanmakta. Bilgi linki
-Giydiğiniz yeni pamuklu tshirt için 1.5 litre, yeni jean pantalonunuz için de 6.8 litre su harcanmakta
-Heyecanla alınan iphone telefonlar için ise 40 MİLYON litreden fazla su harcanıyor.
Bütün bu ürkütücü rakamsal veriler yanında, su üzerinden savaşlar sürmekte, Darfur örneğinde olduğu gibi. Gelecek günlerde en büyük sorun petrol kıtlığı değil, kullanılabilir su kaynaklarının yitirilmesi olacak gibi görünüyor.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca alınan bir karara göre temiz su ve sağlık koşullarının geliştirilmesi “insan hakları” kapsamında.
Bugünden başlayarak, basit kişisel önlemlerle gereksiz su tüketimini azaltabilir, çeşitli kaynaklara destek sağlayarak suya hasret insanlara yardım edebilirsiniz.

http://thewaterproject.org/how-to-give-clean-water.asp

http://www.charitywater.org/projects/projects.php
http://www.charitywater.org/blog/


Hayata dair notlar…

Sabah erken saatlerde Washington’da yaşayan arkadaşım Nil Tokuç Bayraktar’dan bir e posta aldım. Regina Brett’in hayat hakkında aldığı notlar ve deneyimleri üzerineydi. Son yıllarda sıklıkla okuduğum, eğitimlerini aldığım ve hatta çoğunu deneyimleyerek yaşadığım maddeleri yeniden hatırlamak hoşuma gitti.

Gri ve soğuk havalardan hoşlanmadığımı yakın dostlarım iyi bilirler, hatta iki gün önce Honduras’a göç etme çabasındaydım 🙂 Bu maddeleri tekrar okumak bana kendimi iyi hissettirdi. Belki sizlere de, daha keyfili bir gün yaşama şansı verebilir. İyi okumalar.
1.Hayat haksızlıklarla dolu ama yine de güzel!!.

2.Şüphede kalma,  ikinci bir adım daha at!

3.Hayat,  nefrete harcayacak kadar uzun değil

4.Hastalandığında sana işin değil, ailen, arkadaşların bakacak. Onlarla ilişkini koparma!

5.Her ay kredi kartlarını ödemeyi unutma.

6.Her tartışmayı kazanacaksın diye bir şey yok! . Fikir farklılıklarını kabul et!!.

7.Ağlayacaksan, bir başkası ile birlikte ağla! Tek başına ağlamaktan evladır..

8.Tanrıya kızmanda bir mahzur yok! O bunu kaldırabilir! !.

9.İlk maaşından başlamak üzere, emekliliğine para ayır..

10.Söz konusu çikolataysa,direnmenin anlamı kalmıyor. .

11.Geçmişinle barış ki, bugününün içine etmesin!.

12.Çocukların seni ağlarken görsün! Bundan kaçınma..

13.Hayatını başkaları ile mukayese etme, ötekilerin neler çektiğini bilmiyorsun!

14.Bir ilişki gizli olacaksa, sen içinde olmamalısın!.

15.Göz kırpacak kadar bir zamanda herşey değişebilir. Ama merak etme, Tanrı asla göz kırpmaz!!

16.Derin bir nefes al, kafanı sakinleştirir.

17.Güzel ve yararlı olmayan, seni mutlu etmeyen her şeyi çöpe at!!

18.Her ne yaşıyorsan, seni öldürmediği müddetçe, güçlü kılar.

19.Mutlu bir çocukluk geçirmek için geç kalmış değilsin de, bu  sadece ve sadece sana bağlı!!

20.Hayatta sevdiğin her ne ise, peşinden giderken asla “hayır” sözcüğünü cevap kabul etme.

21.Mumları yak, değerli yatak takımlarında uyu, kendine pahalı iç çamaşırları satın al…. Bunlar için özel fırsatlar bekleme, bugün zaten özeldir!!

22.Önce hazırlan, sonra da kendini akıntıya bırak.

23.Şimdiden egzantrik ol! Kırmızı giymek için yaşlanmayı bekleme.

24.En önemli seks organı  beyindir..

25.Mutluluğun için senden başka sorumlu yoktur! .

26.Her yaşadığın felaketin ardından kendine şu soruyu sor: “Beş yıl sonra bunun benim için  ne önemi olacak??”

27.Daima yaşamı seç.

28.Herkesi, herşeyi affet.

29.Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü seni ilgilendirmez! .

30.Zaman her imkana sahip.. Zaman tanı!

31.Durum ne kadar iyi veya kötü olursa olsun, değişecektir..

32.Kendini fazla ciddiye alma, kimse almıyor ki zaten!.

33.Mucizelere inan!!.

34.Tanrı, Tanrı olduğu için seni seviyor. Yoksa yaptıkların ya da yapmadıkların için değil!!

35.Hayatı denetlemeyi bırak!. Öne çık, kendi hayatını kendin yarat.

36.İki seçeneğin var “Erken ölmek” yada “yaşlanmak”..

37.Çocuklarınızın, yaşayacak başka çocukluk dönemi yok!.

38.Sonuçta gerçekten önemli olan sevmiş olmandır!!.

39.Her gün dışarı çık.. Mucizeler her yerde seni bekler!.

40.Dertlerimizi bir torbaya doldurup, milletinkilerle birarada görsek, bizimkileri geri toplardık..

41.Kıskançlık zaman kaybıdır. Zaten ihtiyacınız olan herşeye sahipsiniz!!

42.Herşeyin en iyisini daha yaşamadın!!.

43.Kendini nasıl hissedersen et, kalk, giyin ve dışarı çık!

44.Yol ver!

45.Hediye paketinde olmasa bile, hayat yine de bir hediyedir!!.

Yazının 5 yeni madde eklenmiş son orijinaline ve Regina Brett web sitesine şuradan erişebilirsiniz

Görsel de Regina Brett sitesindeki basın kitinden alınmıştır.


Eskrim de spor mu?

30 eylül perşembe sabahı erken saatlerde yeğenim Berke Türkaydın’ı Budapeşte’ye yolcu ettim.

Eskrim Avrupa Circuit için puan toplamaya gitti arkadaşlarıyla birlikte. Güvenlikten geçerken sordular, neredeyse boyuna yakın çantasındaki donanımların ne olduğunu. Eskrim dalında müsabakalara katılmak üzere Macaristan’a gideceğini söyleyince, görevli memurun iç acıtıcı yorumu geldi ” ya tabii bize göre en önemli spor futbol, bunu bilmeyiz” ve gülerek sordu “ee rakiplerini seçiyor musun, mesela bir Yunanlı çıksa ne yaparsın?” Berkeciğim kibarca “fark etmiyor hepimiz sporcuyuz” diyerek yürünmeye devam etti. Hem üzüldüm, hem kızdım, sonra da gülmeye başladım. Kabahati yoktu ki o adamcağızın, spordan sorumlu bakanlık yetkilileri bireysel şampiyonlukları uzun zamandır görmezden geliyor. Varsa yoksa futbolcular.
En yeni örnek erkekler dünya sıralamasında  ilk 100’e giren Türk tenisçi Marsel İlhan, gazetelerde ikişer satırla geçiştiriliverdi başarısı. aynı şekilde başarısıyla ilk sıralara yükselebilecek onlarca gencimiz maddi destek bulamadığı için ya başka ülke adına yarışıyor ya da pes edip hayatına devam ediyor.
Berke’nin arkadaşları da onun gibi bireysel desteklerle yarışıyorlar, hemen hepsinin çantalarında ders kitapları da var. Hem derslerinde, hem de eskrimde başarılılar. Pırıl pırıl gençleri destekleyebilecek yüce yürekler bir yerlerdeler. Belki duyarlar onların başarılarını ve tutarlar ellerinden, daha zorlu platformlarda da yol alabilmeleri için.


İyi ki doğmuşsun Cadıcığım

2007 yılında googleda arama yaparken rastlantıyla bulduğum bir blog yazısıyla tanıdım Pazarlama Cadısını. İş görüşmelerinde sıklıkla yaşayıp tepemi attıran durumları, hınzır ifadesiyle kaleme alması pek hoşuma gitmiş, yazılarının tutkunu olmuştum. 2008 de bir E Tohum toplantısında, sevgili Metin Kahraman’ın “al işte yazılarını sevdiğin Cadı bu” diyerek tanıştırdığı Burcu Tüzün isimli ufacık tefecik çelimsiz kız çocuğunun, aslında çok güçlü bir karakter olduğunu, babasını çok erken yaşta kaybettiğini, sıklıkla ölümcül kazalar ve hastalıklar atlatan, damarına basıldığında gerçekten aksi ve lanet bir cadıya dönüşen, ama aslında duygusal ve kocaman yürekli biri olduğunu yakından tanıdıkça öğrendim. 

Akdeniz’li olması nedeniyle güneş ve deniz tutkunu, soğuk havalardan hoşlanmayan, her kış Honduras’a göç kararı alan, gerçek bir hayvansever, elini kirletmekten sakınmayan bir barınak gönüllüsü, kimsesiz çocukların ablası, yardım kampanyalarının hamisi, hasta Fenerli, korku filmi tutkunu, dijital pazarlama canavarı, ailesine çok düşkün, sevdiceğine aşık bir 34 beden o.

Çok erken yaşta başladığı çalışma hayatuna sadece, tehlikeli bir boyun omur kırığı döneminde ara veren, durmak bilmeden okuyup araştıran ve yenilikleri takip edip danışmanlık hizmeti verdiği firmalara uyarlayan Burcu’ya; aktif iş hayatının yanında çeşitli seminer, toplantı ve aktivitelerde de sunumlar yaparken rastlayabilirsiniz.

Cüssesinden umulmayacak kadar iştahlı olan, gece 12 den sonra eğer uyanıksa, kendi deyimiyle midesine inen ayıları doyurmak için dolapta ne varsa silip süpürebilen ve moral bozacak şekilde asla kilo almayan, Puma ürünleri tutkunu Cadı’ma; ailesi, kedileri ve sevdiceği ile ağız tadıyla, sağlıkla, bereketle, güneşli günlerle geçecek nice yıllar diliyorum.


Kendiniz Hakkında Gerçeği Söylemenin Beş Yolu

Aşağıda okuyacağınız yazı ve öneriler Dr. Lisabeth Saunders Medlock‘a aittir ve Marjinal Porter Novelli‘nin e bülteninden alıtıdır. Bültene buraya tıklayarak erişebilirsiniz.

Koçluk alanındaki deneyimlerim bana şunu gösterdi; çoğu insan, hemen hedef belirlemek ve plan yapmak ister. Ama, odak noktasını çok çabuk yitirir, planları kolayca aksar ya da belirlediği hedefi ya da hedefin neden önemli olduğunu hatırlayamaz. Kanaatimce, bunun nedeni, başarılı bir hedef belirlemenin olabilmesi için temel düzeyde bazı çalışmaların yapılmasının gerekmesidir. Ve bazı hedefler belirleninceye kadar kişisel sorumluluk olamaz.

Stratejik planlama alanındaki 13 yıllık çalışma deneyimimde, beş temel soruya dayalı bir süreç kullandım. Üzerinde durulan ilk iki soru, “Biz kimiz” ve “Şu anda neredeyiz” idi. Kişisel sorumluluğa giden yolda bu sorulara yanıt vermek gerekir. “Ben kimim” ve “Şu anda neredeyim” sorularına yanıt vermek, kendi kendini keşfe ve gerçeği söylemeye götürür. Ve gerçeği söylemek, kabuk değiştirip kendimizi ve geleceğimizi yeniden yaratmaya ve bunların sorumluluğunu taşımaya hazır olmamızı sağlar.

Kendimiz Hakkındaki Gerçeği Söylemenin Beş Yolu
Kendi gerçeğinizi söylemek korku verir. Çoğu insan, gerçekten kaçınmak için bin takla atar. Böylece, gerçeği söylemenin verdiği acıdan uzak dururuz. İnkar, kısa vadede işlerin yolundaymış gibi görünmesine yol açsa da, uzun vadede bizi değişiklik olasılığından uzak tutar, sorulara saplanıp kalmamıza yol açar, enerjimizi tüketir ve bizi yorgun bırakır. İnkar, bir mücadeledir ve mücadele, direnç demektir. Bir şeye ne kadar çok direnirsek, o şey o kadar çok karşı koyar. Direnç gösterdiğimiz şey inat eder. Daha derine inmek ve kendimize gerçeği ortaya çıkarma izni vermek cesaret ister. Gerçeği söylemek acı verebilmesine rağmen, aynı zamanda acıyı geride bırakmanın da ilk adımıdır. Yaşam kalitemizi artırmak üzere etkili ve kalıcı değişiklikler yapmak için kullanabileceğimiz yöntemlerin yolunu açar.

1) Utanmayı ve suçlamayı bırakın
Çoğu insan, kendi kendini değerlendirmeyi olumsuz bir süreç olarak görür; ama, bir alternatif vardır. Utancı ya da suçlamayı fazla yük olarak görmeyi ve bunları bir kenara bırakıvermeyi öğrenebiliriz. Hatalarımızı ve eksiklerimizi kabullenebilir, hatta bunlardan pişmanlık duyabiliriz; bu arada kendimizi de olduğumuz gibi kabul edebiliriz. Zayıflıklar listemiz üzerinde çalışmaya bunları kutlayarak başlayabiliriz. İnsanlar ne kadar başarılı olurlarsa, eksiklerini görmeye de o kadar açık olurlar. Kendimizi sevebilir ve kabullenebiliriz; ama yine de kendimizi değiştirmek için gerçekten çok çabalayabiliriz.

2) Kendinizi affedin
Utanmaktan kabullenmeye geçmenin etkili yolllarından biri, kendimizi affetmektir. Yeni beceriler ve yeni oluş biçimleri üzerinde çalışmadan önce, ortalığı temizlemek akıllıca olur. Kendimizi yeniden icat etmeden önce hırpalamaya ihtiyacımız yoktur. Kendimize karşı tamamen dürüst ve aynı zamanda kibar olabiliriz. Hatalarımızı kabul ederken kendimize özen gösterebiliriz. Ne de olsa, herkes hata yapar.

3) Geçmişi geride bırakalım, ama ondan ders alalım
Hatalarımızı tekrarlamaksızın geçmişten aldığımız derslere odaklanabiliriz. Geçmiş hakkında kendimizi berbat hissetmeden ileriye doğru hareket etmenin bir yolunu keşfedebiliriz. İşlerin olup bitme şeklinden üzüntü duymak zorunda kalmadan işlerin olup bitme şeklini değiştirebiliriz. Geçmiş bitmiştir. Geçmişi değiştirmek için yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur. Gelecekte olmak istediğimiz bu değilse geçmişte kim olduğumuzu ya da ne yaptığımızı düşünmeyi bırakmak da önemlidir. Bunun anlamı, değişebileceğimize, olmanın ve yapmanın yeni yollarını bulabileceğimize inanmak zorunda olduğumuzdur. Geçmiş, tekrarlamak istemediğimiz şeyleri göstermesi ve gelecekte değişimi yaratmamıza yardımcı olabilecek derslerin keşfedilmesi açısından yararlıdır.

4) Korkularınızla yüzleşin
Bunlardan hepimizde vardır ve bunlar bize geri adım attırmaktan sorumludurlar. Korkularımızı tanımlamak için dikkatli olmamız ve kendimizi izlememiz gerekir. Neye gözlerimizi diktiğimize ve neye aldırış etmediğimize, durumlar hakkında nasıl hüküm verdiğimize ve başkalarının davranışlarını nasıl yorumladığımıza, ayrıca korku kendini gösterdiğinde kendi içimizde yaşadığımız diyaloğa dikkat etmemiz gerekir. Kendi zihniyetimizi, özellikle öğrenilmiş kötümserlik ya da çaresizlik ve kendimizle ilgili diğer sınırlayıcı ya da olumsuz tanımlamaları bilmemiz gerekir. Zihniyet, temel kanaatlerimize dayanır. Korktuğumuzu söylediğimizde, bunun altında kendimiz hakkında sahip olduğumuz bir kanaat -yeterince becerikli değilim, iyi değilim, vb.- ya da dünya hakkında bir kanaat -çok rekabet var, insanlar sunacağım şeyi beğenmeyecekler, vb.- vardır. Korkudan kurtulabilirsek, kendimizi güçlü bir biçimde ortaya koyabiliriz.

5) Güçlü yanlar ile sınırlar arasındaki bağlantıyı görün
Çoğu insan, güçlü yanları ve zayıf yanları ayrı ve alakasız kategorilere yerleştirir. Bunları algılamanın bir başka yolu, yakın ilişki içinde olduklarını görmektir. Kendimiz hakkında zayıflık olarak adlandırdığımız şeylerin çoğu, aslında güçlü yanlarımızı uç noktalara taşımamızdan kaynaklanır. Organizasyon tutkusu olan bir insan, ayrıntılara takılabilir ve toplam hedefi gözden kaçırabilir. Çok iyi dinleyen bir insan, kendi düşünce ve hisleri hakkında konuşmayı unutabilir. Bunlar örneklerden yalnızca birkaçıdır. Hatırlanması gereken nokta şudur; alacaklarımızın ve borçlarımızın tamamı, aynı kişisel hesabın parçası olabilir.

Kendimiz hakkında gerçeği söylemek, kolay bir süreç değildir; ama, gereklidir. O olmadan değişiklik olmaz, hedefler telaffuz edilemez ve onlara erişilemez; her şeyin mümkün olduğuna ve yaşamlarımızın şaşırtıcı olabileceğine inanmak için gerçekten özgür olamayız.


“HAYIR” hem de gönülden

Uzun süre neler değişecek, hangi anayasa maddelerinde nasıl iyileştirmeler yapılacak diye paylaşılan olumlu, olumsuz çokça yazı okudum. Ekonomik istikrar (sanki var da, cari dış açık ürkütücü rakamlara ulaşmış) bozulacak diye telaşlanan iş çevreleri, yandaşlar, besleme basın organları heyecanla savunuyorlar. Acaba bende mi bir terslik var diye düşünmeye başlarken, geçen gün okuduğum Ali Sirmen yazısıyla gönülden “HAYIR” diyeceğim. Rastladığım herkese okutuyorum, kağıda bastığım bu yazıyı.   
Lütfen sizler de okuyun ve RTE’nin kendi ağzından çıkan sözlerle, neden “HAYIR” demeniz gerektiğini görün.
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Sayın Ali Sirmen’in yazısından alıntıdır.
“Son zamanlarda, artık “evet mi hayır mı?” sorularından bıkmaya başlamıştım ki, Mine cumartesi günkü gazetelerden birinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bir açıklamasını okudu ve hemen buyurdu:
– Her şeyi açık açık anlatıyor. Sen de bunu yaz da herkes görsün!
Bir köşe yazarı, karısı yaz deyince, yazmaktan başka ne yapabilir ki? Ben de yazıyorum.
Bakın Tayyip Erdoğan perşembe günü katıldığı iftar yemeğinde ne demiş:
“İnanın ayaklarımızda pranga var. Biz prangaları çözemediğimiz sürece, sizler belki dışarıdan zannediyorsunuz ki, parlamentonun yüzde 65’ine sahipsin çöz de git! Neyi çözüyorsun?
Türkiye’de parlamentonun da, yürütmenin de üzerinde bir yargı gücü var. Seni engelliyor. Ben bugün vali ataması yapamıyorum. Seni engelliyor. Atadığım valiyi geri iade ediyor aynı anda. 23 kere bir müdürü geri iade ediyor (geri iade ediyor denmez ama üslup Başbakan’ındır aynen koruyorum A.S.) Ben bir yürütme ve hükümet olarak, istediğim müdürü istediğim yere atayamazsam, istediğim valiyi istediğim yere atayamazsam, bu ülkede ben nasıl icrai faaliyet yapacağım? Halkın karşısına o mu geliyor, ben mi geliyorum?.. Yarın beni siz yargılayacaksınız, vatandaş yargılayacak. İyi yaptın kötü yaptın diye bana diyecek olan kim. Onlar halkın karşısına çıkmıyor ki, ben çıkıyorum halkın karşısına. Hesabı veren ben, ama gelip bana zulmeden de o. Bu böyle yürümez. Onun için bu anayasa değişikliğine evet istiyoruz.”

***
Tayyip Bey’in 23 Nisan 2010 yılında koltuğunu sembolik olarak küçük bir çocuğa bırakırken söyledikleri de şuydu:
– Artık mühür sende, ister asarsın, ister kesersin!
Tayyip Bey’in bu iki konuşması 12 Eylül’de anayasa referandumunda neden hayır oyu vereceğimi gayet iyi açıklıyor.
Görüyorsunuz Tayyip Bey kendi sözleriyle açıklıyor ki, 12 Eylül oylamasının asıl gerekçesi kendi astığı astık, kestiği kestik yönetiminin önündeki yargı engelini kaldırmak. Tayyip Bey’e bu açık sözlü konuşmasından dolayı çok teşekkür ederiz. Bütün aldatmacaların ardında, gerçek niyetin ne olduğunu şimdiye dek hiç kimse, bu kadar net bir biçimde anlatamamıştı.
Teşekkürler Tayyip Bey! “Hayır”ın en güzel en açık gerekçesini bizzat siz verdiniz. “


Sayfalar:1...28293031323334...41