:::: MENU ::::
Browsing posts in: Beğendiklerim

Bir Ülke Değişirken – Tanzimattan Cumhuriyete Türk Resmi Sergisi

23 aralık günü, İstanbul’un altını üstüne çeviren Nuh Tufanı benzeri havada, evde oturup miskinleşmek yerine, Sabancı Müzesi‘nin yeni sergisinin tanıtımına katılmaya karar verdim.

Emirgan Korusu’ndan esen çılgın rüzgarı görmezden gelip, Atlı Köşk’ün bahçesinden yukarı ağaçlar içinden geçerek yürüdüm. Ağaçların ve yağmurun kokusu, içime işleyen soğuk rüzgarı unutturuverdi. Tepeye ulaştığımda, şemsiyem ters dönmeden yürüdüğüm için zafer kazanmış komutan gibi hissetttim kendimi. Kapıdan girince güleryüzle ve sıcacık kahve ikramıyla karşılanmak pek hoştu.

Sakıp Sabancı’nın ;Türk resminin belirli bir dönemine duyduğu ilgiyle ortaya çıkan koleksiyonun sergilendiği salonları gezerken, Osmanlı’dan Cumhuriyet’ e doğru ilginç bir yolculuk yapıyorsunuz. Bilimsel danışmanlıkları, Prof. Dr. Semra Germaner ve Doç. Dr. Ahu Antmen tarafından yapılan sergide; Osman Hamdi Bey, Fikret Muallâ, Halil Paşa, Şehzade Abdülmecid Efendi ve İzzet Ziya’nın eserlerini görebilirsiniz.

Osman Hamdi Bey’in “Naile Hanım” isimli portresi ve Halil Paşa’nın “Madam X” isimli ödüllü eseri ülkemizde ilk kez sergileniyormuş.
Beni en çok etkileyenler ise; yazıya fotograflarını eklediğim Halil Paşa’nın “Pembeli Kadın” portresi, İbrahim Çallı’nın “Manolyalı Natürmort”u ve Fikret Mualla serisi oldu.

Kendinize güzel bir gün armağan edin, sabah Emigan’daki çay bahçelerinden birinde kahvaltı yaptıktan sonra Sakıp Sabancı Müzesi’nde “Bir Ülke Değişirken – Tanzimattan Cumhuriyete Türk Resmi Sergisi”nde yer alan muhteşem tabloları görün. Hem ünlü ressamlarımızın eserlerini izleyin, hem de Türk resim sanatının tarihsel yolculuğuna tanık olun.

Sergi detayları ve müze ile ilgili bilgilere erişmek için ŞURAYA tıklayınız



Müşteri İlişkileri Yönetiminin Sosyal Halleri

90 ların sonunda ilgimi çeken Müşteri İlişkileri Yönetimi (CRM) konusunun önemini, o dönemde çalıştığım şirkette kimseye anlatmayı başaramayınca kişisel ilgi alanı olarak takip etmeye başlamıştım. Yıllar içinde konu ile ilgili gelişmeleri internet üzerinden izledim. Ülkemizdeki uygulamaların da olgunlaşması, sonra Sosyal Medya’nın yükselişiyle birlikte bu kez de Social CRM (Sosyal MİY) ilgimi çekmeye başladı.
Geçen yıl kafe toplantılarıyla sürdürdüğümüz Social CRM (MİY Sosyal Halleri) toplantılarına; bu yıl Bersay İletişim Enstitiüsü salonlarında devam edeceğiz. 17 ocak 2012 salı günü saat 18.00-19.30 saatleri arasında konuğumuz İbrahim Gökçen (Chief Information Officer – Middle East, North Africa & Turkey at GE) olacak.
Sevgili Uğur Özmen‘in bir dersinde konuk iken izlediğim sunumu ve konuya hakimiyetine hayran olduğum İbrahim Gökçen’i sizlerin de dinleyebilmesini çok istemiştim. Yoğun programına rağmen beni kırmadığı ve vakit ayırdığı için kendisine çok teşekkür ediyorum.
Müşteri İlişkileri Yönetimi ile Sosyal MİY konularıyla ilgilenenlerle paylaşmanızı ve mutlaka katılmanızı öneririm.

Detaylar için:
Linkedin Sayfamız
Facebook Sayfamız


İyi Günde Kötü Günde

Geçtiğimiz haftalarda bir arkadaşımın davetiyle Ali Poyrazoğlu’nun Nilgün Belgün ile birlikte sahnelediği      “İyi Günde Kötü Günde” adlı oyununu izledim. Bayılana kadar güleceğiniz bir komedi değil bu oyun. Ama iki oyuncunun şahane performanslarıyla tadı damağınızda kalacak bir gösteri olmuş.

Leyla ve Savaş karakterleri üzerinden aşk, sevgi, kadın-erkek ilişkileri üzerine müthiş tempolu bir oyun izliyorsunuz. Aralara, hemen her yaştan izleyicinin yüreğine dokunabilecek keyifli müzikler de eklenmiş. Dekor son derece yalın. Fazlaca detay verip işin keyfini kaçırmak istemiyorum.

Kadın izleyiciler Nilgün Belgün’ün başarılı canlandırmasıyla Leyla karakterinde çok tanıdık izler bulabilirler. Tabii erkekler de Ali Poyrazoğlu’nun can verdiği Savaş karakterinde kendilerine hiç yabancı gelmeyen davranışlar görebilirler. İkinci perdede Savaş’ın eski karısı Leyla’yı gece yarısı telefonla aradığı sahne muhteşem bir oyunculuktu.

İyi Günde Kötü Günde için Ali Poyrazoğlu; Pierre Palmade-Michel Laroque ikilisinin Birbirlerini Çok Sevmişlerdi adlı oyununu bize göre yeniden yazmış. Yeni yılda kendinize bir iyilik yapın ve hangi yaşta, hangi sosyal statüde olursanız olun bu oyunu izleyin.

http://www.alipoyrazoglutiyatrosu.net/


Pazarlama Zirvesi 8 aralık 2011 #pz2011

8 aralık sabahı yine erkenden yollara düştüm. Bir gün önceden ders aldığım için salona erkenden girip yerime oturdum. Sahnede hazırlıklar devam ediyordu, Peter’a selam verip el salladım ve biraz sonra da kendimi sahnede konuk olarak oturur buldum. Fikir beyan etmeyeceğim sözünü aldığım için olabildiğince kameralara yakalanmayacak şekilde kenara çekilip netbookumu hazırlayıp sürpriz konuğun sahneye davet edilmesini beklemeye başladım. Sahnenin kafe şeklinde düzenlendiğini bir önceki yazımda da anlatmıştım. Yanımdaki masada, ilk gün yapılan oturumlardaki tweetlerini takip ettiğim @thibetian George Achillias hemen önümdeki masada Peter Economides ve Brett King, yanımda Cüneyt Gedikli, sahnenin diğer yanında ise Noel Toolan ve konuklardan birkaçı oturuyordu. Günün sürpriz ismi Levent Erden oldu. Deniz Kestanelerinin çiftleşmesinden yola çıkarak, dijital pazarlama hakkında ipuçları verdi. Reklam dünyasının dayattığı tekil iletişim devrinin kapandığını, ilişkilerin dar çevrelerde belirli insanların fikirleri doğrultusunda değil, çoktan çoka yapıldığını söyledi. Tekil sosyallik dedi, herkesin bir ekranın arkasında oturup, tarumar görüntüde olup havalı avatarlarla temsil edildiğinden, farklı kişilikleri olduğundan, gün içerisinde sürekli kimlik değiştirdiklerinden ve bunun da sosyal statü ile ilgisi olmadığından söz etti. Sosyal medyanın televizyon reklamı gibi denetlenemeyeceğinden bahsedip “Püskevit Fenomeni” videolarını paylaştı. Ve son cümlesiyle de beni sahnede oturduğuma pişman eden noktayı koydu “Kestanenize Dikkat Edin” Eğer sahnede değil de salonda oturuyor olsaydım gözlerimden yaşlar gelene kadar kahkaha atardım. Bunu yerine dudağımı ısırıp hafifçe sırıttım.

Sahneyi Bank 2.0 adlı kitabın yazarı, ünlü finans danışmanı Brett King aldı. Finans Sektörü Pazarlaması konusunda yaptığı sunumda; “Wall street işgalleri; insanlarin bankalara ve finans sektörüne olan güvensizliğinin ve öfkesinin yansımasıdır” dedi. Günümüzde müşetirlerin iyi servis beklediklerini, mobilitenin önem kazandığını belirtti, bankaların ihtiyacının basitleşmek olduğunu ekledi. “Yeni dünyanın iletişim yöntemlerini finans dünyasının anlaması gerek” diye devam eden King, “Finans dünyası hızla mobile taşınmalı, çünkü dünya hızla mobilleşiyor” dedi. 13/17 yaş aralığındaki gençlerin aylık sms ortalamasının 3364 olduğunu söyleyen King; “yeni nesil tüketiciler ipad kullanan bebekler olacak” dedi.

Daha sonra sahneye Pazarlama Değişim Uzmanı Noel Toolan geldi. Seyahat sektörü ile ilgili deneyimlerini paylaşan Toolan; Etkileşim Ekonomisinin havaalanlarının yapısını değiştirdiğini belirtti. Yolcuların gelişmiş teknolojik araçlarıyla her an çevrimiçi olmayı beklediklerini de sözlerine ekleyen Toolan havaalanlarının yapısının bu yeni beklentilere göre değiştiğini söyledi. Önümüzdeki günlerde havaalanlarının müşteri odaklılık ilkesine göre şekilleneceğini ve yolcuların güvenlikten önce çevrimiçi olmayı önemsediğini ve bu nedenle çok sayıda havaalanında çevrimiçi bağlantı noktaları oluşturulduğuna da dikkat çekti.

Sırada; sahnedeki kafe komşum Abdi İbrahim Genel Müdürü Dr. Cüneyt Gedikli vardı. İlaç sektörünün, yasal kısıtlar nedeniyle pazarlamanın 4 P sinden yararlanmakta zorlandığını söyleyen Gedikli; gelişmiş ülkelerde sağlık harcamalarının artmasının nedeni olarak yaşlı nüfus yoğunluğu, sağlık konularında bilinçlenme, teknolojik gelişmeler, tanıda isabet artımı ve tedaviye erişim konularını gösterdi. Sektördeki markaların; güvenilir, atak ve mutlaka şeffaf olmaları gerektiğini de sözlerine ekledi.

Sabahın erken saatlerinden başlayarak cıvıldayınca tabii benim netbookun da pili bitiverdi. Kahve arasında sahneden inip priz aramaya başladım.
İmdadıma Eğitişim standındaki blgo yazılarımı ve beni takip ettiklerini heyecanla anlatan genç arkadaşlar yetişti. Kendilerine teşekkürü borç bilirim, hem bana kendimi iyi hissettirdikleri, hem de yardım ettikleri için.

Aradan sonra sahneye Beyond Philosophy COO’su QaalfaDibeehi geldi. Yeni ekonomi çağında müşteri deneyiminde; müşteri bilinçaltını gece kulübüne benzetti ve markaların o kulübe girmek için engelleri aşmak zorunda olduğunu söyledi. Müşteri bilinçaltının buz dağına benzediğini de sözlerine ekleyen Dibeehi; suyun üzerinde görünen kısmın rasyonel ve bilinçli, suyun altında kalan devasa kısmın ise duygusal ve bilinçaltına yönelik olduğundan söz etti heyecanla izlediğim sunumunda.

Sahneyi Tali Krakowsky aldı ve bizlere 21.yüzyılın pazarlama eğiliminin tümüyle etkileşim üzerine kurulu olduğundan söz etti. Sanal duvar uygulamasi ile insanlara istedigini çizebilme fikri verilen çalışmasına hayran kaldım. Pazarlamada içeriğin hikâye anlatımı ile eşit olması
gerektiğini; üç ana unsurun da içerik, arayüz ve alan olduğunu belirtti. Tali Krakowsky ile Gennaration ekibinin yaptığı güzel röportajı da ŞURADAN okumanızı öneririm.

Öğle yemeğimizi yine MCT’nin nezaket gösterip bizleri konuşmacılarla birlikte konuk ettiği salonda neşeyle yedik. Daha sonra iki günlük müthiş toplantı maratonunun geçtiği Anadolu Salonu’na gidiğimizde bizleri hoş bir sürpriz bekliyordu. Management Centre Türkiye Genel Müdürü Tanyer Sönmezer sahnede mum ışığı ve gitar eşliğinde bizlere müthiş bir sunum izletti. 20 dakikada 20 farklı marka hikâyesi içeren; arayış, macera, kovalamaca, kurtuluş, kaçış, aşk, intikam ve perişanlık gibi duyguların reklamlara nasıl yansıtıldığını örnekleyen Tanyer Sönmezer’in sunumu, topluluk önünde konuşma yapacaklara ders gibi izletilmeli diye düşündüm. Konuşmasını bitirirken de gelecek yılın temasını “Sizin Hikayeniz Ne?” olarak açıkladı.

Çeşitli salonlarda yer alan workshoplardan sevgili dost Ayşe Yonca Baltaoğlu’nun “Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor” başlıklı sunumunu seçtim. Hemen yerimi aldım ve izlemeye başladım. Lidersiz bir devrim yaşadığımızdan, herkesin görüşlerini paylaşıyor olduğundan söz etti ve siyasete olan inancın azaldığından, insanların siyasetin artık çözüm olmadığına karar verdiğini de sözlerine ekledi. Mobil iletişimin haberciliği değiştirdiğinden de söz eden Baltaoğlu, yeni medyanın her alanında olmaya öncelik verdiklerini de sözlerine ekledi.

İki günlük keyifli maraton süresince bizleri özenle ağırlayan, hepimizle tek tek ilgilenen MCT ekibine; sevgili Baturay Özden şahsında teşekkür ederim.

Pazarlama Zirvesi 2011 de yapılan sunumların çoğuna ŞURAYA tıklayarak ulaşabilirsiniz.


New Year’s Eve – Yılbaşı Gecesi

Yılın son günlerinde garip şekilde zorlanıyoruz çoğumuz. Maddi-manevi baskılar, sağlık sorunları, işyerinde huzursuzluklar, çiftler arasında gerginlikler… Daha çok madde eklenebilir tabii, hem benim hem de yakın çevremdeki dostlarımın çoğunda karmaşık bir ruh hali var. Bir yandan bu denli zorlanırken diğer yandan da yeni bir yıla başlayacak olmanın heyecanı var içimizde.  
Kış mevsimini sevmem ama yılbaşı coşkusunu çocukluğumdan beri severim. Vitrinlerin süslenmesi, kokinaların ve Atatürk çiçeklerinin boy göstermesi, şimdilerde belediyelerin büyük meydan ve caddelere yaptığı ışıklandırmalar bazılarınıza saçma gelse de beni mutlu ediyor.
Warner Bros’tan sevgili Duygu Kutlu’nun davetiyle izlediğim “Yılbaşı Gecesi – New Year’s Eve” tam da bu karmaşık ruh halime iyi gelen bir film. Kahkahalarla gülerken gözyaşlarıma engel olamadığım duygusal anlar yaşatan bir film. Görüntüler, oyuncular, müzikler size pek güzel vakit geçirtecek. Sinemaya gitmek benim için eğlence anlamı taşır bunu hep yazarım, filme olağanüstü beklentilerle gitmezseniz, gayet güzel eğlenir, gününüze daha güzel devam edecek bir ruh haline bürünürsünüz.
New York City’nin başrolde olduğu; Michelle Pfeiffer, Katherine Heigl, Sarah Jessica Parker, Hilary Swank, Sofia Vergara gibi ünlü kadın oyuncuların zaman zaman birbiriyle kesişen hikayeleri, Hale Berry ve Alyssa Milano gibi isimlerin kısacık da olsa diğerlerinden rol çalmaları, her filmde daha ustalaşan genç oyuncu Zac Efron, Ashton Kutcher, Josh Duchamel ve tabii Jon Bon Jovi gibi yakışıklı oyuncuların görüntüleriyle de şenlenen bu filmi kendinize armağan edin. Yeni bir yıla daha umutlu, daha heyecanlı ve daha neşeli başlayın. Minik minik de olsa sürprizli sahnelerin keyfini kaçırmamak için fazla anlatmıyorum. Detay isterseniz ŞURAYA tıklayınız.
Hepinize iyi seneler

 


Pazarlama Zirvesi 7 Aralık 2011

7-8 aralık tarihlerinde Lütfi Kırdar’da Management Centre Türkiye tarafından düzenlenen “Müşteri Çağında Pazarlama” başlıklı zirveye davetliydim. Zirvenin oturum başkanı, bir süre önce Marjinal PN davetiyle tanışma fırsatı bulduğum Peter Economides idi.
Mekana erkenden gelip salona geç girince, henüz toplantı adabına alışamamış genç arkadaşların koltuklara koydukları palto ve çantaları nedeniyle oturacak yer bulamayıp salonun en arkasında ve ayakta izledim yemeğe kadar olan bölümü. Sahnedeki isimler öylesine keyfile anlatıyorlardı ki saatlerin uçup gittiğini fark etmedim bile.
Tanyer Sönmezer’in açılış konuşmasından sonra Peter Economides aldı sahneyi, tabii karizmasıyla ve konuşmalarıyla salondakilerin de çoğunun kalbini kazanıverdi kısa sürede. Sahnenin arkasındaki devasa perdenin bir yanından akıp giden, Monitera sayesinde yakaladığım anlık twitter yansımalarından gördüğüm paylaşımlardan birinde, Alan Rickman karizması olarak tanımlanmıştı sevgili Peter’ın tavırları. Bana göre de Tim Roth’un canlandırdığı Cal Lightman hınzırlığı ve cana yakınlığı vardı hareketlerinde. İstanbul’a geldiğinde Tanyer Sönmezer ile oturdukları kafenin görüntüsünün perdeye yansıtıldığı sahne de bir kafe gibi düzenlenmişti. Konuk konuşmacılar ve bazı izleyiciler oturuyordu bu
kafede. “Dünyanın en ünlü pazarlama dahileriyle sahneyi paylaştığınızı
düşünsenize, ne heyecan verici” demiştim yanımdaki gençlere, nereden
aklıma gelirdi ki ertesi gün o sahnede benim de oturacağım 🙂
Sahneye önce Guy Kawasaki’yi davet etti Peter Economides. 2008 yılında tanıma fırsatı bulup hakkında yazı yazdığım Kawawsaki, yüzünde her zamanki kocaman ve sıcacık gülümsemesiyle ilerledi ve
salondaki herkeste farklı izler bırakan “Enchanted” sunumunu yaptı. “Kimi markalar insanlara bilgisayar veya telefon satar, Apple ise onları büyüledi” dedi ve büyülemenin şartlarından ilk üçünü sevilmek, güvenilmek ve güç vermek olarak sıraladı. Kawasaki’nin sunumuna ŞURADAN ulaşabilirsiniz.
Sonra sahneye Gary Vaynerchuck geldi. e-Tohum toplantıları nedeniyle bu genç girişimciyi uzun süredir tanıyor ve takip ediyorum. Videolarındaki enerjiyi sahnede izlemek pek keyifliydi. “2002 yılındaki pazarlama tekniklerinden vazgeçin, yıl 2012” dedi salondakilere. “Sosyal medya ayrı bir olgu değil, internetin devleti” diyen Vaynerchuck onu yeni tanıyanları epey sarstı. “Günümüzde ölçümler birşey ifade etmiyor, gerçek dünya şimdilerde duygular, insanlar” diyerek devam eden GaryV sahnedeki enerjik tutumuyla da herkesin ilgisini çekmeyi başardı. Sevgili Murat Can Demir’in “adam kalaşnikof, çok hızlı konuşuyor” benzetmesi de gayet yerindeydi.
DoğanOnline CEO’su Yenal Gökyıldırım’ın çok başarılı bir yönetici
olmasına rağmen, Gary’den sonra sahne alması ve hantal bir kurumsal
sunumla anlattıklarını sürdürmesi benim gibi çok sayıda hiperaktifin ilgisini kaybetmesine neden oldu. “Değişime nasıl uyum sağlayacağız” başlıklı sunumunda “Online nüfusun yüzde 20’si internetten alışveriş yapıyor” diyen Gökyıldırım, milyonlarca kullanıcının Doğan Online siteleri aracılığıyla alışveriş yaptığını, tatil programı yapıp satın aldığını ekledi
Bir sonraki konuşmacı Google Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Tüketici Pazarlama Sorumlusu Obi Felten’di. Yeni dönemin çekirdeğini oluşturan 3 yakınsamayı Sosyal, Yerel ve Mobil olarak belirten Felten; mobil cihazların süper bilgisayarlar olarak konumlandığını, lokasyon bazlı servislerin sosyal ve ekonomik anlamda büyük rol oynadıklarını belirtti. Google+ ile değişime ayak uydurduklarını anlatan Felten, kullanıcılarına her açıdan farklı bir web deneyimi yaşatmak istediklerini de sözlerine ekledi.
Daha sonra Eleftherios Hatziioannou ve Nathaniel Hansen geldi sahneye ve “Wall Street to Love Street” başlıklı sunumlarıyla, arkadaşlar arasındaki markaları anlattılar. Sunuma ŞURAYA tıklayarak erişebilirsiniz.
Oturumlara yemek arası verildiğinde; Marjinal PN ekibinden sevgili BaşarÇankaya blog yazarlarına MCT’nin bir hoşluğu olarak konuk konuşmacılarla aynı salonda yer ayrıldığını haber verdi. Bu zirveden önce görmezden gelinen blog yazarlarını en güzel şekilde ağırlayan MCT ekibine; bizlerle her fırsatta yakından ilgilenen sevgili Baturay Özden şahsında teşekkür etmek istiyorum. Hem çok güzel vakit geçirdik, hem de en şık şekilde ağırlandık.
Yemek sonrası sahnede BMW Global Marka İletişim Direktörü Andreas Cristoph Hofmann vardı. Herkesi yemek rehavetinden uyandıran bir filmle başladığı sunumuna; BMW’nin marka algısının ilk günden beri değişmediğinden söz ederek devam etti ve marka kimliğini dinamik, estetik, yenilikçi olarak özetledi. Sürdürülebilirlik, çevre, enerji konularına değer veren kurumların geleceği kucaklayacağını da sözlerine ekledi. BMW i serisinin oldukça fütüristik ve çevreci bir yapıya sahip olduğunu anlatan Hofmann, aracın çok sayıda mobil servis içerdiğini de belirtti.
Vodafone’dan Emre Kanaat ve Umut Kutlu’nun sunum başlığı “Etkileşim Halinde Hareket ” idi. Bu ekibi geçen yıl katıldığım bir toplantıda da keyifle izlediğimi hatırladım ve rakamsal değişimleri yine heyecanla takip ettim. Konuşulanlar arasında en çok ilgimi çekenler; sadakat kartlarının cep telefonlarına taşınması, mobil ödeme uygulamalarının 2012 de daha çok kullanılacak olması ve tabii en ilginci de insanların cüzdanlarını kaybettiklerini 26 saat sonra, cep telefonlarını ise 65 dakika içinde fark etmelerini söylemeleri oldu.
Veee yıllardır dergi reklamlarını hayranlıkla takip ettiğim, 90 ların başında hoşuma gidenleri kesip dosyalarda sakladığım Absolut’un başarısının mimarı olan usta reklamcı Richard Lewis geldi sahneye. Sunum başlığı çok çarpıcıydı ” Öncülük et, takip et, ya da yoldan çekil” Pazarlama; tabuları yıkmalı, sosyalleştirmeli, çarpıcı olmalı, keyif vermeli, zarif ve deneyimlendirici olmalı diye ekleyen Lewis için en güzel yaklaşım, sevgili İsmail Hakkı Polat’tan geldi, Mad Men dizisinin Don Draper karakterini anımsattığını yazdı tweetlerinden birinde. Bazı yeni yetme sektör şöhretlerinin “bunca işimin arasında internette bulacağım sunumları burada izlememe gerek yok” diye tweet atacaklarına, izleyip sahne hakimiyeti ve toplum karşısında sunum becerileri konusunda ders almalarını isterdim.
Karizmanız; hangi havalı mobil araçları kullandığınızla, hangi markaları
giydiğinizle ölçülmez, biriktirdiğiniz bilgi ve deneyimlerle zenginleştirirsiniz ve tabii en önemlisi alçakgönüllülükle. Richard Lewis’i izlerken buna bir kez daha tanık oldum.
Kahve arası sonrasında, sahnede beni bir sürpriz bekliyordu. Sevgili Masis Aram Gözbek yönetimindeki BUMK Caz Korosu Viral Entertaintment başlıklı konuktular. Zirvenin sloganı olan Hello I Love You isimli şarkıyı ve caz aleminin en sevilen tınılarını dinlettiler konuklara. Tabii hak ettikleri alkışları da aldılar. Masis ve Peter Economides’in söyleşisi de çok sayıda gence yeni ufuklar açacak nitelikteydi.
Sırada zirvenin en önemli isimlerinden biri olan The Independent gazetesi editörlerinden, finans uzmanı Hamish McRae vardı. Günümüzde dünyanın güç dengesinin doğuya kaydığına dikkat çeken Mc Rae;Türkiye’nin 2030 yılından itibaren dünyanın en büyük 12 ekonomisinden biri olacağını, genç nüfusuyla imrenilen bir ülke olduğunu da sözlerine ekledi. Sanırım bu verileri bizi yönetenlere de vermişler ki 2023 de muhteşem olacağımızı söyleyip duruyorlar:)
Micael Dahlen kuzeyli çılgın bir öğretim görevlisi. Sahneye çıktığında rocker görünümlü bir İsa dinleyeceğimi düşünmüştüm. Sunumu sırasında ise, eğer hocam olursa iki kez daha üniversite okumaya söz veriyordum 🙂
Her şeyin mümkün olduğu bir çağda yaşadığımızı, dilediklerimizi yapmak için 11.000 günümüz olduğunu ve en büyük rakibimizin de yarın olduğunu söyledi Dahlen. Yeni dünya düzeninin çok sayıda fırsat içerdiğini ve internet sayesinde bu fırsatlara her yerden erişebileceğimizi de ekledi. İstanbul sunumunun aynısı olmasa da çok yakın bir sunuma ŞURAYA tıklayarak, Dahlen’in bloguna da ŞURAYA tıklayara erişebilirsiniz.
Ve kapanışta sevgili Peter Economides’in pazarlamayı Caz müziğe
benzettiği ve ancak içinizde hissederseniz başarılı olabileceğinizi
söylediği müthiş sunumu vardı. Sahne hakimiyeti, kelimelere yüklediği anlamlarla yine Tim Roth izliyormuş hissine kapıldım. Bu keyifli sunuma ŞURAYA tıklayarak ulaşabilirsiniz.
İlk günün sonunda Lütfi Kırdar’dan keyifle çıktığımızda bizi Nuh Tufanını anımsatan bir yağmur ve fırtına bekliyordu.
İkinci günü de bir başka yazıda anlatacağım.


Sherlock Holmes 2 Macera Devam Ediyor

13 aralık sabahı Sherlock Holmes The Game of Shadow filminin öngösterimine davetliydim. Erkenden hazırlanıp yollara düştüm. Cinebonus Maçka GMall ulaşımı ters, ama her zaman sevdiğim salonlara sahip bir mekandır. Havanın olağanüstü güzel olmasına, merak ettiğim bir filmi izleyecek olmanın verdiği heyecan da eklenince neredeyse uçarak ulaştım sinemaya. Leziz ikramlardan atıştırıp salona girmeye hazırlanırken sevgili Funda Şenİ gördüm ve birlikte izledik bu heyecanlı filmi.  
İlk filmi görenler için hatırlatmaya gerek yok ama görmemiş olanlar mutlaka videoları izleyip gitsinler, böylece bazı hınzır esprileri daha rahat kavrayabilirler.
Guy Ritchie, Robert Dawney Jr. ve Jude Law müthis bir ekip, bu ekibe, Fringe izleyicilerinin, kötü adam David Robert Jones rolüyle aşina oldukları Jared Harris‘i ve A Fished Called Wanda’nın unutulmaz isimlerinden Stephen Fry‘ı ekleyin, alın size muhteşem bir karışım. Arada çok sayıda ilginç tipleme var tabii, ama benim en çok ilgimi çeken oyunculuklar bunlardı. Robert DJ yine olağanüstüydü bir dönem yaşadığı uçuk kaçıklıkların performansına olumlu katkıda bulunduğunu düşünmek için haklı nedenlerim var 🙂 Jude Law ise Watson karakterinin tam hakkını veriyor ve diğer uygulamalarda geri plana itilen bu kişiliği onurlandırıyor da diyebilirim. İki erkek arasındaki ilginç hissiyatı yoğun algılayabileceğiniz sahneler, hemen arkasından gelen aksiyon sahneleriyle zekice dengelenmiş.
Görsel efektlerle zenginleştirilmiş, başdöndürücü hızla ilerleyen ve tabii en önemlisi arka planda Hans Zimmer‘in sizi filmin içindeymiş gibi hissettiren müthiş müzüiğyle akıp giden bir macera yaşayacağınızın garantisini verebilirim.
Sinema eleştirmeni değilim, her zaman belirtirim; sinema benim için bir eğlence. İzleyeceğim her filmde eğlenmenin bir yolunu bulurum. Gitmeden önce beklentiye girmem. Sinema çıkışı vızıldanma katsayınızı azaltmanın da yolu budur. Özetle, gidin bu filmi izleyin, usta oyuncuların, müthiş müziğin özellikle Ciganski Baroni’nin kıvrak ritmlerinin keyfini çıkarın.


Avea “Bir Sohbet Var” toplantısı

Geçtiğimiz günlerde Avea‘nın davetiyle “Bir Sohbet Var” başlıklı toplantı için Blogger’s Base konuk oldum. Açıldığından beri çok sayıda aksilik nedeniyle bir türlü uğrayamadığım bu sevimli mekana gitmeyi başardım sonunda. 70 li yıllarda genç olanların bayılacağı bir ortam var Blogger’s Base de. Sıcak sohbetler yapılabilmesi için gerekli her detayı düşünmüşler. Avea da bizleri bir araya getirince pek keyifli bir akşam geçirdik.
Sevgili Burcu Şensoy’un sıcacık gülümsemesi, Şükrü Andaç’ın samimi moderatörlüğünde farkına varamadan iki saatten fazla vakit geçirdim.
Konuşmacılar Avea Genel Müdür Yardımcısı Ali Yılmaz, Bilkom Genel Müdürü Cömert Varlık ve kitabın yayıncısı Domingo‘nun kurucu ortağı Murat Arayıcı idi. Domingo’nun kuruluş hikayesi de ayrıca bir kitap konusu olacak kadar renkliydi bana göre.
Sohbetin ana konusu Domingo tarafından türkçeleştirilerek yayınlanan Steve Jobs kitabıydı. İlk söz alan Avea Genel Müdür Yardımcısı Ali Yılmaz oldu ve bizlere kitaptan ipuçları verdi. Jobs hakkında öenmli ipuçlarından biri evlat edinilmiş olması ve hayatı boyunca arayış içinde olmasının buna bağlanmasıydı. Bir diğer ipucu da tasarım konusunda hastalık derecesindeki mükemmeliyetçiliği idi. Hatta hastalığının son günlerinde oksijen maskesi takması gerektiğinde getirilen maskeyi beğenmeyip doktorlara kök söktürdüğü de anlatılanlar arasında. Bizleri onun ürünlerine hayran bırakan da aslında onun bu mükemmeli arayışı değil mi zaten.
Daha sonra sözü Bilkom Genel Müdürü Cömert Varlık aldı ve bizlere Jobs’un başarı formülünün farklı karakterde ve yapıda insanları biraraya getirip, ortak hedefe yönlendirmek olduğunu söyledi. Sıra Domingo Yayıncılık  kurucu ortağı Murat Arayıcı‘ya geldiğinde; bizlere kitap için iphone uygulaması geliştiren ilk yayınevi olduklarını, küçük bir yayınevi olmalarına rağmen bu konudaki tutkularıyla rakiplerini solladıklarını ama yollanan baklavaların da hakkını yememek gerektiğini anlattı 🙂

O hafta ikinci baskısını yapan ve satışı ellibinleri aşan kitabın, toplantı bitiminde katılanlara armağan edilmesi gecenin en hoş sürpriziydi.
Teşekkürler Avea, teşekkürler Steve Jobs; yaşarken bulamadığın huzuru
gittiğin yer neresiyse orada bulursun umarım.


Hayalinde müzik, müziğinde hayalleri olan bir genç… Emir Cerman


Hayalindeki müzikle yola çıkan, müziğinde hayallerini canlandıran bir gencin hikayesi bu. Müzik tutkusunun peşini bırakmayan, aklına koyduğu; “Arif Mardin” olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Emir Cerman’ın hikayesi. 2008 yılı ocak başında Boston’da Berklee College of Music’te başladığı eğitimini bitiren ve 6 mayıs 2011 günü diploma töreninde göğsümü gururla dolduran bir evladın hikayesi.  
Henüz karnımdayken, dinlediğim müziklerle mutlu olduğunu hissettiğim, bebekken uykuya dalması için o zamanlar en güzel radyo istasyonu olan TRT3 ten klasik müzik dinlettiğim, büyüdükçe müziğe olan tutkusu artan, ama maddi olanaklarım yeterli olmadığı için bu konuda eğitim almasını sağlayamadığım kuzum, kendi kendine gitar ve klavyeyi çalmasını öğrendi. Sonra sevgili dost Sebla’nın babası rahmetli Erol Pekcan’ın davulunu odasının baş köşesine koyunca da müzik onun için farklı bir noktaya yerleşti. O günlere kadar rock müzikle haşır neşir olan oğlum, jazz dinleyip yeni tınılar keşfetmeye başlamıştı. Birlikte müzik yaptığı arkadaşlarıyla farklı bir müzik türünü keşfediyorlardı. Sonra besteler, denemeler, ufak konserler derken 2002 yılında AKM sahnesinde Erol Pekcan anma gecesinde çok sayıda ünlü sanatçıyla sahneye çıktı. Sanırım gerçek sahne tozunu ilk kez o akşam yuttu. 2003 yılında İstanbul Caz Festivali kapsamında grubuyla Genç Caz kapanış konserinde sahne aldılar. Çeşitli etkinliklerde konuk grup oldular, Roxy Müzik ödüllerinde finale bile kaldılar. Grubuyla beraber uzunca süre barlarda, tatil merkezlerinde kalabalık izleyici gruplarını eğlendirdiler. Besteler, düzenlemeler stüdyosunun ayrılmaz parçalarıydı. “Yüzyılın Lideri Atatürk” bestesi için sevgili dost Erhan Cerrahoğlu ve Demo Production desteğiyle yaptığı klip, kısa sürede dikkat çekti ve özel günlerde televizyonlarda yayınlanır oldu. İşte tam bu aralarda Berklee konusu gündeme gelmeye başladı. Müzik eğitiminin olmaması onu durdurmuyordu, ama kendine çizdiği yolda ilerlemesini zorlaştırabilirdi. İki yıl hayal kırıklığı ile sonuçlanan başvurular nedeniyle, hayaline ancak 2007 de kavuşabildi.
Dünyanın diğer ucunda, Kuala Lumpur’da sınava gitmek için Dubai havaalanında sabahlayıp, aktarma uçağını beklerken beni arayıp “Anne ben o sınavı kazanacağım biliyorum, sonra da o okula gideceğim, bunu da biliyorum, ilk işim hemen bu sınavı İstanbul’da da yapmaları için kiminle görüşmem, kimi ikna etmem gerekiyorsa etmek olacak ve başkalarının bu sıkıntıları çekmemesini sağlayacağım” diyen sesi kulaklarımda yankılanıyor. Yaptı da, 2009 yılı kasımında Berklee yetkilileri Istanbul’a geldi ve onlarca Türk öğrenciye dünyanın en keyifli okulunda öğrenim yapma şansı tanıdı. Şimdi her yıl, Türkiye’de hem seçme sınavı yapıyorlar, hem de sertifika programları uyguluyorlar.
Emir’in hayalinin gerçek olmasına yardımcı olan çok sayıda dosta da teşekkür etmek istiyorum buradan. Hepsinin tek tek adlarını yazamıyorum; hem Emir, hem de ben onlara hep minnettar kalacağız. Her başımız darlandığında yanımızda oldukları , bize kendimizi yalnız ve çaresiz hissettirmedikleri için hepsine tekrar tekrar teşekkürler.
Bir ebeveyn için en mutlu anlar; yetiştirdikleri evlatların başarılarına tanık oldukları anlardır. Bana bu mutluluğu oğlumun yanında olarak yaşama şansı sağlayan dostlarıma da ne kadar teşekkür etsem az. Diploma töreninden bir gece önce hem öğrencilerin, hem de ünlü sanatçıların sahne aldığı bir konser vardı. Konserin sonlarına doğru Emir; Rhythm Of The Universe projesinin detaylarının ve Berklee hakkındaki düşüncelerinin yer aldığı kısa bir konuşma yaptı. Binlerce kişinin yer aldığı o devasa salonda sahnenin iki yanında ve arkasında yer alan büyük perdelere görüntüsü yansıdığında, daha konuşmasına başlamadan ben gözyaşlarına boğulmuştum bile. Zaman ne çabuk geçivermişti ve sahneye çok yakışan, kendinden emin duruşlu bu genç adama ne çabuk dönüşmüştü benim sarı kafalı bebeğim. Sözlerini bitirdiğinde, salon alkıştan inlerken ben de boğazımdaki yumruları temizlemeye çalışıyordum.
Ertesi gün aynı salonda, yüzlerce öğrenci ile diplomasını alan ve kep fırlatan oğlum yine göğsümü gururla doldurmuştu. Ona hayallerini gerçekleştirmesi için en büyük fırsatı veren, yıllardır kendi evlatlarından ayrı tutmayıp inanan, destek olan manevi anne babası Canan ve Doğan Bolak da aynı duyguları paylaşıyorlardı. Onlara teşekkür etmeye, duygularımı anlatmaya kelimelerim yetmez, hep iyi günler görmelerini ve kendi evlatlarının da hep başarılarına tanık olmalarını diliyorum. Evladı olan bütün dostlarım da bu mutlu anları yaşarlar umarım.
Şimdi; Emirimin yolculuğunun en zorlu bölümü başladı. Kafasındaki iş planlarını gerçekleştirmek, hayallerine onu bir adım daha yaklaştıran projesini tamamlayıp, sponsor desteğiyle dünyanın çeşitli noktalarında sahne almasını sağlamak.
Hem oğluma, hem de manevi evladım kabul ettiğim bütün yetenekli arkadaşlarına başarılar diliyorum.
Yolunuz ve bahtınız açık olsun evlatlarım.

Edit:Başlık cümlesi sevgili Hakan Tükkuşu‘nun Emir için hazırladığı bir yazıdan alıntıdır, kredi belirtmeyi atlamışım özür dilerim.


Sayfalar:1...22232425262728...41