Anlık paylaşımlarla kolaya kaçmak işime geldiğinden olsa gerek, bloguma yazı girmeyi bir süredir eskisi kadar sıkça yapmıyorum. Arada “aman zaten okuyan da yok”, “laptopun klavyesi o kadar eskidi ki kendi başına kararlar veriyor, yazmayı zorlaştırıyor” diyerek tembelliğe bahaneler bulduğum da oldu. Geçtiğimiz haftalarda sevgili Simto’nun bir yazısı üzerine, “silkeleneyim de kısa aralarla yazayım” dedim, aradan yine zaman geçti. Sevgili Süleyman Sönmez’in özenle güncellediği “Türkiye’nin En Sevilen Blog Siteleri” yazısında ve yine güzel bir derlemeyle evrengünlüğü.net’ in “Türkiye’nin En Eski Blogları” listesinde de yer alınca harekete geçip yazmak kaçınılmaz oldu 🙂
Blog yazmaya 11 yıl önce 2005 yılında blogcu.com platformunda başladım. Günlük hayatın hayhuyu, aile büyüklerinin bozulan sağlık durumları vs. derken unuttum gitti. E-Tohum toplantılarından birinde tanıştığım, yaratıcı çalışmalarına ve girişimci ruhuna her zaman saygı duyduğum sevgili Burak Dönertaş‘ın harika sürprizi ve kesintisiz desteğiyle 8 Eylül 2008 den beri kendi alan adımla açılan blogda yazmaya başladım. Yıllardır en ufak sorunumda, olur olmaz saatlerde “Buraaak imdaat” çığlıklarıma sabırla yanıt verdiği, çözümler ürettiği için ona hep minnetar kalacağım 🙂
Bloguma reklam almamaya karar vermem çok sayıda arkadaşıma yanlış, hatta garip gelmişti. Burası benim oyun alanım, kimsenin yazdıklarıma karışmasından hoşlanmayacağımı bildiğim ve reklamcıları pek iyi tanıdığım için böyle bir karar almıştım. Yıllar içinde de doğru bir karar aldığım defalarca kanıtlandı. Çevreye, hayata, yaşanan olaylara verdiğim tepkiler paralelinde gönlümce yazdım çoğu zaman, yazmaya da devam edeceğim.
Denemediğim, gözümle görmediğim şeyleri paylaşırken özenli olmaya çalıştım. Yıllar içinde halkla ilişkiler ve reklam şirketlerinde çalışan dostların “ama bültenimize yer vermedin” sitemlerinden kurtulmak, çok fazla reklam kokan yazılar yazmak zorunda kalmamak için ayrıca bir de wordpress uzantılı blog açtım bilgilendirme amaçlı, ilk elden tanık olmadığım duyuruları da oradan paylaşmaya başladım.
Yazmayı, yaşadıklarımı, deneyimlediklerimi paylaşmayı seviyorum. Hem belki böylece birilerinin hayatına dokunur, farklı görüşleri değerlendirmelerine neden olur, hatta yapabilecekleri hatalardan korunmalarına yardımcı da olabilirim diye düşündüm yazarken.
Yazımı sevgili Süleyman Sönmez’in blog yazısından bir alıntıyla sonlandırayım:
“Lütfen bu güzel insanların daha çok okunması için bu sayfayı sosyal medya hesaplarınızda, bloglarınızda duyurun. Destek bulsunlar kapanmasınlar. Okunan blog açık kalır…”
Yıllardır yazdıklarıma değer verip okuyan, paylaşan, yorum bırakan herkese çok teşekkür ederim. Yazmaya devam kararımda sizlerin desteği çok büyük, sağ olun var olun.
Sevgiyle ve muhabbetle…
”Anlık paylaşımlarla kolaya kaçmak istememek”, ne güzel özetlemişsiniz. Bu işin doğrusu, yanlışı nedir bilmiyorum ama blog yazmanın bir özen istediğini düşünüyorum. Elbette, bu benim düşüncem 🙂 Kendi adıma bir yazı yayınlamak için saatlerce uğraşıyorum. Hele ki gezi yazısı yazıyorsam, bir yazı yazmam nerdeyse bir günümü alıyor. Bazen daha da uzadığı olabiliyor. Yazdıkça da şunu görüyorum: Benim bir şehir hakkında yazdıklarım insanların okumak istedikleri şeyler değil. 🙂 Gönül bağı kurduğum, yazılarını merak ettiğim bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar blogger var ne yazık ki. Çünkü yazılanlarda kalpten akan bir his arıyorum.
Son birkaç yazımda şunu gözlemledim. Popüler bir blogger olamamanın hazin hikayesi ve business class’da yolculuk cinsinden iki yazı kaleme aldım. Eğlenceli, sabun köpüğü yazılardı. bu iki yazının okunma oranlarına inanamazsınız. Şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. O kadar güzel kitaptan bahsetmiş, o kadar güzel şehirlere dokunmuştum ki ara ara, bu yazıların hiçbiri bu oranda okunmamıştı.
Tuhaf bir durum bu. Bazen kırılıyor, bazen üzülüyor, yine de içime sinen sıklıkta yazmaya devam ediyorum. Çünkü dediğiniz gibi burası benim sayfam ve yazmaktan mutlu olduğum şeyleri yazıyorum.
Sizi de keyifle takip ettiğimi bilmelisiniz. Demek ki yazdıklarınızda beni çeken bir yan var.
Sevgilerimle.
Daha çok yazın lütfen. Bizim için 🙂
Sevgili Özlem ne kadar zarifsin, çok teşekkür ederim bu güzel satırlar için ve verdiğin destek için. Sitem ettiğin konular pek çoğumuzun içini yakan üzen konular ama yapacak bir şey yok, yutulacak hap misali yazıları daha çok seviyor okurlar 🙂 Yazmaya ve anlatmaya devam, bozgun hissine yenilmek yok. Yazılarımızla daha çok okura dokunabileceğimiz nice yıllara diyelim.
Sevgiyle ve muhabbetle…
Müge Hanım, yazmaya devam edin lütfen, sizi keyifle okuyorum:) Çok sevgilerimle.
Duygucuğum çok teşekkür ederim; hem okuduğun, hem de moral verdiğin için. Sevgiyle ve muhabbetle…
Benim pek okuyanım yorum yazanım yok.. Bu yüzden bazen yazasım gelmiyor bloguma.. Ama sonar bir heves sarıyor anı bırakma hevesi, kendini tatmin hevesi ve özeniyorum yine yazıyorum.. yani gidip geliyorum 🙂
Oyuncaksız hayat olmaz.. Sizin benim de oyuncağımız bir yerde bu blog..
keyifle yazmaya devam etmenizi diliyorum 🙂
sevgilerimle
Kesinlikle hak veriyorum sana, Facebook paylaşımımın altında nerdeyse 50 beğeni görüp bloga baktığında sadece 14 kişi görmek beni de üzüyor. Sonra diyorum ki “kendin için yazıyorsun, aldırma yazmaya devam et” ve bir sonraki yazı için konu düşünmeye başlıyorum. Yazmaya ve paylaşmaya devam.
Sevgiyle ve muhabbetle…